| Hinweis | Home | Impressum | Download | Son Yorum |

| bir yanlış anlama ile her şey başlamıştı | 2007 | 2008 | 2009 | 2010 |

 
Terbiyeye davet, yeter artık kimlerin torunları olduğumuzu unutmayalım.
Videoclibi öyle değil böyle hazırlanır İzleyin >>> Clib1, Clib2, Clib3

Susturmak istiyorlar!

Maalesef seçimlerden sonra şu izlenimi ediniyorum:

Atatürkçüler şaşkın,
Atatürkçüler çaresiz,
Atatürkçüler sinmiş,

Ne oluyoruz arkadaşlar? Neden şaşırdınız?

Benim bildiğim bu ülkede bir kılık kıyafet kanunu vardı. Senelerden beri yurtdışında olsam da, Türkiye yi ve gelişmeleri yurtdışında yaşa yayan her vatandaş gibi yakından izliyorum. Herifler gümbür, gümbür sarıklı, peçeli sokaklarda senelerce dolaşacak. İstisnasız tüm partiler buna çanak tutup göz yumacaklar, yasama, yürütme ve yargı susacak, Atatürkçüler aralarında entel, entel konuşacak, insanlara tepeden inme bakacak ve bu düzen böyle devam edecek. Öylemi?

Atatürkçülük bu değildir!!!

İdealler öncelikle fikir sonra yürek işidir. Karşılıksız bir aşk misali. Menfaat yok. Köşe dönmek yok. Bırak başkası yapsın demek yok. Çalışmak var, bıkmadan usanmadan.

Atatürk bir askerdi, asker olarak biliyordu: Bir savası kaybedebilirsin ama önemli olan sonuç!

                                                  ***

Gelirler ve bir gün, geldikleri gibi giderler

Bu sayfayı açanlar belki kendilerine sorabilirler:
Bu ne Kapkara bir sayfa?!
Evet, kara bir sayfa, çünkü ben: Kemal’istim, Atatürkçüyüm.  

Kara, matemdir, sıkıntıdır. İnsanın ruhunu boğar. Ayıp örter. Bizim ayıbımız. Biz Atatürkçülerin ayıbı. Atatürk kim, biz onu anlamak kim? Atam mirasına sahip çıkamadık, affet bizi.

Sırası gelmişken size bir bilmece sormak istiyorum: Homeros'un "Odise" destanını duymuşsunuzdur. Sfenks, Odysseus’a bir bilmece sorar:

"İki kız kardeştirler, biri ötekini doğurur"

Siz bilin bakalım ne?

Odysseus’un cevabı: “gece ve gündüz

İşte biz, şu anda aksamın ufuklarından gecenin karanlıklarına doğru geçiyoruz. Ama her gecenin bir sabahı vardır!!!

Gelelim biz yine asıl konumuza. Girişte belki garipsemişsinizdir niye sözüm ona Atatürkçülere ver yansın ediyorum diye. Allah gani, gani rahmet eylesin. Vatana çok büyük hizmetleri dokunmuştur, İsmet İnönü’ nün. Ama ondan başlayarak günümüze kadar Atatürk’ü gerçekten yasadık mı, yaşatabildik mi? Atatürk’te bir insandı. Atatürk’üde bir ana doğurdu. Geçenlerde Ali Bektan’ın  “Atatürk ve Parapsikoloji“ diye bir kitabını okudum. Bana sorarsanız zorla Atatürk’e doğaüstü güçler yakıştıran bir yazar. Bilimsel verilerden uzak. Ama onunda düşüncelerine saygı duymak durumundayız. Neyse konumuz o degil.  Bana göre Atatürk olağanüstü zeki bir düşünür. Bir mantık insanı. Eylem ve söylemleriyle bunu göstermiyor muydu zaten. İnsan mantığının sınırları belirsizdir. Yeter’ki beynimizi kullanabilelim. Bir düşünün bundan iki bin sene önce yunanlı düşünürler, maddelerin bölünmeyen küçük parçalardan oluştuğunu öne sürmüşlerdir. Demek istediğim Atatürk zekâsıyla bize yol göstermeye çalışmıştır. Çalışmıştır ama, biz onun yolunu kısıtlamalarla, yasaklarla, ezbercilikle vs. devam ettirmeye çalıştık. Bugüne kadar. Ve bedeli beklide ağır olacaktır. Bedeli Türk milletinin Hürriyet ise, ne dâhili ne harici bu bedel ödenemez. Ne demek istediğimi daha ilerde açıklayacağım. Tenkit etmek, eleştirmek, suçu başkasının üstüne yüklemek kolaydır. Çözüm üretmek, yol göstermek, bu yola inanıp bu yolda ilerlemek zordur. Ne diyordu Atatürk: “Mesele ölmek değil; ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmek…

Özeleştiride bulunmanın, biz Atatürkçüler için artik harekete geçmenin zamanı gelmedi mi?

Mesleğim gereği karşıtımı iyi analiz etmek, gerekirse ondan öğrenmek ve karşı tedbirler almakla sorumluyum. Karşıtım düşmanım değil, karşıtım bu vatanın evladı. Farklı düşünüyor olabiliriz ama ayni toprağın meyvesiyiz.

Analize Atatürk’ten başlayalım:

1. Atatürk “millete rağmen …” hiç bir şeyin gerçekleşmeyeceğini bilen bir insandı. Davasını milli bir dava haline getirmenin yolunu aradı ve buldu.
2. Atatürk Kadınların önemini idrak edip gereğini yerine getirdi. Örneğin bir takim özgürlükler verip kadınlarımızın birey olduğunu hatırlattı.
3. Atatürk milletin refah düzeyi yükselmedikçe, insanları istediği doğrultuda yönlendiremeyeceğinin bilincindeydi. İş, aş ve eğitim bunların en önemlileriydi.

Karşıtımın Analizi:

1. Bir hocaları vardı hani, bilirsiniz. Konuştu mu salya, sümük akıtan. Gözleri yuvalarından fırlayan bir garip insan. Bir hareket meydana getirdi Milli görüş diye. Kılıf değişiklikleri oldu ama milli söylem devam etti.
2. Ayni önemi onlarda kadınlarımıza verdi. Kadınlara verilen özgürlükler kısıtlandı. Ama bu kısıtlama öyle güzel paketlen diki örneğin bir modern “siyasal simge” TÜRBAN meydana çıktı.
3. Refah düzeyini yükseltemediler ama bir HIZMET söylemidir gidiyor. Ama Allah için “adamlar” ama iyi ama kötü gerçekten vatandaşa bir takım hizmet götürüyorlar.

Ve buna benzer birçok paralel çizebiliriz. Şimdi gelelim her analizin en önemli kısmına, sonuç’a.

Siyasal Islaman ’ın önü nasıl kesilir?

Analizin verdiği cevap çok basit: Hizmetle, yani insanların refah düzeyini ama öyle ama böyle iyileştirmekle. İnsanlara nefes almalarını sağlamakla. Aranızda belki saçma diyenler çıkabilir ama tarihten ve günümüzden birer örnekle bunu kanıtlayacağım:

1. Roma İmparatorluğunda Roma halkının hoşnutsuzluğunu gidermek için basit bir çözüm bulunmuştu. Oyun ve aş. İnsanların karnı doyup, eğlence de olunca neden İmparatora karsı gelsinler ki?
2. Ankara’daki susuzluk hepinizin malumu. Senelerden beri Melih Gökçek’i seçenler, susuz kalınca birden Gökçek istifa diye bağırmaya başlamadılar mı?

Biz Atatürkçüler eğer gerçekten atamıza, yoldaşlarına ve mirasına laik olduğumuzu göstermek istiyorsak önce insanlarımıza, insan gibi davranmayı, onların sorunlarını ciddiye alıp çözüm üretmeyi öğrenmeliyiz. Analizin gösterdiği gibi "bizi bizim silahlarımızla vurdular. O halde biz Atatürkçüler onları onların silahıyla vurmamız adil olmaz mı?" Sakın yanlış anlamayın ama aramızda bazı entel geçinen ve eğitim düzeyi düşük insanları hor görenler var. Ve maalesef onların yaratığı imaj hepimize mal ediliyor.

Sözümü Siyasal Islama:

Arkadaşlar, öncelikle Demokrasinin bir tanımını yapmamız gerek. Demokrasi öncelikle batı icat’ı bir kamu yönetim düzenidir. Mantığı son derece basittir. Azınlık, çoğunluk sistemi üzerine kurulmuştur. Çoğunluğun seçtiği temsilciler (temsili demokrasi gerçek anlamda demokrasi değildir) çoğunluğun görüşleri istikametinde devlet işleriyle ilgilenirler. Batı icat’ı demekle kastım şudur:

Demokrasi bir kültür anlayışıdır. Ancak doğu kültürüne bire bir tatbiki zordur. Çünkü bizim kültürümüze ve anlayışımıza oldukça uzaktır. Dikkatinizi çekerim doğu diyorum, Türkiye değil! Batı kendine göre doğru olan bu anlayışı “zorla” doğuya kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu da bir gerçektir. Neyse bu konuyla sayfalar doldurabiliriz.

Sanırım kimsenin başı örtüsüne bir diyeceği yoktur. Bizim örf ve adetlerimiz içerisinde yerleşmiştir. Bunu bir garip bağlama şekliyle sıkma baş, yani siyasal simge Türban’a sizler getirdiniz. Unutmayın M. Kavakçı TBMM ‘sine girmesiyle çıkması bir oldu. Çağdaş bir toplumda dini simgelerin yeri yoktur. Kamuda yeri yoktur. Avrupa da yoktur, Türkiye de yoktur. Bunu kabullenin. Kaldı’ ki Allah’la kul arasına girmek kimin hadi ne?  İnsanlar özellerinde istediklerini yapmakta serbestiler. Ancak …

Şimdi sözüm anlayana:

Kamuya mal olmuş kişilerin özeli yoktur. Yani bireysel tercih lüksü yoktur. Bu hem kendisi için hem ailesi için geçerlidir. Yani siz ailemin kişisel tercihidir deyip işin içinden çıkama’siniz. Kaldı ki devleti, milleti batıya şikâyet ettikten sonra o yüce makama oturmak istemek bence abes kaçıyor. Ama …

Ne sahsınıza, ne de genel başkanınıza karşı kişisel bir ön yargım yoktur. Ama temsil ettiğiniz düşünceye, hayat anlayışına karsıyım. Ve bu düşüncelerden, hayat anlayışından arınmadığınıza inanıyorum. Bu yüzden siz ve genel başkanınız hiç bir zaman beni ve benim gibi düşünenleri temsil edemezsiniz.

Sözüm Askere:

Cumhuriyet mitinglerinde dikkatimi çeken bir slogan vardı:

Ne Takunya, Ne Postal …

Bazı köse yazarları sorumsuzlukla niteledikleri insanları ağır bir şekilde eleştiriyorlar. Bende sorumsuzum öyleyse… !

Bu durumda ve Allah korusun siyasal İslam azıtırsa tercihim her zaman postaldan yanadır! Ama unutmayınız ki:

Atatürk askerin siyasetten elini çekmesini Cumhuriyetin temelini atarken istemiş ve gerekeni yapmıştır. Gerekirse görevinizi, yani Cumhuriyetimizi dâhili ve harici düşmanlara karşı koruyacağınıza güvenimiz tamdır.

Sözüm liderlere:

Öncelikle liderlik kıstaslarına bakmalıyız. Lider kimdir, önder kimdir, ne gibi vasıfları vardır. Liderliği genel anlamda ikiye ayırabiliriz:

1. Ticari
2. Siyasi

İkisini de birleştiren temel öğeler: vizyon ve misyondur.  

Liderler, vizyonu ve misyonu geliştirirler ve onların gerçekleştirilmesini kolaylaştırırlar. Kalıcı başarı için gerekli olan kurumsal değerleri ve sistemleri geliştirirler ve bunları faaliyetleri ve davranışları ile yaşama geçirirler. Liderliğe soyunan kişi özgüvene sahip insandır. Lider vasıflarına sahip olan insan önce vizyon, misyon, biz ve en sonunda ben diyebilendir. Demek istediğim koltuğundan korkan, gerektiğinde yanlış yaptım diyemeyen, önünü, pardon burnunun ucunu göremeyen lider olamaz! Gerçek anlamda lider, liderlik koltuğunu geçici olarak kaptırsa dahi, onun liderlik özelikleri yine onu koltuğu ile buluşturacaktır. Bilmem anlatabiliyor muyum?!   

Sorum Başbuğunun mirasçılarına:

Açık sözlülükle belirtmek isterim’ki hiç bir zaman sağcı olmadım. Aksine kendimi daima sola daha yakın his ettim. Uzun senelerdir kendimi Atatürk milliyetçisi olarak görüyorum.  

Anlayamadığım bir konu var. Milliyetçilik ve ümmetçilik birbirine zıt iki kutuptur.

- O halde bunu nasıl bir araya getirebiliyorsunuz?
- Ümmetçi bir zihniyete gereken Anayasal zemini hazırlamaya nasıl yardımcı oluyorsunuz?
- Bunun vebalini tarih önünde nasıl vereceksiniz?

Kendi adayınızı destekleseniz bile gereken zemini hazırlayıp imzanızı atmış oluyorsunuz. Bunun bilincin demisiniz?

Bernhard Shaw’ın deyimiyle:

“… yirmisinde komünist olmayan kalpsiz, kırkında komünist olan beyinsizdir…

Sözüm geçliğe:

Herifin biri dünyanın bir köşesinde ülken için hedef koyacak ve sen Atatürkçü, milliyetçi geçineceksin. İster sağcı, ister solcu ol. Esas olan Anayasamızın 66 Maddesi. Ilımlı İslam! Ne demek bu ya? Damarlarımızda ne akıyor? Tavşankanımı? Atalarımız, onlardan sonrada Mustafa Kemal Atatürk ve onun silah arkadaşları bu vatanı siz gençlere emanet etmedi mi? Hedef koyan birisi varsa o da sizlersiniz! Başkası değil.

Biliyor musunuz hayır, yeter artık demesini bilmeyen ister insanlar, ister milletler olsun kullanılmaya, sömürülmeye mahkûmdur. Kanuni Sultan Süleyman’la batıya karşı bir lütuf olarak baş'liyan kapitülasyonlar Cumhuriyetin ilanıyla bitmiş. Seneler sonra vasıfsız, basiretsiz yönetimlerle peyderpey yine verilmeye başlanmıştır. Yazının başında İsmet İnönü’den söz etmiştik. Kurtuluş savaşının önemli kazanımlarından biride şüphesiz Lozan’da elde edilmiştir. İnönü hayır demesini bilmiştir.    

Bati medyası Cumhuriyet mitinglerinde bizleri nasıl gösteriyordu farkında mısınız?

Aşırı milliyetçi, utanmasalar faşist diyecekler!!! Atatürkçüleri bağnaz ve Avrupa karşıtı göstermediler mi. Evet, milli gururumuz, haysiyetimiz söz konusu olunca Avrupa yada, dünya yada karşı oluruz …

“… Nereye gidiyoruz? … Bizi kim ve nereye sevk ediyor? … Meçhulâta! Koskoca bir millet, belirsiz, karanlık hedeflere serseriyane sürüklenir mi?
                                                                                                               Mustafa Kemal

Ve sonunda sözüm milletime:

Dünyamızda, dünya tarihine damgasını vuran çok az millet vardır. Bunlardan biride Türklerdir. Atatürk’ün, Türk milletine inancı sonsuzdu. En Ümitsiz anlarında dahi bize, milletine güveni tamdı. Sözlerime devam etmeden yine bir analizin gereğine inanıyorum. Günümüzde ekonomik açıdan ilginç altı ülke vardır.

1. ABD
2. Almanya
3. Çin
4. Hindistan
5. Japonya
6. Tayvan

Bunların üçünü kısaca ele almak istiyorum:

1. ABD:
Rüyalar ülkesi, imkânsız sözünün lügatlerden silindiği ülke. Çalışıp çabalarsan, gücünün son raddesine kadar çalışırsan, başarısızlıklardan yılmadan çalışırsan muvaffak olacağın ülke.
2. Almanya:
Kural, kalite, standart ve Disiplinin büyük harflerle yazıldığı ülke.      
3. Japonya
Ben diye bir şeyin olmadığı, biz kelimesinin bambaşka bir anlam kazandığı ülke.

Neden size bu üç ülkeden söz ediyorum. Çünkü bu ülkelerden kendimize pay çıkarabiliriz. Türkiye’nin jeopolitik konumu ve özellikle güneydoğu Anadolu’daki su kaynakları, su rezervlerimiz yani barajlarımız, Türkî Cumhuriyetleriyle olan bağımız ve Kıbrıs ile batinin kolay, kolay vazgeçemeyeceği bir konumdayız. Bunun bilincine varmalı, ona göre güçlü politikalar üretmeliyiz. Avrupalılar bugünü, yârini, bir sene sonrasını değil! 70–80 sene sonra olabilecekleri hesaplayıp adımlarını ona göre atarlar. Bir daha sefere elinize Euro geçerse bir dikkat edin: Avrupa haritası üzerinde Türkiye yer almıyor! 

Paranın devridaimini göz önünde bulundurursak (yani yeniden basılıp tedavülden çekilmesini) önümüzdeki onlarca sene Avrupa sevdasından vazgeçmemiz gerektiğini anlamamız zor olmasa gerek. Peki, ne yapmamız gerekiyor? Yurtdışından görebildiğim kadar birkaç örnek sıralayabilirim:

1. Yukarıda belirtmiş olduğum özellikleri ve bundan fazlasını özümseyip en kısa zamanda Türkiye ekonomisini sağlam temeller üzerine oturtmalıyız. Buda ancak insanların düşünme modelleri değişirse gerçekleşebilir. Köşe dönme ve bencillik zihniyetiyle mümkün değildir.
2. Türkiye’nin kaynaklarını daha dikkatli kullanmalıyız.
3. Türkiye’nin doğal güzelliklerini ve tarihi eserlerine şu an vermiş olduğumuzdan daha fazla değer vermeliyiz. 
4. Türkiye’nin tarım ve hayvancılık sektörünü, en azından Türkiye’nin ihtiyaçlarını yine karşılayacak düzeye getirmemiz şart. 
5. Atom enerjisi başta olmak üzere diğer alternatif enerji kaynaklarını da göz önünde buldurmak şartı ile Enerji politikamızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Örneğin orta Anadolu Güneş enerjisi, sahil kısımları rüzgâr enerjisi kazanımı için, en azından benim görebildiğim kadarı ile uygun görünüyor.
6. Eğitimde özellikle Üniversite ve Meslek Yüksek okullarında daha kaliteli bir eğitime geçilmeli. Uluslar arası rekabet için daha az ama daha iyi hazırlanmış insan gücüne ihtiyacımız var. Üniversitelerin bilimsel araştırma bütçeleri yükseltilmelidir.
7. Her türlü iletişim ve ulaşım kaynakları yeniden gözden geçip öz sermaye ve kendi imkânlarımızla güncelleştirilmelidir. Ulaşım temel, İletişim esastır.   
8. Yatırımlar uzun vadeli olmalı. Kısır ve kısa vadeli yatırım modelleri milli ekonomimize muazzam zarar vermektedir.
9. Yine mesleğim gereği bildiğim bir konuya değinmek istiyorum. Bati ekonomilerinin temelinde yatar, istihbarat! MIT uluslararası standartlara göre yeniden yapılandırmalı, diş ve ekonomik istihbarata daha çok ağırlık vermeliyiz.
10. Savunma sanayisini geliştirmeliyiz. TSK’nin silah İhtiyacını, muhtemelen mevcut olanından daha fazla, lisans bazında da olsa kendi ülkemizde üretmeli ve bu yönde kendi sanayimizi geliştirmeliyiz.
11. Türkiye Cumhuriyetinin şu ana kadar imzalamış olduğu uluslar arası anlaşmaları yeniden gözden geçirmeli. Örneğin Boğazlar konusunda mutlaka sivil toplum kuruluşlarını, özellikle çevrecileri arkamıza almalıyız. Uluslar arası kampanyalarla Boğazlardaki tehlikeleri dünya kamuoyunun gündemine getirmeliyiz.

Bu örnekler tabiî ki sıradan örneklerdir. Ama işin özü:

Armut piş, ağzıma düş! değil: Çalışmak, çalışmak, çalışmak…

Ve bu konuda sözümü bir Arap atasözü ile noktalamak istiyorum:

"Allaha güven ama deveni sağlam kazığa bağla."

                                                  ***

"Hiç bir şey kendiliğinden yok olmaz, böyle olsaydı, var olmazdı."
                                                                  Farabi

                                                  ***

    
                                               Hürriyet 19.08.2007

                                                  ***

Hürriyet Gazetesini Protestoya davet

Hanımlar,
Beyler,

Düzenli olarak Hürriyet ve diğer Gazetesini alırım. Senelerden beri her zaman görüşlerine katıl’masamda köşe yazarlarını okurum. Hürriyet Gazetesinde özellikle şu üçünü:

Sayın Emin Çölaşan
Sayın Bekir Coşkun
Sayın Ertuğrul Özkök

Emin Çölaşan ayrıldı …

Acaba siyasal bir mesele mi?

Altında yatan gerçek ne olursa olsun. Emin Çölaşan’a olan sevgim ve saygım gereği bugünden itibaren Hürriyet Gazetesini protesto ediyorum.

Sayın Bekir Coşkun’un 16.08.2007 tarihli sorusuna buradan cevap vermek istiyorum:

Küreklere asil kardeşim. Var gücünle, ölesiye…
Bizler sustuk, bizler yanlış yaptık. Biz Atatürk’ün evlatları artık susmayacağız.

                                                  ***

Sen üzülme, doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Doğru bildiğinde devam et. Arkandayız, yanındayız!

                                                       Cumhuriyet Avrupa baskısı Nr.33 /2007 17.08.2007

                                                  ***

İnanmıyorum ya, inanmıyorum işte. Zorlamı?

İstediğiniz takdirde siz Vatandaşlıktan çıkın, yetmedi çekip gidin. Biz uygar bir Türkiye de yaşamak isteyen insanlar bu Vatanı canımız pahasında olsa terk etmeyiz. Makamlara saygımız sonsuz ama ne size ne sizin Cumhurbaşkanınıza saygı göstermek zorunluluğumuz vardır. Eğer gerçekten tüm Türkiye’nin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı olduğunuzu sanıyorsanız geri kalan % 53 ikna edin. Sözünüzün, özünüzün bir olduğunu kanıtlayın bizde size gereken saygıyı gösterelim, sizi destekli yelim. Ben kimiyim? Sadece bir Vatandaş.

                                                  ***

Türkiye Cumhuriyetinin yılmaz bekçileri olan Türk Silahlı Kuvvetlerine, Anayasa Mahkemesi ve ona bağlı olan kurumlarına en derin, en içten sevgi ve saygılarımı sunarım.   

                                                  ***

Sayın Cumhurbaşkanım Ahmet Necdet Sezer,

Son ana kadar laiklik, uygarlık ve hukuktan yana tavrınızı koyduğunuz için teşekkür ederiz. Sizi unutmayacağız.  

                                                  ***

Sayın Orgeneral Cömert’in sözlerine tümüyle katılıyorum. Ancak bunu gerçekleştirebilmek için iki tarafında buna hazır olması gerekir. Ama en azından bir taraf bu olgunluğa sahip değil!    

                                                  ***

Cumhuriyet mitinglerinde ve seçimlerden hem sonra haberlerde yer alan bir takım görüntüler gözümün önünden gitmiyor.  Örneğin genç bir delikanlı ne demişti: “Atatürk’ün partisine oy verdim, liderine değil …” çok anlamlı bir cümle.

Nedir bu? Saltanat ‘mı? Kimdir bu insan? Ölene kadar CHP ‘nın başında mı kalacak? Öyle bir kaide varda ben mi bilmiyorum?

Halk muhalefet görevi mi verdi, o halde ciddi bir muhalefet göster. Gösteremiyorsan çekil kenara, başkasına yol ver! Koltuğuna yapıştın mı? Nedir bu ciddiyetsizlik, bu sorumsuzluk?

                                                  ***

25.08.2007

Sayın Recep Tayyip Erdoğan günlerden beri dikkatimi çekiyor. Neden gocunuyorsunuz? Neden cevap vermek ihtiyacı duyuyorsunuz?

Anlayın, anlayın artık. Demek ki insanlar rahatsız. İnsanlar korkuyor. İnsanlar endişeli. İnanın ilk defa bugün size hak verdim. Ne demiştiniz: “…Çankaya kimin? … 70 Milyonun …”  Evet, bizim Türk milletinin.  Eğer samimiyseniz, eğer Türk milletinin başbakanıysanız o halde gerekeni yapın. İnsanları rahatlatın. Yazıma devam etmeden size çok kısa bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.

Damokles’in Kılıcı…

Efsaneye göre: Demokles Kral Dionysos'un yakınında bulunan ve onun tahtında gözü olan bir kişi. Kral bunun bilincinde ve Demokles bir ders vermeye karar verir. Bir gün kendisini bir ziyafete davet eder. Ziyafet öncesi tahtının tam üstünde tek bir at kılına bağlı keskin bir kılıç monte ettirir. Demokles gelir ve kral kendisine tahtında oturmasını teklif eder. Demokles de sevinçle tahta oturur. Ancak kafasının üstünde sallanan Kılıcı görünce şaşırır ve kılıcın nedenini sorar. Kralda açıklar:

"Krallar daima mevkilerinden dolayı tehlike içersinde yaşarlar. Kudret ve güç güvenliğin teminatı değildir.”   

Yok, ben beli bir kesimi temsil ediyorum diyorsanız. Damokles’in Kılıcı sallanıyor!Zaten Demokrasinin anlamı da bu değil mi dir?

Perikles (M.Ö. 429-500) zamanında Demokrasiyi nasıl tanımlamıştı:

Anayasamızın… tanımı Demokrasidir çünkü devlet azınlığa göre değil çoğunluğa göre düzenlenmiştir.” Tamam, parlamenter çoğunluk sizde olabilir ama % 47 ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğunluğunu temsil etmiyorsunuz. Dolayısıyla bu size Cumhuriyetimizin temellerini sarsma hakkını vermiyor. Sivil anayasayı mana edip ilkelerinizi yerleştirmeye çalışıyorsunuz gibime geliyor. Umarım yanılıyorumdur.

                                                  ***

03.09.2007

Kılıç ve kalem

Söz Kılıçtan açılmışken, İnternete bir Profesörün ve bir çobanın oyu bir tutulur muy muş diye sorularla karşılaşıyorum. Öncelikle şu tespite bulunmakta fayda görüyorum. Kanun önünde insanlar kim olursa olsun, hangi sıfatı taşırsa taşırsın eşit olmalı.

Kılıç anında kan dökebilir, can alır. Bir, iki, üç bilemedin beş, on. Sonucu katîdir, değiştirilemez. Ama kalem, kalem öylemi? Kalem bir volkan misali için için, yavaş yavaş kaynar ama bir patladı mı Allah yaratı demez. Binleri, on binleri beklide milyonları etkiler.
 
Şimdi Demokrasinin temel sorunlarından birine inelim.
 
Yunan filozofları Aristoteles (Aristo M.Ö. 384-322) ve Plato (Eflatun M.Ö. 427-347) dahi bu sorunları görmüş ve ciddi şekilde eleştirmişlerdir. En başta Demokrasiyi
bir “taşra hâkimiyeti” yani eğitimsiz ve fakir insanlar hâkimiyeti olarak tanımlamışlardır. Aristoteles'in şu tespiti ilginçtir: "Şimdi bazıları yalnız bir tür Demokrasi
var diyebilirler [...], ama bu gerçeği yansıtmamaktadır…”
 
İsterseniz felsefi konulardan hayatın gerçeklerine dönelim. Farz edin ki bir ev inşa ediyorsunuz. Bu evi yaptırırken muhtemelen nelere dikkat edersiniz?
Sanırım binanın temeli dikkat edeceklerinizin başında gelir. Neden? Çünkü temeli sağlam olmasa ev her an yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. İlerde bir, iki
kat daha çıkmak isteyebilirsiniz. İşte onun için temel atılırken dikkatli olursunuz.
Sağlam bir temeli, tabanı olmayanın tavanı olmaz! Eğitimde insanin temelidir. Bu temel ne kadar sağlam ve kapsamlı olursa o insanın hayat mücadelesi de o kadar sorunsuz olur.  

                                                  ***

"Erdemlerin en büyüğü bilimdir."

                                         Farabi

                                                  ***

Sen seni değil, bırak başkası seni övsün

Dedikten sonra sanırım Atatürk’ün neyi ifade ettiğine değil. Neyi ifade etmediğine bakmamız daha anlamlı olur diye düşünüyorum.

Atatürkçülük:

— Bağnazlık
— Mantıksızlık
— Yasakçılık
— tutarsız
— Azimsizlik
— Yüreksizlik
— Tembellik
— Bencilik

değildir. Atatürkçülük her şeyden evvel halkçılıktır. İnsan ve vatan sevgisiyle dolu olan halkçılık. Biz Atatürkçüler halkla buluşmalıyız. Ev, ev, kapı, kapı dolaşıp Atatürk ilkelerini, kendimizi anlatmalıyız. Türkiye’mizin çok yönlü sorunlarına çözüm üretmeliyiz. Buda ancak ve ancak el ele, omuz omuza vermekle olur.

Lütfen arkadaşlar, çok geç olmadan bu adımları atalım. Bıktım, anlıyor musunuz bıktım artık. Eloğlu Mars gezegenine göz dikmiş, bilimi, feni eline almış götürüyor. Biz?

Biz âlemin başıyla, orası burasıyla uğraşıyoruz. Aferin bize.

                                                  ***
30.08.2007

Allaha bir can borcum var...

Ben tarafım, ben kemal istim.

Siyasal Islamanın Cumhurbaşkanı vatana, siyasal İslamcılara hayırlı olsun. Ama ben içime sindiremiyorum o zihniyetin o makama oturmasını. Dikkatinizi çekerim, siyasal İslam diyorum. Gerçek dindardan söz etmiyorum. Allah ı tekellerine alanlardan, din bezirgânlarından, din üzerinden siyaset yapanlardan bahis etmiyorum. Tekellerinde çünkü biz onların gözünde dinsiz, imansızız.

Neyse ..., içimi dökeceğim. Düşündüğümü yazacağım. Korkmayacağım! Vatanımın delikanlıları her Allahın günü üç, beş şehit olurken. TSK içte ve dışta yıpratılmaya çalışılırken, Şehit anaları ve babaları kuru bir başınız sağ olsun ile geçiştirilirken,        “... Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir ...” başbakan, onun zihniyeti cumhurbaşkanı iken ben susamam!!!

Beni tanıyanlar diyebilir. Sen Türk değilsin, vatandaşlıktan çıktın. Evet, doğru. Ama benim gönlüm, özüm, sözüm, anam, babam ve ecdadım Türk. Ve ben Atatürkçüyüm.

Asker tavır koydu. Bu onların en doğal hakkı, çünkü onlar miraslarına sahip çıkıyorlar. Az ve öz konuşmak, susmak, gerekirse hareket etmek onların tabiatında vardır.

Ama CHP, CHP öylemi? Siz CHP yönetim kadrolarında oturanlar kendi partinizin tarihini hiç özümsemedinizdi? Bir hatırlayın Atatürk halk fırkasını kurduktan sonra, muhalefetin gerekli olduğunu görüp en yakın çevresini muhalif parti kurmaya teşvik etmedi mi? Muhalefet demek susmak, muhalefet demek yıkıcı olmak demek değildir. Neden çünkü arada vatan ve millet var. Düşman yok!

Atatürk ne demişti: “... Siyaseti ilgililer yapmalı  ...”

Bu ilgililerin arasında CHP yok mu?

ADD ve sivil toplum sitelerine bakıyorum, tık yok! Neden acaba?

Bu kadar mı bizim Atatürkçülüğümüz? Bu kadar mı bizim uygarlık anlayışımız? 

Soru üstüne soru. Cevap yok.

İyi niyet. Hadi bir an olsun Sayın Gül ve Erdoğan ikilisinin gerçekten Türkiye Cumhuriyetinin, yani 70 Milyon insanin Cumhurbaşkanı ve başbakanı olduklarını varsayalım. Öncelikle kaba sonrada arkasında yatan ince, sinsi ve sistematik zihniyet bu duruma nereye kadar seyirci kalacaktır. Cumhuriyet kurulduğundan beri ilk defa buraya kadar geldiler. Kendi ilkelerini yerleştirmeden, kurumsallaştırmadan ve belki de İran’da olduğu gibi bir devrim yapmadan rahat dururlar mı? Ve yine iyi niyetten yola çıkarak Gül ve Erdoğan ikilisi nereye kadar bu baskılara dayanabilirler? Mümkün mü?

Şeyini şey etiği minin şeyi dememiş miydi “ …eşi türbanlı bir Cumhurbaşkanı…"
Gerisini sizlerin takdirlerinize bırakıyorum.
 
Ben evladımı Atatürk ilke ve inkılâpları çerçevesi içersinde yetiştirmeye çalışıyorum. Evladıma bırakabileceğim yegâne şeyler, toprak ve kitaplardır. Biolijik anlamda baba olmasam da Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan ve yetişen tüm çocukları evladım olarak görür onların mesuliyetini his ederim. Ne bırakacağız bu çocuklara? Malum zihniyetimi? Bir gün gelir oğlum bana sormaz mı: “Baba neden o zamanlar bir şeyler yapmadın? Ne diyeceğim: “Oğlum çok işim vardı. Oğlum korktum. Oğlum …”
DTP‘nin arkasındakiler, Şeyh Sait ve diğerleri gibi dağa mı çıkayım. Kime karşı? Neden? Topraklarıma düşman askerleri mi ayakbastı?   

Topraktan söz etmiştim. Misak-ı Milli sınırlar içersinde etnik kökeni, dini, dünya görüşü ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan insanlar benim muhatabımdır. Yeter ki seviyeli, saygılı, olgun ve karşılıklı anlayış çerçevesi içersinde bir görüş alış verişinde bulunabilelim. Çizmiş olduğum çerçeve dışında hareket edenlere de tabiî ki anlayacakları dilde cevap vermek gerektiğine inanıyorum ve yeri gelmişken şunu da hatırlatmadan edemeyeceğim. Tüm bu karışıklıklar arasında DTP‘yi gözden kaçırmamalıyız. Neyin takipçisi olduklarını zaman gösterecek. Buna rağmen Sayın Orgeneral Cömert’in sözleri yol göstericidir. Birlik ve beraberlikle kaybetmez, aksine kazançlı çıkarız.

Benim çekincem Sayın Gül, Sayın Erdoğan ve gözle görülen kişiler değil. Sinsice arkalarında çalışanlar. Zaten öyle bir kesimin varlığı olmasaydı muhtemelen Sayın Gül bugün o makamda oturmayacaktı. Uzlaşma ile yola çıkıldı, dayatmayla bitti. Başka bir deyişle isterseniz size söyle açıklamaya çalışayım. Bulunduğumuz coğrafya içersinde “çıbanbaşı” gibi göze batan iki toplum var: İsrail ve Türkiye. Bu iki Devlet bu coğrafyaya bir şekilde uymuyor.  Hoş biz Türkler 1071’den beri bu coğrafya içersinde etkin ve belirleyici bir rol almışız. İsrail devleti ancak 1948de kurulmuş. Ama iki toplumunda “diğerlerine” göre ne bu coğrafyada nede Avrupa’da yeri var. İsrail siyasi ve askeri anlamda güçlü bir konumda. Şüphesiz TSK’de etkin ve gülcü bir ordu teşkil ediyor ama âmâsı var işte. Yine Atatürk’ün sözlerine yer verelim:

“… Ben en iyi siyasetin her anlamda en kuvvetli olmak olduğuna inanırım. En kuvvetli olmak tabirindeki kastim, yalnızca silah olarak kuvvetli olmak diye anlaşılmamalı. Aksine, asker olmama rağmen diyebilirim ki, silah kuvveti, kuvvetler değerlendirmesini meydana getiren unsurların sonuncusudur. Benim kastettiğim, manen, ilmen, fennen, ahlaken kuvvetli olmaktır. Çünkü bu saydığım hususlardan mahrum olan bir milletin bütün fertlerinin en son silahlarla donatılmış olduğunu kabul etsek bile, kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz… Memleketi ve milleti çok iyi tanıyan ve muhtaç olduğu ilerlemeye kavuşması için huzur ve sükûn içinde, fakat hürriyet ve istiklali korunmuş bir durumda çok çalışmak gerektiğine inanmış biri olarak, bu düşüncelerimi karşılayacak, yani bize huzur ve sükûn verecek ilişkilere ve dostluklara ciddi anlamda taraftarım… “    

Yorumunu anlayana bırakıyorum.

Biz yine konumuza dönelim. Türkiye’nin her anlamda güçlü olması kaçınılmaz. Maalesef bu bir gerçek, nasıl deprem ülkesi olduğumuz bir gerçekse işte bu da o kadar gerçek.

Duyuyorum, görüyorum, okuyorum: “... türkün türken başka dostu yok edebiyatı imiş...” falan filan. Gel kardeşim benim gibi ömrünün 35 yılını Avrupa‘nın göbeğinde geçir. İster inan ister inanma, alman toplumunun her kesimiyle, sokaktaki adamdan, profesörüne, Banka yönetim kurulu üyesinden milyonerine, eski Almanya Yahudi toplumu başkanı Ignaz Bubis, merhum eski alman dışişleri bakanı Klaus Kinkel’den, eski Türkiye Cumhuriyeti Bonn büyükelçisi Sayın Dr. Onur Öymen’e kadar insanlar ile ilişkilerim olmuştur. Yine düzenli olarak her gün en az 5-6 saat haber dinler, yerli ve yabancı gazeteleri ihmal etmem. İnan: TÜRK’ÜN GERÇEKTEN PEK DOSTU YOK!  Yada biz dost edinmesini bilmiyoruz (bazı istisnalar dışında tabii: Isamil Cem ve Yorgo Papandreu, Atatürk’ün zamanında kurmuş olduğu dostluklar gibi).
Sözün özü biz birbirimizi yemekten zevk alan bir milletiz. Olağanüstü bir haz duyuyoruz bundan. Eloğlu bunun bilincinde. Güçlü bir iç ve diş siyasetimiz olmadığı için Kapı kulu durumuna düşüyoruz. Fransız almanla birlikte bayrakları açmış dayatıyordu olmaz AB kapılarını açmayız diye. Seçimlerden hemen sonra Fransa’dan ılımlı sesler gelmeye başladı. Birden bire ne oldu da ılımlı sesler gelmeye başladı? Sayın Gül’ü ilk tebrik edenlerden bir okyanusun ötesindeki değil miydi?  (kimi kast ettiğimi anlamışsınızdır, malum kelimeyi yazamam çünkü anında izlenmeye alınıyorum. Merak edenler yukarıda Deutsch ‘a tıklasınlar orada bulunan tabloda sitem hangi ülkelerden kullanılıyor bir kısmını görürsünüz. İşaretlediğim yere dikkat edin.)

Ilımlı İslam!!!

Seçimlerin ardından Televizyonda bir söyleşi vardı Almanya Ortadoğu araştırmalar Merkezinden bir Profesör  “… Ilımlı İslam deneyimiz…”  Allah, Allah lafa bak “deneyimiz” benim ülkem, benim milletim denek mi? İyi kobay olarak kullanılıyoruz haberimiz yok. Sen Türk git bakayım almanın, fransızın, ingilizin, okyanus ötesindekinin içişlerine karış, müdahale et göreyim seni. Ama seni ülken yolgeçen hanı gibi, güneydoğu Anadolu’dan Trakya’ya kadar. Affınıza sığınarak: “hoşt köpek sen kim oluyorsun” diyemediğimiz için bu durumlara düşüyoruz. AB, hükümete ev ödevi veriyor onlar kayıtsız şartsız hay, hay efendim diyorlar. Gerçekten seni AB’ye alacaklarını mı sanıyorsun? Hiç merak etme sen ödevlerini yap, zamanı geldiği zaman yine bir şeyler uydurur engellemesini bilirler. Sen taviz verdiğinle kalırsın.

İsterseniz birde öbür tarafa bakalım. Hani din kardeşiymişiz diyorlar ya, işte o tarafa. Din kardeşi, güldürmeyin beni. Onun için İngiliz ile birlik olup zamanında arkamızdan hançerlediler bizi. Osmanlı gitti, gitti ama İngiliz yerine geçti. Osmanlıdan kalan tarihi değeri büyük kaleyi yıkıp otel yaptılar vs, vs. Geldik mi yine başladığımız yere. Güçlü olmamız gerektiğine, arkadaki sinsi güçlere. Güç dedikte aklıma geldi, hani bir Fethullah Gülen vardı. Yarım sayfa ilan ile Sayın Gülü tebrik etti. Neden amerikaya kaçtı? Neden orda yaşıyor acaba?

                                                  ***
Sayın Erdoğan ne demişti:    
“ …Hizmette bir bayrak yarışı …”

Bugünden itibaren bu bayrağı elimize almalıyız. Etkin ve güçlü bir muhalefet ile.

                                                  ***

Yeter artık terbiyesizler, yalan söylerken Allah korkusu da mı yok içinizde.

Bu acılan avuçlar kimin, kimlere ait?

Mustafa Kemal Atatürk Erzurum kongresini şu dua ile bitirmiştir:

“… En son olarak niyazım şudur ki, Cenabı vâhib-ül amâl hazretleri (dileklerimizin sağlayıcısı Yüce Tanrı) habi-i erkemi (sevgili Peygamber) hürmetine, bu mübarek vatanın sahip ve savunucusu ve diyânet-i celile-i ahmediyenin (kutsal Müslüman dinin) kiyamet gününe kadar ve büyük saltanat ve hilafet makamını korusun ve mukaddesatımızı düşünmekle görevli olan heyetimizi muvaffak buyursun… Âmin…”   

Mustafa Kemal Paşanın Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi hazretlerine yazdığı teşekkür mektubu. Dikkatinizi çekerim Âmin ile bitiriyor.

“…Bütün millet meclisi namına cepheleri ziyaret ederek, meclisin muhabbeti teşekkürlerini muhterem mücahitlerimize tebliğe memur olan heyetimiz, mücahit orduların öncüsü, bütün İslam âleminin iftihar vesilesi ve gözünün nuru olan Adana vilayeti hakli ili temasa gelmiş olmaktan pek büyük haz duymaktadır.”
 
...                                                                                                   
 
“…Adananın muhterem Müslümanları, peygamberin esaret tanımayan bir dindar ümmetinin cihad ordularına öncü olmak serfiyle bahtiyar olan siz aziz Adanalı dindaşlarımız. Adana İslamları, bütün Anadolu için vatanseverlik timsali oldu… Hakiki kuvvetimizi Allahın yardımından alan, istiklal ve şerefini korumak uğrundaki azami fedakarlık… Allahın yardımının yüksek tecellilerine mazhar olmamızı dua ve niyaz ederek cümlenize gerek Büyük Millet Meclisine, gerek bütün İslam alemi namına teşekkürlerimizi arz ederiz…”
                                                                                                   Mustafa Kemal Pozantı
                             Y. Ayhan in Pozantı kongresi hatıraları 2.Ocak.1963 Adalet gazetesi

Dinsiz olan, Allah ve Peygamber tanımayan insan böyle konuşur mu?

                                                  ***

05.09.2007

Türk köpeği

Eğer Türk köpeği Atatürkçülük, uygarlık, vatan ve millet sevgisi ise Türk köpeği olmaktan şeref duyarım. Arap ı taklit etmeyi dahi beceremeyen zibidiler.

                                                  ***

“Yaptığımız işlere ve aldığımız neticelere göre bu gibi irticalara her vakit intizar olunabilir (gericilikler her vakit beklenebilir). Kan ile yapılan inkılaplar daha sağlam olur. Kansız inkılap ebedileştirilemez. Fakat biz bu inkılaba için lüzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız yalnız muharebe meydanlarında değil, dâhilde de döküldü…”
                                                                               Mustafa Kemal Atatürk 

                                                  ***

07.09.2007

Kardeşim içiniz çıfıt çarşısından beter, pislik ve iğrençlik dolu

Benim bildiğim Müslüman içi Allah ve insan sevgisiyle dolu, dişi da içi gibi pırıl pırıl olandır. Eğer pislik, iğrençlik ve kötülükten başka bir şey düşünemiyorsan sen Müslüman olamasın. Hiç mi Mevla’ndan, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer büyük İslam âlimlerinden bir şey öğrenmedin? Doğru sen okumasını sevmesin, kulaktan dolmayla yetinirsin, araştırmasın çünkü hazırcısın. Senin bildiğin midemi nasıl doldururum, kimi nasıl çekiştiririm ve belden aşası. Başka bir şey düşünmez, görmesin. Ama unutma yukarıda Allah var, Allah sana akıl vermiş. Vermiş ama sen maalesef nasibini alamamışsın.

Bak senin beğenmediğin, sövüp saydığın insan ne demiş:

Herkes cumhurbaşkanı olabilir, başbakan olabilir ama sanatçı olamaz.

Münevver ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin sebeplerinden biri olan heykeltıraşlığı azami derecede ilerletecektir. Memleketimizin her köşesi ecdadımızın ve bundan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını, güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir …”

Kalkmış bir heykelde müstehcen şeyler görüyorsun. Onlar olmasaydı babanı dahi tanımayacağını,  65.000in üzerinde Camii den ezan sesini duyamayacağını hiç mi düşünemiyorsun.

                                                  ***

08.09.2007

Laiklik biz Atatürkçüler sayesinde can çekişiyor. Laiklik ölüm döşeğinde...

Atılan adımlar, bundan sonra atılacak adımların ancak başlangıcıdır. Bekle gör, sakın hareket etme. Gün gelir pişman olursun, iş işten geçtikten sonra. Ne fayda!

Yaşasın Skolastik felsefe

Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır. Doktrin, bir fikri esaslar, kaideler ve sistem manzumesidir. Entelektüel bir terkiptir. Bilhassa sistematiktir. Doktrinlerin ilk vasfı, soyut ve tartışma kabul etmez inançlara değil, şuur ve idrake, yani akla dayanan anlayışa değer vermesidir. Doktrinin hem fikri, hem sosyal unsurlara dayanır. Fikri unsur olmadan doktrin olmaz. Dogmaların esasi fikir değil, temel inançtır. Doktrin yoruma ve karsılaştırılmaya müsaittir. Skolâstik ve dogmatizmden bu unsurları ile ayrılır.  

                                                  ***

Adım dedikte aklıma geldi, Oktay Ekşi’nin 06.09.2007 tarihli yazısı

                                                  ***

İbret-i alem için sizin her tarafınız Turizm ve Kültür Müdürü olsa ne yazar,  hükümeti göreve davet.

                                                                                  Hürriyet 08.09.2007

Sayın Erdoğan bu mu sizin medeniyet anlayışınız. Lütfen gereğini yapın. Hadi havalimanında deveyi turistlerin gözü önünde kestik ama bu kadarı artık fazla! Güllerim ağlanacak halimize.

                                                  ***

12.09.2007

Persona non grata

Diplomatik dilde istenmeyen adam anlamında kullanılır. Bir düşünün Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyetinde istenmeyen adam ilan ediliyor, edil inmek isteniyor. Ve biz laik, uygar Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı insanlar olarak sokaklarda dolaşıyoruz. En başta kadınlarımız bu duruma isyan etmeli.  Bana ne, bir kaç hanım daha alır çekilirim kenara diyemiyorum işte! Diyemediğim için de yazıyorum.

Düşünen adam sevilmez, tehlikelidir. En azından bazıları tarafından o şekilde algılanır. Onun için fikir ve hareket prensipleri belli, sınırlı bir fikir sistemine bağlı olan inanç ideal bir uyuşturucu vazifesi görür. Ve bu bilakis her bir din ya da inanç sitemi için söylenebilir. Önemli olan neye inandığın değil, inanmanın kendisidir. Başkalarının bunu tuhaf ya da aşırı bulmasının hiçbir önemi yoktur. 

Sivil anayasaymış, şuna mertçe doğrudan “AB yaltakçısı” anayasası deseniz daha doğru olmaz mı? AB dayatır, haklı gerekçeleri de olabilir. Sırtını da sıvazlayabilirler. Ama senin ilk vazifen bu benim halkıma, benim kültürüme ve benim geleneklerime, benim şartlarıma uyar mı diye sormak değil mi? Senin kaç yüz yıllık bir devlet geleneğin var?  Bir çırpıda bunlar feda edilir mi?  Bak İngiliz’e. Paşa, Paşa Avrupa Birliğinde yerini aldı. Sterlin hala Sterlin, politika bağımsız. Teslimiyetçi bir politikayla kime hizmet ettiğini sanıyorsun? Şartlara ve akla dayanan dinamik müdahaleler ile saygınlığını artırsan daha uygun olmaz mı?

                                                  ***

13.09.2007

Bumu Müslümanlık?

                                                                                  Hürriyet 13.09.2007  

Mekke’de dilen Medine’de dağıt mı acaba? Kekşe öyle olsa hiç olmasa fakirin fukaranın kursağına girerdi.

                                                    ***

Satranç

Bir hamle bir hamle daha, zekâ ve strateji oyunudur. Siyasal İslam zekice tertiplenmiş bir strateji izliyor. Etki ve tepki prensiplerine uyarak adım adım ilerliyor. Bir lastik topu hangi kuvvetle yere atarsanız, atılan top o kuvvetin büyüklüğü ile orantılı olarak yükselir. Top yere bir etki kuvveti, yer de topa bir tepki kuvveti uygular. Buna göre her etkiye karşılık eşit büyüklükte zıt yönde bir tepki kuvveti vardır. Bu fizik kanunudur.  

İkinci cumhuriyet bu söyleme karşıyım. Kolay mı? Ama dikkat etmemiz gereken bir şey var, son derece dikkatli olmamız gereken.
Küçük adımlara, ufacık göze pek batmayan küçücük adımlara. Yol almaya küçük adımlarla başlarsınız. Adımlar gittikçe büyür ve bir bakmışınız ki bayağı bir yol geride kalmış! İşte iktidar bu küçücük adımlar ile ilerledi, yasama ve yürütme elerinde. Yargı’nın arkasına koca bir soru işareti koymak gerekir mi gerçekten bilemiyorum, inanın ciddi tereddütlerim var.  Ama kesin olan bir şey varsa o da BÜYÜK ADIMLARA geçmiş olmaları.  

Anayasa taslağı imiş.  AKP’nin taslağı değilmişmiş. Sivil anayasa imiş. Özgürlükçüymüş. Bak sen, çok enteresan. Ben hukukçu değilim. Türkiye Cumhuriyeti anayasası beni doğrudan etkilemiyor. Yurtdışındayım. Ama benim, senin onun evladını etkileyecek. Mevcut anayasanın suyumu çıktı? Öğürlükçü olmadığı için mi iktidardasınız? Öğürlükçü olmadığı için mi bölücü zihniyet TBMM’sinde? Yılmaz Özdil’in deyimi ile “iyi de güzel kardeşim… Daha nasıl özgürlükçü olabilir ki bir anayasa

Siz özgürlükçü olduğunuz için şeffaflıktan uzak, gizli saklı taslak hazırlıyorsunuz. Sizin politik bakış açınız mümkün mertebe işleri oldubittiye getirmek değil mi? Geçmişte bunun birçok örneklerini sergilediniz. Demokrasiyi araç olarak amaçlarınız için kullanıyorsunuz. Ve siz bunun aksini ispatlayana kadar da bu kanımı korumak zorundayım.

Yok kardeşim, düşünüyorum taşınıyorum işin içinden çıkamıyorum. Bu işin arkasında bir şeyler olmalı. Ya Avrupa dalkavukluğu ya da, inanın kendi kendime güleceğim geliyor ama Ayetullah Seyyid Ruhullah Musavi Humeyni gibi “bir gece ansızın gelebilirim” misali birisine yol hazırlıyorsunuz gibime geliyor. Hani okyanus ötesindeki adamı boşu boşuna beslemez ya.

Hadi gerçekten demokratlığınızı ispatlayın. Anayasa tüm Türkiye yi ilgilendiren bir konu. Taslak dahi geniş katılımlı ve şeffaf olmalı. Demokrasilerde sorgulamak en doğal haklardan biridir. Kuşkulanıyorum, her şey göründüğü gibi olmayabilir. Açıkçası bilemiyorum! Milliyetçilik, ümmetçilikle nasıl çatışıyorsa, Demokraside o kadar ümmetçilikle çatışıyor.

Demokrasi sorumluluk gerektiren bir yönetim bicimidir. Geniş katılımlar gerektirir. Sizin en büyük şansınız karşınızda güçlü bir muhalefetin olmaması. Pardon hiç bir muhalefet ile karşı karşıya kalmamanız. Ama bu sorun değil. Madem muhalefet aymazlık içersinde, muhalefetin görevlerini sivil toplum örgütleri üstlenebilir.

Buda ancak bir ekip çalışması ile gerçekleşebilir. Özveri ile işler Arap saçına dönmeden. Arkadaşlar, bir ellin nesi, iki ellin sesi var… O halde, güçlü olmaktan başka çaremiz var mı? Nasıl güçlü olacağız? El ele, omuz omuza vermekle. Önce içimizde, sonrada komşularımızla. Kar topu misali. Kartopunu bayır aşağı saldınız mı gittikçe büyür. Ve biz Kemalistler bunu atamıza ve arkadaşlarına borçluyuz.

                                                    ***

16.09.2007

Yazıklar olsun bize

Bu bir savaş. İdeolojik bir savaş. Ve biz Atatürk’ün evlatları bu savaşı kafamızda bitirmiş görünüyoruz. Etrafıma bakıyorum derin bir ses iz’lik. Bunun sorumsuzluğa yakın bir tutum olduğunu söylemek zorundayım.

Olağanüstü durumlar olağanüstü tedbirler gerektirebilir.

"Kumandan muharebeyi, harp meydanında değil, kafasında kaybederse, bu yenilgi, tam yenilgi olur. Savaş, kumandanın kafasında kaybolmadıkça, yenilgi tamamlanmış ve savaş sona ermiş değildir."
                                                                                                                  İsmet İnönü

Sussak ta kalbimizin sesi başka bir şey diyor, bundan eminim.

                                                    ***

19.09.2007

Yol bir, istikamet farklı

Herkes gider Mersine, bizimki gider tersine. Yok, canım öyle değil! Tabii canım öyle! Yok, yok…

Atatürkçüler susarak konuşmayı tercih ediyorlar, olacak şey değil.  Hani Atatürk’ün ilkelerini savunan, sahip çıkan bir parti vardı. Neydi ya, adını hatırlayamıyorum.  Hah, CHP. Hele CHP’yi hiç sormayın, tık yok. Yok, oğlu yok. Sahi öyle bir parti var mıydı, yoksa bana mı öyle geliyor?

23.Nisan.1923

Bir Cuma, Cuma namazından sonra…

Vay be, zaman nasıl geçiyor. Nerelerden nereler geldik. Nerde yürek, nerde vatan. Nerde benim Ayşe’m, Fatma’m, Mehmet’im? Ah Ayşe’m, Fatma’m senin hakkında neler düşünüyorlar ve senin sesin çıkmıyor. Revamı bu sana?

Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir.”
                                                                                                                         Mevlana 

Mehmet’im sen, sen ne durumdasın?

Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Al birazda sen oyalan
                    Ömer Hayyam

                                                    ***

20.09.2007

Kardeşim, benim başka işim yok!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Ben senin ne yapmaya çalıştığını izlerim. Gerekirse müdahale için hazırım. Benim vatandaşlık vazifeme sen müdahale edemesin. Unutma sen gelip geçicisin. Ama ben bu topraklarda daimiyim. Allah bana ömür verdiğince özgürlüğümü dâhili ve harici “düşmanlara” karşı müdafaa ederim.

                                                    ***

21.09.2007

Öldünüz mü be, nerdesiniz?

Bu hayra alamet değil. Kılıf tamam. Yurtdışı gezilerine bir bahane hazır. Nereye gidiyoruz? Okyanus ötesine, hani “Ilımlı İslam” tezinin öyle yada böyle hayata geçirilmek istendiği yere. Tabii biraz destek, biraz sırt sıvazlama. Aferin sana oğlum. Aynen devam etki bende emellerime ulaşayım.

Irak, Iran, Suriye ve en nihayet Türkiye!

Bekle gör. İnsanları aptal yerine koymayan. YETER ARTIK!!!

Onlarda Petrol var. Ama Petrolden de önemli su. Ve suyun kaynakları Güneydoğu Anadolu’da, bu gerçek sizde bir şey çağrıştırıyor mu?  Bu su bizim daha çok başımızı ağrıtacak, çok.

                                                    ***

22.09.2007

İran’a doğru gidiyoruz, biz Türk’üz Iranı dahi geçeriz.

“…Hükümeti darıltmayalım. İngilizleri kızdırmayalım diye saman altından su yürütmeyelim, sükûnetle çalışalım, kimseye meydan okumayalım!...
Böyle demek istiyorlar!... Hâlbuki ben, canım kadar sevdiğim askerlikten niçin çıkarak, milletin arasına girdim…
Saman altıymış, suymuş filan bilmem! Gizli çalışmayı anlamam, milletimle beraber serbestçe çalışırım. Şu daralacak, bu kısalacak, dersek davamız hallolunmaz.”

                                                                                                            Mustafa Kemal

Aynen atam. Seninle aynı fikirdeyim. İnan bir yığın zırva ile uğraşıyoruz. Yok türbanmış, yok kılık kıyafet serbestisiymiş, Üniversiteymiş. Ya aklım almıyor inan, beynim durdu sanki. Atam çok merak ediyorum bu konularda sen ne düşünürdün acaba?

1. Eğitim, genelde Meslek Lisesi özelde İmam Hatip Lisesi

Öncelikle Lise ve Meslek Lisesi arasındaki temel farklara değinmek gerektiğine inanıyorum. Meslek Lisesi adı üzerinde bir Meslek ve onunla ilgili konularda eğitim verir. Tüm eğitim bir gün edinilecek Meslek üzerinedir. Lise öncelikle dil başta olmak üzere daha genel ama daha derin, kapsamlı bilgilere yer vermekle birlikte dersleri farklıdır. Bir yerde genel kültür ağırlıklıdır. Dolayısıyla Meslek Lisesinden mevzun olan bir insan ancak bir Fakültede eğitimine devam edebilir. Çünkü almış olduğu eğitim Üniversite kapsamında kesinlikle yetersiz kalacaktır. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Ha, biz Türk’üz. Biz yapabiliriz demeyin. Çünkü ne çekiyorsak bir işi doğru dürüst yapmamamızdan, kural, kaide tanımamamızdan çekiyoruz.

2. Fakülte, Üniversite ve Kamuda dini simgeler

İnsanoğlu oldum olası bir şeye inanma ihtiyacı duymuştur çünkü inanç, güven getirir. Güven ise insanlar arasındaki ilişkilerin temelidir. İş, eş, aile, toplumsal yaşam her şey güven olgusu etrafında şekillenir. Böyledir, böylede sürecektir.

Dinde insana güven verir. Ama Din öyle bir şeydir ki insan ve Allah arasında çok özel bir ilişkidir. Tabiri caiz ise eşler arasındaki genel ve özel ilişkiye benzer. İnsan nasıl eşi ile arasındaki ilişkiyi dışa vurmaz ise işte Allah ile o insan arasındaki ilişkiyi de öyle dışa vurmamalı. Yakışık almaz. İbadet özelde ve gizli yapılır. İşin kuralı budur. Her dinde olduğu gibi bazı özel durumlarda topluca ibadet edilir, dışa vurum olur. Ama istisnalar kaideyi bozmaz. Aile ve çevre görgüsü insanı yoğurur, biçimlendirir. Ama her şeyin bir usulü, kuralı vardır. Musikiden, ibadete, doğa kanunlarından, trafiğe, politikaya. Bu kurallara uymadığınız takdirde en iyi ihtimalle yalnızca tepki görürsünüz. Kısacası bazı şeylerin birey çapında dışa vurumu olmaz, olmamalı.

Küçük bir örnek vermek istiyorum. Bavyera, Almanya’nın eyaletlerindendir. Muhafazakâr ve gerçekten koyu dindar insanlardır. Ara sıra şu polemik gündeme oturur. Okullara dolayısıyla sınıflara haç asılmalımı asılmamalımı diye. Devleti oluşturan en küçük öğe insandır. Her insan istisnasız sadece Hıristiyan, Müslüman mıdır? Yahudi midir?  

Değildir!

Ateist olabilir, başka bir dine mensup olabilir. Devletin görevi, devleti oluşturan her insana aynı mesafede uzak, uzak olduğu kadar da yakın olmaktır. Devlet soyut bir kavram değildir! Devlet nefes alan, ilerleyen, gerileyen, düşen, kalkan, kısacası yaşayan bir varlıktır. Devlet özellikle inanç kavramına uzak durmak zorundadır. Bu zorunluluk yukarda belirtmiş olduğum görevinden kaynaklanır. Onun için kamuda dini simgelere yer verilmesine müsaade edemez.

3. Dokunulmazlık

Benim bildiğim milletvekili dokunulmazlığı milletvekilinin görevinden dolayı, yani milleti temsil ederken sarf ettiği sözlerden, düşüncelerinden, ya da eylemlerinden ötürü kanuni bir işleme tabii tutulmaması için hayata geçirilmiştir. Bu geleneğin batı demokrasilerinde yaklaşık 150 – 200 senelik bir mazisi vardır. Aslında parlamentonun işlevini eksiksiz yerine getirebilmesi için düşünülmüştür. Türkiye’de Milletvekili dokunulmazlığı ne durumdadır, bu tartışma konusu olmalımıdır bilemiyorum.
Haberlere konu olan Milletvekili dokunulmazlığı / dokunulmazlıkları genelde düşünce fiilinden çok başka yönlere doğru yol alır. Ve bu durum çok rahatsız edicidir. Milletvekili adı üzerinde Milleti temsil eder, onun için çalışır çabalar. Kendisi için değil! Şayet kendisi için çalışan Milletvekili varsa, bu insanlar yukarıda belirtmiş olduğum temsil görevleri dışında suç işledikleri takdirde dokunulmazlık zırhına bürünememelidirler. Milletvekili dokunulmazlığının yani sıra Başbakan ve diplomatik dokunulmazlıklar vardır ama bu konuya başka bir zaman değineceğim.

Keşke hayata olsaydın da sana düşündüklerini sorabilseydim. Ama sen hayata olsaydın bu konular, konu dahi olmazdı.

“Bir millet, bir memleket için kurtuluş ve selamet istiyorsak, bunu yalnız bir şahıstan hiçbir zaman istememelidir. Bir milletin muvaffakiyeti, milletin bütün kuvvetlerinin, bir istikamette birleşmesi, teşekkül etmesiyle mümkündür.”
                                                                                                         Mustafa Kemal

                                                    ***

23.09.2007

Türkiye’de mahallede çok, baskıda...

                                                    ***

24.09.2007

Kelime oyunları

Hukuk bilimi ilginç bir bilim dalıdır. Kelimelerin, nokta ve virgüllerin önemli, önemli olduğu kadarda belirleyici olduğu bir bilim dalı. Onun için hukuk üzerine konuşmak pek doğru olmaz. Ama Anayasada Kelime oyunlarına dikkat edilmesi gerekiyor.

Yanlış anlamayın darbe çığırtkanlığı yapmıyorum. Kesinlikle!!!

Ama bir gerçek var ki onu da göz ardı edemeyiz. Türkiye iki büyük cepheye bölünmüştür. Cephenin bir yönü laik, uygar ve Atatürk ilke ve inkılâplarına gönülden bağlı iken, diğer tarafı şeriat ağırlıklı cepheyi oluşturmaktadır. Ana muhalefet partisi kendi iç çekişmeleriyle, koltuk kaygıları ile meşgul dür. Diğer sağ ve sol partiler önlerini göremediklerinden oyları bölmekten başka hiç bir şey yapmıyorlar. Türkiye’nin şartları şu an için çok partili bir yaşama müsait değil. Bunu anlamalı ve partililerini CHP'´ye yönlendirmeliler / yönlendirmeliydiler. İşleri düzelt yoluna koy, sonra diğer partiyi mi seçeceksin, seç kardeşim. Bu hürriyete sahipsin. İstediğini yap. Ama önce ortamı düzelt. Çünkü bu GERÇEKTEN BIR HAYAT MEMAT meselesi (idi). Eloğlu avucunu ovuşturur. Ne olursa bize, bizim çocuklarımıza kısaca Türkiye'ye olur. Bunu anlamamak için insanin aptal olması gerekmiyor.

Türkiye’de sivil toplum örgütleri batıda olduğu gibi kamuoyunda kök salmamıştır. Dallanıp budaklanamadıkları içinde belirleyici bir rol üstlenemiyorlar. Kalıyor tek bir güç. Ve muhtemelen bu güç yoğun iç ve diş baskı altında. Lütfen, mirasımıza sahip çıkalım. Eğer bir takım endişeleriniz varsa ki, olduğuna eminim. Bu tereddütler olabileceklerden daha kötü netice veremez. Uzun vadeli düşündüğümüzde ülkemiz için hareketsizlik, hareket etmekten daha zararlı olacaktır. Bu zihniyetin kesinlikle durdurulması gerekiyor. Zararın neredesinden dönersen kardır. Ne okyanusun ötesindeki nede kapımızın dibindeki ekmeğimizi, suyumuzu bize veriyor. Menfaatleri olmadığı takdirde kıllarını dahi kıpırdatmazlar.

                                                  ***

25.09.2007

                                                                         Hürriyet 25.09.2007                    

Güzel kardeşim

Yazıyor, çiziyorlar. Bazısı güldürüyor, bazısı düşündürüyor. Kimisi eleştirir, kimisi yere göğe sığdıramaz. Kimisi sağduyuya davet eder, kimisi kışkırtır. Kim bunlar? Köşe yazarları.

Siz Köşe yazarlarına, akademisyenlere, entellere sesleniyorum. Siz hiç kanser hastalığı ile uğraştınız mı? Hastalık kötüdür. Kanser ise beterin beteri. Düşmanım için dahi düşünmediğim / istemediğim bir hastalık.

Size aile içi bir öyküyü anlatmak istiyorum. Rahmetli babam vefat edeli 3 yil oldu. Kanserden öldü. Vücudunda 5 çeşit kanser vardı. Tombik, sözü dinlenen, sohbeti hoş bir insandı. Yıllar önce kilosundan ve küçük yaşta geçirmiş olduğu bir trafik kazası yüzünden yine hastanede yatıyordu. Topuğunu araba ezip parçalamıştı. Bu topuk onun 60 küsur sene sonra sonu olacaktı.
O zamanlar hastanede ilk teşhisi koydular, cilt kanseri. Topuğunda çıkmış. Hepimiz için büyük bir şok. Hiç unutmam bir yunanlı doktor babamın tedavisini üstenmişti. Doktor hanımla hastanenin avlusunda öyle bir ağız dalaşına girdik ki evlere, köylere şenlik. İnanın aile görgüm bu duruma düşmeye müsait değil. Nasıl oldu bende bilmiyorum. Doktor hanım "...bacağını kesmemiz lazım..." ben "... kestirmem..". Doktor hanım "Kanseri tedavi etmenin en iyi yolu kesip atmak..." ben "kestirmem!!!".

Tıbbi sorumluluğu üzerime alıp kestirmedim. Nereye kesiyorsun. Rahmetli çok kilolu Annem sakat, ben sakat kaldı ki kendisi kesinlikle istemiyordu. Netice babam vefat etti.

Size neden bunu anlattım biliyor musunuz?

Yunanlı doktor hanımın söylemiş olduğu söz yüzünden. Bazı şeyler vardır kurtulmak için kesip atmanız gerekir. Yoksa sizi için, için yer bitirir.

Muhalefet var mı? Yok.
Sivil toplum örgütleri etkin mi? Değil.
Peki ya güzel kardeşim nasıl durduracağız bu gidiş hatı? Bilmem!!!

İyi. Devam edelim, kesip atmayalım o zaman.

                                                  ***

26.09.2007

Bana ne Malezya’dan

Okurlarıma bir soru sormak istiyorum:

Siz evinizin içişlerine komşularınızın, eşin dostun, işyerindeki insanların, sokaktaki adamın karışmasına, müdahale etmesine izin veriyor musunuz?

Ben olsam “sen ne diyorsun ...” diye adamın gırtlağına sarılırım. Eğer milletimi tanıyorsam sizinde cevabınızın aynı olacağından eminim.

Kıyamete kadar sürmeyecek ya bu karanlık, elbet bir gün güneş doğacak.

                                                  ***

27.09.2007

Sizin ampul kaç Watt' lık ?

Pauli dışlama prensibi, bir atomda iki elektronun aynı anda aynı enerji seviyesinde bulunamayacaklarını ifade eden prensiptir. Atom fiziğinden daha doğrusu parçacık fiziğinden bir kavram, fazla bilimsel olmadan fizikte kuvvet dengelerini anlatır.

Denge, aslında ne kadar güzel bir kavram hayatın bir parçası. Doğada denge, insanlarda denge. Hayatın neresine bakarsanız bakın hayat sürekli bir denge / dengeleme arayışı içersindedir. Kuvvet ve dengeden söz açılmışken bir özdeyiş vardır "bir ipte iki cambaz oynamaz" diye, bilir misiniz?
Türkiye, batı ve doğu arasında dengesini bir türlü bulamaya Ülke. Garip bir Ülke. Ne zaman ne olacağı bilinmeyen Ülke. Birden fazla "cambazın" bir ip üzerinde oynadığı Ülke. Burası Türkiye burada oynar demeyin, doğru olmaz!

Sözü fizikten açtık, fizikten devam edelim. Galileo Galilei görelilik prensibine bakış açısına bağlı zaman ve mekân kavramlarını katmıştır. Görelilik kuramı ise Albert Einstein tarafından geliştirilerek 1904'te ortaya atılan bir fizik kuramıdır. Galilei, görelilik prensibini şu soru ile açıklamaya çalışmıştır:

“Seyir halinde bulunan bir gemide bir cisim hareket halinde midir değil midir?”

Sorusunun cevabını da kedisi vermiştir:  

“Gemide, cisim ile ayni yerde bulunan bir şahıs cismi hareketsiz algılayacaktır. Karadaki insan ise cismi gemiyle birlikte hareket halinde görecektir. Yani hareket kavramı yalnızca cimse özgü bir şey değildir, bakış açısına ve zamana bağlıdır.”

Şimdi şöyle bir cümle ortaya atarsak bakış açısına ve zamana bağlı bir kavram olmaz mı?

Siyasi İslam penceresinden bakıldığında ortalık gülük gülistanlık, bizim gözlükler bulanık!

Bak şimdi olmadı, adamların amblemi ampul. Ampul neyi ifade eder? Aydınlığı, ışığı. Haa, dur bakalım bir düşüneyim. Yani aydın olduklarını, karanlık ile özdeşleştirilmek istenmediklerini mi ifade ediyorlar. Eh herhalde… İyide Ampul yanıyor (bozuluyor) yine karanlıkta kalıyorsun.  

Sahi birde ampul’ün gücü vardı hani Watt diyorlar. Watt sayısına göre aydınlık vermiyor muydu? Öylede bilim, fen, mantık güneş ise, güneşin yanında ampulün saçtığı ışık ne ki?  

...

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Siz içerde ve dışlardakiler karışmayın özgürlüklerimize, ulus devletimize, atamıza, imanımıza, eşlerimize, analarımıza, bacılarımıza. Attırmayın Türk’ün tepesini.

                                                  ***

Öğretemedim, bir işi yaptın mı ya doğru yap ya da hiç yapma. Hazır eliniz değmişken, birde AKP İstiklal Marşına ne dersiniz, yapmışken tam olsun değil mi?

Böylesine İngiliz usulü kara mizah derler.

                                                  ***

28.09.2007

Iş başka dostluk başka, gözünü açmadın mı kazıklanırsın.

Ticaret işin yolunda olursa güzel bir uğraş. Alırsın, üstüne koyacağını koyarsın. Alıcı bulursan satarsın.

Ticaretin hoş olmayan ama olmazsa olmazlarından bir hile, uğrasan bilir. Pazarlık payı bırakmak için fiyatı suni yükseltirsin. Müşteri gel'dimi! âlici mi? Ya Allah ya bismillah der girişirsin pazarlığa. Üç aşağı beş yukarı, alan memnun satan memnun. Demek ki bir bedel ödemek gerekiyor.

Türban, medreseler, yobazlar, göbeğini kaşıyan adamlar alıcıya çıktı.
Şimdi bunların ambalajını allayıp pullamak gerek. Piyasaya süreceğiz. Alici isteksiz. Sen satmak zorundasın.

Ne yapacağız?

Buluruz bir yolunu sen merak etme. Genelde Türk'ün, özelde Siyasal Islaman kıvrak ve pratik zekâsı bulur çareyi.

Örneğin ödün.

Gel kardeşim sen türbana he de, ben de Kemaliz imi çıkarmayım. Sen teke - medrese eğitimine he de, bende...

Hadi ticaret'te bir yerde anlayışla karşılarımda, siyasete ne kadar ucuz, baygı şeyler öyle değil mi? Her zaman söylediğim sözdür. Politikacı istemediğin kadar çok, sürüsüne bereket ama devlet adamı o kadar az ki.

                                                  ***

29.09.2007

Allah aşkına

Bir liberalsizim söylemidir gidiyor, tutabilene aşk olsun.
Söyle bir liberalsizim nedir diye internette araştırdınız mı bin bir çeşit tanım ile karşılaşırsınız.

Hâlbuki liberalsizimin ana fikri bireyselliktir. Birey Devleti oluşturur. Liberalsizime göre devletinde en önemli hedeflerinden biri bireyin, bireysel haklarını korumak, politikayı ve ekonomiyi bireysel girişimcilik üzerine oturtmaktır. Yine bireyden yola çıkarak liberalsizim felsefesini oluşturan dört ana kolu şu şekilde açıklayabiliriz:

— Bireyin akıl ve anlayış bazında kendi geleceğini saptama hakkı.
— Politikanın birey üzerinde baskı oluşturabilmesinin sınırlandırılması.
— Bireyin devlete karşı özgürlüğü.
— Devletin müdahalesi olmadan ekonominin kendi kendini ayarlama enstrümanlarına sahip olması.

Bu açıklamaları yaptıktan sonra insanın aklına bir soru gelebilir. Bütün bunlar demokratik bir toplumdan beklenebilen beli bir toplumsal eğitim ve kültür düzeyini gerektirmiyor mu? 

Kesinlikle gerektiriyor!!!

Türkiye’nin gerçeklerine uyuyor mu? 

Pek uymuyor!!!

Allah aşkına bu nasıl bir mantık? Arkadaşlar Türkiye’nin gerçeklerine dönün. Eğer kendimizi uygar ve eğitimli insanlar olarak görüyorsak, uygarlığın ve eğitimin gerektirdiği sorumluluklara sahip çıkalım. Uygar olmak hoşgörü ile başlar, eğitim ve eğitmekle devam eder. Şöyle bir bakın etrafınıza dört tarafımızı yobazlar, magandalar, eğitimsiz kulaktan dolma kendince doğru bildiklerini halka Kuran-ı Kerim'de yazıyor diye satan hocalar sarmış.

Madem Türbanı şeriatın üniforması olarak görüyoruz, sorumluluğumuz gereği medeni Müslüman neden yetiştirmiyoruz? Neden eloğlunun bizi yönetmesine izin veriyoruz? Neden kısır çekişmelerle zaman kaybediyoruz?

Mesleğim gereği kendim ve işim arası mesafe koymak mecburiyetindeyim. Yoksa sağlıklı bir analiz yapma şansım yok. Problemin bir parçası iseniz asil sorunu görmemekle kalmaz, size güvenen insanları yanlış yönlendirirsiniz. Somut önerilerde bulunmak için mutlaka probleme mesafeli yaklaşmanız gerekiyor.

Sayın Erdoğan ne demişti: "...ilimli İslam olmaz. İslam olur..." 

Çok doğru. Ama şunu kendime sormadan edemiyorum:

Neden bunu daha önceden savunmadınız? Ayni Okyanus ötesinde vermiş olduğunuz yanıt gibi:    “… Ben laik bir ülkenin başbakanıyım…”

                                                  ***

30.09.2007

Bugün Hz. Mevlana’ ın 800 doğum günü

Bilinçli ve medeni Müslüman inançlara saygı gösterir. Çünkü İslâm dini medeni bir dindir ve Müslüman olmayı içine sindirebilmiş her insan da “medeni insandır”, inancının gereği medeni olmak zorundadır.

Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.”

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
şefkat ve merhamette güneş gibi ol..
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol..
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol…
tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol….
Hoşgörüde deniz gibi ol…
Ya olduğun gibi görün yâda göründüğün gibi ol…”

"Gene gel! Gene gel! her ne isen gene gel! Kâfirsen, ateşe tapıyorsan, puta tapıyorsan da, gene gel, Bu bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değil, Yüz kere tövbeni bozmuşsan da gene gel!"
                                                                                                                          Mevlana

Ne kadar güzel sözler değil mi?

Eline, diline, beline sahip olamayan yobazlar, herkesi kendileri gibi sanıp hurafelerle, baskıyla neyi haledebileceklerini sanıyorlar?

Allah’ın canlı, cansız hiçbir aracıya, tefeciye ihtiyacı yoktur!

                                                  ***

5.10.2007

İzlenim

Hasret bitti, bir kaç gündür cennet vatanım Türkiye’deyim. Uçak ile Frankfurt’tan – İstanbul’a yaklaşık 2 Saat 20 dakika’da ulaşıyorsunuz. Akşam saat dört bucuk, beş Atatürk Havalimanından evimin bulunduğu Beşiktaş‘a araba ile üç saat’te geldim. Yoruma gerek yok değil mi?

Her zaman ki gibi ilk olarak eşim, oğlumun ve babamın mezarlarını ziyaret ederim. Sonradan örgendim, aile mezarlığımızın hemen yanına trafik kazasında feci bir şekilde can veren bir delikanlı için kabir hazırlanıyormuş. Uzaktan çalışmaları görmüştüm. Canim sıkıldı. Yine bir ölüm, yine gözyaşları. Gittikçe sevdiklerime yaklaşıyorum, heyecanlıyım. Mezarlıkta çalışanlar kendilerini harıl, harıl işlerine vermişler. Kendilerini o kadar dağıtmışlar ki bizim aile kabristanımızın üzerinde kazma, kürek, ceket, sigara paketleri darmadağın yayılmış şekilde... Tir, tir titremeye başladım. Bu ne saygısızlık!!! Orada benim canlarım yatıyor. Bağrış çağrış, karşımdakiler alttan almasa gerçekten büyük olay çıkacak. Yaşayana saygımız yok ki ölüye olsun. Neyse…

Bir boğaz turu yaptıktan sonra sokaklarda avare, avare dolaşıyorum. Ne kadar özlemişim güzel İstanbul’u. Cennet’te burası cehennemde.

İstanbul’un başka bir semtinde bulunun evimden ki sokaklarını gittikçe peçeliler, sarıklılar sarmış Fatih bizim semte yaklaşmıştı, bir kaç sene önce Beşiktaş’a taşındım. Dün Beşiktaş da geziniyorum, sokaktaki insanların konuşmalarına istemeyerek kulak misafiri oluyorum. Konu RTE ve türban! Sokaklarda dolaştıkça gözüme tek tük türbanlılar takılıyor. Allah, Allah eskidende var mıydı? Galiba yoktu ama öyle olsa da şu an için tek tük olan bu görüntü birkaç sene’ye kalmaz artar. Dikkatinizi çekerim, türban diyorum başörtüsü değil. Siyasal simge türban. Sonra Şişli’ye çıktık. Aynı manzara Şişli’de de.

Bölücülük yalnız etnik köken temellerine dayandırılmayabilir, İnanan ve inanmayanlar olarak ta bölücülük yapılabilir ve en azından halk kısmın de olsa bunu yapmaktadır. Mesele bu bölücü zihniyetin devlet kurumlarında kök salmamasıdır. AKP hükümeti, Milli görüş Cumhurbaşkanı ilk bakışta tüm Türkiye’yi kucaklamak istiyor olabilirler, ama…

Modern tarih profesörü Roberto de Mattei, Erdoğan’ın stratejisinin AB’yi kullanarak ordunun gücünü kırmak olduğunu söyledi. Türkiye’nin İslam devleti olmadığını belirten de Mattei, “bu güç ortadan kalkarsa köktendinciliğin önündeki engel kalkacak” dedi.    
                                                                                  Cumhuriyet 5.10.2007 Sayı 29948

Sizde farkına varmışsınızdır, küçük bir çocuğu uzun zaman görmediğiniz ve bir gün karşılaştığınızda anında ne kadar değiştiğini fark edersiniz. Hâlbuki velileri bu büyük değişikliklerin farkına çok sonra varırlar, neden? Çünkü çocuk sürekli gözlerinin önündedir. Türkiye’ye arada bir gelip etrafınıza baktığınızda bir takım şeyler anında gözünüze çarpar. Gören göz kılavuz istemez derler, çok şükür gören gözler ülkemizde de var ama henüz herkesin gözleri açılmadı.   

"Mevzubahis (Söz konusu) vatan ise, gerisi teferruattır."
                                                  Mustafa Kemal Atatürk

Bazen kendime sormadan edemiyorum; acaba çocuk mu kandırıyor, laf cambazlığı ile insanlar nereye kadar oyalanabilir?

Orta direk terimini hatırlıyor musunuz? Eskiden orta direk diye bir şey vardı. Etrafıma bakıyorum fakirlik almış yürümüş. Bu seneki kadar fakirlik hiç dikkatimi çekmemişti. Zengin, fakir arasındaki uçurum daha da büyümüş. İnsanlar neyi nereye yetiştirecek diye kara, kara düşünüyorlar. Siyasetçiler boş vaatlerle Türkiye gündeminde. Ak olmuş kara.   

                                                  ***

Böyle ülkeye, böyle anayasa

AldıÖzbudunkaçtı

İnşallah yakalarız...

Sayın Özbudun zamanında kendi savunduklarıyla çelişen bir insan. Çelişki, çelişkiyi getirir. Acaba hazırladığı taslakta çelişkilerle dolu olabilir mi?

                                                  ***

07.10.2007

Sayın Gül, Sayın Erdoğan ve diğerlerinin dikkatlerine

Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.
                                                                                        Mustafa Kemal Atatürk

                                                  ***

Allah sizden razı olsun (mu!?)

Sayenizde bu özeliğimizi de kaybetmek üzereyiz.

Cihan Savaşı’nın sonunda İngiltere’nin gerçek niyetinin anlaşılması ile ortaya çıkan Türk millî harekâtının başlangıçtaki karakteri Hindistan Müslümanlarını Türk istiklâl mücadelesinde hem madden, hem de manen tam bir taraf haline getirmekte gecikmeyecektir. Bu hususa işaret eden Sir Theodore Morrison, Hindistan Müslümanlarının bütün Müslüman milletlere ilgi duyduklarını belirttikten sonra “fakat bu duygu Türklere karşı özel bir boyut kazanmaktadır. Çünkü Türkiye en büyük İslâm ülkesidir. Yegâne müstakil İslâm devletidir. Tarih boyunca İslâm âleminin başı ve kılıcı olmuştur.” Demektedir…
                                                                                                                     Kaynakça

                                                  ***

Ben Türkiyeliyim

Hiç dikkatinizi çekti mi, kişinin ağzından bir kez duymadım. Ya söyledi ben işitmedim ya da gerçekten o cümleyi ağzına almadı. Ben Türküm, ufacık ama aynı zamanda çok büyük bir cümle. Siz bunu diyebiliyor musunuz Sayın RTE? Kusura bakmayın ben hiç ağzınızdan duymadım. Nerde görülmüş bir ülkenin başbakanı ben buyum diyemesin? Nerde görülmüş bir Ülkenin Başbakanı milletini, kurumlarını gersin, sınıflandırsın, Referandum süreci gibi ÇOK ciddi bir süreci çocuk oyuncağına çevirsin, muhaliflerini menfaatçilikle suçlayıp kendi menfaat çevrelerini korusun?

Ne mutlu Türküm diyene! İnsan kökü ile iftar edebilmeli ama bu şu demek değildir:

İzah edebilmem için sizden ufacık bir şey isteyeceğim. Bir an için avucunuza bakın. Ne görüyorsunuz? Elinizi dolayısıyla parmaklarınızı. Parmaklarınız birbirinden farklı, yinede sizin eliniz. Parmaklarınızdan yanlıca birinin olmadığını farz edin, eliniz eskisi gibi işlevini yerine getirebilecek midir? Sanmıyorum. Farklılıklar olur, farklılıklar zenginlik olarak görülebilir ama farklılıklar asla baskı unsuru olarak kullanılmamalı.

Hadi bunları bırakalım MHP’ye ne demeli, aklım almıyor. Sayın Bahçeli ne yapmaya çalışıyor, anlayamıyorum. Anlamam mümkün değil. Partilerin ilkeleri, hedefleri vardır. Bunları savunur bunların arkasında dururlar. Madem milliyetçi bir söyleminiz var arkasında durun.     

                                                  ***

08.10.2007

Her gün ölünmez

İktidarın siyasi iradesi üzerine yazmak boşuna zaman kaybı olur diye düşünüyorum. Ama bu konuda yalnızca iktidarı suçlamanın da doğru olmayacağına inanıyorum. TBMM’ inde temsil edilsin, edilmesin tüm partilerin, biri hariç, ortak paydalarda birleşip ortak bir tavır sergilemeleri gerekiyor. TSK’ya gereken siyasi destek, dünya kamuoyuna gereken mesaj verilmeli. Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan her kez, hangi siyasi görüşü benimserse benimsesin bu konuda birleşmeli. Her gün şehit verilmez, her gün anaların yüreği kor alevlerde közlenemez. Her Allahın günü babalara ateşten gömlek giydirilemez.

                                                  ***

10.10.2007

Terör

İster sağ, ister sol, isterse bölücü olsun terör suçuna idam cezası getirilmeli. Kana kan, dişe diş.

                                                  ***

13.10.2007

Şehit

Dün bayramın birinci günü idi. Niyet etmiştim bu sefer mutlaka şehitliğe gideceğim diye. Edirnekapı - Güneydoğu şehitliğine gittim. İçim kalktı. Türkiye’nin dört tarafından, Orgeneralden - ere. Allah tüm şehitlerimizi rahmet eylesin. Beklediğimin in aksine, çünkü haberlerde hep ağlayan dövünen insanılar görüyorum, bambaşka bir manzara ile karşılaştım. İnanın tarif etmem, doğru sözleri bulmam imkânsız. Askeri nizam gereği yiğitler sıra, sıra yatmış. Başlarında aileleri, özellikle insanların yüz ifadelerine dikkat etmeye çalıştım. Diyorum ya tarifi etmek için kelimeler az gelir. Hüzün değil, gurur değil, teslimiyetçi bir ruh hali hiç değil. Allah yardımcıları olsun.

Daha taze bir mezar başında onlarca insan, şehidin kabri bile daha yapılmamış. Vicdan azabı duyuyor, kendimi resmen suçlu his ediyorum.

Ne demişler “hükümetin yediği haram, konuştuğu yalan.”

Bitti, bitiyor. Can çekişiyorlar, ıvır zıvır…

Onun için her Allahın günü şehit veriyoruz. Gerçi bu yalan yalnız AKP’ye özgü değil ama…

Sayın RTE’nin Pendik – Bayram konuşmasını dinlediniz mi? RTE resmen muhalefetle dalga geçiyor! Haklıda. Ne yalan söyleyeyim Deniz Baykal denen şahıs ismi; Deniz gibi engin ve bereketli değil ki çölden beter mübarek. Kurutu partiyi ve böyle giderse CHP diye bir parti kalmayacak. RTE neden dalga geçmesin ki.

Bilmem hatırlıyor musunuz, Tansu Çiler zamanında “düşük yoğunluklu savaş” stratejisi ile gerçekten başarılar elde edilmişti. Teröristin vur kaç yöntemine düzenli ordu nizamı ile karşılık veremezsiniz. Verilebilseydi Vietnam, Afganistan, İrlanda, İspanya vs. verilirdi. Mücadele teröristi teröristin silahı ile vurmak, mali ve lojistik imkânlarını kesmek ile olur. PKK’nın siyasi, ekonomik, etnik ve emperyalist destek boyutları var. Bunlara karşıda ciddi ve uzun vadeli önlemler almak kaçınılmazdır.    

                                                  ***

14.10.2007

Zulüm

Bu kelimeye karşı alerjim var, duyduğum an da kaşıntı tutuyor. Laikler dindarlara zulüm ediyorlarmış. Bak sen, laikler Allahsız çünkü!? Ya bu resmen terbiyesizlik, ciddisizlik, rezilik