fHerifin sayesin

 

| Hinweis | Home | Impressum | Download | Son Yorum |

| bir yanlış anlama ile her şey başlamıştı | 2007 | 2008 | 2009 | 2010| 2011| 2012| 2013| 2014 |

 

02.01.2015

Zamanı geriye çeviremeyeceğimize göre

Ne büyük başım varmış…
Ne densizliğim kalmış, ne büyük düşünürlüğüm – okumuşluğum…
Ne Dersimliler anama ne yapmış sorusu…
Nede Türkiye Cumhuriyeti Başbakan ve Cumhurbaşkanına hakaret “suçlaması”…
Hatta tartışmak için başkası Frankfurt’a bile davet ediyor!

Oğlum ilkokul mevzunuyum, ilkokul…
Ama okumasını çok seviyorum…
Kendime göre mütevazı bir kütüphanem var…
Bilişimciyim…
Birçoğunuzun hayal bile edemeyeceği hızda >>> istediğim <<< bilgiye ulaşabiliyorum…
Ne oldu şimdi, ilkokul mevzunuyum dedim diye yazdıklarım, düşündüklerim yanlış mı oldu?
Ben hala eski Önder değil miyim?

Öncelikle bir - iki cevap vermek istiyorum…
Dersimliler anama ne yapmış sorusuna vereceğim cevap…
Annem…
Hatta babam o zamanlar dünyada bile olmadıkları için…
Kendimi bu sorunun muhatabı bile saymıyorum!

Türkiye Cumhuriyeti Başbakan ve Cumhurbaşkanına hakaret etmişim(iz) iddiası…
Ne zaman yapmışım bunları?
Yazdıklarımla, düşüncelerimle…
Yani açıkça düşünce suçu işlemişsin demeye getiriyorlar!

Madem düşünmek suç…
Madem birçoğunuzun ya cesaret edemediğiniz için…
Veya “gerekli kelimeleri” bir araya getiremeyerek kendinizi ifade edemediğiniz için…
Yazdıklarım suç…
Bende bu suçu işlemeye devam ederim arkadaş…
… aşağı Kasımpaşa!

Ne yapacaktım yani?
Bir tarafta siyasete soyunup ağzına geleni söyleyerek bunu hitabet sanatı sayanlar…
Diğer tarafta siyasete soyunarak ağzını açması gerektiği yerde dilini yutanlar…
Başkaları göz göre göre vatanı, milleti bölerken…
Aman düşünce suçu işlemeyeyim diye Allah’ın verdiği beyni kullanmayacak mıyım?
Kullanmayanların koskoca ülkeyi getirdikleri hal ortadayken…
Ben nasıl susayım?
Hadi ben sustum, başkası susacak mı?

Hepiniz gibi insanım…
Doğrularımda var, yanlışlarımda…
Tehditle ne yapabileceğinizi sanıyorsunuz?
25 sene önce zaten canımdan can gitmiş…
25 senedir aybaşı tutmuş zombi gibi dolaşıyorum ortalıkta…
Bir sıkımlık canım kalmış…
Siz beni korkutabilir misiniz?

                                                                      ***

03.01.2015

Madem ben iddia ettiğiniz gibiyim(!) İnsanlar buna neden inanmıyor?

Bir insan olarak...
Bir Atatürk milliyetçisi olarak...
Yanlışım da olur, doğrumda...
Yanlışımın farkına vardığımda gerekirse özürde diler...
Kendime çeki düzende veririm!

Kendi sitemde...
Geçenlerde de yayınladığım gibi dünyanın dört bir tarafından...
Aylık okuyucu sayım ortalama 10.000...
Sunduğum bilgi ve belgelerin download oranı ortalama 30.000...
Arşiv taraması yapanlar 10974...
Tüm bu rakamlar sosyal medya haricinde oluşuyor...
Aylık okuyucu sayım ikiye (18817) katlanmak üzere!
Siteme giriş yapan illere baktığımda her geçen gün artan sayıda...
Güneydoğu Anadolu'dan okuyucu/kullanıcıları görmem mümkün oluyor!

Beni...
Öyle veya böyle zan altında bırakmak isteyenlere cevabım çok açık...
İnsanlar artık şiddetten, kavga - gürültüden, bağırıp - çağırmaktan...
Yalandan - dolandan, düzenbazlıklardan, çalıp - çırpandan...
Kendisi zenginleştikçe zenginleşirken, halka köpeğin önüne kemik atar gibi...
Kırıntı atanlardan, bölüp - bölüştürmeye çalışanlardan...
Bıktı!!!

İnsanlar artık huzur istiyor!

Çevremde birçok Kürt kökenli dostum var...
Sevilen ve sayılan bir aileyiz...
Kimseye yalan borcum yok...
Ben neysem oyum...
Kimsenin...
Anladınız mı, kimsenin laflarımı cımbızlayarak...
Bana veya aileme hakaret etmeye hakkı yok!

                                                                        *

Din ve adalet cahilleri

AKP...
(A)tatürkçülüğü (K)atletme (P)artisi...
(A)merika'nın (K)urduğu (P)arti......
(A)kçe (K)azanma (P)artisi!

AK...
(A)nkara (K)andil hattı...
(A)kraba (K)ayırma Partisi...
(A)ile (K)olama Partisi...
İzle ve ibret al!

Not: Videoda sözü gecen Ayet ile ilgili linke baktığınızda öyle bir ifadeye rastlamanız mümkün değil. Ancak... Mealini okursanız aynı ayetle ilgili 33 farklı yorum görmenizde mümkün. Ondan sonra iddia ediyorlar Kuran-ı Kerim değişmeden bugünlere geldi diye(!)

http://www.gurbuz.net/…/AKP'Lİ%20METİNER'DEN%20TORPİLE%20AY…
http://kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#16:90
http://www.kuranmeali.org/…/90.a…/kurani_kerim_mealleri.aspx

                                                                      ***

04.01.2015

Eyvah eyvah

Bugün pazar olduğunu neden bana kimse söylemiyor?
Sabah kalktım...
Geceden kar yağmaya başlamıştı...
Sokağa çıktım yerler buz tutmuş...
Kendime kahve yaptım...
Bir dosta özelden cevap verdim, saate bakınca...
Eyvah eyvah saat 6.30 olmuş...
Doğru mutfağa, hanıma bir fincan kahve yaptım...
Kalk hatun saat yediye geliyor...
"Önder gece saat üçte yatım bırak beni biraz daha uyuyayım" dedi...
"Kadın kalk dükkana geç kaldık" dedim...
Yok kafa kalkmıyor, "iyi o zaman ben dükkana gidiyorum sen yürüyerek gelirsin" dedim...
Arabaya atladım doğru dükkana...
Yerler kısmen fena kayıyor...
Dükkânın önünü bir güzel küredim...
Kendime yine kahve yaptım...
Aklıma kardeşim ve kocası geldi...
Saat 8 suları...
Telefon ettim dada çıktı telefona...
"Annen evde mi" diye sordum dadaya...
Annesini verdi, "Ali çıktı mi?"
"Nereye?"
"Dükkana!"
"Abi bugün pazar"

Bugün pazar olduğunu neden bana kimse söylemiyor?
:)

                                                                        *

Kibar ve görgülü olmak küçük yaşta öğrenilir

Bu sene "fena" başladı...
Küfür ettiler, hakaret ettiler, aşağılamaya çalıştılar!

Ne yaptım?
Düşüncelerimi kaleme aldım...
Suç mu?
Kimisine göre suç!
Düşüncelerim yanlış olabilir...
Bu düşüncelerin yanlış olduğunu veya beğenilmediğini ifade etmenin başkaca yolları vardır. Şimdilik çocuklara öğretilmesi gereken bazı kuralları hatırlatmakla işe başlamak istiyorum. Ama önce Babaannemin yetiştirdiği Nilüfer ablamın (kuzenim), amcamın, rahmetli babamın - halamın ve benim nasıl ve hangi şartlar altında yetiştiğimizi kısaca anlatacağım.

Rahmetli babaannem öleli yıllar oldu. Annem hep anlatır, ömrümün ilk üç yıllını babaannemin yanında geçirdim. Almanya'ya geldiğimde lütfensiz, teşekkür etmeden, izin istemeden hiç bir şey yapmıyor, komşumuzun mööölerinden başka bir şey anlatmıyormuşum. Rahmetli "cahil" bir kadındı, yani tahsili yoktu. Hatta okuma yazma bile bilmiyordu. Buna rağmen hayat ona birtakım şeyleri öğretmişti. Küçük yaşta anne - babası bakamadıkları için kendisini zengin bir ailenin yanına vermişlerdi. Orada hizmetkar olarak büyümüş ve adabı muaşeret kurallarını yani saray adabını öğrenmişti. İleride çocuklarını öğrendikleri doğrultusunda yetiştirmiş. Aldıkları terbiye çerçevesinde de ister babam, ister halam olsun kendi çocuklarını bu görgü kuralları ile yetiştirmişler. Bu yüzden içimden geçse de bazı şeyleri yapamıyorum! Gelelim çocuklara...

1. Sihirli sözcük “lütfen”
Çocuğunuza bir şey yapmak istediğinde, soru cümlesinin sonunda “lütfen” demesi gerektiğini mutlaka öğretin.
2. Teşekkür etmek
Bir şey aldığında teşekkür etmesinin gerektiğini öğretin.
3. Büyükler konuşurken sözü kesilmez
Çok acil bir durum olmadığı sürece siz arkadaşlarınızla ya da diğer kişilerle konuşurken sözünüzün kesilmeyeceğini öğretin.
4. Affedersiniz demesini öğretin
Birine bir şey demesi gerektiğinde karşısındaki kişinin dikkatini çekmesi için söze başlamasında “affedersiniz” demesi gerektiğini öğretin.
5. İzin istemek
Bir yere gitmek, herhangi bir şey yapmak için izin alması gerektiğini belirtin.
6. Olumsuz, negatif düşüncelerini söylememesi gerektiğini öğretin
Sevmediği, hoşlanmadığı ne varsa ulu orta söylememesi gerektiğini öğretin. Arkadaşları ile bu duyguların paylaşıldığını, herkesin yanında konuşulmadığını öğretin.
7. Dedikodu ve yorum
Başkaları hakkında dedikodu yapmaması gerektiğini, özellikle fiziksel engelli insanlar hakkında yorum yapılmaması gerektiğini ancak başkalarına iltifat edilerek ruhlarının okşanabileceğini anlatın.
8. “Nasılsın” dendiğinde onunda sorması gerektiğini öğretin
Yaşı kaç olursa olsun “nasılsın” diye sorulduğunda aynı şekilde “iyiyim, siz nasılsınız?” diye sorması gerektiğini öğretin.
9. Bir eve gittiğinde ev sahibine teşekkür etmek
Bir arkadaşının evine gittiğinde oradan ayrılırken ev sahibine yaptıkları için teşekkür etmesi gerektiğini, başkasının evindeyken "yaramazlık" yapılmaması gerektiğini öğretin.
10. Kapıyı çalarak içeri girmek
Kapalı bir kapıdan girmek isterse çalması gerektiğini, kapı aralık olduğunda da kapıyı tıklatması gerektiğini, kapı açık bile olsa içeri girmek için izin istemesi gerektiğini ve olumlu cevap gelene kadar beklemesi gerektiğini öğretin.
11. Telefonla konuşurken
Telefonla birini aradığında önce kendisini tanıtması gerektiğini sonra konuşmak istediği kişiyi istediğini söylemesi gerektiğini öğretin.
12. Kart ya da e-posta
Bir hediye aldığında memnuniyetini belli edip, teşekkür etmesi gerektiğini, eğer yazı yazmayı öğrenmişse bir kart ya da e-posta ile teşekkür etmenin çok etkili olduğunu öğretin.
13. Ayıp kelimeler
Büyüklerin önünde ayıp ve kötü kelimeler kullanılmayacağını öğretin. Bunları zaten büyüklerin bildiğini ama kullanmadığını söyleyin. Hatta arkadaşları arasında da bu kelimeleri kullanmayarak arkadaşlarına örnek olması gerektiğini belirtin.
14. Takma isim
İnsanlara onları incitecek takma isimler takmaması gerektiğini öğretin.
15. Dalga geçmek
Başkaları ile dalga geçilmemesi gerektiğini, karşısındaki insanın fiziksel ya da davranışsal zayıflıklarıyla dalga geçilmemesi gerektiğini öğretin.
16. Sıkıcı ortam
Bir tiyatro oyununda ya da bir toplantıda veya bir oyun oynarken sıkıldığını söylememesi gerektiğini öğretin. İnsanların bunun için emek verdiğini ve sabırla bitmesini beklemesi gerektiğini öğretin.
17. Özür dilemek
Birine çarptığında, yanlış bir davranışta bulunduğunda mutlaka özür dilemesi gerektiğini söyleyin.
18. Hapşırık, öksürük
Hapşırdığında ya öksürdüğünde eliyle ağzını kapatması gerektiğini öğretin. Burnuyla oynamaması gerektiğini, bunun kötü göründüğünü söyleyin.
19. Yardım sormak
Siz, komşunuz, öğretmeni ya da arkadaşı bir şey yaparken “yardım edebilir miyim ”diye sormasının onun yeni bir şey öğrenmesine de katkıda bulunacağını söyleyin.
20. Yardım istendiğinde
Siz ya da bir büyüğü ondan yardım istediğinde söylenmeden ve gülümseyerek yapması gerektiğini öğretin.
21. Ona yardım edildiğinde
Siz ya da bir büyüğü ona yaptığı şeyde yardım ederse “teşekkür” etmesi gerektiğini söyleyin.
22. Yemeği çatal bıçakla yemek
Yemek yerken çatal bıçak kullanması gerektiğini, eğer yapamıyorsa büyüklerinden yardım istemesi gerektiğini öğretin.
23. Peçete kullanmak
Sofrada ağzı ve elleri kirlendiğinde peçete kullanması gerektiğini öğretin.
24. Sofrada uzanmak
Sofrada istediği bir şeye uzanmaması gerektiğini, istediğini büyüklere sorup uzatmalarını istemesi gerektiğini öğretin.
25. Toplum içeresinde
Oturup kalkmasına dikkat etmesi, yüksek sesle konuşmamaya dikkat etmesini gerektiğini öğretin.

                                                                      ***

05.01.2015

İade-i itibar

Hırsızların başına...
Komisyon çalışmasıyla Anayasa Mahkemesinin çalışmalarını bir tutanlar...
AKladın, pAKlandın, tapelerin imhasına karar verdin...
Artık zamanıdır...
"Küçük" hırsızların itibarini iade ettin...
Görevlerini de iade et!

                                                                        *

Anayasa Mahkemesine ne gerek var?

Madem komisyon vasıtasıyla...
Milli irade vasıtasıyla...
Hukuki bir süreç sonuçlandırılabiliyor...
İnsanlar AKlanıp, yargılanabiliyor...
Mahkemelere ne gerek var?

Dünyada...
Hukuk devletlerinde neden hala mahkemeler var?
Mahkemeye gerek duymayan...
Anayasa Mahkemesine de gerek duymaz...
Çünkü böyle düşünenler hukuku guguk eden Kasımpaşalılar!
Kasımpaşalı ileri demokratların...
Mahkemelere ihtiyacı yoktur!!!

                                                                      ***

06.01.2015

Kasımpaşalı hırsız konuşuyor yine

Öf, öf, öf...
Neler neler söylüyor...
Hele basın özgürlüğünden öyle bir demler vuruyor ki...
Tutabilene aşk olsun!

Neymiş efendim...
Almanya'da kimse cumhurbaşkanına saldıramazmış...
Yok yaaa?
Bak sen...
İnanırım Almanların cumhurbaşkanı...
Çulsuzun tekiyken...
Kısa sürede milyar dolar servet sahibi olmadı ki...
Almanların cumhurbaşkanı...
Cumhurbaşkanı gibi tarafsızlığını koruyarak siyaset üstü konumundan taviz vererek, yürütmenin güncel işlerine burnunu sokmuyor ki...
Almanlar saldırsın!

Neymiş efendim...
Rusya'da kimse cumhurbaşkanına saldıramazmış...
Senin hayalperestliğini sevsinler...
Bulmuşsun dümbelekleri...
İşkembeden atıyorsun...
Michail Chodorkowski, Alexej Nawalny, Putin'in en yaman muhaliflerinden...
Öyle bir saldırıyorlar ki değme muhalif halt etsin...
Bu cesaretinin bedelini de defalarca hapse girip çıkarak ödedi(ler)...
Dikkat, dikkat, dikkat sayın okuyucular...
Bedelini de defalarca hapse girip çıkarak ödedi(ler) diye yazdım...
Putin...
"Bizimki" gibi insanları içeriye tıkarak yıllarca bekletmiyor ki...
Ruslar saldırsın!

Neymiş efendim...
Amerika'da kimse cumhurbaşkanına saldıramazmış...
Yapma...
Tuvalette sıçar gibi zart, zurt sesler çıkarma...
Amerika'nın en âlâ...
En saygın basın kuruluşları yeri geldiğinde Obama'yı öyle bir eleştiriyorlar ki...
Ağzın açık kalır, götün tavana yapışır!

Önemli not: Bazı kelimeleri kullanmak zorunda kaldığım için hepinizden defalarca özür dilerim.

                                                                      ***

07.01.2015

Cold response

Evet...
Tanrının her evi benim evimdir...
Değilmi ki insanlar kısa bir süre için bile olsa tanrının güzelliklerine, şefkatine sığınıyor, değilmi ki kısa bir süre için bile olsa iyi bir insan olma azmindeler...
Tanrının her evi benim evimdir!

                                                                        *

Sitem

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Laik, Demokratik, Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan devlet görevlilerine ama özelde öğretmenlere, siyasi partilere, bu siyasi partilerde görev alan tüm yönetici ve parti liderlerine, tüm sendikalar, sivil toplum ve meslek kuruluşları ve yöneticilerine, Cumhuriyet Savcılarına ama özelde barolara, Türkiye Cumhuriyetini, Atatürk ilke ve inkılaplarının savunucusu olduklarını iddia eden Türk Silahlı Kuvvetlerine ama özelde İlker Başbuğ Paşaya buradan sitem ediyorum.

Özellikle siz Paşam...
Artık hapisten çıktığınıza göre bu satırları yazmamda bir mahsur görmüyorum. Biraz gecikmeli oldu farkındayım ama benim kadar sizde biliyorsunuz ki bu zihniyet sizin bir zamanlar başında bulunduğunuz kurumdan çekinmekle kalmıyor, resmen korkuyorlardı!
Sizin şahsınızdan da çok çekindiklerini Türk siyasetini yakından takip eden herkes gibi bende biliyorum. Paşam elinize geçen fırsatı değerlendirmediniz!
Bu vahim tehlike ve tehdit karşısında gereğini yapmayarak tarihi bir fırsatı kaçırdığınızı sizin de kabul edeceğinizi farz ediyorum. O zamanlardaki çekincelerinizin mahiyeti her ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyetinin bugün düştüğü durumdan daha vahim bir hal alacağını hayal bile edemiyorum.
Paşam, sizden sonra bu görevi üstlenenler sizden daha kritik hatalar işleyerek sizin şahsınızı mumla aratır oldular. Evet, size çok kırgınım!
Değneksiz kalan köy misali… Ortalık it sürülerinden geçilmiyor. Memleketi soyup soğana mı çevirenleri istersiniz, bölüp – parçalamak isteyenleri mi? Yoksa vatanı – milleti uluslararası tezgâha çıkararak pazarlayanları mı? Seçim sizin, her türlüsü – aklınıza gelebilecek her şey var artık bu memlekette ve tüm bu olanların biraz da suçu sizde!
Biliyorum…
Farkındayım…
Siz bir askersiniz, siyasetçi değil…
Ve biliyorum ki…
Türkiye’de siyaset vatan – millet için yapılmıyor!
Türk siyasetinin itici gücü, tüm dinamiği…
Para!
Kukla bir başbakan…
Sözde bir Genelkurmay Başkanı…
Ve devletin en tepesinde hırsızların İmparatoru!

Sizi duyar gibi oluyorum…
Sen kimsin de bana sitem ediyorsun…
Doğrudur Efendim (!)
Ben kimim ki size sitem ediyorum…
Sadece…
Ulusal birlik ve bütünlüğümüze inanan…
Atatürk milliyetçisi bir vatanseverim Efendim…
O kadar! Ne fazlası, ne eksiği.

                                                                        *

Sefiller

Lütfen...
Tüm vatandaşlarımdan bir ricada bulunmak istiyorum...
Bizler millet olarak hayırsever insanlarızdır...
Ama...
Aynı zamanda bırak başkası yapsın da diyebiliyoruz...
Hatta görmemezlikten gelenlerimiz de var!

Bu sabah haberleri izlerken...
Ülkemizin değişik kentlerinde...
Dilenen Suriyeli küçük çocukları konu yaptılar...
Ocak ayındayız...
Ayaklarında çorap ve terlik, sırtlarında birer hırka...
Lütfen çok rica ediyorum...
Maddi durumunuz el veriyorsa...
Özellikle çocuklara yardım edelim...
Çocuğun milliyeti yoktur...
Hiç fark etmez hangi kökenden geldiği...
Sokaktaki çocuklara yardım elimizi uzatalım!
Lütfen!!!

                                                                        *

Lanet olsun sizin gibi Müslümanlara

Ya siz kendinizi ne sanıyorsunuz?
Kafanıza göre...
Götünüzden uydurduğunuz Müslümanlığı...
Kime kabul ettirebileceğinizi sanıyorsun?

Tüm Fransa'ya bu elim olaydan dolayı taziyelerimi belirtmek isterim

                                                                      ***

08.01.2015

Sürçülisan ettiysem af ola

Değerli bir okuyucumun haklı tepkisine…
Yazdıklarına katılmamak mümkün mü?
2007’den beri değişik vesilelerde buna benzer kelimeleri bende kullandım…
Çünkü gerçeğin, madalyonun bir yüzü…
Ve asla inkâr edilemez…
Ayrıca bu değerli okuyucuma verilmiş bir sözüm var…
Onu da unutmadım sırası geldiğinde yayınlayacağım…
Bu değerli okuyucum…
Her ne kadar yazdıklarında haklı olsa da olaya farklı bakıyorum…
Neden mi?
Çünkü yurtdışında yaşayan ve altını çizerek yazıyorum…
Bir Türk ve Müslüman olarak…
Belki yurtiçinde yaşayanlardan farklı gözlemlerim var da ondan…
Öyle inanıyorum ki…
Yurtdışında yaşayıp da ayni veya benzer gözlemler, tecrübeler yapan birçok insan daha olması gerek!

Gelelim dünkü “meseleye”…
Birkaç gün önce sizlerden daha az değerli olmayan ama yazdıklarıma müzmin muhalif olan başka bir okuyucuma sabahın köründe vermiş olduğum cevaba. Cold Response başlığı altında yayınlamıştım.
Ve gün içeresinde gerçekleşen Paris katliamı…
Gerçi değerli okuyucum farklı kelimelerle ifade etmişti ama anlam itibarıyla aynı kapıya çıkıyor:
Batı…
Ektiklerini biçiyor!

Hayır efendim…
Batı ektiklerini biçmiyor!
Batı…
Kullanılmaya, kendini kullandırmaya hâlihazırda bekleyenlerden faydalanarak bugüne kadar kendi menfaatleri doğrultusunda istifade ettiklerinin “ihanetine” uğruyor!
Söz konusu insan…
Hele din gibi soyut bir kavram olduğunda…
“Olaylara, gelişmelere” tek boyutlu yaklaşmanız sizi yanıltabilir…
Ve korku bireyi, toplumu yönlendirmenin en etkili yoludur…
Birçok insanın bildiği üç boyutun (3D) dışında, yüksek matematikte kullanılan dördüncü bir boyut daha vardır, gerçi tartışmalı ama var işte(4D). Ve yaşam dediğimiz asla tek boyutlu değildir!
Bu yüzden dünkü olaylar gibi gelişmelere farklı boyutlarda, farklı açılardan bakmakta fayda vardır. Esasa değinmeden önce birkaç örnek vermek istiyorum.

Örnek bir:
Gezi olayları!
Gezi olaylarının en belirleyici, en özgün yanı neydi?
Gençlerin kendilerinden beklenmeyecek derecede zeki ve ince mizahi yaklaşımı!
Birçok insanı şaşırttı. Hatta çileden çıkardı çünkü mizahi yaklaşıma verecekleri cevap yoktu!

Örnek iki:
Sünnet!
Benim bildiğim kadarıyla (yanılıyor olabilirim) tüm hak dinlerinin içeresinde bir tek Müslümanlar, o da nadiren kadınları sünnet ediyorlar(!) Bunu neden yaptıklarını sanırım anlamışsınızdır, soruyorum: Allah yaratığının zevk almasını istemeseydi kadını olduğu gibi yaratır mıydı?

Örnek üç:
Karnaval!
Rio karnavalını duymuşluğunuz vardır, insanlık yaklaşık beş bin seneden beri bu geleneği değişik şekillerde sürdürmektedir. Hristiyanlıkta oruç öncesi kutlanır. 12. Yüzyıldan itibaren karnaval Avrupa’da halkın, yöneticilerini – kendilerini rahatsız eden >>> her türlü <<< konuyu mizahi şekilde eleştirmeleri için kullanılmaya başlanmıştır.

Umarım bu örneklerle sizlere ne anlatmaya çalıştığımı anlamışsınızdır…
Kimseye yalan borcum yok…
İster inanın, ister inanmayın…
Buralarda öyle…
Götü boklu, yüreği boklu, beyninin içi boklu…
Sözde Müslümanlar yaşıyor ki…
Şaşar kalırsınız!

Ve bizim, bizlerin ne yazık ki seçme şansımız yok…
İnsan, mensubu olduğu kendi milletinden utanır mı?
Yeri geldiğinde ne yazık ki utanır!
İnsan dininden, inançlarından ötürü utanır mı?
Yeri geldiğinde ne yazık ki utanır!
Ve bizleri utandıranlar…
Asla ve kata samimi dindar insanlar, gerçek Müslümanlar değildir! Çünkü onların ruh güzellikleri dışlarına vurur. Temiz pak giyinir, toplum içeresinde başlarını örtseler bile asla göze batmamak için azami dikkat gösterirler.

Önemli not: Peygamber efendimize hakaret edildiğini gerekçe göstererek Allah’ın verdiği cana kıyanlar, bizim kültürümüzde asla yeri olmayan değil düşene vurmak, fiske atmak…
Özellikle yanına koşarak gidip kafasına kurşun sıkan zebani…
Sen…
Asla beni…
Benim mensubu olduğum Müslüman âlemini temsil edemezsin…
O iğrenç, kirli ellerini çek üzerimizden!!!

Dünden beri haber ajanslarından geçiyor saldırıya uğrayan söz konusu dergi, Katolik kilisesi ve Katolikler tarafından 17 kez mahkemeye verilmiştir. Hz. Isa hakkında öyle filimler yapıldı ki seyretseniz şaşar kalırsınız. Bir Müslüman olarak ben bile kendi içimde bu filmlere tepki gösterdim. Batı bu dincileri yaratmadı, bunlar hep vardı. Batı var olandan istifade etti. Soruyorum yeri geldiğinde sizde zaten var olandan istifade etmeye çalışmaz mısınız?

                                                                        *

Mesele Peygamber Efendimiz değil ki

Kur'an-i Kerimde...
Tevrat'ta, İncil'de...
Allah...
Yaratıklarına nerde diyor...
Git yaratığımın başını kes, kanını iç, yüreğini ye diye...
Mesele dün Paris'te yaşanan katliam değil ki...
Suriye'ye...
Uzak doğuda yaşananlara da baktığımızda...
Esas meselenin Kur'an-i Kerim, Peygamber efendimizin öğretilerinden farklı...
"Yeni" bir Müslümanlığın yaratılmaya çalışılmasıdır...
Bakınız Türkiye'de AKP "Müslümanlarına"!

Bu farklı Müslümanlığı da batı yaratıyor deme kolaycılığına da kaçmamak lazım...
Gerçek...
Bilgili ve bilinçli bir mümin sen ne diyorsun...
Neler saçmalıyorsun demez mi?

Gerçek...
Bilgili ve bilinçli bir mümini...
Kim yolundan alı koyabilir, kim onu başka bir yola sevk edebilir?
Kim?
Tekrar soruyorum:
Kim?

                                                                        *

Kadir kıymet bilmek

Şükür etmeyi unuttuk dostlar…
Kadir, kıymet bilmeği unuttuk dostlar…
Rahat bir tarafımıza battı dostlar…
Canımız sıkıldığından yeni maceralara, yeni heyecanlara doğru yelken açtık dostlar…
Şükür etmeyi unuttuk dostlar…
Kadir kıymet bilmeği unuttuk dostlar…
Vefayı unuttuk dostlar!

                                                                        *

Bizim milletin bir özelliği var

Çok fazla sıkmaya gelmez...
Ama sopayı da göstermezsen olmaz!

                                                                        *

Komplo teorilerini çürütebilecek bir açıklama

Bilişimin en temel kurallarından biridir...
Hatayı önce kendinde ara sonra başka tarafa bak...
Bu yüzden komplo teorilerine pek prim vermem...
Bazen akla yakın olsalar bile en son ihtimal diye bakarım!

Dün akşam izlemişsinizdir...
Haber sunucuları defalarca tekrarladı...
Son derece profesyonel hareket ediyorlar diye...
Ancak...
Allah bu(!), Allah bile razı gelmemiş...
Teröristlerden biri nüfus cüzdanını kaybetmiş...
Bu yüzden maskeli olmalarına rağmen kimlikleri çok çabuk açıklanmıştı...
Bende dünden beri teslim olanın konuştuğu ihtimali üzerinde duruyordum!

Elinde makinelilerle...
El bombalarıyla...
Ve tank savalarla ortalıkta gezen kimseler...
Öyle kolay kolay saf dışı bırakılamaz...
Texas değil ki buraları...
Ölen, öldüğünle kalsın...
Ondan sonra sorumluları ne yaparlar biliyor musunuz?
Türkiye gibi değil ki burası...
Sorumlular cezasız kalsın!!!

                                                                      ***

09.01.2015

Değerler manzumesi

Yeter, yeter artık...
Sizlerin Müslümanlık anlayışınızı bilmem ne etsinler...
Yeter, yeter...
Nijerya'da BoklU Haram...
Yüzlerce insan öldürdüğü söyleniyor...
Durdurun bu bilmemenin çocuklarını...
Yargıladıktan sonra...
Acımadan it gibi asın!!!

Müslümanlığı...
Demokrasiyi...
En temel hak olan yaşam hakkını gasp edenleri yok edin!

Ey ümmet-i Müslimin...
Ayağa kalk...
Dinine, devletine sahip çık!!!

                                                                        *

Devlet dediğin böyle olur

Devlet dediğin böyle olur...
Götü boklu iki çapulcuya...
Ayakları takunyalı, eli silahlı...
Bir avuç zibidiye teslim olmaz...
Devlet dediğin böyle olur...
Aradan iki gün geçmeden...
Eli kanlı katilleri bulur ve hesabını keser...
Devlet dediğin böyle olur...
Teröristle müzakere masasına oturmaz...
Analar ağlamasın diye...
Milletin...
Aziz vatanın anasını ağlatmaz!

                                                                        *

Millet dediğin böyle olur

Millet dediğin böyle olur...
Ortak...
Tüm ülkeyi tehdit eden meselelerde...
Hatta...
Ulusun yalnız bir kısmını ilgilendirdiği halde...
Haksızlık, adaletsizlik karşısında...
Komşuluk...
Bir zamanlar birlikte içtikleri bir fincan kahve...
Ortadan kırdıkları bir somun ekmek hatırına...
Kendi menfaatlerini birliğin, toplumun menfaatine feda ederek...
Bir araya gelerek tehdide, tehlikeye, haksızlığa, adaletsizliğe karşı omuz omuza durur...
Kimsenin...
Hiç kimsenin götünün kılı olmaz!

                                                                        *

Paris

Dünkü katliamın dışında...
Öğleden sonra bir polis...
Bugün biri kadın iki kişi,,,
Bakalım bu işin sonu nereye varacak?

                                                                        *

G.tün yiyorsa bunu yap

Suçu günahı olmayan insanları öldürmek...
Hele savunmasız kadına, çocuğa ve ihtiyara kıymak...
Mertlik, hele erkeklik hiç değildir...
Ve hiç bir dini gerekçenin kılıfı olamaz!

Ben...
Ekmek yediğim yere, doğduğum toprağa ihanet edecek insan değilim...
Batıya mı karşın?
Yıllarca seni sömürdüğünü mü söylüyorsun...
Dinine, imanına hakaret ettiğini mi iddia ediyorsun...
Irzına mı geçti, topraklarını mı sömürdü?

Kafanı çalıştırsaydın...
Başındaki işbirlikçilerine izin vermeseydin...
Kısacası adam olsaydın da yaptırmasaydın!

Ha şimdi adam oldun...
Kadın, çoluk - çocuk öldürmekle...
Adam oldun öyle mi?
Oğlum...
Batının dini, imanı, namusu...
Kısacası her şeyi para...
G.tün yiyorsa, kafan yeterince çalışıyorsa...
Finans merkezlerine, paranın olduğu yere saldırsana...
Hem elini kana bulamana bile gerek yok...
Internet...
Yeterince saftirik internet kullanıcısı zaten mevcut...
Eh gerisi bilgine ve fantezine kalmış...
Pardon...
Olmaz değil mi?
Sonra çok sevdiğin yeşil dolarlardan mahrum kalırsın!

                                                                        *

Önce insan öldür, sonra şehit olmaya hazırım de, bu nasıl mantık?

Hareketlilik başladı...
İnşallah öldürülmeden ele geçersiniz...
Ölüm cezası olmadığına göre...
Fransız hapishanelerinde günde...
Üç öğün yemekten sonra...
On beş kişi ArkanızA geçer...
Ve sizi paçavra gibi kullanır!

Sizin haddinize mi, bu yüce dini bu şekilde lekelemek?

                                                                        *

Allah kahretmesin...
Öldürülmüşler!!!

Onlara çok farklı bir muamele müstahaktı ama

                                                                        *

Atatürk bu günleri görseydi ne yapardı acaba?

İki gündür bu soru aklımda...
Şüphesiz...
Siyasal İslam ile mücadele eden ve bu mücadeleden zafer ile çıkan yegâne lider!

Ancak...
Atatürk zamanındaki siyasal İslam ile bugünlerin siyasal İslamı kıyas kabul etmez. O zamanlar insanlar genelde, Müslümanlığı kendi şahsi ikballeri için kullansalar bile, hayâ sahibiydi. Utanmayı bildikleri için kadir – kıymet, vefa bilirlerdi. Onlar için vatan sadece toprak parçası değildi.
Komşuyu…
Irk, din, dile bakmaksızın komşu, komşusunun mallını, canını, namusunu kendin bilir, gerektiğinde canı pahasına savunurdu. Ve dinimizin hoşgörüsüne vakıftılar. Bilginin, bilgenin değerini bilir, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamaya özen gösterirlerdi. O zamanlarda istisnalar kaideyi bozmazdı.
Bunları nereden mi biliyorum?
Dönemi anlatan değişik kitaplardan, büyüklerimin anlattıklarından ve araştırmalarımdan.
Bugün…
Bugünü anlatmama gerek yok sanırım. Evet, Atatürk bu günleri görseydi ne yapardı acaba?

Ren nehiri kenarına balık tutarken, Kaplancıyla…
Wiesbaden’de Süleymancılarla, Nurcularla…
Konuşmalarımı hatırlıyorum da tüylerim diken diken oluyor.
Sabit fikirliler desem isabetli olur…
Aptal desem, onu da diyemem…
Mutaassıp desem, eski değerlerden eser yok…
Yobaz, evet olabilir…
Sofu kesinlikle…
Gerici, tutucu mutlaka…
Kendi doğrularından, bildiklerinden asla ve kata başka argümanlar yani kanıtlar, deliler kabul etmezler. Dolayısıyla bu insanlara laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor.
Evet, Atatürk bu günleri görseydi ne yapardı acaba?

Yanılıyor olabilirim ama…
Sanırım büyük İskender’in Gordion Düğümünü çözmek için kullandığı yöntemden başka bir çözüm yolu bulamazdı!
Çünkü bu gibi insanların anladığı tek dildir (!)

                                                                        *

Bıçak

Bir doktorun eline bıçak şifa getirir...
Bir kasabın elindeki bıçak can alır ama karın doyurur...
Bir katilin elinde bıçak ne yapar?
Küçük insanların eline verilen büyük güç...
Din...
Bıçak gibidir...
Bu büyük gücün kimin elinde olduğuna...
Kimin kullandığına bakar...
Huzurda verir, canda alır!

                                                                      ***

10.01.2015

Uçuyoruz Sebastian, düğmeye bas

Şeyh uçmaz, mürit uçurur derler ya geç abi, geç bunları...
Ulan bu batı dedikleri neymiş de haberimiz yokmuş...
Vay anasına!

Köşe yazarlarını okuyorum da...
Yok, Gladyo…
Yok, emperyalist güçler…
Falan, filan…

Ne sağcıyım, ne solcu...
Benim yolum Gazi Mustafa Kemal’in yolu!

Ata…
Akla ve mantığa önem veren bir kişilikti…
Eğer batı dendiği kadar muktedir olsaydı…
Ona karşı savaşı kaybetmezdi, bu bir…
Usame Bin Ladin’i…
Saddam Hüseyin’i…
Muammer Kaddafi’yi…
Beşşar Esad’ı…
Ve daha nicelerini…
Bir çırpıda yok etmez miydi, edemez miydi?
Atıfta bulunulan güce gerçekten sahip olsaydı, şüphesiz ederdi…
Ama bu güce sahip değil…
Şu anda bana diğer “süper güçler” engelliyor falan filan gibi mazeretlerle gelmeyin…
Tabii ki onlarda menfaatleri doğrultusunda hareket ediyorlar ama…
Batı…
Dini, imanı, namusu, kısacası her şeyi para olan…
Kükremesi ile yeri göğü inleten ama aslında dişsiz ve yüreksiz olan bir kaplan(!)
Buna rağmen elindeki ekonomik gücü iyi kullanan, geleceği görmeye çalışarak teraziye koyan, hep menfaatleri doğrultusunda hareket eden, unutmayan ama gerektiğinde tekrar gündeme getirmek üzere ertelemesini bilen, adımlarını iyi hesaplayan bir >>> değerler <<< topluluğudur. Bu da iki!

Doktor dediğin…
Belirtilere bakıp da…
Hastalığın teşhisini doğru koyarak tedaviyi yanlış uygularsa olmaz…
Hastalığın teşhisini yanlış koyarak tedaviyi doğru uygulaması mümkün olmaz, olursa da şans olur…
Ancak…
Hastalığın teşhisini doğru koyarak tedaviyi de doğru uyguladığında başarılı olur!

Okuyorum…
Ve okuduklarıma zaman zaman şaşıyorum…
Bir şeyi yoktan var etmenin zorluklarını sanırım hepimiz kendi hayatlarımızdan biliyoruzdur. Var olanı geliştirerek, değiştirerek daha verimli, bereketli bir hale getirmek – yoktan var etmekten – çok daha kolaydır!

Doğrudur…
Bizler, yani doğulu insanlar bugün yer bugün yaşarız, çok azımız yarınlarını düşünür. Daha önce de defalarca dile getirmeye çalıştığım gibi, batı menfaatleri doğrultusunda uzun vadeli planlar yaparak hayata geçirir. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemez! Bu bağlamda bir takım hamleleri olmuşta olabilir ancak siyaset dediğin satranç misali bir zekâ, öngörü ve hamleye hamleyi engelleyerek rakibini zora sokacak adımı atma - karşılık verme, kısacası strateji “oyunudur”.
Şu bir gerçek ki batı kendi ideolojisini yani Kapitalizmi korumak için Sovyetler Birliğinin etrafında hali hazırda mevcut olan ve uyuyan bir yılanı kullandı. Düşman bildiğinin etrafı zaten bu yılan yuvalarıyla bezeliydi. Özellikle Afganistan bu yılanların beslenip büyüdüğü ortama zemin hazırladı. Ama batı bu yılanı yaratmadı, bu yılan zaten hep vardı, uyuyordu – hareketsizdi, güçsüzdü!

Arkadaşlar kendimizi aldatmayalım, kendimizi kandırmayalım…
Atatürk milli mücadele yılarında emperyalist güçlere karşı mücadele etti…
Doğru…
Peki, Atatürk aynı zamanda Vahdettin’in hangi ordularına karşı da savaşmak zorunda kaldı?
O ordulara ne deniyordu?
Kubilay’ı kim ne uğruna şehit etti?
Tekrar ediyorum…
Arkadaşlar kendimizi aldatmayalım, kendimizi kandırmayalım…
Bu yılan hep vardı…
Hep olacak…
Bu yılan ile yaşamasını öğrenmeli…
Dişlerini kırmasını, zehrini akıtmasını önlemenin yollarını aramalıyız…
Demek ki neymiş?
Düğmeye Sebastian değil biz başmalıymışız!

                                                                      ***

12.01.2015

 

Paçalarınızdan akıyor cici hanımlar, efendiler

 

İnsanlık yürüdü (Hürriyet)…

Pour la libertè (milliyet)…

Teröre karşı omuz omuza (Sabah)…

Hep böyle olsa (Post)…

Birlikteyiz (Vatan)…

AB uyarı hazırlığında (Zaman)…

Özgürlük için (Cumhuriyet)…

Korkmuyoruz (Taraf)…

Paris’te omuz omuza (Haber Türk)…

Paris dayanışması (Yeni Şafak)…

Teröre karşı tek yürek | Cizre’yi karıştıran “hendek” ziyareti (Star)…

Paralel polis BDP’ye çalışmış | Teröre karşı 6 milyar (Aksam)…

Tek yürek (Türkiye)…

Güneydoğuda artık devlet yok | Teröre karşı tarihi yürüyüş, dünya kınadı (Bugün)…

İyi bak Murdoch (Takvim)…

Nükleer rapora sahte imza atılmış | 50 Kent birden ayağa kalktı | 1 milyon Charlie Hebdo (Bir Gün)…

Borca battık | Paris’te teröre kari kol kola yürüdüler (Milliyet)…

Milyonluk dayanışma (evrensel)…

Avrupa ayağa kalktı (Aydınlık)…

Milyonlar yürüdü, tek çıkış yolu demokratik ulus (Özgür Gündem)…

Aynaya bakmadan yürüdüler… Hem de terör bahanesiyle İslam’a karşı bu yürüyüş nereye?  (Milli Gazete)…

Ya AKP bitecek ya da Türkiye batacak | Yüreğin yetiyorsa Cizre’ye git (Orta doğu)…                      

Amerika’ya iade resti | Fırtınada av faciası | Teröre lanet (Güneş)…

Terörist başı Ankara’da MIT’le görüşmüş | Halkın yüzde 56’si iktidara güvenmiyor | Davutoğlu cumhuriyet yürüyüşünde (Sözcü)…

Asrın dayanışması (Yurt)…

Nükleer Türkiye’yi uçuracak | Paralel ihanetin belgesi | Paris’te teröre lanet yürüyüşü ( yeni Akit)…

Devremülk tezgâhı | Vekillerimiz oyuna gelmez | Paris’te yürüdüler | Affetmeyeceğiz (Vahdet)…

Saldırının arkasında hangi devlet var? (Yeni Asya)…

Yüzde 10’luk baraj büyük risk | dört eski bakanla ilgili son oylama (Yeni Mesaj)…

Yemeyenin malini yerler (şok)…

Dünyayı taşıdı | Terör insanlık suçudur (Milat)…

 

Paris katliamından sonra, pazar günü Paris’te yapılan yürüyüşün ardından…

Türkiye Cumhuriyetinde yayınlanan gazetelerin manşet ve sürmanşetleri.

    

Utan!

Tabi utanmasını unutmadıysan?

Duyarsız, duygusuz, bilgisiz, bilinçsiz, tepkisiz…

Bencil insan…

Birlik nedir, ortak değerlere nasıl sahip çıkılır…

Öğren!

 

Polisin, askerin…

Senin insanın öldürülürken…

Senin işçin evine ekmek götürmek için canından olurken…

Utan!

Tabi utanmasını unutmadıysan?

Duyarsız, duygusuz, bilgisiz, bilinçsiz, tepkisiz…

Bencil insan…

Birlik nedir, ortak değerlere nasıl sahip çıkılır…

Öğren!

 

Hırsızları…

Baş tacı eden sen…

Haksızlık, adaletsizlik karşısında sesini çıkarmaya yine sen…

Paçalarınızdan akıyor cici hanımlar, efendiler...

Utan!

Utan ve öğren!    

                                                                        *

Gün gelip uyanacaksın

Kıçında kalan son donu elinden aldıklarına...
Gözünün önünde karını, kızını becerdiklerinde...
Uyanacaksın ama o zaman çok geç olacak!

                                                                        *

:)

İnsanı güldürüyorsunuz...
Web sitelerini hackleyenler genelde script kiddie denir...
13 yaşında çocuklardır...
Facebook veya Twitter hesaplarını hacklemek çocuk oyuncağı...
Amerikalı askeriyenin Twitter hesabını hacklediniz diye kendinizi adam mi sandınız?
Birde artık tüm askeri üslerdeyiz diye hava atıyorsunuz...
Bankaların...
Sigortaların...
Pentagonun güvenlik duvarlarını, mekanizmalarını aşında boyunuzun ölçüsünü görelim!!!

                                                                      ***

13.01.2015

Aydınlık gazetesi yazarlarından Mehmet Ali Güller

 

Sayın Güller,

 

Gezi olayları esnasında gazetenizin sürekli okuyucularındandım. Tıpkı o günlerden kalma başta Halk TV olmak üzere Ulusal Kanalı da sürekli izlediğim gibi. Gazetenizin siyasi görüşünü paylaşmasam da gazetenizin ve Ulusal Kanal’ın sergilediği ulusal duruşu açısından benim için önem ifade etmektedir. Bu sözlerim Sayın Doğu Perinçek içinde aynı oranda geçerlidir.

Günlerden beri sözü dönüp dolaştırıp emperyalizme getirerek kahredici olayların semptomlarıyla  (belirtileriyle) uğraşmaktasınız. Kimse, hiç kimse benim batı savunuculuğu yaptığım izlenimine kapılmasın. Bu doğru değil! 

Bugün Aydınlık gazetesinin Avrupa baskısındaki makalenizi okudum ve yine belirtilerle uğraştığınızı üzülerek okumak zorunda kaldım. Size soruyorum, bir deyişi biraz değiştirerek:

 

Ev sahibinin hiç mi suçu yok?

Kendi düşen ağlamamalı!

 

Not: Görsel medyaya da buradan bir gönderme yapmadan geçmek istemiyorum. Daha bir iki gün önce on binlerce insan Almanya’da, Müslümanlarla, yabancılarla barışçıl, birlikte yaşamak istedikleri için sokaklara döküldü. Aşağıda yayınladığım karikatürde saldırıya uğrayan derginin kapağı, bir milyon baskıyla yayın hayatına devam edecek VE başlığını da >>> Her şey affedilebilir <<<  gibi anlamlı bir cümle atarak!

                                                                        *

Doğruya doğru diyemeyenler

 

Bir Atatürk milliyetçisi olarak…

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyi bir görev bilirim!

Çünkü ancak bu doğrultuda hareket edildiğinde toplum olarak bir yere varabilirsiniz. Birey olarak herkesin kendine göre doğruları, yanlışları olabilir ama toplumsal düşünüldüğünde, uygulamada zorluklar yaşarsınız. İstikamet, toplumsal kabul ile belirlenmelidir.  Herkesi yüzde yüz aynı çizgiye çekmeniz mümkün olamaz. Bu yüzden insanız, her birimiz bireyiz!

 

Eğer kediye kedi…

Katile katil…

Hırsıza hırsız diyemeyeceksek…

Nerede kaldı insanlığımız, özgürlüğümüz, dürüstlüğümüz?

 

Ekte 4 eski bakan hakkında fezlekeler ve AK(lanma) raporunu bulabilirsiniz.

  

Son bir not:

Biliyorum…

Padişah…

Peygamber…

Tövbe, tövbe Allah…

Dünya lideri benzetmeleriyle…

Kendini bir bok zannetmeye başladın(!)

 

Dünkü “gösteriyi” bu bağlamda değerlendiriyorum. Ancak…

İnan bana…

Değil yeni bir dönemin Neo – Osmanlının…

Sen Osman Gazinin sıçtığı bok bile olamazsın!!!

 

17 ARALIK OPERASYONU BAKANLAR FEZLEKESİ

25 ARALIK OPERASYONU FEZLEKESİ

TBMM Yolsuzluk Soruşturma Komisyonu Raporu.pdf

                                                                      ***

Hak, adalet dediğin iki tarafı keskin kılıç

 

Devlet ve bu devlette…

Birlikte yaşayan insanların bir bölümüne böyle, diğerlerine şöyle adalet “dağıtamasın”…

Biri için geçerli olan neyse diğeri için de geçerlidir…

Nokta!

 

Buna rağmen…

Adalettin terazisini şaşırtırsan…

O iki tarafı keskin kılıç kan akıtır…

Can yakar!

 

Okumanızı tavsiye ederim;

Türkiye’nin insan hakları alanındaki gerilemesi ve reform önerileri

                                                                      ***

14.01.2015

 

Ben tavuk kesemezken herifler çocuklara insan infaz ettiriyorlar

 

Türkiye’de işler karışık…

AKP ile büsbütün altından çıkılmaz bir hal aldı…

Müslümanın lobisi yok, sahi neden yok?

Neden Müslüman coğrafyası geri kaldı?

Neden? Neden? Neden?

 

Misal…

Herif dün çıktı:

"12 milyon insan katledildiğinde ses çıkarmayan insanlığın, sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik" dedi…

Bunu söyleyen kim?

Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Başkanı…

Ve…

Dönemin Başbakanı…

Dönemin Cumhurbaşkanı…

Hepsi aynı zihniyetin ürünü(!)

 

Sizin gibiler değil mi kutsal dinimizi bu hale getirenler?

Sizin gibiler değil mi dini kendi sapkın hayalleri uğruna özünden saptıranlar?

Sizin gibiler değil mi dini kendi şahsi ikballeri, menfaatleri uğruna kullananlar?

Suçu…

Ve bu sözlerim hepimize…

Kendinden başka herkeste ve her şeyde arayanlar?

Sizin gibiler değil mi?

Evet, elbirliği ile nasıl Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu…

Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yıkılışını izlemek ile yetiniyorsak…

Şimdi de yüce dinimizin yıkılarak yerine başka bir şeyin, “değerlerin” kurulmaya çalışılmasını izlemekle yetiniyoruz!

 

Beni üzen…

Çileden çıkaran bu riyakârlığınızdır!

     

Sen bu devletin…

Sen bu diyanetin başında değil misin?

Sen bu ülkenin, bu toplumun, bu inancın bir parçası değil misin?

Hile-i şerriye ile…

Dine değil kendinize, düşüncelerinize, zihniyetinize uygun çareler üretiyorsunuz…

Üretilmesine izin veriyorsunuz?

 

Beni üzen…

Çileden çıkaran bu riyakârlığınızdır!

 

Sizin için parmağını oynatan…

Size doğru bildiğini, doğru olduğunu değişik kaynaklardan teyit ettikten sonra yazanın…

Ben kafasına sıçayım!

 

Ne haliniz varsa göründe diyemiyorum…

Ama…

Sizler artık Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün güvendiği, bildiği insanlar değilsiniz…

Ben bu yeni Türkiye’nin, yeni CHP’nin, yeni İslami anlayışın…

Bu milletin, bu dinin bir mensubu değilim…

Olamam!

                                                                      ***

15.01.2015

 

Sultan I. Mahvettin ve 3 ısrarı

 

3Y…

Yani Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar…

3Ç…

Çocuk, Çocuk ve Çocuk!

3, 3 ve yine 3…

Allah’ın hakkı 3!

 

Padişahım haşmetlim…

Yoksullukla mücadele dedin, vallahi pes dedim. Yoksullukla o kadar güzel mücadele ettin ki

seni izleyenlerin nefesini kestin. Eşi benzeri görülmemiş öngörün ve aldırdığın tedbirler sayesinde ölmelerinde mahsur görülmeyen amele sayısında önemli bir gerileme kayıt edildi.

Yetmedi,  Avrupa’nın yine yetmedi dünyanın en büyük adalet saraylarını diktin ki kullarına adalet dağıtıla. Gerçi adalet saraylarının damı akıyor ama olsun…

Burası Türkiyelilerin ülkesi, olur böyle şeyler Padişahım haşmetlim sen sıkma o kıymetli canını…

Çünkü sen, yeni yeni iş sahaları açtın ki kulların işsiz kalmaya…

Doğusundan batısına…

Gardiyanlar, hâkimler, savcılar, polisler ve daha niceleri senin sayende baltaya sap oldular…

Her yerde iş imkân olduğu halde, işverenler küçüğü ile büyüğü ile el pençe divan…

Gelsin de dolgun maşla yanmada çalışsınlar diye beklerken…

Nankör, terbiyesiz, reziller…

Sokaklarda gezen, orda burada pinekleyen…

Bir kaç üniversite bitirmesine rağmen canı çalışmak istemediği için…

Sana başkaldırma cüreti gösteren çapulcuları yaka paça yaptırdığın saraylara davet ettin…

Ha bu arada bir kaçının gözü kör oldu, öldü, yaralandı ne önemi var?

Sen onları, onlar için özel olarak yaptırdığın adalet saraylarına davet ettin ya, önemli olan o! Utanmaz, arsızlar daha ne istiyorlar?

Heriflere özel olarak misafirhane niteliğinde hapishaneler yaptırmana, onları orada ağırlamana rağmen yine mutsuzlar, yine mutsuzlar. Sen onlara aldırma Padişahım haşmetlim…

Onlar mutsuz eşek…

Eşek işte eşek!

Kulların yaptırdığın misafirhanelerden, orada ağırlanmaktan o kadar mutlular ki bak hepsi dolup taşıyor. Ekmek elden, su gölden ooh yan gel yat! Anlamaz bunlar iyilikten Padişahım haşmetlim sen onlara aldırma. Bak sokaklarda yoksul kalmadı hepsi misafirhanende veya sen onların ayağına ihtiyaçlarını gönderiyorsun. Ama bunu görmezler veya görmezden gelirler namussuz pezevenkler!

   

Ancak anlamadığım bir şey var Padişahım haşmetlim…

Yolsuzlukla mücadele dedin, yolsuzluğun âlâsı senin hükümetin döneminde yaşandı. Bugüne kadar daha kimse bu kadar çok çalmaya cüret etmemişti. Biliyorum korkusuzsun, yiğitsin ama el insaf be padişahım haşmetlim, gözünü toprak bile doyuramayacak, bu kadar serveti cariyenizin  neresine sokacaksın? Sığmaz ki değil mi ama?

Gel sen bu hırstan vaz geç, ayıp oluyor vallahi!

 

Ve yaksalar…

Ah be Padişahım haşmetlim…

Neydi o senden önceki rezillikler?

Ah Padişahım haşmetlim, ah…

Vallahi imanımızı gevretiyorlardı bu laik Allahsızlar…

Ümüğümüze ümüğümüze basıyorlardı…

Sen geldin de…

Rahat bir nefes aldık…

Artık her yerde istediğimiz gibi dolaşıyoruz…

Yasak masak kalmadı…

Her şey sütten çıkmış AK kaşık gibi…

Ar namus hak getire…

Ha o bir kaç ufak tefek yasaktan da ne olur canım?

Nerede görülmüş sınırsız özgürlük?

 

Şaka bir yana…

Padişahımız I. Mahvettin ve yandaş – yoldaşın marifetleri…

Aşağıda yayınladığım istatistiği doğru okumak gerek…

Kullanıcı veri talepleri ve söz konusu hesaplar sizi yanıltmasın…

Önemli olan…

Bazı verilerin üretildiği isteklerin yüzdesidir!

 

Internet…

Kullanmasını bilene zengin bir kaynak teşkil eder…

Yalan, yanlış, doğru her şey var internette…

Ve demokrasi ile yönetilen hukuk devlerinde…

Kamu düzenini korumak, suçu veya suça iştiraki önlemek amacıyla talepler gelebilir…

Örneğin…

ABD veya Almanya’da resmi kurumlar tarafından gelen taleplerin çoğu ırkçılığı önlemek amaçlıdır…

Ve en önemlisi batı demokrasilerinde talep somut deliler ile desteklenir…

İşte somut ile soyut…

Algı ile gerçekler arasındaki bariz fark…

Tabi anlayabilene!

 

Not: Birçok arama motoru ve sosyal medya böyle istatistikler yayınlar.    

 

http://www.google.com/transparencyreport/userdatarequests/countries/?hl=tr

                                                                      ***

Ağır yük helikopteri

 

AK Saraya ağır yük helikopteri tahsis edilecekmiş…

AK Saray ağır yük helikopteri ne yapacak diye sormayın…

Ne yapsın garibim…

Çaldığı tonlarca para…

Ağır yük helikopteri lazım!

                                                                        *

Taşlar yerine oturuyor

 

Bundan birkaç gün önce bir haber vardı…

AK saraya yüksek güvenirlikli oda yapıldı diye…

Hata resimleri bile yayınlandı…

Eh bugünde askeriye için alınmak istenen ağır yük helikopterlerine…

Özel olarak AK saraya tahsis edilmek üzere bir ağır yük helikopteri daha eklenince…

İnsanın aklına zorunlu olarak iki kere ikinin dört ettiği gibi söyle bir senaryo geliyor…

Yok, yani resimler gerçek ise…

Görüntülere baktığınızda devlete ait dosya, kâğıt falan konmaz oraya…

Bu gibi şeyler için özel dolaplar, kasalar var…

Raflara ancak ayakkabı kutularında para koyarsın(!)…

Gerçi herifler bavul ile para taşımaya veya bali bali paraları yerler koymaya alışık ama…

Yok, oraya sığmaz!

Eh adamlar tedbirli tabii…

Kolayımı o kadar parayı bir araya getirmek?

Günü geldiğinde…

Akılları sıra…

Yükle fakir – fukaranın, garip – gurebanın parasını ağır yük helikopterine…

Tüy gitsin de…

Akıl fukaraları…

Her halde böyle durumlar için geçerli olan uluslararası yasalardan…

Ve bu yükümlülüklere bağlı olan devlet geleneklerinden haberleri yok…

Yakın ilişkide olduğu Araplar bile mevzu para olduğunda yüz seksen derece dönüş yapabilirler…

Neyse…

Padişahımız I. Mahvedin…

Yaptıkları ve yapması gerektiği halde yapmadıklarının yanına kâr kalacağını sanıyorsa aldanıyor…

Zübüklerin sonu ya hapistir…

Ya da darağacı!

                                                                      ***

16.01.2015

Endişeliyim

 

Cihanşümul…

Padişahım, hünkârım, haşmetlim…

Yılardan beri lisan-ı münasip ile meramımı anlatma gayretindeyim…

Ama bir türlü anlatamıyorum!

 

İnsanlarımız senin gibi değiller ki…

Sen lep demeden leblebiyi anlayan…

Sen engin bilginle ulemaları, âlimleri bile şaşırtan…

Hiddetinle yeri göğü inleten…

Hitabet sanatının doruğuna erişen…

Sen…

Ah…

Cihanşümul…

Padişahım, hünkârım, haşmetlim…

Adam gibi adamım…

Uzun boyunla diğerlerini cüce gibi gören…

Senin için Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Allah’ın vasıflarını toplamış lider diyorlar…

Ama bence az bile diyorlar…

İnsanlarımız senin değerini anlayamıyorlar…

Ah…

Cihanşümul…

Padişahım, hünkârım, haşmetlim…

Sen ki bir zamanlar Selamsız’da at ve eşek eti pazarlayan…

Sen ki cebi delik, donu yırtık dolaşan…

Ama hep vakur, hep bilgili, hep ne istediğini bilen…

Sen…

Rabbimize şükürler olsun…

Pensilvanyaya bile sormadan…

Senin yüksek maneviyatın keşif edildi…

Ve sen ne hacı – ne hoca diyerek…

Hatta bir zamanlar beraber yürüdüğünüz o mübarek yolda…

Profesöre bile çelme atarak devletin zirvesine geldin(!)      

         

Ah…

Cihanşümul…

Padişahım…

Haşmetlim…

Hünkârım…

Çok endişeliyim…

O mübarek yoluna kurban olayım…

Yapma!!!

Lütfen yapma…

Biliyorum…

Sen cömertsin, sen lütuf etmeyi bilirsin…

Güneydoğu sınırlarımızı ite kopuğa hibe etmekten geri durmayacaksın…

Ama bana inan sen o kadar büyüksün ki…

Türkiye’nin sınırları sana dar gelir…

Türkiye, Türkler nedir ki?

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla…

Sen başkanlığa değil…

Halifeliğini ilan edip…

Müslüman âleminin başına geçmelisin…

Sen buna laiksin…

Gâvura…

O laik it sürüsüne haddini bildirmelisin!

 

Göt kılı, dalkavuk olmak böyle bir şey olsa gerek(!?)   

                                                                      ***

17.01.2015 

Kullanılıyorsun ey halkım uyanık ol

 

Tüm araştırma ve derleme hengâmesinde…

Türk toplumunu oluşturan köken ve inançları da incelemeye çalıştım…

İlginçtir ki etnisite bakımından toplumunun ikici en kalabalık kesimi olan Kürt kökenli vatandaşlarımız hakkında güvenilir kaynaklara dayalı, bilimsel çalışmalara pek nadir rastlamış olmamdır. Bu tabi bir şey ifade etmeyebilir ama inanın derinlemesine araştırdım. Bulduğum nadir kaynaklardan çıkardığım ortak sonuca göre Kürtler tarihleri boyunca beş devlet kurmuşlardır. Bu devletlerin ömrü ise diğerler devlet kuran toplumlarla kıyaslandığında pek uzun olmamıştır. Ama asıl ilginç olanına henüz gelmedim. Bilindiği üzere internet bir “bilgi” deryasıdır!

Ancak bu “bilgilerin” doğruluk oranı akıl almaz derecede düşüktür. Bazı internet siteleri Kürt tarihini 3000 sene öncesine kadar götürmekle kalmayıp birde beylik (prenslik) ile devlet kavramlarını birbirine karıştırmaktadır. Müsaadenizle bu iki kavramı biraz açmak istiyorum. Çağdaş tanımlamaya göre beylik coğrafi açıdan belirli bir bölge ve “dar” bir alan içeresinde bir arada yaşayan insan topluluğu ve bu topluluğun bir kitle, aile veya kişi tarafından yönetildiği olarak tanımlanmaktadır*. Mesela bu Avrupa’da büyüklü – küçüklü bir şehir olabiliyordu1. Bu açıdan tarihe bakıldığında ve yine ortak kanıya göre Kürtler 16 beylik kurmuştu. Ancak bugünkü tanımlamayla veya bildik şekliyle buna devlet denilebilir mi bunu sizlerin takdirinize bırakmak istiyorum*.

Bugün bildiğimiz şekliyle devlet kavramı ise Fransız devrimi ile şekillenmeye başladı. Buna göre devlet demek, toprak bütünlüğüne bağlı siyasal bakımdan örgütlenmiş (mesela kurum ve kuruluşları olan) millet veya milletler topluluğudur ve tüzel kişiliğe sahiptir. İmparatorluk ise bambaşka bir şeydir. Tanımı ise şöyledir: “Kendi” topraklarında oturan çeşitli milletleri egemenliği altında toplayan devlet biçimi2.  

 

Bu tanımlama ve açıklamaları yaptıktan sonra şu ayrıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum…

Kendi mevcudiyetlerine, ideolojilerine meşruiyet zemini hazırlamak isteyenler tarihi gerçekleri çarpıtmaktan çekinmezler. Bunun en bariz örneği dinciler ve PKK’dir!

Dincileri bilmem ama PKK yönetimindekiler akılı çocuklar…

Dikkat çeken ateş hattına atılan…

Kim vurduya gidenlerin hep senin, benim, okumamış, toplumun alt tabakalarından gelen çocukların olduğudur!      

Ey halkım…

Sen canını sokakta mı buldun?

Kullanılıyorsun ey halkım uyanık ol!   

 

* Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre: tarih Merkeze tam bağlı olmayarak bir beyin yönetimi altındaki ülke, emîrlik, emaret, mirlik. "Sonunda bütün bu beylikler Osmanlı İmparatorluğu'nun bayrağı altında toplandı." - C. Uçuk     

1. Lihtenştayn, Monako, Vatikan gibi

2. Bkz. Türk Dil Kurumu

                                                                      ***

18.01.2015

 

Güzel gözler ile volkan bölgesinden deprem bölgesine bir bakış

 

Ne dememiştik…

Coğrafya, o bölgede yaşanan toplumların kaderini belirlemekle kalmaz bilakis toplumların karakteristik yapısını da etkiler. Durum böyle olunca özellikle son dönemlerde Türkiye’de her gün siyasi veya toplumsal bir depremin yaşanmasına şaşmamak lazım.   

Türkiye’nin bir deprem bölgesinde yer aldığını artık sağır sultan bile duydu ama mesela Almanya’nın bir volkan bölgesi olduğunu biliyor muydunuz? Ben mesela 1800 metre altımda bir volkan üzerinde yaşıyorum. Tabii bu volkanlar söneli milyonlarca yıl olmuş. Bana 10 kilometre uzaklıkta olan Wiesbaden, kaplıca tesislerinin bulunduğu bir yerleşim yeridir ve bu bakımdan tarihi özelliklere sahiptir. “Şifalı ve sıcak su” yerin 1800 metre altından fışkırıyor. Dedik ya coğrafya, o bölgede yaşanan toplumların kaderini belirlemekle kalmaz bilakis toplumların karakteristik yapısını da etkiler diye, işte Almanlarda volkan misali bir patladı mı pir patlıyor. Etrafında ne var ne yoksa yok ediyor. Bakınız I. Ve II. Dünya savaşlarına(!).

Ancak Almanların, Türklere nazaran daha birçok farklı özellikleri var…

Mesela son günlerde…

Bir Alman milletvekili kız arkadaşını “hırpaladı” diye dokunulmazlığı kaldırılarak yargılama sürecinin kapısı açılıyor. Dikkatinizi çekerim kadın şikâyetini geri çekmiş ve ikisi yine beraber yaşamaktadır!

Veya ki salt bu ismi duymak bile tepemin tasını attırmaya yetiyor…

Alman milletvekili Cem Özdemir, balkonunda çekilen bir videoda kenevir bitkisi (uyuşturucu yapımında kullanılıyor) ile görüntülendi diye dokunulmazlığının kaldırılma aşmasında…

Türkiye’de…

Çal, çırp, sat, öldür, ölüme sebebiyet ver, görevi kötüye kullan, görevi ihmal et, kadın döv – öldür…

Fark etmez ne yaparsan yap…

Yine AKlanıyor veya hiç takibata uğramıyorsunuz…

Ne âlâ memleket değil mi?

 

Neyse gelişmelere güzel gözler ile bakmak lazım…

Etraf güllük gülistanlık…

Pardon, etraf tabii ki lalelik de…

Anlamadığım bir şey var…

Sen kendi askerini…

Milletinin evlatlarından oluşan ordunu…

Milli iradeye, milli olana bu kadar saygılıyken…

Nasıl oluyor da önce askerini … … sokuyor…

Sonra hiç utanmadan, sıkılmadan, göstermelik…

Tarihini canlandırmaya çalışıyorsun…

Her tarafınız takiye, her tarafınız sırıtıyor…

Yeter be!!!

Sizin bu yüce milleti dünya kamuoyu önünde bu kadar rezil etmeye hakkınızda, yetkinizde yok!

                                                                      ***

19.01.2014

 

Melekler ve şeytanlar

 

Şeytanın bir özelliği de kılık değiştirerek…

İnsanları daha kolay kandırabilmesidir…

Türkiye’nin büyük şeytanı da böyle yapmıştır…

Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi diyerek…

İleri derecede gücü kendi üzerinde toplamayı başarmıştır!

 

Bugün ayın 19’u…

Melekler izleye dursun…

Büyük şeytan, küçük şeytanlarla…

KaçAK sarayda…

Divan-ı Hümayun’u toplama aşamasındadır…

Tüm şeytana tapanlara hayırlı olsun!

                                                                      ***

20.01.2015

 

Halk biziz

 

Almanya’da böyle çınlıyor bazı sokaklar…

Kentin başka bir semtinde insanlar onlara karşı sesiz, vakur yürüyüşlerini sürdürürken!

 

Kendi memleketlerini karıştırdıkları yetmiyor…

Âlemin sokaklarında o eşi benzeri görülmemiş…

Kendi yaratıkları İslami anlayışı zorla Almana kabul ettirmeye çalışarak…

Çıktıkları mağaralardan…

Alman toplumunu da bölmeyi başardılar!

 

Evet, siyasal İslam ve temsilcileri…

Almanya’da Nazilerin, yabancı düşmanlarının ve İslam karşıtlarının ekmeklerine yağ sürerken…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti sokaklarında…

Sözde milli irade gösterileriyle…

O iğrenç, itici ve çirkin…

Menfaatperest ve maneviyattan çok maddiyata dayalı varlıklarıyla arzı endam ediyorlar!

 

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın özdeyişini adeta perçinlercesine…

Sesiz çoğunluk orada da, burada da izlemekle yetiniyor!

 

Halk…

Bir tarafta…

Sokaklara çıkıp gösteri yapan…

Kafatasçılar mı? 

 

Yoksa…

Başında siyasal İslam’ın simgesi türban takan, peçeye bürünen kadın müsveddeleri…  

Sırtlarında cüppe, başlarında sarık…

O koca koca sakallarıyla bedava Kur’an-ı Kerim dağıtan herifler mi?

 

Belki de evlerinde oturup…

Olan biteni sesiz sedasız izleyen…

İsteseler bu zibidileri tükürükleriyle boğabilecek çoğunlukta olan insanlar mı halk?              

 

Halk kim?

Milli irade kimin?

Kimin tarafından temsil ediliyor?

Ediliyor mu acaba?

                                                                        *

Ah şu analar

Ah şu analar, fedakar analar...
Ah şu analar ne yiğitler doğurduğu gibi...
Eşi benzeri görülmemiş .r.spu ç.cukları da doğurabiliyor!

                                                                        *

Akla ziyan

Herif açıklama yapıyor...
Başbakan...
Başbakan yardımcısı...
Genelkurmay Başkanı...
Cumhurbaşkanı...
Dinlenmişmiş, hem de kriptolu telefonları ile...
Bir - iki kez de değil(!)
Hepsine eyvallah diyeceğim geliyor ama...
Ulan MIT, yani Milli İstihbarat Teşkilatı...
Genelkurmay Başkanı nasıl dinlenebiliyor?

Siz bu devletin yönetiminden sorumlu kişiler değil misiniz?
Yoksa para çalmaktan, yandaş ve - yoldaşa koltuk çıkmaktan...
Bitap mi düğüyorsunuz da görevinizi yerine getiremiyorsunuz?

                                                                      ***

21.01.2015

Bana bak Kılıçdaroğlu

Sen gerçekten salak mısın yoksa salağa mi yatıyorsun?
Dünkü yolsuzluk oylamasında, AKP fireleri AKP'li milletvekillerinin içeresinde vicdan sahibi dürüst insanlar olduğunu göstermiyor...
Abdullah Gül ekolünden geldiklerini...
Bir nevi "paralelci" olduklarını göstermektedir(!)

Sen bu kafayla gerçekten Y-CHP'de olsa bu partiyi yönetebileceğinden emin misin?

                                                                        *

İki Meryem bir Isa

Ve toprak…
Tanrının elinden şekillenerek Adem yaratıldı…
Ve Allah kadını yarattı…
Erkeğin başına bela olsun diye değil (!)
Ona eş ve yoldaş olsun diye…
Ve Allah kadını yarattı…
Erkek eşini köle gibi kullansın, onu ezsin diye değil (!)
Tam aksine birbirlerini tamamlayarak birlikte yaşasınlar, üresinler diye!

Ve Allah kadını yaratmak için…
Adem’i uyutarak kaburgasından Havayı yarattı…
Ve Hava…
O cennet bahçelerinde…
Tek yasaklı meyve ağcının önünde şeytana aldanarak, elmayı aldı…
Aldı ve Adem’e sundu…
Ve Adem şeytanın elmasını ısırmakla Hava’nın günahına ortak oldu…
Yaradan, buna kızarak ikisini de cennet bahçesinden kovdu!

Söz ağızdan bir kere çıkar…
Ve verilen söz tutulmalıdır!

Bundan bir zaman önce değerli bir kadın okuyucum bana bir soru yöneltmişti…
Allah’ın…
Yaratıkları arasında fark gözeteceğini, gözetebileceğini kesinlikle düşünemiyorum bile…
Hacı, hoca veya ulema değilim…
Ahkâm falan kesmekte istemiyorum ama…
Din konusunda…
Hangi Hak dini olursa olsun hiç fark etmez, bilimsel bulguları ilgiyle takip ederim…
Bilimin ve mantığın ışığında…
“Allah’ın yaratıkları arasında fark gözetip – gözetemeyeceğini” değerlendirmeye çalışarak…
Son kararı size bırakmak istiyorum…
Çünkü bu bir inanç meselesidir ve inançlara saygı göstermek durumunda ve zorundayız!

Ama önce bazı ön kabulleri sıralamak istiyor…
Bu ön kabulleri şimdilik de olsa benimsemenizi rica ediyorum, istendiği veya gerek görüldüğü hallerde bu ön kabulleri tartışmaya hazırım.

1. Komşu komşunun külüne muhtaçtır
2. İnsanlık gelişiminde, insanoğlu birbirinin etkisinde kalmış veya esinlenmiş olup daha geniş kitlelere hitap edebilmek için bazı “yanlış” inançlara taviz vermek suretiyle bu kitlelere ulaşmaya çalışmıştır.
3. Hayvanlar koklaşa koklaşa insanlar konuşa konuş anlaşır der atalarımız. Dil, dolayısıyla o dili oluşturan kelimeler süreç içeresinde anlam itibarıyla değişime uğrayabilir, kaybolabilir veya o kelimenin yerini başka bir kelime alabilir.
4. Hak dinlerinde kaleme alınanlar, özellikle ama Allah’ın kelamı olarak bilinen kitaplarda yazılanların çoğunlukla sembolik yani simgesel bir anlamı olduğunu ve tasvirlerinin bu “işin” doğru dürüst eğitimini yapmış kişiler tarafından yorumlanması gerektiği bilmek gerek. Aynı zamanda bundan binlerce yıl öncesinin ataerkil bir dönem olduğunun da bilincinde olmak faydalı olabilir. Çünkü “o zamanlar evren erkeklerin etrafında dönüyordu(!)”

Artık konumuzu açmaya başlayabiliriz…
Yukarıda özetlemeye çalıştığım yaratılış rivayetinden bile bir takım sonuçlar çıkarmak mümkündür. Buna göre:
- Mevla’m önce erkeği yaratmıştır. Yani erkek birinci sıradadır…
- Kadını yaratmıştır ki erkek yalnız kalmasın diye. Yani kadın ikinci sıradadır…
- Kadını, erkeğin kaburgasından yaratmıştır. Kadın erkeğin bir parçasıdır, parça olarak bütünü kapsaması mümkün değildir…
- İlk olarak kadın Allah’ın yasağına karşı gelmiş ve Adem’i de yanıltarak suç ortağı yapmıştır. Yani kadın günahkârdır!

Bu yaradılış rivayetinin, çıkarılması gereken dersler açısından, üç Hak dininde, üç farklı yorumu var. Bir rivayet üç yorum(!) Hristiyan inancı nicelik açısından en yaygın olanı, dolayısıyla bilimsel olarak da en çok irdelenenlerden biridir. Bu yüzden başlığı Bir Isa iki Meryem seçtim, Hristiyan inancından, bilimsel bulgulardan yola çıkarak bir önceki ve bir sonraki dini “uygulamaları” yorumlamaya çalışarak! Daha kolay okunabilmesi için ben Hz. İsa’yı anlatırken, siz ister Hz. Musa ister Hz. Muhammed’i yerine koyarak okumaya çalışın ve lütfen okuduklarınız üzerinde düşünün.

Düz hesap…
İki bin yıl önce Hz. Isa, insanları Allah yolunda onu takip etmeleri için davet etmeye başladığında bu davete icabet edenler yalnız erkekler değildi. Zaten mantıken de olamazı…
Şöyle ki, birileri… İnsanların ilgisini çeken bir şeyler söyleyecek ve buna yalnız erkekler kulak verecek öyle mi? Ve Hz. İsa’yı takip eden, ona kulak veren… Yolunda diğerlerine önderlik eden kadınlar yüzyıllar içeresinde cinsiyet değiştirmeye başlayarak kayıplara karışacaklar(!?)
Bu nasıl olur? Olur, olur bal gibi olur!!!
Çünkü erkekler kabul etmek istemeseler bile, kadının öyle bir gücü vardır ki…
Kadının kalbini kazanan kim olursa olsun…
İster siyasetçi, ister din adamı veya mesela bir fabrikatör…
O kalp her hanede gizli – saklı veya açıktan açığa faaliyet gösteren ajan misali…
Onun için çalışacaktır! Bu olguyu nedenlerden biri olarak kabul ettiğimiz taktirde diğer nedenler ise erkeklerin kadın karşısında zayıf duruma düşmek, kadından emir almak, onu üstleri olarak kabul etmek istemedikleri içindir! Güçlü, özgüvene sahip ve hepsinden önemlisi bilgili bir kadın…
Erkek için dünde bugünde bir tehdittir! Geleneksel dil ile kaleme alınan kutsal kitaplarda, erkeklerin ön plana çıkmasının nedenini bu yazıtların yine erkekler tarafından kaleme alınmasında görmenin yanlış olmayacağı kanısındayım. Hz. Isa, insanlara hitap ederken gelede oğullardan, adamlardan söz etmesinin nedenini o zamanların sosyal yapısında aramakta fayda vardır. Hâlbuki Hz. Isa oğullardan, adamlardan söz ederken dinleyicisi ayni anda kızlardan, kadınlardan da bahis ettiğinin farkındaydı. Bu farkındalık süreç içeresinde, yani binlerce yıl içeresinde gittikçe silinerek, kalanın “ataerkil” bir ifade şekli olduğunu görmekteyiz. Yani bizler bugünün şartlarında kutsal bir kitabı okuduğumuzda ve cinsiyet ifadelerinde salt erkek sıfatı ile karşılaştığımızda bunun aynı zamanda bir kadın olabileceğini de göz önünde bulundurmamız gerekecektir. Bu açıdan olaya yaklaşıldığında görüldüğü gibi Allah’ın elçileri olan peygamberlerin cinsiyet ayrımında bulunmadığını anlamak mümkün olacaktır. Bunun en somut deliline İncil’de, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişinin anlatılmaya başladığında görmemiz mümkündür. Önceleri kısa cümlelerle geçilen ve üzerinde durulmayan kadın birden bire olayların merkezine çekilmektedir. Var olan ama unutturulan kadınların dışında iki Meryem dikkat çekmektedir. Biri Hz. Meryem diğeri ise Magdalalı Meryem. Peki, ne olmuştu da birden bire kadın gelişmelerin merkezine çekilmişti? Olan, Hz. İsa’nın havarileri olan erkekler ya onu terk, ya inkâr, ya da ona ihanet etmesiydi. Yani kadın hep vardı ama anlatanlar veya olayları kaleme alanlar tarafından gelişmelerin gerisinde bırakılmışlardı. Bunun en güzel örneklerini Hristiyan din adamlarınca kabul edilen dört İncil (Kanonik İncil) ve bu din adamları tarafından ret edilen İncillerde (Apokrif İncil) görebiliriz. Burada bir parantez açmak istiyorum, bilimin tarafsızlığı ışığında bu açıdan Kur’an-ı Kerim’inde incelenmesinin faydalı olacağı görüşündeyim. İslamiyet’te olduğu gibi mesela Hristiyanlıktan da mezhepler ve ayrı ayrı itikatlar vardır bu yüzden hepsi yetkili bilim insanları tarafından incelenmeli ve ortak bir kanıya varılmalıdır. Eminim, mesela Peygamber Efendimizin eşlerinin dışında, Müslüman dünyasında, İslamiyet’in yaygınlaşmasında, korunup kollanmasında kadının parmağı vardır. Olmaması mümkün değil, zaten bu işin doğasına aykırı bir durum teşkil ederdi. Bu konunun ayrıntılı araştırılması ve edinilen bilgilerin Müslüman dünyasında ivedilikle duyurulması gerek. Böylelikle Müslümanlığı kendi sapkın dünya görüşlerine göre şekillendirmek isteyenlerin tutunabilecekleri bir dal kalmayacaktır ki, insanlar İslamiyet’in özüne inerek gerçek Müslümanlığı yaşayabilsinler.

Daha öncelerinde de vurgulamaya çalışmıştım, insanoğlunun kendini daha güvende his edebilmesi için inanç, inanışlar önemlidir. Böylelikle kendine mantık veya bilim ile açıklayamadığı olgulara yine kendine göre bir “anlama” yolu bulmamaktadır. Bu ise Allah’ın yaratıklarına ama özellikle insanoğluna paha biçilmez bir hediyesi ve yaşamını sürdürebilmesi için vazgeçilmez bir araçtır. Anlamanın yolu düşünmekten geçer ve düşünemeyen veya düşünmek istemeyen insanlar daima düşünenlerin elinde bir araç, bir oyuncak olarak kalmak durumundadır. Salt bir şeyi göremiyoruz diye varlığını inkâr etmenin yanlışlığı, yine bizzat insanoğlu tarafından ispatlanmıştır ve biz buna bilim diyoruz!
Bilimsel gerekçelerin anlaşılması kimi zaman çok zor olabilir ve insanoğlu basitte indirgenmiş anlatım modellerini bu yüzden tercih etmektedir. İnsana burası beyaz, şurası siyah dediğinizde insanoğlu tercihini yapmak için derinlemesine düşünmesi gerekmez. İşte bu yüzden dini kullanan popülistler yalın bir dili kullanmayı tercih ederler. Bu gerçek karşısında anlatımda neden mucizelerin bu kadar cezp edici olduğunu daha iyiyi anladığınızı umuyorum. Ve dinler mucizeleri bol bol kullanmaktadır!
Mesela Hz. İsa’nın mezarında “kalması” gibi…
Ancak her zaman olduğu gibi madalyonun iki yüzü vardır ve insanların düşünme özülüğünden yararlanılmaktadır. Allah’ın varlığını kanıtlamak için ve çoğu insan tarafından izah edilemeyen mucizelerin öbür yüzü karanlıktır, şeytanidir, büyüdür hatta kara büyüdür.

Ve Magdalalı Meryem Hz. İsa’nın öldükten sonra yatırıldığı mağaraya giderek, mağaranın boş olduğunu fark etmesiyle ürperir, korkar ve ardına bakmaksızın Hz. İsa’nın havarilerinin yanına koşmaya başlar. İşte tam bu anı, bilim, Hristiyanlığın gerçekten doğuş anı olarak kabul eder çünkü ölmüş birinin dirilişi1 doğaya aykırıdır, mucizedir ve insanlar bunu ancak farklı ve çok güçlü bir kudretin varlığına bağlar. Bizim için ama bu anın bambaşka bir önemi vardır.
Kadın’ın neden din adamları tarafından ayrımcılığa tabi tutulduğunu burada daha iyi görebilmekteyiz, söyle ki…
Tüm hak dinlerinde şahit önemlidir ve bu şahidin güvenilir olması şarttır. Bundan sonra okuyacağınız satırlarda örneğin Müslümanlıkta neden kadının şahitliğinin “kabul edilmediğini” umarım daha iyi anlarsınız. Öyle sanıyorum ki İncil’den esinlenerek Müslümanlıkta böyle bir uygulamaya geçilmiştir. Sonradan uydurulan (kabul edilen) bir masal mıdır, gerçek midir bilemem ama İncil ve türevlerinde anlatıldığına, rivayete göre Magdalalı Meryem kocasını aldatmış ve bunu öğrenen insanlar tarafından tam taşlanacakken Hz. İsa tarafından o meşhur cümle ile kurtarılmıştır “Aranızda kim ki günahsızdır ilk taşı o atsın”2 Yani Magdalalı Meryem, affedersiniz, bir orospudur ve bir orospunun şahitliğine ne denli güvenilebilir? Kadın zaten var oluş rivayetine göre günahkârdır ve bu anlatılanlarla birlikte orospuluğunu kanıtlamıştır. Yani kesinlikle güvenilebilir bir “yaratık” değildir! Bu bağlamda Femme fatale kavramını incelemenizi tavsiye ederim. Gücünü kaybetmek istemeyen hangi “varlık” böyle bir fırsatı kaçırmak ister? Yeri gelmişken şunu vurgulamadan devam etmek istemiyorum, kadın doğurganlığı ve anaçlığı ile zaten bu evrende yerini ispatlamıştır. O da insandır ve karşı cinsi gibi aynı haklara sahiptir. Feminizm karşıtı değilim ama tabiat esasen doğal sınırları çekmiştir ve kadın istese de istemese de bu sınırları, zorlasa bile “geçemez”, geçse bile buna uzun süre dayanması zor olacaktır(!)

Ve Hz. Isa, Magdalalı Meryem’e görünerek havarilerine gitmesini ve paskalya inancını3 onlara anlatmasını ister. Böylelikle İncil’de (Kanonik İncil) kadın görevini tamamlayarak yerini erkeğe bırakır!
İlginç olan Tarsuslu Pavlus tarafından Avrupa’da vaftiz edilen ilk insanın bir kadın olmasıdır. Ne ilginç değil mi kadın, “dinen sakıncalı” ve ilk vaftiz olan yine bir kadın. Tezat, tezat, tezat…
Ve bu tezat Tarsuslu Pavlus tarafından Roma mektuplarında da (M.Ö. 56) görülecektir. O bu mektuplarda Hristiyan cemaatini selamlarken bilakis kadınlara da selam gönderiyordu. Yani kadın dünde bugünde birileri tarafından sığdırılmak istendiği kalıplara sığmıyordu, sığmayacak. Basit ruhlar, basit mantıkla bunu böyle görmek isteseler bile, gerçekler onların siyah – beyaz dünyasına sığamayacak kadar renklidir.

1896 Mısır’da bulunan…
M.S. İki yüzüncü yüzyıla ait olduğu bilimce ispatlanan bir Kipti yazı ile
Koptikler, Magdalalı Meryem ile Hz. İsa ilişkilerinin çok daha farklı boyutlarda olduğunu anlatmaktadır. Hz. İsa’nın 12 erkek havarisine anlatmadıklarını, onlara güvenerek evrenin sırlarını anlatmaması, onların yerine bir kadına anlatmasının yorumunu ise sizlere bırakmak istiyorum. Kesin olan bu yazıt ile süreç içeresinde kadın İncil’den silinmeye çalışılsa bile kadınların Hristiyanlığın yayılmasında önemli bir yere sahip olduklarıdır.

Görüldüğü gibi istendiğinde ve dini kullanarak kadın toplumsal bilinçten silinebilmektedir. En azından buna gayret gösterilmektedir, tıpkı AKP’nin Atatürk’ü toplumsal bilincimizden silmek istediği gibi. Sizce bunu başarmaları mümkün mü?

1 Hz. İsa’nın mezarının bulunma rivayeti veya Hindistan’da tekrar görüldüğüne dair rivayetler bilimsel olarak tam anlamıyla ispatlanamamıştır.
2 Tarafımdan özgün tercüme
3 İnsanların öldükten sonra tekrar dirileceğini

PDF olarak indir

                                                                      ***

22.01.2015 

Cennete giden yol cehennemden geçer

Eskiden müşteri…
Artık çok iyi bir dost…
İşi bıraktığında 117 milyon € borç ile bırakmıştı…
Aradan yıllar geçti ve belediyenin borcu 187 milyon €’ya çıktı!
Bir kaç gün önce iki dakikanın içeresinde, yalnızca iki dakika ile…
İsviçre Frangının azizliğine uğrayarak 30 milyon € kayıp(!)…
Belediyede maliyeden sorumlu kişiydi…
Çıldırıyor…
“…artık her şey göstermelik… Tüm çalışmalar gösterişe, aldatmaya yönelik. Aç telefonu 200 metre yere gitmek için çağır belediyenin taksisini ver bir – iki €. Taksicinin maşı, arabanın bakım masrafı, benzini, sigortalar hepsi belediyenin cebinden çıksın(!)”

Ve Türkiye…
Pezevenk, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasına direktif yağdırmaya çalışıyor…
“Faizi indir!!!”
“Onlar bağımsızsa, bende bağımsızım “ diye bağırarak…
Gerçekten iddia ettiği kadar bağımsız mı?

Faiz indirimi yatırımcı için ucuz yollu para demek…
Yatırımcılar kim?
Bu vatanın evlatları mı? Yooo…
Dışarıdan uluslararası çalışan şirketler…
Sen vatanın, milletin…
Milli servetlerini…
Yabancılar daha iyi sömürsün diye ucuz para, kanuni düzenlemeler ile peşkeş çek…
Yetmedi, insan gücünü yabancılara komik rakamlarla “gel limon gibi sık posası kalsın” de…
Ondan sonra ben pezevenk dediğim için bana kız!?

Karı, kız satana pezevenk derler…
Para gelsin de nereden gelirse gelsin diyerek…
Milli iş gücünü, milli kaynakları satana…
Para gelsin de nereden gelirse gelsin diyerek…
Bu parayı kabul edene ne demeli bilmem ki?

Evet, cennete giden yol cehennemden geçer…
Cehennemi göreceksin ki…
Cennetin kıymetini bilesin!

                                                                        *

Dost kurşunu

Erkeklerin çoğu silaha meraklı olur, bende öyleyim...
Bunda deli çağlarımda Türkiye'de aldığım eğitiminde etkisi olduğunu düşünüyorum...
Dost kurşununa...
Böyle kurşuna can kurban!

Aradan 27 sene geçti...
Masamda dostumun bana bir zamanlar hediye ettiği kurşunlar durur...
Hatta bu kurşunlar yüzünden, PKK'nin Almanya'da azgın olduğu zamanlardı...
Şikâyet üzerine Alman polisi dükkânımı basmıştı...
Kurşunlara bakıp bakıp eski günleri yâd ederim!

Yıllardan beri eşi dükkânımıza gelirmiş...
Bugün eşine refakat etmiş, ismi okuyunca...
Çekinerek eşime sorular sormuş!

Bundan yarım saat önce eşim beni ön tarafa çağırdı, bak burada kim var diye...
27 sene sonra önümde dostum duruyor...
O beni, ben onu unutmamıştım...
Aradan 27 sene geçti...
Bana hediye ettiği kurşunları unutmuş ama beni unutmamıştı...
Böyle kurşuna can kurban! 

                                                                      ***

23.01.2015

Bizim başımız kel mi?

Bugün kız kardeşimin doğum günü…
Dünyaya geldiğinde hiç kabullenememiştim…
Aradan bugün itibarıyla 38 yıl geçti…
Mamafih…
İstesem de istemesem de başıma musallat oldu…
Yapılacak bir şey yok…
Atsan atamazsın, satsan satamazsın!

Kardeşim, kocası ve sevgili yeğenlerim için bu yılın başı çok önemli…
Allah dileklerini kabul edip, nihayete erdirsin…
Büyük çapta paraya ihtiyaçları var…
Proje önemli, hatta hayati…
Düşündüm taşındım…
Taşındım düşündüm nasıl yardımcı olabilirim diye…
Netice itibarıyla malulen de olsa emekli adamım…
Herifler zaten beni üç yıl, on ay üzerinden emekli etti…
Anlayacağınız para kıt!

Buna rağmen…
Bizim başımız kel mi?
AKbabaların canı canda, bizimki patlıcan mı diye düşündüm…

Nice yıllara Füsun…
Ailenle…
Bet – bereket, bolluk içinde, mutlu, sağlıklı nice yıllara!

Not: Bir öneride bulunmak istiyorum. Bundan sonra önemli günlerinizde tüm AKbabaların anısına birbirinize hediyelerinizi ayakkabı kutuları içeresinde verin. 

                                                                      ***

24.01.2015

Yarına kader günü

Dolar ve Euro (Avro olarak yazmayı ret ediyorum) savaşı tüm hızıyla sürerken...
Yarına Yunanistan'da genel seçimler var...
Avrupa iki uç noktası arasında bocalarken......
Kazançlı çıkan her zamanki gibi üçünü oluyor...
Bu üçüncüde ABD...
İki uç noktanın biri sağ diğeri sol...
Yunanistan'da sol önde gibi görünüyor...
Kazandıkları taktirde AB kapitalistlerinin canını sıkacak gibi...
Bilimsel araştırmaların Kapitalizme biçtikleri ömür...
Daha 50 yıl kadar...
Yani günümüzde ortalama bir insan ömrü kadar...
Yeni dünya düzeni, yeni Türkiye, yeni CHP ve...
Yeni, yeni, yeni...
Olmaz olsun böyle yeni!

Türkiye aklını başına toplamalı...
"Eski" değerlerin güvenli limanında kendine bir yer bulmalıdır...
Hem ekonomik, hem siyasal hem de sosyal acıdan!

                                                                     ***

Vefa garipsenir mi?

Dün yazdığım bir yorumun üzerinden bir iki saat geçmeden...
Haber kanallarına bir haber düştü...
Londra'da bayrakların yarıya indirilmesi garipsenmiş...
İngilizlere Arap yarımadasının kapılarını açan kimdi?
AB(D)'nin Putin mücadelesinde piyasayı ucuz petrolle sulayan kim?
AKP zibidilerini sıcak parayla yıllardan beri destekleyen kim?
...
...
...
Gösterilen vefa garipsene bilir mi?

                                                                     ***

26.01.2015

Recep Tayyip Erdoğan ve Müslümanlık

Yok, bildik şeylere değinmeyeceğim...
Kendilerine Müslüman oldukları, Müslümanlığı siyasal amaçları için kullandıkları...
Siyasal İslam'ın, Müslüman kardeşliğinin yılmaz birer neferi olduklarını...
Müslümanlığı her türlü pisliği yapmak, çalıp çırpmak için...
Perde olarak kullandıklarını anlatmayacağım...
Gören gözler, duyan kulaklar, okuyan ve düşünen insanlar için bildik şeyler bunlar!

Ailemin kadınlarından biliyorum…
Ve adımın Önder olduğu kadar eminim onlar gibi düşünen, his eden…
Çok ama çok kadın var…
Ve elbet bu duygu ve düşünceleri paylaşan erkeklerde çok olacaktır!

Evet, anlatmak istediğim farklı bir şey ve yine kadın ile ilgili...
Hani o, ah o kadar Müslüman Recep Tayyip Erdoğan…
Hani o, dünya lideri, garip guruba babası Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’si…
O süprüntü…
Başlarına taktıkları paçavralarla “modern” ve ılımlı İslam’ın temsilcileri karıları, kızlarıyla…
O mahalle karısı - kabadayı özentisi, zibidi, zübük sürüsü var ya…
Bir Faslı Kral VI. Muhammed kadar olamıyorlar!

Bir kadın olarak…
Mahallenizin imamına gidererek sorabileceğiniz sorular olur, soramayacaklarınız da…
Keza müftüye veya daha yetkili birisine…
Böyle hallerde kadınlarımız ne yapıyor?

Ne yaptıklarını hepimiz biliyoruz…
Genelde yarım yamalak bilgisiyle birilerine danışıyor…
Onlarda yarım yamalak bildiklerini kendi görüşlerini katarak konuya maydanoz oluyorlar!

Atatürk’ün kurduğu demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetinde…
İsteyen kadın ilahiyat fakültesine giderek bu konun eğitimini alabiliyor…
En güzel örneği rahmetli Sayın Prof. Dr. Bahriye Üçok’tur…
Peki, neden…
Köylerde devlet eğitimi almış din bilgini kadınlarımız…
Kentlerde kadın imamlarımız, müftülerimiz yok?

Tamam, yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından hayata geçirilen diyanet başkanlığında kadınsal konularla ilgili kurularda kadınlar ve kadın başkanlar var ama görüldüğü gibi bu yetmiyor!
Biliyorum…
Yine mezhepsel konular, farklı görüşler, ıvır – zıvır…
Iman hatiplere küçücük kızları sokmasını biliyorsunuz…
Hatta dün televizyonda yayınladığı üzere özel olarak bazı semtlerde İslami nezaket kuralları öğretmeye başlıyorsunuz da…
Dini konularda kadının karşısına…
Yine bir kadın vasıtasıyla “doğru dürüst” eğitimini almış insan çıkarmıyorsunuz?

Fas kralı bunun emrini çoktan verdi…
Siz neyi bekliyorsunuz?

                                                                       *

Saçmalama Profesör

Seni kimin başbakan yaptığını biliyorum da...
Sana kimin Profesörlüğü laik gördüğünü, sarf ettiğin o cümleyle neye zemin hazırlamaya çalıştığını bilmiyorum.

''Biraz vakit bulsam güzel Kürtçemizi de güzel Türkçemiz kadar öğrenmek istiyorum''

Öğren! Seni tutan mı var?
Doğrudur…
Kürtçenin yasaklanmasına bende karşıydım…
Artık yasak masak kalmadı…
İsteyen çocuğunu gönderir öğrenmesini sağlar, evinde konuşur…
Kime ne?
Evinde herkes isteriğini konuşmakta özgür!

Ama burası Türkiye…
Ve biz homojen bir ulus değiliz…
Ortak bir dilimiz olmalı ki birbirimizi anlayalım!

Saçmalama Profesör…
Ağzından çıkanı kulağın duysun…
İnsan tuvalete bile kıçından çıkan sese dikkat etmeye çalışıyor…
Sen ağzından çıkanın farkında mısın?

                                                                       *

Büyük Ortadoğu Projesinin piçleri BOP'un mu peşinde, yoksa...

Velev ki sen kendini bu büyük milletin bir parçası olarak görmüyorsun da...
İle ben Kürt'üm diye tutturuyorsun...
Ve yine...
Velev ki Türk sana bir İngiliz kadar yabancı...
Velev ki İngilizce yerine önce Türkçe öğreniyorsun...
O da sana yabancı dil, buda sana "yabancı" dil...
Velev ki yabancı dil öğreniyor, konuşuyorsun!

Doğrudur dünyanın birçok ülkesine gittiğinde...
İngilizce ile yoluna devam edebilirsin de...
Sen kendi ülkende, doğup büyüdüğün yerde...
Dilini, kanunları bilmediğin, öğrenmek istemediğin için nasıl yaşayabilirsin?

Ha, özerklik, açılım - saçılım ayaklarıyla misak-i milli sınırlar içeresinde...
Kendime parça koparırım diye düşünüyorsan...
Avcunu yalarsın!

Ya diğerleri...
O zübük maşalar...
Akılları sıra BOP ayaklarına...
Hayallerini gerçekleştirebileceklerini sanıyorlar...
A benim akılsız oğlum...
Siz giderken onlar çoktan geri dönüyorlardı...
Kahpeliğin, ince siyasetin kitabını yazmış adamlar bunlar...
Sizin gibi iri kıyım değiller ki...
Sen AB(D)'yi kandırıp...
Osmanlıyı hortlatacaksın öyle mi?
Baydemir'in değimi ile...
Ha siiiiiiiiiiiiiiiiiiii....................!!!

                                                                       *

27.01.2015

Kelimeler çok şey ifade eder ama kelimeler her şey demek değildir

Bazen bir kelime sarf etmeden bir insanın gözlerinin içine bakmak...
Bazen tek kelime söylemden sessizce yanına oturmak, salt elini tutmak...
Bin kelime söylemekten çok daha fazlasını anlatabilir!

İnternette...
Tesadüfen çok değerli bir kaynağa rastladım...
Eski, hatta çok eski kitapları dijital ortama taşımışlar...
Ama her zamanki gibi sap yerken saman ...!

Yine de bu eserleri dijital ortama taşımada katkısı olan herkese şükran borçluyuz...
Kitapları restore etmem gerekecek...
Kitabı okumak başka bir şey, bir zaman sonra okuduğun kitaplarda bir bilgi aramak başka bir şey. Dijital ortama taşınan dokümanların kelime taramasından geçirilmesi kaçınılmazdır! Ayrıca >>> nal gibi <<< adamın gözüne sokarcasına logolar yerleştirmek özellikle bu tür eserlere bir saygısızlıktır. Lütfen buna dikkat edelim...

Bir süreliğine dil orucuna gireceğim...
Klavyenin tuşlarına başka, bence vatan - millet kadar ulvi...
Farklı bir amaç için basılacak...
Bilgi ve bu bilgilerin gelecek nesillere aktarılması!

Bana bir süreliğine müsaade dostlar...
Esenlikle kalın, vatan - millet sizlere emanet...
Vatan - millet yolunda, tam bağımsız bir Türkiye yolunda...
Pes etmek yok!

                                                                       *

Gerçekten bu kadar mi değer bilmez, bu kadar mi duyarsızız?

Ansiklopedinin birinci cildini öğleye doğru restore ettim...
İkincisi yolda...
Yani günde iki ciltten fazla restore edemeyeceğim gibi görünüyor!

Önümde daha birkaç günlük çalışma var...
Böyle bir yapıtı dijital ortama taşıyanlara müteşekkirim ama...
Yaptığınız böyle eserlere gerçekten saygısızlık!!!

Kendiniz karar verin...
Böyle bir yapıt için uğraştığına değmez mi?

1. Cilt

Önemli not: Tarama kalitesine bağlı, doğru orantıda kelime taraması yapılabiliyor. Buna rağmen en azından arama yapabiliyorsunuz, her şeyi bulamasanız da! Gerçi bununda yolu var ama tek başımayım, Benden ancak bu kadar.

                                                                     ***

28.01.2015

Sormak lazım

Sen hangi üst aklın ürünüsün?
Fikir ve zihin baban belli mi?

                                                                     ***

29.01.2015

AKP'yi öpüp öpüp başımıza mı koysak acaba

Bir ülke düşünün, milli gelirin yüzde sekseni bir avuç insanın elinde...
Diğer milyonlar yüzde yirmi ile yetinmek zorunda...
Yok burası Türkiye değil, Yunanistan(!)

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 10 bin 578 hanede 2011 yılında yüz yüze yaptırdığı “Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması”nın bir bölümü 2012 yılında yayınlanmıştı. Araştırmanın gelir dağılımıyla ilgili bölümdeki sonuçları şöyle:

Türkiye’de yaklaşık 19 milyon aile var.

Ailelerin yüzde 1.2’sinin aylık geliri 5.600 TL ve üzeri.
Ailelerin yüzde 3.8’inin aylık geliri 3.200-5.500 TL arası.
Ailelerin yüzde 16.5’inin aylık geliri 1.900-3.000 TL arası.
Ailelerin yüzde 16.9’unun aylık geliri 1.250- 1.870 TL arası.
Ailelerin yüzde 23.1’inin aylık geliri 815-1.200 TL arası.
Ailelerin yüzde 32.1’inin aylık geliri 450-810 TL arası.
Ailelerin yüzde 6.4’ünün aylık geliri 430 TL civarında.

Simdi 2015 yıllının başındayız sizce 2014'de değişen ne oldu?

                                                                     ***

30.01.2015

Bir kıyas

Herif gene konuşuyor...
Nasılsa karşısında enayi var...
Yani bir nevi enayi s...!

Sanki ABD ulusun ile Türk ulusu birmişçesine...
Herifler bayraklarına "tapıyor", kökeni ne olursa olsun BEN Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıyım diyor başka bir şey demiyor!
Bizde, daha önceleri yazmıştım, piçin bir uçağın içinde ben Türk değil lazım diyecek kadar bilgisiz ve bilinçsiz. Milletimiz ona keza!

Sanki ABD senatosunda "milletvekilleri" bizimkiler gibi bağımlı, herifler parti liderlerinin "kölesi" konumunda, ne deniyorsa onu yapıyorlar ve istisnalar kaideyi bozmuyor!

Ve sanki ABD'de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar her konuda işbirliği yapıyorlar(!) Hangisi başkanı çıkarıyorsa diğeri öyle bir muhalefet yapıyor ki memleket ve ulus yararına ne gerekiyorsa uzlaşı ile yapılıyor. Bizde muhalefet iktidara teslim!
Ve herif enayi s... devam ediyor!

                                                                      ***

31.01.2015

Recep Tayyip Erdoğan ve zihniyetinin yüzüne vurulabilecek en güzel tokat

Gece yarısı duyduğumda yüreğim sızladı...
Rusya'da kütüphane cayır cayır yanıyor...
16. ve 20. Yüzyıl'a ait 14 milyon el yazması kitap alevlere teslim!

Din simsarlarının, dini kendi kirli emellerine alet edenlerin...
Yüzüne vurulabilecek en güzel tokat...
Yalanlarını kendi uydurdukları alternatif tarih dahil olmak üzere...
Somut ve gerçek bilgiler ile yüzlerine vurmaktır!

Yukardaki haberi duyduğum anda aklımdan bu düşünce geçti...
Madem kaçAK - Saray, milletin mali, madem gerçek sahibi biziz (duyda inanma)...
Ve elbet bu zihniyetin iktidardan indiği günleri de göreceğiz...
Çankaya köşkünü EBEDI kullanımına iade ederken...
Bu uçsuz bucaksız AK - Sarayı, kütüphane yapalım...
Gerçek kitapların korunup, kollandığı...
Halkın hizmetine kayıtsız - şartsız sunulduğu...
Ve geçmişin hatalarından ders çıkararak...
Hepsinin dijital ortama taşındığı bir yer yapalım!

                                                                        *

Vış babu, bu millet analarının karnında dokuz ay nasıl dayanıyor bilmiyorum

Arkadaşlar…
Söz ağızdan bir kere çıkar ama sizde biraz sabır etmeyi bileceksiniz!

Deneme yayını için Türk tarihi ansiklopedisini (21 cilt)…
Osmanlı tarihi ansiklopedisini (12 cilt)…
TDV İslam ansiklopedisini (44 cilt)…
Ve daha neler neler siteme aktarmış ama ilan etmemiştim…
Bu ne acele?
Bazılarınız indirmeye başlamış bile!

Okuma ve düşünme özürlü bir millet olduğumuzu sanırım kimse inkâr edemez…
Nasıl kullanılacağına dair, saniyeler içinde öğrenmek istediğiniz bilgiye nasıl ulaşırsınız mesela…
Yazmam gerek, bu ne acele?

Eğer bana gereken destek ve yardımı gösterdiğiniz takdirde (daha sonra açıklayacağım)…
Ücretsiz, karşılıksız…
Yaklaşık 400 GB bilgi, belge, görüntülü – görüntüsüz ses ve video kayıtları sizi bekliyor…
Türkü, Kürdü, Ermeni’sini, Hristiyan’ını, Müslümanını, Yahudi’sini…
Kadını ile erkeği ile…
Herkesin ilgilenebileceği bilgiler var…
Ama her şeyin bir zamanı var!

Saat 11:36 itibarıyla bir GB’lik bir klasörü internete aktarıyorum…
İstanbul Ansiklopedisiyle (11 cilt)…
İnsanlarımızın “cehaletinden” faydalanan din ve diğer simsarlarına karşı…
Bilgi seferberliği ilan ettim…
Bu açıkça bir savaştır ve bu savaşın kaybedeni bizler olmayacağız!

                                                                        *

Bir tarih daha kapandı

Tanıyabildiğim kadarıyla...
Hani gentleman, efendi diye tabir edilen...
Siyasi ahlaka sahip bir insan vefat etti!

Richard von Weizsäcker

Alman cumhurbaşkanlarındandı!
Wir sprechen dem Deutschen volk unser zutiefst empfundenes beileid aus

                                                                      ***

01.02.2015

Yorumsuz

Bir iki satır bir şeyler yazacaktım sonra vaz geçtim...
Sözde yasaklı video...
Herkes kendi kararını, kendi versin...
Ekte ayrıca Atatürk'ün el yazması medeni bilgilerini yayınlıyorum!

"Yasaklı video"
http://www.gurbuz.net/Turk/Gizlenen Ataturk.mp4

MEDENİ BİLGİLER ve Mustafa Kemal Atatürk
http://www.gurbuz.net/Turk/MEDENİ%20BİLGİLER%20ve%20Mustafa%20Kemal%20Ataturk.pdf

                                                                        *

Nazım'a kulak vermek gerek

1 saatin üzerinde...
http://www.gurbuz.net/Turk/Kuvayi%20Milliye%20Destani.mp3

                                                                        *

Tanrılar kurban istiyor ama bu kurban ne Türkiye ne Atatürk olacak

Recep Tayyip Erdoğan, Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın...
“Milli görüşene, milli iradesine” karşı…
Atatürk'ün Milli şuuru!

                                                                      ***

02.02.2015

Büyük fahişenin göğüsleri

Başlığa bakıp da sapıttı mı bu diye kendinize sormayın…
Tam aksine “büyük fahişe” Musevilerin, Hristiyanların dolayısıyla biz Müslümanlarında alması gereken bir ibret örneğidir!

Dil yani lisan ile ilgilidir, Babil’i…
İnsanların liyakat ve riyakârsızlığını…
Ve Allah’ın gazabını anlatır…
Ve şüphesiz bir ibret örneğidir!

Ve ben Önder Gürbüz…
Ne ana ne avrat, bana edilen küfrün bini bir para…
Ve ben 24 yaşında, yani çocuk sayılacak yaşta eşini, evladını kaybeden…
Bu acıyı, bu acıların tecrübelerinden ders çıkarmaya çalışıp başkaları da ders alsın diye yazan…
Ama okuma ve anlama özürlü insanların >>> adice <<< saldırısına uğrayan…
Ben…
Bundan “kısa” bir zaman öncesine kadar…
Mesela Google’da adım arandığında…
Eşini paylaşanlar diye, ilk sayfada - ilk sıralarda geliyordum…
Bir erkek için bundan daha ağır bir hakaret, bir küfür düşünebiliyor musunuz?
Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın başka yerlerinde de böyle şeyler için cinayetler işleniyor…
Ve bunu yapanlar belli…
Adımı bu şekilde kirletmeye çalışanlar belli…
Kendi ifadelerine göre “Müslüman” ancak dindar değil dinci sapıklar!

Evet, ya ben Türkçeyi yani dilimizi…
Kelimeleri ve anlamlarını tekrar öğrenmem gerekiyor…
Ya da insanların ağzından lafları, gerçekleri isteklerine ve ihtiyaçlarına göre…
Kendi anlamak istedikleri şekilde anlayarak…
Kelimelerin anlamlarını bilmeden “konuşup - yazanlar”!

Tüm bunlara rağmen yılmadım, pes etmedim…
Aksine…
Dincilerin, din simsarlarının, menfaatperestlerin dalına bastığım için…
Böylesine adice tepki verdikleri için “işlerini” bozduğumun farkına vararak…
Farklı bir şevk ile dilimin döndüğü, doğru bildiğimi (güvenilir kaynaklarda teyit etikten sonra) anlatmaya devam ettim!

Çünkü cehalet canavarının can düşmanı bilimdir!

Ve kendimizi kandırmayalım dostlar…
Büyük fahişenin dolgun göğsünden akan süt ile beslenenler…
Asla ve kata iktidarlarını, rant kapılarını seçimleri kaybetseler dahi…
Terk etmeyecektir, direnecek, iktidarda kalmak için her türlü yola, yalana – dolana başvuracaktır…
Bu bakımdan Erbakan’ın “Kanlı mı olacak, kansız mı” sorusuna verebileceğim yanıt…
Maalesef kanlı olacaktır!

Nitekim de bu kan akmaya başlamıştır!

Dün yazdığım;
Recep Tayyip Erdoğan, Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın...
“Milli görüşene, milli iradesine” karşı…
Atatürk'ün Milli şuuru!
Mesela…
Tepkilere neden oldu…
Gelin birlikte biraz dil bilimini irdeleyelim…
Türk dil kurumu sözlüğüne göre:

Şuur
İsim, ruh bilimi Bilinç
"İdeolojiler, bir tasavvurlar bütünüdür ama bu tasavvurların çok defa şuurla bir alakası yoktur."
C. Meriç
Demek ki şuur neymiş? Bilinç!
Sayın Meriç’in cümlesini okuyarak anlamaya çalışın, çok önemli!

Irada
1. isim Bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, istenç
"Korkunç bir irade kuvveti sarfıyla baş ucundaki lambayı yaktı." - S. F. Abasıyanık
2. felsefe, ruh bilimi İstenç
3. Buyruk
"Görülünce vurulması için irade bile var." - S. M. Alus
4. İstek, dilek
"Ölüme, yaşama irademizin bir çeşit tükenişi diye bakıyoruz." - A. M. Dranas
Demek ki irade neymiş? İstençmiş!

Soruyorum:
Milli bir görüş…
Milli bir irade…
Şuursuz olur mu?
Aslında olmaz!
Olmamalı…
Olursa da, mesela Atatürkçülüğü Katletme Partisinde…
Mesela Recep Tayyip Erdoğan, yandaş ve yoldaşında olduğu gibi…
Şuursuz olur, bununda kos koca bir memleketi nereye götürdüğünü hep birlikte görmekteyiz!

Ben kim miyim, nemiyim…
:)
O anki durum neyi gerektiriyorsa oyum…
Bazen bir amele…
Bazen bir “sanatçı”…
Bazen bir "doktor"...
Bazen bir tamirci…
Bazen bir çocuk…
Bazen bir “filozof”…
Bazen bana iş arkadaşlarımın taktiği sıfata göre bir “profesör”…
Bazen bir beceriksiz…
Bazen bir soytarı…
Bazen, yok, çoğu zaman bir aptal…
Bazen ise yalnızca bir insan!

                                                                      ***

03.02.2015

Recep Tayyip Erdoğan dendiğinde

 

İnsan vardır, dünyaya gelmesi bile başlı başına bir hatadır ve bu hatalar zinciri ömrü boyu süregelir.

Ve böyle insanlar genelde anadan doğam bir kabiliyet ile dünyaya gelirler, karizmatik kişilikleri sayesinde yandaşları bu kişilere yakıştırdıkları “ olağanüstü güç ve yetenek” ile nitelenirler. Ancak hayatın gerçekleri eninde sonunda bu gibi kişiliklerin gerçek yüzünü, yandaşın yansıra, herkese göstermektedir çünkü maske elbet bir gün düşer ve perde kapanır!

                                                                       ***

04.02.2015

 

Tiyatro

 

Gel vatandaş gel…

Sende gel…

Gel vatandaş gel…

Otur yanı başımıza…

İzlemek bedava…

Burada haykıra haykıra gülmekte var…

Hıçkıra hıçkıra ağlamakta…

Gel vatandaş gel…

Trajedide, komedide burada!

 

Gel vatandaş gel…

İzlemek bedava…

İhaneti de burada, sadakati de…

Gözyaşı da…

Oluk oluk akan kanda…

Çılgın servette, acı yoksullukta burada!

 

Gel vatandaş gel…

Sende gel…

Gel vatandaş gel…

İzlemek bedava…

Türk siyaset sahnesinde…

Olanları…

Istar tribünden ister locadan izle…

İzlemek bedava…

Sahne bedava, oyuncular bedava…

Türkiye’de yaşama…

Haysiyete biçilen bedel…

Bedava…

Gel vatandaş gel…

Otur yanı başımıza…

İzlerken çıtlatacağın çekirdekte…

İzlemekte bedava!

                                                                        *

Eyvah eyvah bizim oğlan duble yol yapmaya başlamış

Bir zamanlar bende rahmetli babama demiştim...
"Baba ben geceleri üşüyorum" diye...
Anlamamazlıktan gelerek...
"Üşüyorsan sana battaniye alayım oğlum" demişti!

Dün akşam bizim oğlan annesine üşüdüğü belirterek...
Battaniyenin de yetmediğini söylemiş(!)

şimdi ben bundan ne anlamalıyım?
Acaba bende ona...
Oğlum gel ben sana bir elektrikli battaniye alayım desem mi?
:)

                                                                      ***

09.02.2015

Benden artık ne köy olur ne kasaba

Vefasız, hayırsız değilim...
Ancak kendime faydam yok ki başkasına olsun...
Birinci derece alile fertlerine ancak yetişiyorum ki...
Çoğu zaman onlarla uğraşmak bile bana ağır geliyor...
Bu yüzden dost, akraba hayır getire...
Ama...
Birileri var ki tüm kamuoyu önünde kendilerine şükranlarımı bildirmek...
Onlara içten teşekkür etmekte boynumun borcudur...
Tüm Şehiraltı ailesi ama özellikle Şehiraltı ailesinin Robin Hood'una...
Yani Turan abiye ve sana Tuba'cağım...
Allah sizden razı olsun!

Not: senide unutmadım ailenin haylaz kızı Tuğçe :)

                                                                        *

Kahpe felek

Türk sanat musikisinin büyük sesi...
Allah rahmet eylesin...
Belki beni en iyi anlatan üç şarkisi(!)

https://www.youtube.com/watch?v=87JzCA6ntT4

https://www.youtube.com/watch?v=I1WwFNahKRg

https://www.youtube.com/watch?v=_A3T8lRrXgg

                                                                        *

Cahil ile sidik yarıştırmak

Biliyorum…
Cahil ile sidik yarıştırsın yarıştırmasına ama asla kazanamazsın…
Cahil ne eder, eder o yarışı kazanır!

Etme cahil ile sohbet verir sana zahmet…
Ancak bu zahmete katlanmamız lazım…
Katlanmayınca insanın başına neler gelir son yıllarda hep birlikte yaşayarak görüyoruz!

Ey Tayyipgiler…
Siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın…
Ben ve benim gibiler yaşadığı sürece Atatürk’ü unutturamayacaksınız!

Ar damarınız çatlamış...
Her türlü yalan dolan sizde…
Servet ve güçte sizde…
Buna rağmen bizi dize getiremezsiniz…
Bizler Allahtan ve büyüklerimizden başkasına boyun eğmeyiz…
Hele sizin gibilere hiç…
Yalanlarınıza karşın doğrular ile karşınıza çıkarız!

Atatürk’ün Harbiye’de askere okuttuğu din kitabı
http://www.gurbuz.net/Turk/Ataturkun%20Harbiyede%20Askere%20Okuttugu%20Din%20Kitabi.pdf

Atatürk'ün söylev ve demeçleri I-III
http://www.gurbuz.net/Turk/Ataturkun%20söylev%20ve%20demecleri%20I-III.pdf

Gazi M. Kemal Atatürk’ün eğitim politikası üzerine konuşmalar
http://www.gurbuz.net/Turk/GAZI%20M%20KEMAL%20ATATURK%20EGlTlM%20POLlTlKASI%20uzerine%20konusmalar.pdf

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün din politikası üzerine konuşmalar
http://www.gurbuz.net/Turk/GAZI%20MUSTAFA%20KEMAL%20ATATURK%20DiNPOLITiKASI%20uzerine%20konusmalar.pdf

                                                                        *

Senin profesörün benim profesörüm

Tıpkı senin hırsızın kötü, benim hırsızım iyi gibi bir şey(!)

Allah birdir!
Ama ona giden birçok yol olabilir...
Bilim içinde bu geçerlidir...
Matematikte de doğru sonuca varmanın genelde birden fazla yolu vardır...
Bazen yol kestirme, bazen ise uzun olur!

Aklın yolluda birdir...
Bazı şartlarda "doğrular" uzlaşmayla bulunmalıdır...
Sonuçta tartışmanın, tartışmaların ucu bucağı yoktur...
Senin bilim insanın - benim bilim insanım olmaz, olmamalıdır!

                                                                        *

Karı dediğin

Yatağa gelince iyi...
Mutfağa gelince iyi...
Çocuk doğurmaya, götünü toplamaya, işe - güce gelince iyi...
Başını bağladı mı, hele türban taktımı namuslu ve iyi...
Size kayıtsız şartsız boyun eğdi mi iyide...
Dırdır etti mi (gücenmeyin hanımlar, bazen dırdırınız gerçekten çekilmiyor) kötü...
Başını açtı mı namussuz ve kötü mü oluyor?

                                                                      ***

10.02.2015

 

Devlet’ül İslamiye

 
Devlet’ül İslamiye, bilinden adıyla Irak Şam İslam Devleti (IŞID) ve AKP Türkiye’si üzerine kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Geçenlerde “değerli bir kaynak” elime geçti ve bu kaynaktan yararlanarak siyasal İslam’ın arkasında yatan ekonomik gerçekleri, bir nebzede olsa, gözler önüne sermeye çalışacağım. Bu değerlendirmeyi isim değiştirerek, birçok yönden PKK üzerinde de tatbik etmemiz mümkün. Bizzat şahit olduğum veya çok güvendiğim insanlar vasıtasıyla duyduğum gerçekleri ne yazık ki bire bir aktaramıyorum. Çünkü…
Asıl cümleyi günümüz şartlarına uyarlayarak…

Bir başıma kalsam padişahtan, teröristten, dinciden çekinmem…
Ama viran olası hanede evlat-ü iyal var!

Yani ailemi düşünmek zorundayım. Buna rağmen “üstü kapalıda olsa” yazmadan, bu nefretlik durumu “açığa” vurmadan da edemiyorum. Tanrı adını kullanarak savaşan bu “kutsal mücahitleri” veya yine Tanrı adını kullanarak kendi sapkın, hastalıklı fantezilerini hayata geçirmek isteyenlerin iğrenç yüzünü göstermek, kendine Atatürk milliyetçisi diyen birisi için zaruridir! Atatürk’ün iddia edildiği gibi “din düşmanı” olmadığını sanırım değişik vesilelerle yeterince kanıtlamış bulunuyorum. Beni bırakın, neticede herhangi bir insanım, bilim otoriteleri bunu kanıtlamış bulunuyor. Buna rağmen bu rivayet bir şekilde bazı kafalarda dolaşmaya devam ediyor. Bu değerlendirmeyi bir taraftan dindar bir insan olarak öte yandan batılı bir gözle bakarak yapmaya çalışacağım. Gördüğünüz gibi bu durumda bile şark ile garp arasına sıkışmış bir görüntü vermekten kendimi alamıyorum. Ben böyleysem varın diğer insanları, toplumumuzu siz düşünün(!)

Işın özü

Müslümanların kimlik bunalımında yatıyor!

Ve bu kafa karışıklığı…
İnsanların dinini laikiyle bilmemesinden fazlasıyla yararlanan simsarların, Allah ile kul arasında arabuluculuğa soyunanların devreye girmesiyle içinden çıkılmaz bir hal alarak Arapsaçına dönüyor. Tek çare, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ünde vurgulamaya çalıştığı gibi öze dönmekte yatıyor! Her şeyin özünden yola çıkarak ve özü esas alarak ulaşmak istediğimiz noktaya gelebileceğimize dair inancımı muhafaza ediyorum.

Yıl 2001…

11. Eylül, batı dünyası yeni bir düşman ile tanışıyor. Dolaylı yollardan da olsa kendi şeytanını yine kendisi uyandırmış bulunuyor ve bu şeytan 13 yıl sonra yüz ve şekil değiştirerek (El Kaide’nin yerine) IŞID olacaktır. Konuya devam etmeden önce burada bir parantez açmak zorundayım ki aslında bariz olan herkes tarafından anlaşılsın. Terörün tabiatında yatan korku yaratarak hedefe ulaşmak olgusu    

korkunun katlanmasıyla orantılıdır. Yani ne kadar çok >>> dehşet <<< saçarsan o derece korku yaratarak karşındakini sindirdiğini sanırsın. Ancak bilim ve hayatın gerçekleri bunun bir yere kadar geçerli olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü insan psikolojisi böyle durumlar karşısında bile, “bir kıvılcım” veya bir liderin önderliğinde bu duruma karşı koyacak yapıdadır. Yani bıçak – gerçekten – kemiğe dayandı mı, insan korkusunu yenebilir çünkü içgüdüleri ona hayatta kalmayı – hayatını sürdürmeyi emreder(!) Ve insan böyle durumlar karşısında kendi hayatını başkaları için feda etmeye hazır hale gelir. Buna rağmen terör örgütleri “başarılı olabilmek” için, korku kelimesini kullanmayarak dehşet saçmayı yeğlerler. Nereye kadar? İnsanları, yukarıda ifade etmeye çalıştığım noktaya getirene kadar! Korku1 ne yazık ki en etkili otokontrol ve sindirme mekanizmalarından biridir. El Kaide’nin öncellikli hedefleri arasında yer alan emperyalizm ile mücadele ve direnişin, başkaldırının - isyanın aksine IŞID’in hedefi öncelikle bir devlet kurmak olduğu görülmektedir2. Bu ve ideolojik temelde Taliban ile eşgüdüm içeresinde hareket ettiğini gözlemleyebildiğimiz gibi uygulamada, yani hedeflerine ulaşma yolunda daha gaddar, daha acımasız olduğunu söylersek bunun yanlış olmayacağı kanısındayım. Bu çağda, bu gelişmişlik çağında, insan kafası kesmenin, insan yüreğini dişlemenin ne insanlıkla nede herhangi bir dini inanç ile ilişkilendirmenin mümkün olmayacağı aşikârdır. Bugün IŞID 10 milyon insanın yaşadığı bir bölgeyi kontrolü altında tutmakta olup yayıldığı alan3 ve barındırdığı insan bakımından “devlet kurma” hedefine ulaştığı düşünülebilir. Artık “kutsal mücahitler” mağaralarda yaşamayı bırakmış, binlerce Avrupa’da yetişmiş, kimlik bunalımında bulunan, kendilerini yaşadıkları toplumlardan dışlanmış sayan, sözde şehit olmaya gönüllü gencin desteğine sahip bir terör “devleti” görümündedir4. Aralık 2011’den sonra ABD askerlerinin Irak’ı terk etmesiyle Bağdat ikiye bölünmüştür. Bir tarafta Sünniler diğer tarafta Şiiler. Şiiler Irak yönetiminden arda kalan kurum ve kuruluşların “himayesinde” yaşamlarını sürdürürken Sünniler, bu korumadan ve kollamadan yoksun öç alma hayalleri kurmaya başlarlar. İşte böyle bir ortamda IŞID devreye girmektedir. Sünnilere öç alma vaatlerinde bulunurken, Şiileri “ateş ile imtihan” etmekle tehdit etmektedir. Bağdat’ın IŞID için ayrıca bir önemi daha vardır, Saddam Hüseyin’in ABD tarafından askeri güç ile devrilmesinden sonra dünya kamuoyunun dikkati Bağdat üzerine çevrilmiştir. Bu şehirde gelişen en ufak bir hadise, bir şekilde, dünya basınında yer almaktadır. Evet, IŞID çağımızın imkânlarını en iyi değerlendiren Terör örgütlerinin başında yer almaktadır5. Tüm terör örgütleri gibi Işık’ında bölgede “uyuyan” hücreleri bulunuyor ve gerek duyulduğunda bu hücreler uyandırılarak “faaliyete” geçiriliyor. Burada dikkati çeken bir olgu olarak genelde terör örgütlerinin ama özelde IŞID’ın istihbarat faaliyetlerine dikkati çekmek lazım. Tabiri caiz ise istihbarat toplamada, bölgede bulunan birçok devlet kurumlarını ardında bırakacak bir örgütlenmeye ve daha da önemlisi toplanan istihbaratı “doğru” değerlendirebilecek bir alt yapıya sahip olmasıdır. Bu örgütlenmenin başında Abu Bakr al-Baghdadi (Ebu Bekir Bağdadi) diye bence ruh hastası birisi bulunmaktadır. Eğitim hayatında ve düşünce yapısında birçok “evrim” geçirdikten sonra, son kararı olarak Selefi İslam’ında karar kılmıştır6. Ki, bu anlayış “bedevi kültürünün” en katı, en acımasız, bence en hastalıklı yorum şeklidir. Burada yine bir parantez açmakta fayda var; herkes tarafından bilinen ama nadiren dile getirilen bir gerçeği tekrar göz önüne getirmemiz lazım, nasıl PKK başta Diyarbakır hapishanesi olmak üzere diğer hapishanelerden ve orada “görev” yapan bazı ruh hastalarının işkencelerinden “faydalanarak” taraftar topladıysa, IŞID ve diğer dinci teröristlerde ABD’nin başta Guantanamo Kampı olmak üzere diğer “gizli” kamplarında örgütlenmeye başlamış olmasıdır. Yani yukarıda belirmeye çalıştığım gibi baskı “tepki” yaratmıştır. Kapa parantez.  Sünnilerin 2003 yılında ABD’ye savaş ilan etmesiyle Ebu Bekir Bağdadi ve örgütü tarih sahnesine çıkar. Kısa sürede yakalanarak Irakta bulunan Camp Bucca’ya 6 aylığına götürülür. Burada El Kaide virüsüne yakalanır. Aynı zamanda, tezatta bak, hapishanede Saddam taraftarı subaylarla tanışarak ortak düşman ABD’ye ve işbirlikçi Şii hükümetine karşı işbirliğinin ilk temaslarını sağlar7. Bu temaslar bugünkü yönetimin çekirdek kadrosunu oluşturacaktır8. Çünkü bu insan müsveddeleri hapishanelerde tüm işkencelere, baskılara dayanmış “erkek” olduklarını kanıtlayarak bu kadrolara girmeyi “hak” etmiştir. Amerikalılar Irak’ı terk ettiklerinde El Kaide filen Irakta etkisizleştirilmiş, ülke güvenliği ABD tarafından eğitilen Irak askerlerine emanet edilmiş, milyarlarca dolarlık askeri donanım böylelikle el değiştirmiş durumdaydı. Ve birileri bu anı, sinsice arka planda beklemekteydi. 2011 yıllının yaz aylarında Suriye’de iç savaş patlak verince Ebu Bekir Bağdadi etki alanını Suriye’ye doğru genişletmeyi kararı alır. Çünkü IŞID, Irakta beklentileri doğrultusunda etkili olamamış, birçok yöneticisi ve destekcisi9 yeraltında çekilmek zorunda kalmıştı. Böylece IŞID, Suriye’de isim değiştirerek birkaç yüz kişilik bir kadroyla El Nusra Cephesini kurar. Bu “cephenin” öncelikli amacı Suriye’de o dönem etkin olan muhalif güçler arasında etkili bir konum elde etmek, sonrasında veya aynı anda Esad’a karşı savaşmaktı. Veeeeeee…

2012 yılının Temmuz ayına gelindiğinde AKP zihniyeti, Suriye sınır kapılarımızı bir takım karanlık kişilerin geçişine açar. Bu kişilerin El Nusra Cephesine katıldığı düşünülmektedir. Bugün Devlet’ül İslamiye ile Türkiye Cumhuriyeti sınır boyu birkaç yüz kilometre kadardır. Bu yetmiyormuş gibi, rezilliğe bakar mısınız, Gaziantep, son iki yıldır IŞID’ın gönüllü toplama “kampına” dönüşmüş durumdadır. Mağripten, Avrupa’dan binlerce genç burada toplanmaktadır. Mesela 3000 Tunuslu, 2000 Faslı, 1000 Fransız bu zaman zarfında Gaziantep’ten bu katliama katılmıştır. Ve bu gençler, savaşı, terörü meslek edinmiş ve El Kaide saflarında çatışmış insanlar tarafından karşılanarak, eğitilmektedirler.  Suriyeli ama Türkiye’de ikamet eden bir silah kaçakçısına göre Çeçenistan’dan IŞID saflarında cihatta katılmak için gelen 25 – 35 yaşlarında insanların, elinde o kadar çok para varmış ki pazarlık etmeksizin istedikleri silahların ücretini10 ödüyorlarmış. Böylesine bir destek karşısında bu “başarıyı” çok görmemek lazım. Nitekim 2014 başlarında IŞID, Suriye’de işgal altında tutuğu bölgelerde rakip gurupları alt ettiğini ilan ederek hâkimiyetini tüm dünyaya duyurur. Bu arada Arap baharından aradıklarını bulamayan Sünni Araplar, akıl almaz gaddarlıkla11 sürdürülen “reklam kampanyalarıyla” IŞID saflarına katılımlarını sürdürecektir. Bu “zaferden” sonra dünya çapında “tüm” cihatçıların ortak savaş çiğliği:

 

Dawlat al islamiya baqiya

 

olacaktır. Ve Rakka, IŞID tarafından işgal edildiğinde, gecikmeksizin IŞID gerçek yüzünü tüm dünyaya gösterecektir. İslam’ın altın çağını12 canlandırmak vaatleri, yerini Kalaşnikov mermilerine bırakacak, el ve kafa kesmeler, çarmıha germeler ile sürecektir. Şüphesiz bu psikolojik baskı sayesinde IŞID birçok muharebeyi kazanmış, halkıda şimdilik sindirmiş görünmektedir. Öyle ki mesela Musul’un Sahel al-Ayman bölgesinde öncellikle camileri fetih ederek hoparlörlerden “zafer” diye bağırmaları iki kilometre çapında duyulmaktaymış. Onlarca camiden, eşzamanlı bu çiğlikler yankılanınca mevcut askerler silahlarını bırakarak kaçmaya başlamışlar. Aynı zamanda başka bir talihsizlikte IŞID’a yaramıştır. Musul’un birkaç saat içeresinde IŞID’ın eline geçmesine bir “yanlış anlamanın” sebep olduğu Musul valisi tarafından iddia edilmektedir. Musul halkı saldırganların değişik guruplara ait muhaliflerinden oluştuğunu sanarak, IŞID’ı kısmen sevgi tezahüratlarıyla karşıladığını söylemektedir. Gerçekler ise halk tarafından ancak iş işten geçtikten sonra anlaşılmıştır. Görüldüğü gibi düzen bir kez bozulmaya görsün, kimin eli kimin cebinde, kim kimdir artık kimse bilmez. Ne Irak nede Suriye güçleri böyle bir karmaşada etkili olabilmişlerdir. Ve böyle bir karışıklıktan yararlanan IŞID tarihte az görülen bir zafere imza atabilmiştir. Bir düşünün, birkaç bin kişilik düzensiz ama eli silahlı insan müsveddesi, düzenli ve 50.000 kişilik bir orduyu “çatışmadan” dağıtabilmiştir. Böylelikle IŞID’ın eline 3 milyar dolarlık, Amerikalıların Irak ordusuna bıraktıkları gıcır gıcır askeri donanım ve Musul havalimanında terk edilen iki askeri savaş uçağı düşecektir. İşte size etrafına dehşet saçmanın psikolojik faydalarından “güzel” bir örnek(!)  Artık IŞID eli silahlı terörist olmaktan çıkarak bir ordu donanımına sahiptir13   

Yetmedi Musul merkez bankasında olan para ile 200 kilo altın ve diğer bankalarda bulunan yaklaşık 450 milyon dolar böylelikle IŞID’ın ellerine geçer. Paranın miktarı konusunda kesin bir bilgi olmamasına karşın bu rakam tahmin edilmektedir.

Bu “zaferden” sonra ve buraya lütfen dikkat ediniz, Bağdadi Irak ve Suriye arasında çizilen sınırı

 

“iptal” ederek halifeliği14 ilan etmekle emperyalizme açıkça kafa tutmuştur15.  Batılı devletlerin bu tahrik karşısında sesiz kalmaları haliyle beklenmezdi. Ve batı gerekenleri yapmaya başladı. Bu bağlamda konuyla dolaylı yollardan ilgisi olduğu için yazıyorum, bu tarafımdan bir tez, kanıtlayamam ama midem bulandı bir kere. Başta Almanların Kürtlere silah yardımında bulunması ve bu yardımı yaparken IŞID’ı bahane etmesi hayli düşündürücüdür. Bir gün gelirde Türk Silahlı Kuvvetlerinin karşısına düzenli bir Kürt ordusu çıkarılırsa hiç şaşmayacağım. Neyse biz yine konumuza dönelim. Bağdadi ve eli kanlı örgütü nasıl batıya karşı kafa tutmasın ki? Netice itibarıyla savaş uçağından tutun, tank, top, yüklü para, 40000 eli silahlı insan müsveddesinin yanı sıra, Irak ve Suriye harabelerinden arda kalan bölge üzerinde kayıtsız şartsız egemenliğe sahip!

Bu konuların uzmanı ve özellikle Müslüman dünyasında yaşananlarla ilgili sosyolog toplum bilimciler, bilhassa akademisyenlerin çaresizliğini ve bunalımını, ABD’nin dikte ettiği16 “küreselleşen yenidünya düzenine” bağlıyor. Bu yüzdende bu yoğun algı karşısında çareyi radikalleşen bir İslam’da aramaktaymışlar. Bu tavır almayı, bu köktenci anlayışı, bu insanlık dışılığını, bu “bahane” gerçekten kabul edilebilir kılar mı sizlerin takdirine bırakıyorum. Ancak hakkaniyet namına şu cümleyi kurmadan da edemiyorum: Değişik zamanlarda, değişik kültürlere ve inançlara sahip insanlarda, insanlığı bir tarafa bırakarak hayvanlaşıyorlardı(!)

Özrü, kabahatinden büyük!

             

Bu tespit bir özür anlamında algılanmamalıdır, sadece bir tespittir, o kadar. Maktab Khalid, IŞID ve Kürt bölgesi arasında kalan sınır kenti. Ve köprünün yanlış tarafına denk gelenler IŞID baskısı altında yaşamak zorunda kalıyorlar. Kaçamak bakışlar, kilitlenen çeneler, asık suratlar, yanlış zaman ve mekânda yanlış bir kelime sarf etmekten, yanlış bir harekette bulunmaktan korkanlar. Bu kentte bulunan tek açık sınır kapısından, Kerkük’e doğru sınır ticaretine soyunan binler. Ve böyle bir dünyaya kadın olarak gelme şansızlığı yaşayanlar, Kürt bölgesinde, Peşmergeler arasında bile yüzlerini açmaktan çekiniyorlar çünkü IŞID’ın kolları uzun, gözleri keskin, kulaklar has has ve dipsiz bir kuyu kadar derin! Belirsiz, karanlık, istikbal ve ümit vaat etmeyen bir gelecek17

Buna rağmen ve işin ilginç yanı da bu, IŞID insanları elinden kaçırmamak için hegemonyasında bulunanlara bir devletin vatandaşlarına sunduğu hizmetleri sunma azminde olduğudur. Bu hizmetlerin finansmanının (maddi külfetinin) %82’sini egemenliği altındaki toprakların doğal kaynaklarından karışlamaktadır. Başka bir ifade şekliyle IŞID maddi açıdan >>> tam bağımsız <<< bir terör “devletidir”. Tahminlere göre IŞID kontrolünde 20 kadar petrol alanı bulunmaktadır. Bu 20 alan, Irak’ın %10 ve Suriye’nin %60 petrol alanına denk gelmektedir. Bu ise 500.000 ile 1.000.00018 dolar arası günlük kazanca eşdeğerdir. Grafik I 

Veeeeeee…    

Yine AKP zihniyetinin “yönetimi” altında inleyen Türkiye devrede. Saddam ve ambargo döneminden kalma Kürt ve Iraklı, çok iyi derecede organize olmuş ve güçlü, kaçakçılık şebekeleri Türkiye üzerinden bu petrolleri uluslararası piyasaya sürmektedir19. Bu tablo karşısında, iki ihtimal karşımıza çıkmaktadır.

a. IŞID’ın uzun vadeli bölgede yerleşerek kendi ticari menfaatleri doğrultusunda Akdeniz’e ve limana önem vermesi    

b. Kurulmaya çalışılan “büyük Kürdistan” için IŞID’in kullanılarak Akdeniz’e açılması ve sonralarında bu toprakların “büyük Kürdistan’a” dahil edilmesi. Attığımı mı sanıyorsunuz? Söyler misiniz hangi resmi gerekçe ile, yani hukuki gerekçe ile, Suriye’den veya Türkiye’den parça kopararak “büyük Kürdistan’a”  Akdeniz sahillerinde liman açacaksınız. Olmaz değil mi? Ama mesela önce Suriye’den iç savaş ve IŞID gerekçesiyle, Kürtlere toprak kazandırırsanız pekâlâ olur.

 

Abu Leith isimli Suriyeli bir silah kaçakçısına göre bu tür ticari faaliyetler ile yalnız >>> bir <<< müşteriden günde 10 milyon dolar kazanmak mümkünmüş(!) İyi para değil mi? Irak gayri milli hasılanın en azından %15’i IŞID’in elinde. Bu ise 35 milyar € demektir. Hele su ve suya bağlı tarımdan elde ettiklerinden hiç söz etmeyelim20. IŞID’in elinde ayrıca fosfor ve doğalgaz gibi yüzlerce milyar dolarlık doğal kaynaklar bulunmaktadır. IŞID borsada21 işlem gören bir şirket olsa, değeri 2000 milyar dolar olurmuş(!) Genelde siyasal İslamcılar ama özelde IŞID’in amacı coğrafyamızda diğer hükümet ve siyasi modellere22 karşın inandırıcı bir seçenek olarak görülmektir. Bu seçeneği oluşturmanın en “kolay ve inandırıcı” yolu ise “halka hizmet” adında “göstermelik” ama asıl amacı ve hedefi gizleyen faaliyetlerde23 bulunmaktır. Buda ancak >>> çok para <<< ile gerçekleştirebilirler. Bu yüzden birçok “ürünü” değerinin altında satarak alıcı bulmaktadırlar24. Ancak şark kurnazları, tıpkı Türkiye’deki emsalleri gibi, para “üretmekte” çok mahir olmaları, parayı yoktan var etmekle – alın teriyle” üretmeyerek, icat ettikleri ve değişik vesilelerle halkın omuzlarına yükledikleri vergiler ile oluşturmaları da gözden kaçmamaktadır. Gerekirse, önceden bahaneler uydurarak ilhak ettiklerini yine asıl sahiplerine satarak25. Bu bağlamda IŞID’in bölgesinde halen faaliyetlerini yürüten ve hiç bir yaptırıma uğramayan 24 bankayı da gösterebiliriz. Öyle ki bu bankalar tüm hızlarıyla uluslararası sermaye piyasasında faaliyette bulunmaktadır. Bilindiği üzere uluslararası bankacılık piyasası faiz sistemi üzerine kuruludur. Akla gelen, hani Müslümanlıkta faiz haramdı?

Milleti enayi yerine koyuyorlar!

Veeeeeee…

IŞID’in bundan sonra atacağı adım ile yine Türkiye, daha doğrusu AKP işin içinde. Dikkatli okuyun lütfen belki Reza Zarrab meselesini çözersiniz. IŞID’in para birimini altın değerine bağlayarak altın para bastırmasıGrafik II bölge ticaretini etkiledi. “Mal” alışverişinin altın ile yapılması, altının tekrar paraya çevrilmesi ise genelde Türkiye üzerinden gerçekleştiriliyor. Bu “kısa” değerlendirmeden de görüleceği gibi AK üzerindeki kara(lar) çoktur!

    

Son söz

Mesele dincileri26 askeri olarak yenmek değil…

Mesele bölgemizde mevcut sistemler içeresinde uzlaşmayı sağlamada!

Mesele AKP zihniyeti gibi AK gösterip kara çalanlarda!         

Gazi Mustafa Kemal Paşanın altı ilkesi Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık bu yolda çözüme götürecektir, yeter ki bu ilkeler sözde kalmasın!    

 

1. Aslında dini inançlara yakıştıramadığım ama ne yazık ki zaruri ve etkili olan bir sekil. Hak dinleri tarafından çokça kullanılmaktadır. Cennet – Cehennem ikilisi, kabir azabı vs.    

2. Bkz. PKK

3. Fransa’nım yarısı kadar

4. Daha önceki makalelerimde devlet olmanın gerekleri üzerinde yazdığım için ayrıntıya girmek istemiyorum. Ancak milletler cemiyeti tarafından kabul edilmeyen ve tanınmayan bir “yönetim” ve topluluğa hukuki açıdan devlet demenin anlamsız olduğunu takdir edersiniz. Acıda olsa buna Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini örnek olarak gösterebiliriz.   

5. kitle iletişim araçları

6. Sanki gerçekten birçok İslam, birçok Müslüman anlayışı varmış gibi(!). İşte tam bu yüzen Atatürk’ün

“öze dönüş” anlayışı önemlidir. Birileri çıkarak kafasına göre kutsal dinimizi yorumlayacak, taraftar toplayacak, bundan bir “mezhep” doğacak ve insanlar buna göre yaşayacak. Bence bu “hastalıklı” bir anlayıştır. Allah’ın kitabında, Kur’an-ı Kerim’de ne yazıyorsa, ne tavsiye veya emir ediliyorsa o yapılmalıdır. Tüm Hak dinlerinin özünde ahlaklı, sorumluluk sahibi, bilinçli ve bilgili insan yatmaktadır.

7. Anlatıyorum, anlatıyorum ama kimse anlamak istemiyor. Siyasette bazı durumlar karşısında aslında imkânsız olan işbirlikleri kaçınılmaz olur. Ortada ortak bir düşman, ortak bir sorun varsa, milli menfaatler karşısında geçicide olsa İşbirliği yapılabilir, yapılmalıdır. Bkz. Bugünkü Yunanistan hükümetine.            

8. Yirmi beş kişiden oluşan kadronun 17’si burada tanışmıştır

9. 5000 civarında

10. 105000 Dolar

11. İnsan yakmalar, kafa kesmeler, insan kalbi dişlemeler gibi

12. Yada İslam Rönesans’ı olarak adlandırılan 8. Yüzyıldan 13. Yüzyılla kadar süren dönem

13. Unutulmamalıdır ki IŞID saflarında birçok gönüllü subay yer almaktadır.   

14. Tüm dinci terörist guruplar arasında bir tek IŞID halifeliği ilan edebilmiştir

15. 16 Mayıs 1916’da Sykes-Picot gizli antlaşma

16. Bir şeyi zorla kabul ettirmek

17. Erkekler bile sigara içemiyorlar, içkiden hiç bahis etmeyelim, çünkü kati bir IŞID yasağı var, yakalananın vay haline. Bu durum bana, ister istemez,  Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ı hatırlatıyor.

18. PKK uyuşturucu ve kaçakçılık çetesi Europol 2013 raporuna göre Avrupa’da yılda 20 milyon € gelir elde ediyormuş, 2011 yılında Zeynel kod adlı Turan Türköz ifadesinde PKK’nin 100 milyon dolar kazandığını iddia etmiş(!). “Vergi” adı altında aldığı haraçlar ve diğer gelir kaynakları çabası. Din ve etnitise iyi bir gelir kaynağıdır. Türkiye Cumhuriyetinin seçilmiş AKP çetesine bakmak sanırım yeterince doyurucu cevaplar verecektir.

19. Belki AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın neden bu kadar Peşmerge lideri Barzani ve IŞID ile içli dışlı olduğunu şimdi daha iyi anlamışsınızdır. İhtimal dâhilindedir ki RTE servetinin bir bölümü bu tür ilişkilerden kaynaklandığı, ayrıca AKP’nin ihtiyaç duyduğu sıcak paranın bir bölümünün böyle karşılanıyor olmasıdır. Yoksa neden bu denli geniş çaplı bir kaçakçılığa göz yumulsun ki?

20. Yıllardan beri yazıyorum, Fırat ve Dicle ve PKK ama kim kime dum duma  

21. Dünyada ilk borsanın Hollanda’da kurulduğunu biliyor muydunuz?

22. Bunların başında Atatürk’ün kurduğu, AKP’nin yıkmaya çalıştığı Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti geliyor

23. Mesela AKP’nin sağlık alanındaki ama artık çökme noktasına gelen veya Cemaatin “dil ve eğitim” alanlarındaki faaliyetleri

24. Mesela IŞID petrolü, doğalgazı. AKP ise “özelleştirme” adı altında kamu mallarını peşkeş çekmesi gibi 

25. Güzel bir örnek olarak 2b arazi satış rezilliğini veya İstanbul’da halen yıkımları süren ve sonradan yine halka satılacak olan, aynı anda ama değiştirilen imarlar ile “fazladan” yaratılan rant kapıları gibi 

26. Veya PKK ve benzerleri

PDF olarak indir

                                                                      ***

12.02.2015

Bu nasıl bir İslam anlayışı?

Devlet’ül İslamiye’yi yazmaya devam ediyorum…
İnanın dehşet kelimesi bile kifayetsiz kalıyor…
Yerine hangi kelimeyi kullanabileceğimi bilmiyorum!

Bu nasıl bir İslam anlayışıdır ki…
İslamiyet’te girişte…
Hadi erkeklerde anladım da…
Aşağını…
İslamiyet’ten çıkmak istediğinde yukarını kesiyorlar?

Hani Müslümanlıkta zorlama yoktu…
Bu mu Peygamber Efendimizin öğretisi?
Bu mu Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de yazdırdığı?
Bu hangi hastalıklı ruhun dışkısı?
Bu herifler keski, bıçkı makinası mı?

                                                                      ***

13.02.2015

Sizin aklınızı, gelmişinizi, geçmişinizi ...!

Lafa bak...
Söz konusu olan silahların yurtdışına çıkarılmasıymış, silahları bırakmak değilmiş, silahların Türkiye'ye karşı kullanılmamasıymış, mışmış - mışmış da mışmış...
Enayi uyutuyorlar....
Ulan namusuz pezevenkler...
Siz kimi kandırıyorsunuz?

O silahlar ömür boyu bir tehdit olarak ortada kalmayacak mı?
Ben sizin aklınızı, gelmişinizi, geçmişinizi ...!

                                                                        *

Nerdeyse güme gidiyordu, tarihe not düşelim

Devlet’ül İslamiye’yi yazmaya öyle dalmışım ki...
Bu sabah haberlerde konu oldu...
Neredeyse unutuyordum, ABD'de bilindiği üzere üç Müslüman genç öldürüldü...
Her gün dünyanın dört tarafında insan ölüyor...
Hele açlıktan ölen bebeklerden hiç söz etmeyelim...
"Bizim" padişah I. Mahvedin yine konuştu ama bu sefer öyle konuştu ki...
Asla ISID ile olan bağlantısını inkar edemez...
Amerika bu katliamı neden açık kınamıyormuş muş, kınamadığı içinde ISID'a söz söyleme hakkına sahip değilmiş miş!

Yapma "paşam"...
Millet artık ağzını bıraktı, kıçıyla gülüyor sana!

                                                                        *

Söz yalnızca bir söz olarak kalır söylenen sözün ardından bu sözü pekiştiren eylem gelmeyince!

                                                                      ***

14.02.2015

Yine dinciler, yine Hz. Muhammed, yine ölüm

Bu kez Danimarka...
1 ölü!

                                                                      ***

15.02.2015

Hz. Muhammed başta olmak üzere tüm Peygamberler

Iman ve dualar mucizelere vesile olabilir...
Ama mucizeler asla zorlanamaz!

Peygamber efendimiz zorbalığın, yobazlığın, kaba kuvvetin simgesi olamaz...
Onun adını kullanarak, yine onun adında insan öldürülmez....
Can alarak saygı kazanılamaz!

                                                                        *

Orta

İşçi Partisi...
Vatan Partisi oldu, bu isim değişikliği ile aslında CHP'nin savunması gereken değerlere sahip çıktığını, çıkacağını gösterdi. Eski ve zamanında "hızlı" bir solcu olmama rağmen, Doğu Bey ve partisinden uzak durma nedenlerimin başında savunduğu, simgelediği değerleri benimseyemeyişimdi. Bazı konularda görüşlerimiz arasında dünyalar vardı.

Y-CHP, tiksinti ve iticiliği ile emsalini aramaktadır. Bu durumda AKP dahi Y-CHP'den mert ve dürüst bir görünüm veriyor.

Ancak buradan Vatan Partisine bir uyarıda bulunmayı bir görev bilirim...
Asla değişmeyen siyasi görüşüm Gazi Mustafa Kemal'in savunduğu ilkeler olmakla birlikte 6 ilke çerçevesinde yeri ve zamanı geldiğinde kimi zaman ortanın solu, kimi zaman ortanın sağında bu değerleri savunmam olmuştur.

Doğu Bey,
gerçekten bir kitle partisi olma ve bu ülkeyi düştüğü bataklıktan çıkarmak istiyorsanız, yönetiminde olduğunuz partiyi ortaya doğru çekmeniz faydalı olacaktır. Y-CHP Sosyal Demokrat olmayı bile beceremeyecek kadar basiretsiz!!!

                                                                      ***

16.02.2015

Gözler

Fotoğrafa bakıyorum...
Hayat dolu pırıl pırıl gözler...
Ve hayvanın gözleri...
İhtiras ve kan dolu....
Kendisine Allahtan rahmet, ailesine sabır diliyorum!

Eğer bu hayvanlara kadın dur demeyecekse, kim diyecek?
Kim?

                                                                      ***

17.02.2015

İki kuruşunuza sahip çıkın

Bugün özellikle dünya çapında borsalara ve altın fiyatlarına dikkat edin...
Önümüzdeki zaman biriminde kapitalizmin çöküşüne şahit olabiliriz...
Küçük bir ülkede olsada Yunanistan devletinin iflas ile karşı karşıya gelmesi...
Olasılıklar içeresindedir!

Borsaların önümüzdeki günlerde verecekleri "tepkiler"...
Deflasyon / enflasyon beklentilerini tetikler mi hep birlikte göreceğiz...
Doların daha fazla değer kazanması hepimizin cebinde büyük delikler açabilir!

Örneğin Yunanistan'ın Almanlara olan borcu 80 milyar €...
Buda her Almanın 1050 € üzerine bir bardak su içmesi...
Ayni zamanda Türkiye'nin borçlarının da katlanması demektir!

Dünyada 805 milyon insan aç...
Birileri ceplerini doldururken milyonların aç kalmasının değerlendirmesini sizlere birikiyorum.

                                                                        *

Varsa iki elin çal başına

Ne eş de...
Ne çoluk, çocuk, ne hısım - akraba...
Hele dost dediklerine hiç güvenme!

Yaşayarak görüyoruz...
Düşmeye gör...
Yukarıda saydıklarımın hepsi*...
Arazi!

Varsa iki elin çal başına...
Elinde varsa bir - iki...
Kötü günleri düşün ve sakla...
Çünkü kötü gününde güvenebileceğin tek şey...
O bir - iki!

*İstisnalar kaideyi bozmaz

                                                                        *

Öffffffff çok şükür

Dolar Avrupa para birimine karşı alçalışa geçti...
Doların çıkması piyasaları çok etkiler...
Gerçi dananın kuyruğu Cumaya kadar hala kopabilir...
Cuma Yunanistan anlaşması için son gün.

                                                                      ***

18.02.2015

Medeni cesaret üzerine

Medeni cesaret üzerine kaçıncı yazıdır bilmiyorum...
Bildiğim bir saat kadar önce bir akrabamla yaptığım kısa sohbet üzerine gerçekten üzülmem oldu. Aslında öyle demek istemediğini bildiğim halde...
Hariçten gazel okumak kolay olur demeye benzer bir durum çıktı ortaya...
Haliyle hariçten gazel okumuyorum...
Her koyun kendi bacağından asıldığı misali...
Herkes yaşadığını görüyor, biliyor!

İster sanal, ister gerçek hayatta mevcut duruma tepki gösteren herkes...
Bir şekilde medeni cesaretini ortaya koyuyor...
Koymasına koyuyor ama...
Evet, ama aynı zamda mevcut sistemi de kendi elleriyle - destekliyor...
Kafanız mı karıştı?

Bak dostum, arkadaşım, kardeşim...
Sen elektrikte "kayıp - kacak" ödüyor musun?
Ödüyorsun!
Sen arabana benzin alırken "uysal koyun" misali, fahiş fiyatları ödüyor musun?
Ödüyorsun!
Sen emlak, gelir, alım - satım, KDV, bilmem ne vergisi ödüyor musun?
Ödüyorsun!
Sen, bu zihniyeti maddi - manevi desteklediğini bildiğin halde bilmem ne şirketinin, bilmem ne ürününü alıyor, tüketiyor musun?
Hem de öyle bir yapıyorsun ki sanki sana bedava veriyorlar!
Ve bu listeyi uzattıkça uzatabilirim(!)

O halde dolaylı yollardan da olsa sen bu sistemi destekliyorsun!
Nasıl mı?
Ödediğin vergilerle!

Peki, çare ne olmalı?
Esas sorun burada başlıyor zaten...
1. Fedakârlığı hep başkasından beklemeden elini taşın altına SEN sokacaksın...
2. Her bir birey durduğu yerde, durduğu yerin hakkını verecek ki oradan geçmeye kalkan, buradan geçisin olmadığını anlasın. Çanakkale'yi düşünün
3. Birisi başlar, gerisi gelir! Medeni cesaretin "tek" olumsuz yanı, kendi özgür iradenle verdiğin kararın, gerekirse bedelini ödemen gerektiği olacaktır. Bu bedeli ödemeye hazır olanların sayısı artığı oranda karşı tarafın gücü azalacaktır!

Bedel ödemeye hazır mısın?
Ödemeye hazır değilsen şikâyet etmeye de hakkın yok!

                                                                      ***

19.02.2015

Soysal sitem ve AKP

Adı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi…
Varoşlardan gelip, yüksek duvarlı sarayların ardına varan bir öykünün hikayesi…
Bu hikayenin mutlu sonla biteceğini…
Bu rüyanın ilelebet süreceğini sanıyorlar…
Binlerce korumanın ardında saklanarak!

Ne vaatlerle gelmişlerdi hâlbuki…
Önceleri…
Göstermelikte olsa bir şeyler yapıyor, yapmaya çalışıyorlardı…
Ama gün geçtikçe gücün, paranın, havuzlu villaların, hizmetçilerin, yalakların…
İki kuruş menfaat için AKP’lilerin bir tarafını yalamaktan çekinmeyenlerinde gazına gelerek…
Zevk-ü sefaya daldılar!

İktidarlarının devamını gerçekten çok önemli olan ve devlet olmanın kaideleri arasında sayılan sağlık sistemine dayadılar. Neler yapıldı, neler, ne göstermelik hizmetler. Ve sonunda taşıma suyla değirmeni döndüremeyeceklerini anladılar. Önce eczacıların, sonra doktorların yakasına yapıştılar. Düzenleme adı altında önce eczacıları sonra doktorları, dolaylı yollardan da milleti düzdüler(!)

Eczacılar, doktorlar isyan ediyorlar…
Parası olan özele, senin benim gibiler ise devlet hastanesine…
Özellikle doktorlar, hasta yakınlarının kendilerine şiddet uygulamasından yakınıyorlar. Ve haklılarda(!) bir yere kadar. Çünkü bu çorbada tuzu olanların bir tarafılar. Diğer taraf hastalar ve yakınları ve tabi bunu yönetmek, denetlemekle sorumlu iktidar.

Anneannem 87 yaşında…
Kolon kanseri…
Kanamayı durduramıyorlar…
Kadın, deyim yerindeyse kurbanlık koyun misali kan revan içinde…
Annem, dayılarım, teyzem başında…
Doktordan anneannemin durumu hakkında bilgi almak istiyorlar…
Ki bu onların en doğal hakkı…
“Normal” olduğunu dışında bir cevap alamıyorlar!

Ya arkadaş…
Tamam, doktor olmuşsun…
Yıllarını bu mesleğe vermişsin, can kurtarıyorsun, açıları dindiriyorsun…
İyi ki varsınız, Allah hepinizden razı olsun, tüm sağlık çalışanlarından…
Biliyorum, mesleğinle kendi arana mesafe koymazsan bunca acıya dayanamazsın…
Buda aslında senin de bir insan olduğunu gösteriyor…
Ama karşındaki de bir insan, hem de korkuyor – telaş içeresinde…
Bu insanları sakinleştirecek iki kelime, umut verecek bir sözün yok mu?
Her şey mi para bu dünyada?
Muhtemelen sana baskı uyguluyorlar, az zamanda daha çok hasta bakmanı istiyorlar…
Ama sende bir insansın, yapabildiğinin fazlasını yapamazsın…
İki kelime için her zaman vakit bulman hem seni vicdanen rahatlatır hem karşındakini!

                                                                        *

Komşuda pişer, bize düşmez

Bak komşuna, iyi bak ve öğren...
Yunanistan'da sol bir parti insanları vergi ödememeye çağırıyor...
Mevcut sistemi ve AB'yi protesto etmek için...
Dün yazmıştım, Medeni cesaret üzerine diye...
Kızdınız, çünkü muhtemelen üstünüze alındınız...
Zaten alınmanız için yazmıştım!

Ama sizde haklısınız...
Bizde muhalif bir parti yok ki...
İnsanlar ardından gitsin...
Parti insanlara cesaret versin!

                                                                        *

Erdoğan ve armut

Dün akşam yazacaktım üşendim...
Ajanstan geçti...
Asya'da bir ziraat çalışanı bir icadıyla piyasayı silip süpürüyor...
Aynı şey bizde yapılsa...
Hem Vallahi hem Billahi yapan köşe olur!

Fikir aslında basit...
Tabii birisinin aklına gelip de yapana kadar...
Yaptır Buda kalıpları...
Armut meyve vermeden kalıbı dalına yerleştir...
Armut kalıbın içine büyüsün ve Buda şeklini alsın...
Topla Buda armudunu sür piyasaya!

şimdi bu kalıbı Erdoğan şeklinde düşünün...
Türkiye'nin "yarısı" bu Armudun peşinde :) (Gerçekten de öyle değil mi?)
Bir düşünsenize kocasının kollarında değil ama Erdoğan'ın fotoğrafı karşısında eriyen TÜRBANLI sürtükleri...
Bu fikir Türkiye'de tutar!

                                                                      ***

24.02.2015

Farz oldu

Bir gün böyle bir şey yazacağımı rüyamda görmüş olsaydım, hayra yorardım...
Türkiye Büyük Millet Meclisi artık o kadar kirlendi...
Türkiye Büyük Millet Meclisi o kadar yoldan çıktı ki...
Artık onu ne herhangi bir deterjan temizleyebilir...
Nede herhangi bir kimyasal madde dezenfekte edebilir...
Yok artık gerçekten farz oldu!

Tüm milletvekilleriyle birlikte...
Hangi partiden olursa olsun...
AK Sarayla birlikte...
Türkiye Büyük Millet Meclisini bu heriflerin başına yıkmak farz oldu!

                                                                        *

### Dikkat ### Dikkat ###

Genelde Avrupa ama özelde Almanya'da ikamet edenlerin dikkatine...
078766427 numaralı bir telefondan arandığınızda dikkatli olmalısınız...
Kesinlikle şahsi verilerinizi mesela doğum tarihi, adressiniz, hele hesap numaraları gibi bilgileri arayanlara vermemelisiniz!

Arayan gerçekten düzgün ve kibar bir Türkçeyle konuşan erkek veya kadın olabiliyor.
Arandığınız tarih ve saati mutlaka not edin. Arayanlar sahtekar ve dolandırıcıdır. Aman dikkat!!!
Almanya'da yaşayanlar için...
Telefon şirketine veya polise şikâyet pek netice vermiyor...

En iyisi bu adresten şikâyetinizi bildirmeniz olacaktır.
Bundesnetzagentur

Ufak bir not: Kısa bir araştırmadan sonra edindiğim bilgiler; yukardaki numara bir sosyal medya numarasıymış. Genelde İsviçre'den aranıyorsunuz. Telekom müşterileri için 08003301000 numarasını çevirin "Beratung" diyerek yukardaki numarayı >>> Blacklist" e alınmasını rica edin

                                                                      ***

25.02.2015

Eşek ve semer üzerine

İnsan eşek olunca semer vuran çok olur derler ya...
Gerçekten doğru ve sanırım hepimiz hayatımızda bir şekilde bu tecrübeyi yaptık...
İş yerinde, aile veya dost ortamında hatta bazen hiç tanımadığımız kişiler tarafından bile "eşek" yerine konmaya çalışıldık!

Aslında sorulması gereken soru...
Suç eşekte mi, semer vurmaya çalışanda mı yoksa eşeğin sahibinde mi?
Şüphesiz eşek bir yük hayvanı..
Eh, insan dediğin canlıda, sırtına vurulan yük oranında ya kendisinden hiç beklenmedik şekilde bu görevleri başarıyla yerine getirerek kendini aşıyor yada bu yükün altında ezilerek "eşek cennetini" boyluyor!

Evet, meydan boş kaldı ve boşalan meydanda it - uğursuz çifte telli atar oldu...
Çünkü değnek vesayet altında...
Çünkü eşek olmak istemeyenler, eşekliği kabul etmeyenler, mevcut güçlerini koordine edemeyecek kadar bencil! Kimse ortak menfaatler uğruna durdukları noktadan bir adım ileri veya geri atmak istemiyor. Yani tam bir Gordion düğümü!
Bir babayiğit lazım kılıcı çekerek bu düğümü çözecek!

                                                                      ***

26.02.2015

Perestroyka ve Glasnost

Yüzlerce yıllık bir imparatorluğun sonunu getirmişti...
Rusya böyle çöktü...
Gorbaçov sağ olsun...
Türkiye ve üç Y...
Türkiye ve kör topal demokrasisi...
Daha çok demokrasi diye diye...
Sonumuz Rusya'ya dönecek...
Henüz dümeni çevirebiliriz...
Henüz(!)

                                                                      ***

27.02.2015

Bakmayın siz onların anlaştık dediklerine

Dün...
Rusya'yı örnek göstermiştim...
Bugün Yunanistan'ı!

Ayrıntılarına girmek istemiyorum çünkü yine uzunca bir makale olur...
Yunanistan'ın Avrupa Birliğine girmesi bir ihmaller zinciri...
Ve Goldman Sachs isimli uluslar arası yatırım ve danışmanlık şirketinin mali hesapları türlü ama yasal "dalavereler" ile "düzenlmesinin" bir sonucudur!

Ancak hepimiz biliyoruzki yalancının mumu yatsıya kadar yanar

Ne teknolojik, ne sanayi, ne ziraat, nede bilimsel yönde herhangi bir atılımı olmayan ve kısır, sıcak paraya dayalı bir ekonomiye sahip Türkiye...
Eninde sonunda...
Bunun lami, cimi yok...
Yolu Yunanistan'ın yolu olacaktır...
Çünkü sen istediğin kadar istatistikleri, hesabı - kitabı ihtiyaca göre düzenlesen bile gerçekler eninde sonunda meydana çıkar!

                                                                      ***

01.03.2015

Felsefi görüşler

İnsan ne zaman gerçekten ölür?
Seveni ve hatırlayanı, yarattığı veya yaratmaya çalıştıklarından bir eser kalmayınca!

Peki, bir toplum ve o toplumun oluşturduğu devlet ne zaman çöker veya ölür?
Eğitimin ilkelerindendir...
Öğretmek veya aktarmak istediğin bir şeyi anlaşılamıyorsa...
Ya aktarmaya çalıştığında yada eğitmende bir sorun vardır...
Nefret ölümsüzdür ve nesilden nesille aktarılır...
Adalet ve özgürlük temeli üzerine büyüyen bir toplumu, öyle kolay kolay hiç bir şey sarsamaz. Ancak toplum adalet ve özgülüğe olan inancını yitirmeye başladığı oranda önceleri çökmeye başlayarak sonunda ölür!

Türkiye Büyük Millet Meclisi...
Türkiye Cumhuriyetinin milletvekilleri...
Türkiye Cumhuriyetini temsil eden sizlersiniz...
Bizlerin, yani halkın sesi sizlersiniz...
Sesiniz çıksın...
Dünyaya haykırın, Türkiye Cumhuriyeti ölümsüzdür...
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk...
Ve arkadaşları, dünden bugüne şehitlerimizin kanı ile sulandığı bu topraklar...
Ölümsüzdür...
Sesiniz çıksın...
Dünyaya haykırın, Türkiye Cumhuriyeti ölümsüzdür diye!

                                                                        *

Ne günlere kaldık

Barışın hüküm sürdüğü günlerde oğullar, babalarını...
Savaş zamanlarında analar ağlarken, babalar oğullarını gömer..
Sabah kalkıyoruz...
Erdoğan ve Öcalan'la...
Öyle ki...
Gece yatağımıza onlarla giriyoruz...
Ve birileri analar ağlamasın diyerek bize bunu yutturmaya çalışıyor...
Ne günlere kaldık...
Hırsızlarla, katillerle yatıp - kalkar olduk(!)

                                                                      ***

05.03.2015

Anam mısın, babam mısın?

Ulan pezevenk...
Senin işin gücün yok mu?
Dolar rekor düzeylere erişmiş…
Gençler tırım tırım iş ararken…
Ülke teröriste, bölücüye, dinciye teslim edilmişken…
Çarşı – Pazar el yakıyorken…
Sana ne benim sigaramdan?
Reşit bir insan olarak…
Seni…
Benim şahsi işlerime burnunu sokmaktan men ederim!!!

                                                                        *

Müsait

Beraber yürürüz bu yollardan…
Toplum müsait…
Kanunlar müsait…
Başımızdaki “hükümet” müsait…
O halde…
Durmak yok…
Bu yolda kadın öldürmeye devam!

                                                                        *

Kahve

Kahveyi sever misiniz?
Biliyorum, Türkiye denince çay akla gelir ama...
Mesleğimin bir getirisidir kahve...
On - on beş fincan kahve, iki paket sigara(!)

Hele Türk kahvesine hiç dayanamam...
Yakında...
Bu zihniyet Tük kahvesinden, Türk kelimesini çıkarmaya çalışırsa hiç şaşırmam!

                                                                        *

Av mevsimi bittiğinde

Av ve avcı…
Kadın ve erkek…
Biri kaçarken diğeri kovalar…
Yakalama, sahip olma, şevk ve azimdir itici güç…
Kadın olsun erkek olsun, av mevsiminde bakımlı, çekici ve dikkatlidir!

Hayat bu…
Papazın her gün pilav yemediği gibi…
Avcıda çoğu zaman muradına eremez…
Ama pes etmeyi de aklından geçirmez…
O kaçtıysa…
Yerini alacak başkası gelir…
Ve av mevsimi…
Avlanma, o heyecan devam eder!

Uzatmayalım…
Şans avcının yüzüne güldüğünde…
Rahatlar, gevşer, dikkati dağılır ve bir süreliğinde olsa kendini koyuverir…
İşte bu anlardır birilerinin çıkıp da reklam arası dediği!

Kemalist değimi bir İngiliz icadıdır…
Ve izlemekte olduğumuz bu “muhteşem” sahne…
Bu akıl almaz senaryo…
Oyuncular bu toprakların çürük – çarık, kokuşmuş meyvesi bile olsa…
Muhtemelen bir İngiliz – Amerikan ortak yapımı!

Kemalist derler…
Atatürkçü derler…
Ulusalcılar derler bizlere…
Sanki…
Bu üç kavram arasında bir fark varmışçasına…
Üççüde neticede sonuna kadar mücadele demek!

Avcının pür dikkat olduğu…
Pes etmediği, kendini koyuvermeden…
Şartlar ve imkânlar dâhilinde yenileyerek, kendini halkına – vatanına adamak demek…
Çünkü bu küresel oyunun sonu…
Back to the roots yani öze dönüştür!

                                                                      ***

07.03.2015

Her şey olmuş günah

Eskiler hatırlarlar...
Ayıp diye bir kavram vardı...
Genel kabul gören ahlak kurallarına aykırı davranışlara dikkat çekmek için kullanılırdı bu kelime. Günah kelimesi ise dinen sakıncalı davranışları tanımlamak için kullanılmakta(ydı)...
Ey millet...
Önce bir dilini öğren...
Kelimelerin anlamlarını öğren...
Sonra günah mı, ayıp mı karar ver!

Karar ver ki...
Çoluk çocuk doğruları öğrenerek büyüsün!

                                                                      ***

08.03.2015

Nokta

Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır
«Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.»

Dün gece yine ağrılardan uyuyamadım...
İlaçların dozajını yükseltmem gerekiyor ama daha 49 yaşındayım. Dozajı daha da yükseltirsem sonu uyuşturucu(!) Onunda sonu, miktarı "her geçen gün" daha da yükseltmek olacaktır. Anlayacağınız benim ki hayat değil. İşte, yakın çevreme - ona buna ne kadar faydalı olabilirsem, ayakta kalmaya çalışıyorum o kadar. Gece yarısı
Steve Jobs (Apple) biyografisini tekrar izledim ve bir anda kafamda dank etti!
Atatürk'ün ve Steve Jobs'un sözlerini bir araya getirdin mi, ortaya bir tablo çıkıyor. Belki yetkili insanlara bir rehber olabilir diye yazıyorum.

Steve Jobs'un sevdiğim, taktir ettiğim sözleri...
Bir gün bir sohbet esnasında şu cümleyi kurduğu söylenir:
"... Bir biriyle alakalı görünmeyen noktaları birleştirmek... Ve bu birleştirilen noktaların meydana getirdiği gücü, "yeniliği" pazarlamak. İnsanların ihtiyacı olmadığı halde bu yeniliğe ilgisini*... "

Bir tarafta biat kültürü ile yoğrulmuş, sorgulamaktan - düşünmekten uzak >>> bir <<< kitle öte tarafta darmadağın, bu "güce" nasıl karşı koyabileceğini, ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmeyen insanlar. Herkes durduğu noktadan taviz vermek istemiyor.
Güzel (!)
O halde Atatürk'ün ne dediğini bir daha okumakta fayda var...
Ve sonra Steve Jobs'un sözlerini düşünmek gerek.

* Steve Jobs başarısını bu taktiğe bağlamaktadır

                                                                      ***

09.03.2015

Atatürkçüler, Kemalistler, ulusalcılar öldü diyenlere

Ulusal egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur.
                                                                                                Gazi Mustafa Kemal Atatürk

                                                                      ***

10.03.2015

Sanat ve Frau Kühn

96 yaşında...
Yaşayan tarih desek yeridir...
Ailesinden, eşinden, dostundan hayata kalan hiç kimse kalmadı...
20 - 25 senelik dostluğumuz var...
Bundan bir kaç ay öncesinde laf döndü dolaştı...
Ortadoğu’nun tarihi eserlerine, özellikle ama Fransız ve İngiliz "tarih hırsızlığına" geldi!

Kadıncağız:
“Londra’ya, Paris’e getirmeyip de ne yapacaklardı? “Siz” bu tarihi eserlerin değerini bilmezsiniz ki!” dedi.

Önceleri içimden çok kızmıştım ona ama…
Aklıma IŞID, Taliban ve tabii Recep Tayyip gelince…
Kadına yerden göğe kadar hak verdim, neyimize sahip çıkabildik ki tarihimize sahip çıkabilelim…
Yukarıda bir delik…
Aşağıda bir delik…
Ye, iç, sıç…
Dönem, dönem bu durum değişse de…
İstisnalar kaideyi bozmaz!

                                                                        *

Herkesin elinde bir cep

Gelecek satırlara öncelikle bana yakın olanlar kızacak ama...
Durup bir an için bile düşünecek olurlarsa eğer...
Bana hak vereceklerini düşünüyorum...
Adam sende ne düşünüp duruyorsun...
Kim kızarsa kızsın, kim darılacaksa darılsın!

Evet, günümüzde herkesin elinde bir cep...
Bir kesmiyor artık...
Kapının önünde iki araba, bilmem kaç çift ayakkabı, bir o kadar manto...
Adı üzerinde evlenen evleniyor...
Hele birkaç tane çocuğun varsa yandın...
Her haneye elektrik, ısıtma, gıda, beyaz eşya, ıvır zıvır...
Nede olsa anandan saraylı çıkmışın...
Mobilyanın en pahalısı, en ağırı olmalı...
Sonra konu komşu ne der?
Masraflara yetişmek için hababam çalış...
Yine de yetmiyor, yetmiyor işte(!)

Çok değil...
Aradan yarım yüzyıl bile geçmedi...
Ataların, gelin - kaynana kurardı siniyi ortaya...
İki tabak bir düzine kaşık, top top somun yani başında...
Herkes salardı kaşığını tarhanaya!
İnsanlar bir yerde oturur, bir yerde - bir arada yer, bir yerde ısınırdı...
Dolayısıyla masraflar birer kez yapılırdı...
Ama artık "adam" oldun...
Birey oldun değil mi?

Ne batılı olmayı becerebiliyoruz...
Nede doğulu...
Bir karar ver artık sen nesin, kimsin?
Ya batılı gibi birey ol, ona göre yaşa, kendi hayatının sorumluluğunu üstlen...
Aile dediğini unut...
Yada doğulu ol(!) aile kavramını yaşat...
Hastalıkta, sıkıntıda, dert ve kederde, hüzün ve ölümde...
Doğum ve sevinçte ailem dediklerinle birlikte ol!

Sakın ama sakın...
Şimdi yaptığın gibi iki arada - bir derede kalma!

                                                                      ***

11.03.2015

Aynı evde iki yabancı gibi

Bundan 40 belki 50 yıl önce birbirini görmüş, beğenmiş ve evlenmiş...
Çoluğa çocuğa karışmış...
Bunca yıl hayatın zorluklarını birlikte göğüslemiş...
Birlikte ihtiyarlamış insanlar...
Ne oldu da şimdi iki yabancı gibi aynı evin içeresinde yaşıyorsunuz?
Düşman kardeşler gibi birbirinizin kuyusunu kazmaya çalışıyorsunuz(!)
Aşkınızın, sevginizin meyvelerini birbirinize karşı adeta silah gibi kullanmaya çalışıyorsunuz.

Karşındakine saygını yitirmeye başladığında...
Sevgide yavaş yavaş yok olmaya başlıyor...
Saygını yitirme...
Eski dost düşman olmaz der atalarımız!

                                                                      ***

12.03.2015

Churchill

Batı dünyasının gelmiş geçmiş en büyük siyasi “dehalarından” biri…
Emperyalizm denen kavramın adeta vücut bulmuş hali…
Atatürk…
Kendisine sınırlarını göstermişti…
Buraya kadar, bir adım daha fazlasını atamazsın dedi…
Atamadı da!

Rahmetli nineni…
O gün bu gün namus dediklerini…
İngiliz’in, Fransız’ın, İtalya’nın ve Yunan’ın altından alan…
Atatürk ve silah arkadaşları…
Ve binlerce isimsiz kahraman…
Sen bu insanlara dil uzatmaya utanmıyor musun?

Sen…
Nasıl bir namussuz, şerefsiz, ahlaksız insansın ki…
Bu kahraman, vatanseverlerin itibarını “ayaklar altına” almaya…
Onların kan, akıl ve alın teriyle…
Yoktan var ettiğini yıkmaya kalkıyorsun?

Başaramayacaksın…
Ben ve benim gibi düşünenler, bizlerin yetiştirdiği evlatlar yaşadığı sürece başaramayacaksın…
Bu toprakların birlik ve bütünlüğünü yıkamayacaksın!

                                                                        *

Odisseas

Süleyman Demirel'in unutulmaz bir sözü vardır:
"Demokrasilerde çareler tükenmez. Dün dündür, bugün bugündür"

Odisseas...
Kurnaz Yunanlı diye tarihe geçmiştir...
Bizans oyunları ise efsanevidir…
Yunan, borç batağından çıkamayınca çareyi Alman devletinin yunan toprakları üzerindeki mallarına el koymakta bulmuştur. Daha doğrusu bunu yapmakla tehdit etmektedir, amaç İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanların verdiği zararı tahsil etmektir. Bu malların arasında Goethe Enstitüsü de vardır. Görünüşte kültür enstitüsü olan ama bazen “kuşkulu” faaliyetlerde de bulunabilen bir kurum.

                                                                        *

Her gün, bir gün

Bugün İnternette devlet yasaklarına karşı dayanışma günüymüş...
Özellikle Çin'de bazı blokçuların sayfalarına girişler yasaklı...
Dünya çapında bazı gazeteciler bu yasakları delme girişiminde...
Düşünce özgürlüğü...
Tüm despotların korkulu rüyasıdır...
Yaşasın insanlık onuru...
Yaşasın insanların hürriyeti...
Kimse...
Ama hiç kimse beynime zincir vuramaz...
Düşüncelerimi, hayallerimi, arzularımı gasp edemez!!!

                                                                      ***

Bilmem nesini bilmem ne ettiğimin dünyası

Yıllardan beri dilimin döndüğü kadar tam da bu durumu anlatmaya çalışıyorum.

Ameliyat öncesi dükkânı kapatmak zorunda kaldığımda maddi bakımdan gerçekten büyük sıkıntılar yaşadık. Onlarca senedir müşterimiz olan bazı Almanlar bize gelerek borç para teklif ettiler. Dikkatinizi çekerim, müşteri. Müşteri olma dışında herhangi bir samimiyet yok!
Keza ben bilmiyorum tabii, annem anlatıyor...
Kaza sonrası, akın akın Alman, Türk ve diğer milletlerden insanlar gelerek üç - beş herkes imkânına göre yardım ve para teklif etmişler.

İnsan olmak...
İnsani duygulara sahip olabilmek ne dine, ne ırka, ne renge bakar...
İnsan olmak için insan olmak yeter.

Eskiden müşterimdi...
Borsacı, hali vakti yerinde. Aile, ne bileyim dışarıdan görebildiğim kadar tam bir uyumlu tablo. Her şey yolunda...
Demin geldi, gözleri yaşlı...
Elimi uzattım tokalaşmak için sert bir şekilde kendine doğru çekerek kapıdan dışarı çıkardı. "Biliyor musun mide kanseri olmuşum"
Yok arkadaş...
Bu dünyada rahat, huzur diye bir şey yok, yok, yok!

                                                                      ***

13.03.2015

Başı bırak, gerekirse kıçını da açar!

Başlık için peşinen özür dilerim…
Ama gerçek bu!

Bugün Almanya’da eğitim kurumlarındaki başörtüsü genelgesi…
Anayasa mahkemesi tarafından geçersiz sayıldı…
İnanın…
Almanya, başını açmayanlar sındırışı edilecektir diye diretse…
Bu başını göstermelik örtenlerin >>> hepsi <<<…
Başı bırak, gerekirse kıçını da açar!

Not: Samimi dini duygular ile hareket edenler bu kitlenin dışındadır çünkü onların giyim ve kuşamı bile bu zibidilerden çok farklı

                                                                        *

Hırsız, diktatör özentisi, ahlaksız, yalancı ve ütüne birde namusuz...
Unuttuğum bir şey kaldı mı?
Genci hemen serbest bırakın!!!

                                                                      ***

14.03.2015

Demokrasi dediğin işte böyle bir şey

"Bizim" zibidiler...
Ama özellikle Cumhurun hırsızı...
İleri demokrasi diye ne olduğu belirsiz bir şey tutturmuşlar, bu yollarda beraber gidiyorlar. Nasılsa seçmenin bir kısmı dünyadan bir haber!

Dün Almanya'nın Wuppertal kentinde "miting" günüydü...
Faşisti, birlikte - barış ve huzur içeresinde yaşamak - açık toplum isteyenler ve...
Selefiler...
Üç miting aynı günde, aynı kentte - merkezinde...
1000 kadar polis gösteri ve toplantı özgürlüğünün koruyucusu olarak sokaklarda...
Kent kilitlendi, esnaf için dün kara gündü...
Polis sözcüsüne soruldu:
"şart mıydı, üç birbirine tamamen zıt göstericilerin ayni gün şehri kilitlemesi" diye...
Polis sözcüsü:
"Anayasamız gereği herkes toplanma ve görüşlerini ifade etmekte özgürdür. Şiddete başvurulmadıktan sonra müdahale etme hakkımız yok"

Vallahi...
Ne yalan söyleyeyim...
Demokrasinin ilerisi değil, demokrasinin kendisi...
Anayasanın temel ilkeleri bana yeter!

                                                                        *

Ihr macht einen großen Fehler

Ich bin Moslem...
Ich lebe seit mehr als 47 Jahren unter euch...
Und ich rate und empfehle euch aus Tiefstem herzen...
Vorsicht bei gewissen Entscheidungen...
Der Prophet Muhammad riet seinen Anhängern...
Trotz ihres Glaubensbekenntnisses sich ihrer Umgebung anzupassen...
Ihr habt es hier in der Regel nicht mit aus tiefster Seele empfundenen gottgläubigen Menschen zu tun, sondern mit Menschen, die die Religion für ihre politischen Vorstellungen ausnutzen wollen. Das beste Beispiel ist und bleibt die derzeitige Regierung in der Türkei.

Türkçe tercümesi:

Büyük bir hata yapıyorsunuz

Müslümanım...
47 senedir aranızda yaşıyorum...
Tüm samimiyetimle ifade ediyorum ki, aldığınız bazı kararlarda dikkatli olun. Peygamber efendimiz bile, Müslüman olmalarına rağmen ümmetine yaşadıkları yere uymayı tavsiye etmiştir. Karşınızdakiler genelde samimi dini duygular ile hareket eden insanlar değildir. Daha çok dini siyasi görüşlerini hayata geçirmeye çalışanlardır. Bunun en güzel örneği ise şu an Türkiye'deki iktidardır.

                                                                      ***

15.03.2015

Orospu karı yemekleri II

Dünyaya kadın olarak gelseymişim eminim çok cilveli bir sürtük olurdum...
:)
Bugün orospu karı yemeklerinden iki tarif vermek istiyorum...
Birincisi...
Bildiğiniz sigara böreği gibi görünse de...
Türk, Yunan ve Çin "ortak" yapımı bir Dayday böreğidir. Evdekiler, bayıldı. Hani yemede yanında yat cinsi vardır ya...
İşte öyle bir şey!

Perşembeyi Cumaya bağlayan gece saat üç suları...
Her zamanki gibi fırladım yataktan...
Televizyonda Yunanistan'ı ve ekonomisini gösteriyorlar, ilgimi çekti izlemeye başladım. Bir ara laf döndü dolaştı hayvancılığa ve yoğurda geldi. Yunan yoğurdunun koyun sütünden ve süzme koyun sütünden bir kilo yoğurt elde etmek için dört kilo koyun sütüne ihtiyaç duyulduğunu biliyor muydunuz?

Koyun yoğurdu ve kıymadan bir börek tarifi verdiler...
Görüntü muhteşem...
Malzemesi bize uyuyor, aklıma hemen çok sevdiğim Çinlilerin benzer bir böreği geldi. Almanya'da Frühlingsrolle diye geçiyor...
Türkçeye tercüme edecek olursak "ilkbahar sarması" diyebiliriz, tamamı sebzeden...
Tabii sağlıklı her türlü yiyeceği "ret" etiğimden aklıma bir kompozisyon geldi!

Sabah doğru çarşıya...
Süzme Yunan koyun yoğurdunu nerden bulacaksın?
Süzme inek yoğurdu aldım (dikkat en az %10 yağlı süzme olması şart)..
Bildiğiniz harç hazırladım, ben tarifi 320 gram ile bir kilo arası kıyma için veriyorum. Denemelik olacağı için kasaptan 250 gram kıyma istedim, 320 oldu. Boş ver dedim...

Malzemeler:

Kıyma...
Birer tane biber kırmızı ve yeşil...
Bir kahve kaşığı tuz...
İki soğan tercihen bir kırmızı bir beyaz...
İki avuç soya fasulyesi...
iki yemek kaşığı süzme yoğurt (dikkat 1 kiloya kadar iki kaşık. Fazlası kıymayı sulandırıyor)
Bir paket hazır üçgen yufka!

Orospu karı böreği olduğu için ben her şeyi iri kıyım doğradım...
Ve bir tava kullandım (bulaşık çıkmasın diye)
Harcı kavurun, kıyma kavrulmasına yakın soya fasulyesini ekleyin ve bir iki dakika daha kavurun. En sonunda iki kaşık yoğurdu ekleyin. Sigara böreği gibi sarıp kızartın.

Püf noktası: Süzme yoğurta bulunan yağ lezzet veriyor. Onun için süzme yoğurt şart!

Devam edecek...

                                                                      ***

16.03.2015

Neo Osmanlının lale devri

Zevk ve sefa devri diye anılır Lale devri...
12 yıl sürmüştür, 1718'den 1730'a...
Şüphesiz...
Bu dünyada baki olan Allahtan başkası değildir...
Ve insandan olan, insani olan her şeyin bir sonu vardır!

Yıprandılar...
Hırsızlıklar, yalan - dolanlar, sahtekârlıklar, rüşvet, adam kayırma ve paraleller ile...
Seçim yaklaştı...
Ve başörtüsü denen 1 metre karelik bez parçasına yine dört elle sarıldılar...
Nasıldı? hah, buldum...
Ey kurban olduğumunum bez parçası sen nelere kadirsin!

                                                                        *

Kadının fendi 15+6=16 damat masada kaldı

Alman haberlerine konu oldu...
Türkiye'de yayınlandım bilmiyorum...
Hindistan'da görücü üslü evlenecek bir çift...
Gelin adayına damadın fotoğrafını gösteriyorlar...
Tamam diyor, tahsilli bir kız...
Tahsilli bir koca istiyor haliyle...
Nikah günü gelinin yanına başkası oturuyor...
Gelin imzayı atmadan damada soruyor...
"15+6" ne eder diye...
Damat 16 deyince kız masadan kalkıyor(!)

Ey bu milletin fedakar kadınları...
Kökeniniz neye dayanırsa dayansın...
Sizler bu kültürün evlatlarısınız...
Bu milletin kadınları yalnız fedakar değildir...
İffetine de sahip çıkar...
Aklına da!
Bu zihniyete karşı baş kaldırmak, bu gidişata dur demek...
Hem kendiniz hem de sizden doğacak kız çocuklarınıza karşı boynunuzun borcudur!

                                                                      ***

17.03.2015

Bir fırının öyküsü ve çıkarılacak dersler

33 senelik dükkân sahibiyiz…
Oturduğumuz yerde…
Annem dükkânı açtığında bu işi yapan bizden başkası yoktu…
Yıllar içeresinde aynı işi yapmak için...
Bize rakip olmak, elimizden müşterileri almak için ne dükkânlar açıldı…
Açıldı ve kapandı!

Köyün yerlisi…
Belki 40, 50 senelik bir fırın…
Son beş – on senedir sinek avlar olmuştu…
Çünkü bir rakip gelmiş…
Dükkân ardına dükkân açıyor ve çok ama çok iyi işliyordu…
Ürünleri gerçekten çok lezzetliydi…
Ama süreç içeresinde kalitesini düşürdü!

Eski dükkân sahibi 6 ay kadar öncesi fırını başka bir zincire sattı…
Arkadaş ister inan ister inanma…
Sabahları fırının önünde kuyruk dükkândan sokaklara taşıyor!

Bizim dükkânımız…
Allaha çok şükür akmasa da bizi namerde muhtaç etmedi!

Kısadan hisse…
Su uyur, düşman uyumaz…
Kaliteyi düşürmeyeceksin…
Karşındakinin insan olduğunu, ona insan gibi davranman gerektiğini asla unutmayacaksın…
Zaman ve mekân şartlarına göre, kendini kaliteyi düşürmeden, yenileyeceksin…
Sen…
Bu devletin kurucu partisi olabilirsin…
Ama sen bu partinin ilkelerine sahip çıkmazsan…
Birileri gelir ve yerini doldurur!

                                                                      ***

18.03.2015

Çanakkale

Gazeteler, köşe yazarları...
Söylenecek her türlü söz söylenmiş, yürekte O duyguyu hissetmeyene zaten bugünün, Atatürk ve arkadaşlarının, akan kanın, gösterilen fedakârlığın önem ve ehemmiyetini anlatamazsın. Anzak torunları bile dedelerini düzenli olarak rahmet ile anarken bizim soysuzlar yalan üzerine yalan üreterek bu kahramanları aşağılama çabasında. Bu yüzden ben bir şey yazmayacağım, bir tek sorum var:
Bir toplum 100 yıl içeresinde gerçekten bu kadar değişebilir mi? Yoksa hepimizin yüreğinin bir yerinde... Acaba bu ruh hala yaşıyor mu?

                                                                        *

İyi yapıyorlar, vallahi iyi yapıyorlar

Bugün Frankfurt'ta...
AB Merkez Bankası açılışı yapılacaktı...
Şiddet hiç bir şekilde ve hiç bir gerekçeyle onaylanamaz ama...
Vahşi kapitalizm...
Adı ütünde vahşi başka dil anlamaz(!)

                                                                        *

Camiden çıkıyorlar adam öldürmeye

Tunus da...
Cami çıkışı fanatik şeriatçılar insanlara saldırdı...
21 ölü...
Ve bunlara sorsanız Müslümanız derler...
Merak ediyorum...
Bu heriflere Camilerde ne öğretiliyor?

                                                                      ***

19.03.2015

Sen dincisin ben dindar

İnsanın gerçekten zoruna gidiyor...
Daha düne kadar Kasımpaşa sırtlarında tecavüz edecek eşek arayanlar...
Bugün çoluk - çocuk, yandaş - yoldaş, hep birlikte...
Milletin A'sına koyuyorlar!

Bu nasıl bir iş?
Anlamadım gitti arkadaş!

                                                                        *

Başta oğlum olmak üzere geleceğin tüm genç siyasetçilerine

Bugün oğlum eğitim hayatında önemli bir adım daha attı...
Üniversite bünyesinde 6 hafta staj şart koşuluyor...
Hessen eyaleti bazında çok önemli bir toplantıda...
"Önemli" bir siyasetçinin ilgisini çekmiş...
Yanında "çalışma" teklifi almış(!)
Heyecandan konuşamayacak kadar etkilenmiş koca herifim...
:)

Bir babadan...
Yıllardır siyasetin çeşitlerine bizzat şahit olmuş birisinden bir kaç naçizane öğüt...
Biraz olsun kafanız çalışıyorsa...
Gençliğin verdiği esneklik ve girişkenlikle...
Gençliğin özü yeni fikirlerle...
Kısa zamanda kariyer merdivenlerini üçer beşer çıkma ihtimaliniz yüksektir...
Ancak...
Eriştiğiniz mertebede gözü olanlar, sizi çekemeyenler başta olmak üzere...
Geldiğiniz noktadan ayağınızı kaydırmak isteyenler olacaktır...
Unutmayınız ki yüksek - yüksek mevkilerde rüzgar sert eser...
Temeliniz sağlam olmasa...
Sırtınızı dayadığınız kaya yeterince korunak sağlamıyorsa...
Yani arkanız sağlam değilse o mevkide tutunamazsınız...
Çünkü yüksek - yüksek mevkilerde güneş inanılmaz sıcak ve parlak olur...
Ikarus misali yere çakılırsınız.

                                                                      ***

20.03.2015

Samimiyetin sınırları

Genelde insanlarda ama özellikle biz Türklerde bir hastalık var ki...
İnsana illallah dedirtiyor...
Her zaman olmasa da, beşeri ilişkilerin olağan bir sonucudur samimiyet...
Ancak insanlar arasında samimiyet olsa bile...
Her şeyin bir haddi, huduttu, sınırı vardır...
İnsan dediğin, her halükarda kendini bilmeli...
Ve sınırları zorlamamalıdır!

                                                                        *

Ben gamlı baykuş

Biliyorum...
İnsan her zaman ciddi olmamalıdır...
Ama insanın içindeki güneş sönmeye yüz tutmuşa...
Yüzü de, sözü de o güneşten, aydınlıktan uzak oluyor!

Ben gamlı baykuş olarak...
Tüm oturan öküzlere sesleniyorum...
Kalk...
Kalk ayağa ve diren...
Gelmişine, geçmişine, geleceğine sahip çık!

                                                                      ***

21.03.2015

Yeter artık, Allah - Peygamber aşkı için yeter artık deyin

Bilmiyorum yabancı basını takip ediyor musunuz?
Ediyorsanız eğer...
Dikkatinizi çekmiştir...
Daha beş dakika önce Alman televizyonunda...
Iman hatipler, alevi vatandaşlarımıza zorunlu din dersi, 700 okulun ZORUNLU imam hatibe çevrilmesi konu oldu!

Buna benzer İngilizce veya Almanca haberlerde neler neler konu ediliyor...
Özellikle AK-Saray ve merdivenlere dizilen ve sözde geçmişin askerini canlandıran soytarı gösterisi...
Adamlar artık ağzını bıraktı kıçıyla gülüyorlar!

Hiç kimsenin...
Ama hiç kimsenin bu milleti bu denli aşağılamaya, aşağılatmaya - alay konusu yapmaya hakkı yok!

                                                                        *

Atatürk’ün evlatları

Evladı Osmaniye uluslararası konjonktüründe yardımı ile bastırdı…
Atatürk’ün oğulları da, kızları da apışıp kaldı…
Hele askerlerini hiç sormayın…
Meğer topu ama en azından Kurmay subaylarında tavşan kadar yürek yokmuş…
Heriflerin birde üstüne üstlük bir demokratlığı tutu ki…
Saraylı pezevengin ileri demokrasisi solda sıfır kaldı!

Neticede…
Türkiye…
Kahpelerin, orospu çocuklarının, yüreksiz tavşanların eline kaldı…
Artık para...
Din, iman ve namus oldu…
Hem de öyle bir oldu ki…
Binlerce insanın katili mahpushaneden ahkâm keser oldu…
Ancak buna bile şaşırmamak lazım…
Burası Türkiye, yüce mahkemenin tespiti ile irticanın odağı olan bir parti…
Hırsız bir başbakan…
Hırsızların imparatoru olan bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetilen bir ülkede…
İrili – ufaklı hırsızlar da söz sahibi olur…
Katillerde!

                                                                        *

Aldatılana aldanma Mehmet

Bu cennet vatan için ölüme giden sen değil misin Mehmet?
Şehitlik mertebesine erdiğinde…
Senin ardından gözyaşı döken annen, baban, kardeşin, yavuklun değil mi Mehmet?
Şehit olup da ardında bıraktıklarına dilenciye sadaka verir gibi maaş bağlayanlara, senin ölümüne sebep olan tetikçilerin çete başı ile müzakere edenlere aldanma!

Bu vatan için kolun, bacağın koptuğunda…
Seninle birlikte, seninle her gün ölen senin sevdiklerin değil mi Mehmet?
Kanınla, canınla, kahramanlığınla…
Ananın ak sütü gibi sana helal gazi unvanını ve bu milletin sana minnetinin ifadesi olan gazi maaşını bile bir şekilde gasp edenlere aldanma!
Aldatılana…
Aldanana ahmak derler Mehmet!

                                                                        *

Siyasal Islama dur demek lazım, hemen!

Yemen elden gidiyor...
Ortalık fena karışacak!

                                                                        *

Bizi kalbimizden vurdunuz

Ama...
Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte...
Hala yaşıyoruz...
Kendimizi toparlayınca kökünüze kibrit suyu dökeceğiz...
Sözümüz, söz!

                                                                      ***

22.03.2015

J. W. Von Goethe’nin Faust eserinden

Goethe’nin çok sevdiğim bir sözü vardır:
“Hier bin ich Mensch, hier darf ich sein”

Türkçeye tercüme edecek olursak:
Burada insanım, burada insanca varlığımı sürdürebilirim

Tabii kesin bir şey diyemem ama öyle inanıyorum ki rahmetli Atatürk’ün de hayalinde insanların, insanca yaşayabileceği, varlıklarını sürdürebilecekleri bir toplum ve ülke vardı. Gel gör ki yoktan var edilen bu ülke ne hallere getirildi!

Saygıdeğer Hanımlar ve Beyler,
Çok kan aktı…
Çok gözyaşı döküldü…
Çok insani dram yaşandı ve yaşanıyor…
Bir savaşı bitirmek başlatmaktan çok daha zordur!

Ve…
Böylesine büyük ve hayati bir meselenin altından hırsız, arsız, yalancı ve dolandırıcıların kalkması mümkün değildir!!!

                                                                        *

Kur’an’da aldatışlar ve aldanışlar arasında dikkat çekilenler, küçükten büyüğe doğru şöyle sıralanabilir…
Yaldızlı-süslü laflarla aldatma, aldanma. (En’am, 112)
Beldelerde egemenlik kurmak, gezip dolaşmakla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 196; Gafir, 4)
Dine sokulan uydurma ve iftiralarla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 24; Enfal, 49)
Hurafeler, uydurmalar, anlamını bilmeden okuyuşlarla aldatma, aldanma. (Hadid, 14)
Sefil-rezil yaşayışla aldatma, aldanma. (Ali İmran, 185; En’am, 70, 130; A’raf, 51; Lukman, 33; Fatır, 5; Hadid, 20)
Allah ile aldatma, aldanma. (Lukman, 33; Fatır, 5; Hadid, 14)
*
Aldatış ve aldanışın en yıkıcısı, Allah ile aldatma’dır. Kur’an’da şöyle buyuruyor: Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!
*
İnsanoğlunun en kahırlı bunalımları, Allah’ın araç yapıldığı aldatıştan kaynaklanan bunalımlardır. En zehirli zulümler de, bu aldatıştan doğar. En kalıcı, en yıkıcı bozgunlar, bu aldatışın vücut verdiği bozgunlardır. Tarih buna tanıktır.
*
Kur’an’daki “Allah ile aldatılmayın” ihtarına rağmen, Türk halkı dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor.
*
Allah ile aldatmak; dinimizi, çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından, ne dini vardır, ne de imanı… Onun dini imanı, Tanrısı, ibadeti, hep çıkarıdır, hesabıdır. Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir “tahakküm teolojisi” oluşturmuşlardır. Türkiye’de bu teolojiyi egemen kılmak istiyorlar.
*
Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir. Atatürk bu şeytani siyaseti, taa 1920’de dünyaya tanıtıyor. İngilizlerin siyasetinin “İslam’ı İslam’la yok etme siyaseti” olduğunu ilan ediyor.
*
Türkiye’de bugün dayatılan tez, Allah ile aldatma veya “siyasal İslam” tezidir. Atatürk’ün mirası, bütün ihtişamına rağmen, bir tez olmaktan çıkarılmış bulunuyor. İç ve dış hıyanetler, Türkiye’ye oynanan bu oyunda, ne yazık ki, başarılı olmuştur. Türk siyasetinin, imansızlıkları, gafletleri, dalaletleri, nefsaniyetleri, ciddiyetsizlikleri, tutarsızlıkları, kirlilikleri, işi bu noktaya getirdi. Atatürk’ün mirasını yeniden tez yapabilmenin ilk şartı, işi buraya getiren “Allah ile aldatma” siyasetine son vermektir.
*
Allah ile aldatma zulmünün en ağırları, kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne çıkarılmaktadır.
*
Türkiye’de sosyal devleti çöküşün eşiğine getiren sebeplerin başında, Allah ile aldatanların yarattığı “sadaka kültürü” ve bu kültürün yarattığı “sömürü merhametçiliği” gelmektedir. AKP iktidarı, bu yıkıcı sebebin saltanat dönemini temsil etmektedir. Allah ile aldatanlar, iane çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedir.
*
BOP’un temel hedefi, Ortadoğu’da İsrail’den daha büyük devlet bırakmamaktır. Yaşadığımız günlerin ABD ve AB’sinde, Türkiye’yle ilgili ilk hedef, Türk Ordusu’nu etkisizleştirmek olarak dikkat çekiyor. Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları kotarıyor. Müslümanlar, burada sadece taşeronluk yapıyor. Türkiye’yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri, ancak, İslam’ın gerçeği içinden çıkarılabilir.
*
Nedir bu derseniz… Profesör Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile Aldatmak” isimli kitabından alıntılardır.
*
Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, bu kitabı okuduktan sonra Profesör Yaşar Nuri Öztürk’e telefon etmiş ve “bu kitap Cumhuriyet’in manevi manifestosudur” demişti. Aynen katılıyorum… Cumhuriyet’e dair, Nutuk’tan sonra yazılmış en değerli kitaptır.
*
Ve, hani şimdilerde Tayyip Erdoğan hepimize “şapşal” muamelesi yaparak “aldatıldım” filan diyor ya… Bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum!
*
Okusun ki… Yaldızlı-süslü laflarla yalan söylemenin, iftira atmanın, milletin parasıyla gezip tozmanın, gösteriş yapmanın, şatafatın, hırsızlığın, yolsuzluğun, koltuk şehvetinin, şahsi çıkar hesaplarının, fakir fukara istismarının, baskı düzeni kurmanın, dini-imanı siyasete alet etmenin, Allah ile aldatma’nın Kuran’a aykırı olduğunu görsün.
Okusun ki, aldatılmasın!

Yilmaz Özdil Sözü 22.03.2015

                                                                        *

Bir yerden patlak veriyor be arkadaş

Hiç hoşlanmam...
Aslını ve yaşını inkar edenden...
Hadi hanımlarda bir yere kadar su götürüyor da...
Erkeğin yaşını gizleme çabalarını asla hoş görmem mümkün olmuyor!

Saçını, bıyıklarını, kaşını boyatırsın...
Ellerindeki, yüzündeki kırışıklar seni ele verir...
Hadi diyelim kırışıklıklara ve beyaza "çare" buldun...
Bu sefer yürüyüşün, hareketlerin seni ele verir...
Uzatmayalım...
Yani sen ne kadar çabalasan da...
Bir yerden patlak veriyor be arkadaş!

Aslında...
Bu hayatin her alanı için geçerli bir kural...
Siyaset içinde...
Eninde sonunda bir yerden patlak veriyor be arkadaş!

                                                                      ***

23.03.2015

Beraber yürüdük biz bu yollarda

Yolun sonu...
Yassıada, yağlı urgan!

                                                                        *

Bebek

Sizi bilmem ama ben uyuyan bir bebeğe baktığımda...
Huzuru, mutluluğu, masumiyeti buluyorum...
O kadar bıktım ki kavgadan, gürültüden, kahpe feleğin cilvelerinden...
Bebeklerde aradığımı buluyorum!

Pezevengin evlenmeye de niyeti yok ki...
"Baba evlenmek istiyorum" dese...
Dünden tezi yok hemen evlendireceğim!

Hayatımız orospu karı hayatına döndü...
Kavga, gürültü, bağrış - çağırış, sürekli bir tedirginlik...
Her şey çabuk - çabuk, her şey para, her şey menfaat...
Orospu karı yemekleri...
Orospu karı siyaseti...
Orospu karı haberciliği...
Orospu karı tezgâhları...
Ve orospu karı yaşamı(!)

Huzur istiyorum...
Mutluluk istiyorum...
İstikrar istiyorum...
Çok mu istiyorum, bilmem ki?

                                                                      ***

24.03.2015

Çok özür dileyerek yazıyorum

Yıllardan beri dilimde tüy bitti...
şu görüntüye bir bakar mısınız...
Yiyorlar birbirlerini...
Mahalle karılarını geçtiler...
Yakında orospu karıları da geçerlerse hiç şaşırmayacağım!

Bu ne ya?
Tiksindim, midem bulanıyor...
Kusmamak için kendimi zor tutuyorum!

                                                                      ***

Windows 10 ve Kriptoloji üzerine

2015 yaz aylarında Windows 10'un satışa başlanması olasıdır...
Profesyonel açıdan Windows 2000'den sonra en "güvenilir" ve "sorunsuz" çalışan işletim sistemi olması beklentisi çok yüksek*. Windows 7, 8 ve 8.1 kullanıcılarına update üzerinden ücretsiz sunulacağı yazılmakta. Buraya kadar olağan bir durum gibi görünen manzara, Microsoft'un >>> korsan <<< 7 ve üzeri sistemlere de bu update olanağını sunması olacakmış(!?) Ancak bu sunuş yasal anlamda bir "korsanı kabullenme" olarak algılanmamalıymış**. Bu olanaktan faydalanmanızı öneririm.

Gelelim Türkiye'ye...
Herifler kedi - köpek oyunu oynasalar da...
Böyle bir seçmen kitlesi ile...
Ve böyle bir "muhalefet" ile seçime girdikten sonra tekrar iktidara gelmeleri olasıdır. İhtimaller arasında saray filozofunun muradına ermesi de vardır...
İşte bu yüzden bizlerin iletişim kanalarımızı açık tutmamız daha da büyük bir önem kazanmaktadır. Kassel ve Siegen üniversitelerinin ortak bir çalışmasını sizlere önermek istiyorum:

CrypTool

Temel tüm şifreleme sistemlerinin bir yandan öğretildiği öte yandan uygulamalı olarak deney yapabileceğiniz bir yazılım***.

https://www.cryptool.org/en/

* Windows yanında piyasada bulunan istisnasız her işletim sisteminin o veya bu şekilde sorunları vardır.
** Büyük bir ihtimalle bu hamle ile rakiplerine darbe indireceğini sanıyorum
*** Şifrelenen şifreleniyor

                                                                      ***

25.03.2015

Hayata kalmak için ölü taklidi yapmak

Ezelden beri canlılar hayata kalabilmek için ölü taklidi yapmaktadır…
Bu, kendinden güçlü düşman karşısında…
Gerçekten ölmemek, yok olmamak için etkili bir strateji olarak nesilden nesile sürdürülür…
Ve yaşam…
Öyle veya böyle…
Hiç akıl almayacak yerlerde bile kendine bir alan açabilmektedir…
Yani hayat bir şekilde devam eder!

Buraya kadar doğal…
Buraya kadar bir nevi tabiat kanunu olarak tabir edebileceğimiz durum siyasete gelince geçerliliğini kaybediyor. Çünkü siyaseten ölü taklidi yapmak süreç içeresinde gerçekten yok olmaya giden yoldur.
Açıkçası, Kılıçdaroğlu Türkiye Cumhuriyetinin kurucu partisini mezara götüren kişi olarak tarihe geçme aşamasındadır.

Eski Yunanda bile…
Demokrasi…
Büyük düşünürler tarafından eleştirilmiştir çünkü demokrasi dediğin bir fahişe* misalidir…
Ağzı güzel laf yapan…
Parayı bastıran…
Düdüğü çalar!

*Sayın Çakır, yukarı ki satırları okuduysanız eğer lütfen yine tenkit etmeyiniz bu bir benzetmedir. Karşıt cinsten bunlara oğlan denir. Ama daha iyi anlaşılabilmesi için bu kelimeyi kullanmayı tercih ettim. Her hangi bir cinsiyet ayrımı yapmadığımı ayrıca belirtirim.

                                                                        *

Ey Tayyip gel gör devlete saygınlık, şahıssa saygı, insana saygı nasıl olur

Baştan söylüyorum...
Kimse sözlerimi yanlış anlayarak o veya bu tarafa çekmesin...
Ne yazıyorsam o!

Sanki dünyada ilk defa uçak kazası oluyor...
Sanki dünyada ilk defa insan ölüyor...
Sanki kazalarda ilk defa çocuk veya genç ölüyor(!)

Ölenlere Allahtan rahmet, ailelerine sabır dilerim...
Ama...
Gir haber ajanslarına, Google, Yahoo'ya, diğer arama motorlarına...
Avrupa başta olmak üzere taa Asya'ya uçak şirketlerinin sitelerine...
Hepsi bir şekilde taziyelerini, üzüntülerini ifade ediyor...
Bırak dünyada Türk'ün saygınlığını...
Ulan Osmanlının bile vardıysa eğer saygınlığını yerle bir ettin!

Bir devletin saygınlığı...
Saraylarla, Camilerle değil...
İnsana, insanlığa sağladığı katkılarla ölçülür!

                                                                        *

PR

Public Relation...
Üzerindeki parlak yaldızlar dökülmeye başladıkça...
Gerçekler meydana çıkar!

                                                                        *

Çok yaptın be Recep

Dinden imandan söz edip durursun...
Osmanlıya hayransın ama Osmanlının hatalarından ders çıkarmayı bilmemişin...
Atatürk'ü düşman belemişin ama onu hiç anlamaya çalışmamış, onun eserlerinin değerini hiç bilmemişsin...
İnsanlar sana teveccüh gösterdikçe sen ne oldum budalası olmaya başlamışın...
Eline güç vermişler...
Gücü iyiye, güzele, doğru olana kullanamamışsın...
Okulda sana boşuna paytak dememişler be Recep!

Çok yaptın be Recep...
Atatürk ve arkadaşları kurmuş...
Ondan sonra gelenler...
İnsan olmanın, onurun, izzetinefsin bedelini ödemeye hazır, az olanı çoğaltmaya çalışırken...
Sen kendi onurunla yetinmeyip bu yüce milletin onurunu da ayaklar altına almışsın...
Bugün Soner Yalçın ne güzel tarif etmiş yazısında...
Atatürk hep yapmış, yüceltmiş...
Sen hep yıkmış ama yapamamışsın!

İtiraf et Recep...
Beceriksizsin!
Becerebildiğin tek şey...
Bunu da yüksek bir başarıyla yaptığını yazmalıyım...
Bu gariban milletin, fakir - fukaranın sahip olduğu milli serveti...
Çok ustaca çaldın...
Milleti öyle bir kandırdın ki...
İnsanlar sana haram olanı neredeyse helal edecek...
Bravo doğrusu bravo!

Ah be Recep...
Bilmez misin düşmez kalkmaz bir Allah...
Bir gün gelir o güvendiğin yüksek, yüksek dağlara kar yağır...
Güvendiğin o dağlar, sığındığın o liman...
Seni yolda bırakır!

Genç demedin...
İhtiyar demedin...
Önüne geleni silindir gibi ezdin...
O silindir...
Bir gün senin üzerinden de geçecek!

Çok yaptın be Recep...
Senin sonun darağacı olacak!

                                                                        *

Breh, breh, breh

İnsanlar tatilden veya bir iş seyahatinden geliyor...
Takdiri ilahi mi demek lazım bilmiyorum...
Bir uçak kazasında yaşamlarını yitiriyorlar...
Alman ve Fransız başbakanları...
Olay yerinde geriye kalanlara taziyelerini bildiriyorlar ki...
Ardından basın açıklaması yapsınlar!

Bizde...
İnsanlar çoluğuna - çocuğuna ekmek götürebilmek için...
Yerin yedi kat dibinde pisi pisine ölüyorlar...
150 değil...
301 insan ekmek için ölüyor...
Ve geriye kalanlar...
Aileler, sevenleri üstüne üstlük birde dayak yiyorlar!

                                                                      ***

26.03.2015

Hangi Osmanlı?

Yine sözlerime sizlerden özür dileyerek başlamak istiyorum...
Ama...
İnsanı zorla pis pis konuşturuyorlar......
Ne küçüğünü nede büyüğünü bilebiliyorsun...
Tekrar, tekrar özür dileyerek içimi dökmek istiyorum.

Evet, hangi Osmanlı?
Evlat-ı Osmaniye diye sokaklara dökülüyor...
Bileme kimin askerleriyiz diye g.tlerini yırtıyorlar!

İyi güzelde...
Hangi Osmanlının askeri...
Hangi Osmanlının evladısınız?

Ben size benim kiminle guru duyduğumu...
Kiminle övündüğümü, kimin neslinden geldiğimle gurur duyduğumu ilan etmek istiyorum!

Geçmişten bugüne geldiğimizde...
Selçuk Beyin, Osman Gazinin, Şeyh Edebali'nin, Fatih Sultan Mehmet'in ve daha nicelerine…
Ki, Fatih Sultan Mehmet'in hayranıyım, bilgisine - kültürüne, adam gibi adam olmasına! Yani Kanuni Sultan Süleyman'a gelene kadar tüme büyüklerimizin torunu olmakla övünüyorum. Ancak Kanuni Sultan Süleyman'ın bazı konularda takındığı tavır ile gittikçe Osmanlıdan soğumaya başlıyorum. Ve geçmişime baktığımda karanlık gökyüzünde yıldız gibi parlayan Atatürk ve arkadaşlarını görüyorum onlarla da iftar ediyor, böyle insanların “torunu”, aynı toprakların, kültürün insanı olmaktan gurur duyuyorum. Evet, insanız ve insan olarak istisnasız hepimiz hata yapabiliriz…

Ama insan olarak yozlaşmamak, yobazlaşmamak gerek!

Açın tarih kitaplarını…
Hep aynı yazar okumadan, değişik kaynakları da ele alarak inceleyin…
Ve düşünün!
Göreceğiniz gittikçe yozlaşan, sevk-ü sefaya dalan "insanlar" olacaktır. Avrupa’da matbua makineleri toplumun bilgilenerek ilerlemesini sağlarken, Osmanlı bu ve benzeri gelişmeleri özellikle ama askeri alandaki gelişmelere sırtını çevirmiştir. Akılları başlarına geldiğinde ise iş işten çoktan geçmişti. Ben böyle insan müsveddelerinin torunu değilim ve asla onlarla övünemem. Gelelim yakın tarihimize…
Bu insan müsveddelerinin son temsilcisi Vahdettin…
Ve Vahdetinden sonra gelen, eski iştihamın özlemini geçken tiplere…
Adnan Menderes ile başlayan ve son örneği Recep Tayyip Erdoğan’a…
Bunlar tarif ettiğim Osmanlının torunları değil, Vahdettin’in sol taşağından düşmüş…
Vatan haini, menfaatperest insanlardır. Hayalperest zavallı tipler ve artlarından koşan acınası insan yığınları.

                                                                      ***

29.03.2015

 

Koy torbaya nasılsa hepsi koyun, korkma(!) ve son kale Türkiye

 

Nasılsa hak - hukuk bilende, tanıyanda yok…

Din, iman, Allah, Peygamber birer sözden ibaret…

Koy torbaya…

Kafana göre yönet, ihtiyaçlarına göre düzenle…

Nasılsa hepsi koyun, korkma(!)

 

Uzun zamandan beri kafamı meşgul eden bir soru var…

Acaba diyorum…

ABD’nin, Sovyetler Birliğine karşı oluşturduğu yeşil kuşak projesi…

Putin’in azizliğine mi uğradı?

 

Siyaset böyle bir şey işte…

Dün düşman olan bir an sonra dost veya tam tersi olabiliyor…

Bundan uzun yıllar önce ne demiştik…

Iran, Irak, Suriye sonunda Türkiye…

İran’da duvara tosladılar, uğraşıyorlar ama henüz bir yol bulamadıkları için eski bir özdeyişe yöneldiler: “Bükemediğin eli öpeceksin”…

Irak, kahpeliğin kitabını yazarak Saddam mı devirdi ve anasının bilmem nesini gördü…

Suriye öyle bir direniyor ki, şimdilik amaçlarına ulaşamayacaklar gibi gözüküyor…

Ve son kale Türkiye…

Diğer kaleler düşmeden Türkiye’nin kolay yutulur lokma olmadığını biliyorlar!    

 

Temel anlamda üç olasılık var…

Ya İslam coğrafyasında emperyalizme ve sömürü düzenine karşı gerçekten bir tür uyanma var, ya da Rusya kendisine karşı oluşturulan “savunma duvarını” AB(D) aleyhine, dincileri kullanarak, çevirmeyi başarmış ve AB(D)’ye karşı bir tür zırh gibi kullanmaya başladı. Veya son ihtimal olarak “yeni dünya düzeni” çerçevesinde kendi toplumlarını daha tepkisiz yönetebilmek için Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra, tüm bu gelişmeler yeni bir düşman yaratma çalışmaları.       

 

Suriye ve Iran örneğinden de anlaşılacağı gibi halk desteğini almış bir düzen veya siyasi lider öyle kolay kolay değiştirilemiyor. Ayrıca bölgesel ittifaklarda öyle yabana atılacak türden değil!

                                                                      ***

30.03.2015

 

Kaçınılmaz sonun anlamsız geciktirilmesi

 

Arkadaş…

Ha bugün, ha yarın…

Hapisse mapise girerim diye korkma…

Girsen bile orada çok kalmayacaksın…

Çünkü seni, bazı yandaş ve yoldaşını mutlaka asacağız…

Ha yarın, ha bugün…

Ama birgün mutlaka!

                                                                      ***

31.03.2015

Müebbet

 

İnsanoğlu arada da olsa atasözü dinlemeli…

Genelde…

İnsan denen varlığın kafasındaki saçlar boşuna ağrımaz…

Tabiri caiz ise…

Her bir beyaz saç teli, olumlu - olumsuz bir tecrübenin eseri!

 

Ve yine insan denen varlığın…

En amansız cellattı insan…

Ama…

İnsan denen cellattan daha da merhametsiz olan…

Vicdan!

 

Ey insan…

Ömür boyu vicdan azabı duyacağın şeyi yapma…

Bu müebbet muhasebesinin sonu yok…

Ebedi cehennem azabı misali…

Son pişmanlık fayda etmez!

                                                                      ***

01.04.2015

Molla deyip geçme

Dün akşam ilgimi çeken bir belgeseli izledim...
Konu Irandı...
İran'da molla yönetimi altında öncelikle insan...
Ama özellikle kadın!

Nasıl söze başlasam bilmem ki...
Bugün ki Iranlalar büyük bir medeniyetin tortuları...
Molla dahi olsalar...
Bu medeniyetten bir şeyler kapmışlar...
Yemin ediyorum...
Bizim zibidilerden, görgüsüz, sonradan görmelerden...
Hem vallahi, hem billahi...
Daha medeni, daha çağdaş bir görünüm sergiliyorlar!

Allah kimseyi sonradan görme yapmasın!!!

                                                                      ***

02.04.2015

Afgan

İlk defa sizden bir şey rica edeceğim, gelecek satırları lütfen okuyun!

Bir tanıdıkla öğle yemeği için bir Türk restorana gittik...
Oradan geleli on – on beş dakika oluyor…
Gittiğimiz yer öyle doluydu ki iğne atsan yere düşmeyecek şekilde...
Garson önden biz arkasından restoranda ilerliyoruz...
Neyse cam kenarında uzun bir masada bir çift oturuyordu...
Yanlarında karşılıklı iki yer boş, orayı gösterdi...
Garsonun yer göstermesine rağmen beyefendiden müsaade isteyerek oturduk...
Erkek, kot pantolon – gömlek, kafasında bir kep. Yani gayet spor giyinmiş…
Eşi olduğunu tahmin ettiğim hanımefendi ise üstünde koyu mavi bir hırka…
Altında açık renk bir bluz, ayağında kot pantolon ve başı örtülü…
Gayet uyumlu hanım, hanımcık bir görüntü veriyordu…
Başımızla selam verdikten sonra masaya oturduk…
Bir, iki dakika geçmeden…
Önce erkek ardından kadın Almanca hoş geldiniz dedi…
Böyle bir davranışa yıllardır tanık olmadığım için önce şaşırdım, sonranda çift ilgimi çekti…
Çatalı, bıçağı tutmaları, ses tonları, hal ve hareketleriyle…
Nezaket kurallarına mükemmel bir şekilde hâkimdiler…
Bu nazik davranışa gereken yanıtı verdikten sonra herkes kendi içine döndü…
Biz sohbete onlar sohbete daldılar…
Beli belirsiz ama hayatımda hiç duymadığım bir dil ile konuşuyorlardı…
Ancak elimde olmayan nedenlerden dolayı göz ucuyla ara ara çifti izlemeye başladım…
Nefret ettiğim ve kesinlikle hoş görmediğim bir davranışı kendim yapıyordum…
Ancak, orta yaşlı insanlar olmalarına rağmen öyle şefkat ve sevgi dolu bir sohbetleri, birbirlerine öyle nazik jestleri vardı ki, inanın, kendimi alamadım!

Bizden önce sipariş verdikleri için garson bir süre sonra elinde bir tabak masaya geldi…
Kısa bir tereddütten sonra, tabağı erkeğin önüne koydu…
Garson masadan uzaklaştıktan sonra erkek tabağa hiç dokunmadan kadına sundu…
Kadın yine nazik bir el hareketiyle tabağı almak istemedi…
Zaten bir – iki dakikaya kalmadı ikinci yemekte geldi…
Bir süre sonra bizim yemeklerde gelince herkes yemeğe başladı…
Yemek arası verildiğinde dayanamadım ve erkeğe yönelerek sorum:
“Nereden geliyorsunuz?”
“Afganistan’dan!”
Tanıdığım da dayanamadı: “Çok güzel Almanca konuşuyorsunuz” dedi…
Akabinde kadın: “İnsan yaşadığı yere uyarak, diline >>> hakim <<< olmalı” diyerek tanıdığıma cevap vermiş oldu!

Kısadan hisse:
Yıllardır benim yazdıklarımı okuyanlar öyle sanıyorum ki zaten biliyorlar…
Ne olduğunun, kim olduğunun benim için hiç bir önemi yok!
Ne insan ne cinsiyet ayrımı yaparım…
İlk ve tek dikkat ettiğim şey karşımdaki insan mı değil mi(!)
Bir masada üç Müslüman bir Hristiyan, hem de ne Hristiyan, gerçekten Allah yolunda iyi bir insan!
Bunlarda Müslüman…
Bizdekilerde Müslüman…
Ama acaba hangisi İnsan?

                                                                        *

Dijital veraset

Ölüm...
Birçok insan için kabus anlamı taşımaktadır. Üzerine konuşulmasından, düşünülmesinden hoşlanmaz. Onunki sesiz bir kabulleniştir ve ölüm ona "uzaktır" (!)
Halbuki ölüm hayatın, var olmanın, itikatlı bir insan için yok olmadan belki başka bir boyutta, başka bir dünyada devam etmenin yoludur. Ve O ölümden korkmaz!

Benim öyle bir derdim yok...
Ölüm, hayatımın bir parçası ve sürekli yoldaşım...
Belki bu yüzden bu konuda >>> zamanında <<< yapılması gerekenleri yapmak, üzerine düşünüp - yazmak bana zor gelmiyor. Sorumlu bir insan olarak ölümü de düşünerek gereken tüm tedbirleri zamanında almış bulunuyorum.
Ancak bir bilişimci olarak...
Sizler hatırlatmak istediğim bir mesele var. Çağımızda insanlığın büyük bir bölümü artık ardından yalnız maddi miras bırakmıyor. Maddiyatın yani sıra dijital "değerlerde" bırakmaktadır ve ölümünden sonra bu "değerlerin" ne olacağını, kime bırakılacağını düşünmesi gerekiyor.

Daha iyi anlayabilmeniz için konuyu biraz açacağım...
Çektiğiniz veya yayınladığınız bir fotoğraf, bir makale veya herhangi başka bir dijital veri üzerinde, şayet "eser" sahibi sizseniz telif hakkınız bulunmaktadır. Ölümünüzden sonra bu hak kim(ler)e intikal edecek? Veya mesela Facebook, Twitter, e-Mail hesaplarınız ne olacak? Dijital şifrelerinizi, sertifikalarınızı ölümünüzden sonra kime emanet edeceksiniz? Bu konular üzerinde hiç kafa yordunuz mu?

Almanya'da bile bu konuda yasama muğlak ve gevşek davranarak toplumu bağlayıcı kanunlar çıkarmamış durumdadır. Bu yüzden yaşadığınız yerin kanunlarını incelemeniz ve ona göre tedbir almanızı tavsiye ederim. Mesleğimde olduğu için benim bu konuda ardımda bırakabileceğim birçok şey var.

Bu yazıyı fırsat bilerek dijital verasetimi de açıklamak istiyorum:

Eğer maddi veya manevi herhangi bir değeri varsa...
1. Yazdığım ve yazacağım siyasi veya toplumsal makalelerimin tümü Türk milletinin malıdır. Herhangi bir One Click Hoster veya benzerleri tarafından maddi veya ticari menfaat sağlamak için kullanılamaz.
2. Fotoğraflar, çizimler ve dijital grafikler, derlemelerimin özellikle ama Cumhuriyet Kronolojisi ve 1919'dan başlamak üzere günümüze kadar süre gelen, seri, gazete arşivim başta olmak üzere bugüne kadar yazdığım ve gelecekte yazacağım yazılımların tüm hak sahipleri yasal mirasçılarım olan eşim ve oğlum; onlar bu haktan faydalanmak istemedikleri taktirde kız kardeşimin ve onun çocuklarınındır.

Önder Gürbüz 02.04.2015 Almanya

                                                                        *

Boşuna bekleme bu hasta ölmez

Osmanlı için "hasta adam" tabirini kullandınız...
Ölmedi...
Üstüne üstlük Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğdu...
Doğdu, gelişti, serpildi...
Bu sefer bu yeni Türkiye'nin...
Türkiye Cumhuriyeti devletin kurucusuna ve arkadaşlarına...
Onun, onların fikirlerine, maddi ve manevi mirasına sardınız...
Yetmedi çünkü tedbirliydiniz...
Türlü belalar, senaryolar üreterek kaleyi içten fetih etmeye kalktınız...
Ama...
Unutmayınız ki...
Anadolu kardeşliği, Anadolu kültürü o kadar köklü bir "tutkal" ki...
Bu milleti bölmeye, bu aziz vatanı parçalamaya kudretiniz asla yetmeyecek...
Bu "hasta" ölmez...
Boşuna beklemeyin!

                                                                      ***

06.04.2015

Türkiye'nin hali

Herkes gelecek seçimlerde ne olacak diye kendine sorduruyor...
Türlü türlü analizler piyasaya hakim...
Bence bu seçimin sonuçları şimdiden belli...
Aslında zahmet edipte seçime gitmeye bile değmez...
Bu seçimin sonuçlarını diğer seçimlerde olduğu gibi...
Küstahlık ve "cesaret" belirleyecek(!)

                                                                      ***

07.04.2015

Zübük'lerden kim korkar?

Okuyan, düşünen, vatan ve millet sevgisi dolu bir yürek...
Baskıdan, tehditten hiç korkar - yıllar mı?
Bu millet özgürlüğü için can vermiş, kan akıtmıştır...
Sizin gibi zibidilerden...
Zübük'lerden hiç korkup, tırsar mı?

Bozuk musluk, tıkanan lavabo misali...
Musluktan damlayan her damla...
Eninde sonunda lavabonun taşmasına neden olacaktır...
Süre dolmak üzere...
Yaptıklarınızın hesabı önünüze konulacak...
Bakalım altından nasıl kalkacaksınız?

                                                                      ***

08.04.2015

Müneccim boku yemedim ama

Kibarcası müneccim sakızı çiğnemedim ama...
Bu "öngörüde" bulunmak için kahin olmak veya çok zeki olmak gerekmiyor...
Tarih bilgisi yeterli!

Zübük toplamış muhtarları konuşuyor...
Konuşsun bakalım...
Dünya çapında...
Tarihte halk...
Tüm zorbaların, diktatörlerin başına saraylarını yıkmıştır...
Bununda akıbeti aynı olacak...
Ne AK Saray kalacak ne Erdoğan(giler)!

                                                                        *

Kiss

Yok...
Sizin aklınıza gelen değil...
Kaldı ki internetten kimi öpecektim?
Tamam...
İhtiyarladık ama sanal alemde, sanal öpücükler atacak kadar da bunamadım!

Bilim henüz internet üzerinden tat ve duyu alma sorununu çözemedi...
Çalışmalar yoğun ama öyle sanıyorum ki, bir süre daha bu tür "hazlardan" mahrum kalacağız(!)

Madem söz bilişimden açıldı...
Bilişimin şaşmaz iki kuralını birlikte hatırlayalım:

1. Never change a running system
2. Kiss

Birinci kurallı Erdoğan'a atfen ikincisini ise beceriksiz, pısırığa göre siyaseten yorumlayacağım.

Evet...
Never change a running system
Çalışan bir sistemi kurcaladın mı...
Başına akla, hayale gelmez dertler açarsın...
En iyisi mi sen, kak götünü otur bir kenarda...
Sen paytak Recep bu kurulalı çiğnedin ve bunun bedelini ödeyeceksin. Bedel ödemeye hazır olduğunu da biliyorum "Kefenimizi giydik" lafları boşuna söylenmedi. Ve bu kefeni büyük bir zevk ile bizler sana giydireceğiz. Bu böyle biline!
Hem sonra senin yaptığın hiç bir şey düzeltilemez değildir. Büyük Atatürk bu sistemin temellerini iyi atmıştır.

Gelelim yenilikçi soytarıya, almış eline -yeni- baltayı koca çınarı devirmeye çalışıyor. Allah akıl dağıtırken sen hangi kuburda debeleniyordun?
Bu Cumhuriyetin kurucu partisinin içini o kadar boş mu sandın ki, bir - iki hamleyle yıkılsın?

Bak...
Sana KISS kısaltmasının bilişimde ne anlamlar taşıyabildiğini buradan yazacağım:
Keep it simple, stupid.
Keep it simple [and] stupid
Keep it short and simple
Keep it simple and smart
Keep it simple and straightforward
Keep it safe and sound
Keep it sweet and simple
Keep it small and simple
Keep it simple and safe
Keep it strictly simple
Keep it sober and significant

                                                                        *

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu

Bir iki gündür dikkatimi çekiyor...
Bir Allah'ın yazarı - çizeri de konuya değinmedi ya...
Milletvekili adayı olabilmek için bürokratlar tek tek istifa ederken...
Bir zamanlar...
Istıfa etmeden hem başbakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığını birlikte yürüten Padişah I Mahvedin neden hak, hukuk, kanun tanımıyor?
Benim bildiğim kanunlar istisnasız herkes için geçerli (değil mi yoksa?)

                                                                        *

Sahi kayıp trilyon, deniz feneri, kol saati, ayakkabı kutuları, vesaire, vesaire , vesaire ne oldu?

                                                                        *

Kardan adam oluyor da, kardan kadın neden olmuyor

Öğrenciler kardan kadın yapmış...
Bir kadın öğretmen öğrencileriyle poz vermiş...
Kaymakamlık idari soruşturma açmış...
İyide...
Bu kadın düşmanlığının sebeplerini anlamakta zorlanıyorum...
Ulan...
Her türlü hayvani içgüdülerini bir kadın ile yaşıyorsun...
Bayram - seyran kadın eli öpüyor, yaşlı kadınlara saygıda kusur etmiyorsun...
Bu kadın düşmanlığı neden?

                                                                      ***

09.04.2015

Kendinize hep sorduğunuz soru

Neden hep bu herifi seçiyorlar?
İşte yanıtı:
Öküzü adam sandıkları için!

                                                                        *

Eyüp Gökhan Özekin

"Olmasaydı da olurduk" fikrinin "babası"...
Doğrudur...
O, olmasaydı da olurdu...
Ancak ninesini bir Fransız'ın mı, Yunanın mı yoksa bir İtalya'nın mı becerdiğini kolay kolay bilemeyecekti(!)

                                                                      ***

10.04.2015

Siz daha uyumaya devam edin

Dün çok önemli bir gelişme yaşandı...
Alman medyası bu haberin önemine istinaden gereken önemi verirken...
Bence Türk medyasında yansımaları geçiştirme şeklindeydi!

Genelde AB(D) ama özelde Merkel siyaseti gereği AB(D) toplumunu birtakım gelişmelere hazırlama operasyonunun bir adımı daha atıldı.
Küçük bir şey gibi görünse de C. Bayık vasıtasıyla PKK'nın Alman halkından, geçmişte gerçekleştirdikleri şiddet eylemleri için özür dilemesi önemlidir(!)
Bu PKK'nin siyasallaşma eğiliminde atılmış bir adım daha olarak görülmelidir.
Ve sözüm ona "çözüm sürecin" denen olayda bağımsız Kürdistan'a giden bir adım daha olarak değerlendirilmelidir. Adım adım gerçekleşen bu uzun vadeli planın ne yazık ki baş aktörlerinden biri olan Almanya, kadim Türk - Alman dostluğuna büyük bir darbe daha vurmuştur.

Sizlere sesleniyorum...
Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin sizlere...
Recep Tayyip Erdoğan denen baş hırsıza...
AKP denen talan partisine ve tüm vatan hainlerine dur deyiniz...
Önümüzdeki seçim son fırsat...
Ondan sonra çok geç olacak!

                                                                        *

Namussuz pezevenk

Savcı öldürüldü...
Görüntüler teröristi, terörü "özendiriyor" gerekçesiyle yasaklandı...
Hatta Google, YouTube vesaire bir günlüğüne de olsa erişim engeline takıldı...
İyide...
Bu devleti "yönetmekle" sorumlu olanlar >>>bizzat<<< teröristle müzakere masasına oturunca neden bir şey olmuyor?

                                                                        *

Ben terörist değil anarşistim

Ya arkadaş ne büyük başım varmış...
Millettin ayağı takılsa benden biliyor...
Kaldı ki...
Terörist ile anarşist arasındaki farkı bilmeyen asla muhatabım olamaz!

Millet gider Mersine...
Ben mutlaka giderim terine(!)...
Aykırı adamım, hep böyleydim, hep böyle kalacağım...
Atası çoban olanla işim olmaz...
Ama bu aynı zamanda çobanı aşağıladığım anlamına da gelmez!

İnsandır davam ve insanların oluşturduğu toplum!

Böyle gelmiş böyle gider…
Az okumuşlukla, çok okumuşlukla ilgili değildir…
Hatta görgü ve geleneklerin bile çoğu zaman önemi yoktur…
İnsan…
Toplum içeresinde sürü psikolojisinin etkisine girer…
Ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek toplumun içeresine “erimeye” gayret gösterir…
Bu…
Tabiat ananın tüm canlılara ortak kıldığı hayatta kalma refleksidir!

Toplumlar istisnasız koyun misalidir…
Ve bu koyun sürüsüne çoban(lar) gerek…
Ancak…
Toplumun dışında ama sürekli yakın temas sağlama çabasında olanlarda vardır…
Bunlar kurtlardır…
Toplumdan koparabildiğini kar sayar!

Birde çobanın, koyunların kadim dostu vardır…
Çoban köpekleri…
İnsanın hayvanlar âleminde en eski dostu köpek…
Toplumlarda köpek kelimesi genelde aşağılamak, küfür etmek için kullanılsa da…
Bu, bu dört ayaklı dosta büyük bir haksızlıktır…
İşte bu çoban köpekleri sürünün etrafında sürekli gezinerek…
Koyun sürüsünü tehlikelerden ama özellikle kurtlardan korumaya çalışır!

Ben mesela…
Ailemin çoban köpeğiyim…
Sürekli etraflarında, sürekli gözüm üstlerinde…
Kuzucukları, koyunları tehlikelerden koruma çabasında…
Keza…
Mensubu olduğum toplumları da gerektiğinde uyarmaya çalışırım…
Bu kimi zaman Alman, kimi zaman Türk toplumu olabiliyor…
Ben buyum…
Ne fazlası, ne eksiği!

                                                                        *

Erdoğan'dan Kılıçdaroğlu'na

Düttürü düt, düt düt, düt, dü, d, ...
Geberseler de kurtulsak!

                                                                     ***

11.04.2015

Oyumun rengini açıklıyorum

Yazdığım ve yazacaklarım haliyle beni bağlar...
Ama öyle inanıyorum ki...
Gelecek cümleleri gerçekten sülalem adına kaleme alabilirim!

Sülale boyu...
"Doğma - büyüme" Cumhuriyet Halk Partiliyiz...
Atatürk ilke ve inkılapları yaşam tarzımızın birer parçası...
Toplumun koyduğu kurallara, kanunlara...
Atatürk ilke ve inkılapları ile çatışmadığı sürece saygılı olur, uymaya çalışırız...
Kur'an-ı Kerimde yazılana inanır, mümkün mertebe ona göre yaşamaya çalışırız...
Çünkü Atatürk ilke ve inkılapları kesinlikle Kur'an-ı Kerimde yazılı olan ile çatışmaz!

Bilime, Fen'e...
Gerçekten bilgili, kültürlü insana saygıda kusur etmez, söylediklerini dikkate alırız...
Adam gibi adam ile yetinmez...
İnsan gibi insan olduğuna da dikkat ederiz!

İçim kan ağlasa da...
Oyumu KESINLIKLE Yeni Cumhuriyet Halk Partisine vermem, veremem...
Çünkü bu partinin başına geçenlerin Atatürk ilke ve inkılapları ile uzaktan yakından bir ilgisinin kalmadığını yeterince gözlemleme fırsatımız oldu. Yeni Cumhuriyet Halk Partisinin izlediği istikamet benim hedeflerime ters!

Bu yüzden...
Türk siyaset sahnesine baktığımda arda kalan tek parti var...
Atatürk...
Çağdaşlaşma...
Çağdaşlaşma derken geçmişinde sahip çıkan...
Vatan - millet diyen...
Ve bunda samimi olduklarına inandığım...
Oyum Vatan Partisine!!!

                                                                     ***

Seçimler öncesi hırsızın marifetlerini hatırlamakta fayda var

https://cablegatesearch.wikileaks.org/search.php

                                                                      ***

13.04.2015

Sonunda arda kalan

Hepimiz biliyoruz ki...
Para geldiği gibi gider...
Yine gelir, yine gider...
Güzellik kalıcı değildir...
Her şey sağlık ile başlar...
Kuşkunun fazlası bazen ölümcül olabilir...
Bazen ise şüpheler insanın hareket alanını kısıtlar...
Her şeyin azı karar, fazlası zarar...
Sonunda arda kalan ailen ve gerçek dostlar!

                                                                      ***

14.04.2014

Başlığı dünya çapında üç yüzün üzerinde “şubesi” ve yılda düz hesap 30 milyar € cirosuyla bir şirketten “ödünç” aldım. Ürünlerini kendi değimleriyle “democratic design” ile üretiyorlarmış!?

 

Konu bu şirket değil…

Konumuz sanayileşme, demokrasi, liberal ekonomi ve sözüm ona demokratikleşen toplumların sömürü düzenine nasıl “alet” edildikleri ve tabi cingözler!

 

Bunu için öncellikle bazı kavramlara bakmamız gerekecek. İnsanlığın sanayi devrimi ve bu devrimin hala süregelen evrimleriyle “uzlaşma” çabalarını anlamamız zaruridir. Bu zaruret bazı gelişmelere bakış açımızı değiştireceği gibi, bir takım gelişmelerin “doğal” sonuçlarını da anlamamızı kolaylaştıracaktır. Bugün “çağdaş insanlık” sanayi devrimi 4.0 evresine girme aşamasındadır. Ve insanlığı öyle görünüyor ki güzel günler beklemiyor! Her türlü devrimin kaçınılmaz sonucu olan sosyal değişimler ve buna bağlı bireyin yaşam tarzının değişmesi her zaman bireyin lehine gelişmiyor.        

 

Bugünlerde pazarlamacılar, akılı tezgâh(tarlar,) sanayide söz sahibi olanları Industry 4.0’a ikna etme çabasındalar. Birçok insan sanayi devrimini okuldan kalma bilgileriyle 18. Yüzyılın bir evresi olarak görürken, gerçekte yaşanan aşamalarının farkında bile değiller çünkü içine doğduğumuz ve ömrümüzün sonuna kadar parçası olduğumuz düzen bunu gerektiriyor.

 

- Genel hatlarıyla 1712 – 1850 arası yaşanan sosyo – ekonomik gelişmeler ve birtakım icatlar ile sanayi devrimi başlamıştı1. Bugün bu evreye Sanayi 1.0 denmekte.

- 18. Yüzyılından 19. Yüzyılın başlarına kadar yaşanan gelişmeler Sanayi 2.0 olarak değerlendirilmektedir. 

- Ve bela her zaman geliyorum demez! Dünyanın başına bir taraftan inanılmaz imkânlar sunarken bireyin, birey yolu ile toplumu3 değişmesine vesile olacak gelişmeler 19. Yüzyılın ortalarına doğru   

başlayacak ve bu gelişmeye Sanayi 3.0 denecektir. Bir düşünün, Karl Mars’ın 1867 yılında yayınlamaya başladığı Kapital isimli yapıtta yazdıkları günümüzde dahi geçerliliğini korumaktadır. Bu açıdan bakıldığında insanın ve insan işgücünün sömürüsü tüm hızıyla sürmektedir. Richard Morley (1969) ve Odo J. Struger bugün tanıdığımız sanayinin gelişmesine Programlanabilir Mantiksal Denetleyici (PCL)

Modicon 084 adı altında “Solid – State Sequential Logic Solver” endüstriye sokarak durdurulamaz gelişmelere yol açmışlardır. Dünya artık değişmiştir ve asla eskisi gibi olması mümkün değildir.

20. Yüzyıl bu ve benzeri çok önemli gelişmelere4 ev sahipliği yaparak 21. Yüzyıl ve Sanayi devrimi 4.0’a kapıları aralamıştır.     

 

İnsanoğlunun sanayileşme tarihinde kısa bir gezinti yaptıktan sonra günümüze gelebiliriz. 19. Yüzyıl sanayi devriminin ve buna bağlı toplumsal sancıların etkileri günümüze kadar sürmektedir. Belki farkında olmayabilirsiniz ama sanayi patronlarının maliyeti düşürerek, kârı arttırdıkça artırma faaliyetleri başta çevreye, eninde sonunda ama insana ve topluma – insanlığın zararınadır. Çünkü aklınıza gelebilecek her açıdan dengeler bozulmuş veya bozulmaya başlamıştır.

İnsan işgücünün gittikçe teknolojik gelişmelere kurban edilmesi, eninde sonunda toplumsal bir infiale yol açması kaçınılmaz olacaktır. Yediğimiz içtiğimizden tutun, giyimimizden, izlediğimiz – okuduğumuza, hatta düşüncelerimize kadar her şey bu faaliyetin bir kurbanıdır. Bilinçaltı çalışmaları ile yönlendirilen insan kendi açgözlülüğünün kurbanı olacaktır.

 

Örnekler mi istiyorsunuz? Buyurun…

7 milyar insan…

Tek yumurta ikizlerinin haricinde birbirimize benziyor muyuz?  Halliyle ortak özelliklerimiz var ama her birimiz karakteriyle, yüzüyle, parmak iziyle farklı farklı birer canlıyız. Peki, her gün düşünmeden çiğneyip geçtiğiniz toprağın bile bir kaç metre ara ile mikro – biyolojik özellikleri açısından farklılıklar arz ettiğini, aynı tür ağaç olmasına rağmen, mesela elma ağaçları, her bir ağacın kendine özel DNA karakteristiği taşıdığını biliyor muydunuz?

Ve gözünü para hırsı bürümüş kimi insan…

Maliyeti düşürmek için genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırarak piyasaya sürmektedir. Bahane; bu kadar insanı bu kadar kısa sürece ve en önemlisi bu kadar ucuza başka türlü besleyemeyiz(!) Sizce bu doğru olabilir mi? Evet, bir beslenme ve içecek sorunu şüphesiz baş gösterecektir. Ama bu sorunu çözmenin başka yolları gerçekten yok mu? 

Yoksa sorun salt maliyet ve kâr oranına indirgenebilecek kadar “basit” midir?

Ve bu “düşünce(sizliğin)nin” itici gücü, “tüm” dinamiği Amerika Birleşik Devletidir. Kâr ve kazanma güdüsü öylesine ikna edici, o kadar cazip bir nedendir ki, geçenlerde Avrupa Birliği bile, tüm tepkilere rağmen, bu güdüye ve ABD baskısına yenik düşerek GDO’su değiştirilmiş ürünlerin Avrupa Birliğine ithal edilmesine izin vermiştir. Yani almayacağınız ABD öncülüğünde küreselleşen bir dünyada para kazanmanın, yani ticaretin önünde sınır kalmamıştır(!) Peki, durum gerçekten böyle midir?

 

Bunu daha iyi anlamak için gelin ben size Yunanlıların demokrasiye nasıl ve hangi sebeplerden dolayı eriştiklerini kısaca anlatayım ki konumuza dönebilelim. Eski yunanda, Yunanlılar küçük küçük beylikler demeyelim de şehirlerde organize oluyorlarmış. Bu şehirlerin en güçlülerinden biri de Atina. Ve özellikle Atinalıların gözü Anadolu topraklarındaymış. Sorun o toprakların o zamanlar Pers hanedanının egemenliği altında olmasıymış. Atinalıların Persler ile çatışması güç dengesi açısından oldukça zormuş. Atinalılar düşünmüş taşınmış ne yapabiliriz diye, ara ara çatışmaya giren Yunanlılar halkın her kademesinden insanlarmış ancak bugün bile geçerliliğini koruyan bir sınıflandırma o zamanlar bile hâkimmiş. Alt, orta ve üst sınıf, yani fakir, orta halli ve zengin insanlar. Toplumun en büyük kısmını, bugün olduğu gibi fakirler oluşturuyormuş. İyide savaşa gidecek insanların çoğunluğu fakir ise onları nasıl savaşa motive (dürtü) edersin?  Para vererek, kaynağı nereden bulacaksın? Zenginden isteme? Zengin parasını o günde bugünde fakire vermekten hoşlanmaz!

Çareyi fakiri alınacak kararlarda söz sahibi yapmakta bulmuşlar. Anında paraya gerek yok, gerekirse demagoglar (lafebesi, lafazan) sayesinde halk yine istenildiği şekilde yönlendirebilir. 

                     

Biz yine kaldığımız yerden devam edelim…

Evet, durum gerçekten böyle değildir çünkü insan dediğin, bazen bile olsa, haksızlığa karşı durma, haksızlığa – adaletsizliğe başkaldırma özelliğine sahiptir. Bu yüzden birçok şeye kılıf hazırlamak kaçınılmazdır. Bu kılıfların etkililerini gösterebilmesi için ise bazı koşulları yaratmak gerek. Bunların başında insanı kimliğinden, tüm tanıdığı bildiği değerler manzumesinden soyutlamaktır gelir ki, insan istenilen kalıba sığsın, istenilen sonuçlara en verimli şekilde ulaşılsın. Bu çalışmanın iki ayağı vardır. Kendi toplumsal iç dinamiklerine ve hedef alınan topluma karşı. Kendi iç dinamiklerini, toplumu hazırlamanın en kolay yolu gerçek veya farazi bir düşman yaratmaktan geçer. Yani bir tehdit unsuru oluşturulur. Bu “tehdit” toplumu bir arada tutarken gelebilecek iç ve dış tepkilere karşı hazırlar. Hedef alınan toplumdaki çalışmalar daha meşakkatlidir ve zaman ister. Hedef alınan toplumu hazırlamanın yolu ise çelişki yaratarak kendini, gelmişini ve geleceğini sorgulamasından geçer. Kendini sorgulayan ister insan, ister toplum olsun geçicide olsa bir “kimlik” bunalımına girer. Toplum mühendislerinin beklediği andır bu an!

Gerekli müdahalelerle, bu suni bunalım artırılır. Ve öncelikli hedef toplumu bir arada tutmaya yarayan değerlerdir. Dil, din, kültür veya salt milli bilinç gibi! Bu değerler manzumesi toplum tarafından ciddi şekilde sorgulanmaya başlamasıyla “sınırsız, deli para kazanmanın” önü açılmaya başlar. Artık ne insan nede toplum perde arkasında dönen dolapları, gerçekleri sorgulayacak, nede görecek durumdadır. Çünkü insan ve toplum kendisiyle ilgilidir ve başka şeylere vakit ayıracak veya ilgilenecek durumda değildir. Konuyu toparlayacak olursak, idrak edebileceğiniz gibi aslında demokrasi, ta başından beri büyük kitleleri, köpeğin önüne atılan kemik misali bir oyalama ile yönetme sistemidir. Çünkü karar alıcılar dünde, bugünde toplumsal inancın aksine azınlıkta kalan zümrelerdir. Büyük kitleler daha öncede ifade ettiğim gibi demagoglar sayesinde istenildiği, gerektiği şekilde yönlendirilebilir5. Gelelim demokrasilerde ekonomik sisteme. Adı ne olursa olsun ister parlamenter, ister başkanlık, ister parlamenter monarşi, ister sosyal demokrasi, ister doğrudan demokrasi veya temsili demokrasi. Bir şekilde kenarından köşesinden veya ortasında, arz – talep ile “kapitalist” sistemin “selam” veriyor. Mesele tüm bu saydığım sistemlerde devletin, piyasayı denetim ve yönlendirme görevini ne denli hayata geçirerek ciddiye aldığı ile ilgilidir. Misal liberal ekonomilerde ilke, devletin mümkün olduğu kadar piyasalara müdahale etmemesi ve bireysel girişimciye özgür girişimcilik hakkı tanımasıyla ilgilidir. İşte tam bu arz – talep, özgür girişimcilik ve devletin denetim görevini ciddiye almaması durumunda6 vahşi kapitalizm değdiğimiz insan işgücü sömürüsüne kapılar ardına kadar açılıyor. Konuyu buraya kadar getirdiğimiz için müsaadenizle bir parantez açıp vahşi kapitalizm çarkının işleyiş ve çarkın dişlilerine bakalım. Bu çarkın işleyebilmesi için odağında rüşvet verenin ve alanın olması lazım. Rüşvet veren konumunda olan girişimci7 (cingöz) ve ilgili girişimin denetiminden sorumlu olan devlet görevlisi. Bu ikilinin yansıra bu ilişkiden nemalananlarda olabiliyor. İşte bu rüşvet yumağı Soma Madden Faciası gibi olaylara sebebiyet verebiliyor. Cingözlerin kolu devlet bürokrasisinde ne kadar yukarıya uzanabiliyorsa, cingözler o denli pervasız ve insan hayatına, emeğine saygısız olabiliyor. Buna birde Türkiye Cumhuriyetindeki gibi siyasete “doğrudan veya dolaylı” yolardan bağlı hukukta eklenince gerisini izah etmeme gerek bile kalmıyor8. Bazı özel durumlarda ki, bunun dünya çapında az örneği vardır, mesela Şilili Augusto Pinochet veya en son örneklerinden >>> Türkiyeli <<< Recep Tayyip Erdoğan. Burada “paranın muslukları” yukarıdan aşağıya doğru açılır. Yapılan yolsuzluklar, hırsızlıklar, her türlü ahlak dişi davranışlarla kazanılan büyük paralar genelde, aşağıdan yukarıya doğru verilen veya alınan >>> “komisyonlar” <<< ile kazanılır. Vurgunun hacmi ne kadar büyük olursa alınan komisyon o oranda artar. Unutulmamalıdır ki, iyi bir pazarlamacının en büyük özelliği, şahısları bir araya getirerek komisyonunu aldıktan sonra kenara çekilmesidir. Böylelikle ellerini kirletmez; çünkü o, sadece insanlar arası arabuluculuk yapmıştır. Tabii böyle bir durumun siyasi ahlak açısından kabulü farklı bir alanda tartışma konusu olabilir. Kapa parantez! Kaybeden… Her zamanki gibi; üretici ve tüketici olurken arabulucular köşeyi dönüyor!

 

Görülebileceği gibi ekonomik sistem mükemmel bir şekilde birbirine uyumlu, birbirine bağımlı bir şekilde çalışıyor. Bilinçaltında yaratılan sözde ihtiyaçlar ve sanayi tarafından ürünlere yerleştirilen kasıtlı “son tüketim” tarihleri sürekli bir gelir kaynağı teşkil ederken insanın bitmek tükenmek bilmeyen arzuları bu kaynağın enerjisini oluşturuyor. İyi’de ne zaman kadar?

Dünyanın kapasitesi sınırsız değil ki, ne petrol, ne ham maddeler, ne su, ne gıda her şeyin bir sınırı var, her şey bir gün gelecek tükenecek! Ortadoğu’da eskiden petrol en değerli maddeydiyse, artık ve gelecekte artan önemde su olacaktır. Ortadoğu’yu besleyen su kaynaklarının önemli bir bölümü Türk topraklarında. Çağdaş teknolojinin olmazsa olmazı nadir toprak elementlerinin çok büyük bölümü Çin toprakları üzerinde. Gelecekteki savaşların artan sayıda “ham madde” savaşları olacağını söylemek için kâhin olmak gerekmiyor. 

 

Ve çağımızın aynı zamanda nimeti ve laneti olan…

Mesafe ve zamanın sayesinde kısaldığı, her şeyin birbirine bağlandığı, birbirinden bağımlı olduğu ağlar! Önümüzdeki zaman biriminde iş hayatının vazgeçilmelerinden olacak…

Smart Factory ve Cyber-Physical Systems’ler!

 

Sanayi devrimi 4.0 çağına hoş geldiniz

           

1. Bu icatların başında James Watt tarafından –verimliliği– arttırılan buhar makinesi gelir.

2. Üretim hatlarının devreye girmesi, elektriğin üretimde enerji kaynağı olarak kullanılması (doğru hatırlıyorsam ilk defa 1860’da İspanya’da kullanılmaya başlanmıştır) , telefonun icadı gibi gelişmeler bu evrenin belirleyici ögelerindendir

3. Dikkatinizi çekerim bu yöntemi “toplumsal bir devrim” amaçlayan tüm taraflar kullanmaktadır.

4. Bu Yüzyılın bence en dikkat çekici icatları arasında transistor gelir. Transistorlar sayesinde teknoloji gittikçe küçülmeye ve verimliliği artmaya başlamıştır. 

5. Bakınız günümüz Türkiye’sine

6. Bakınız günümüz Türkiye’sine

7. Her girişimci ticari ve siyasi ahlak yoksunu değildir. Girişimcilik başka bir şey cingöz girişimciler başka bir şeydir

8. Siyaset, ticaret ve hukuk üçgeni Türkiye gibi ülkelerde iktidar, yani yasama çoğunluğunu elinde bulunduranların Ahlaksızlıkları ile birleşince “yandı gülüm, keten helva”  

PDF

                                                                      ***

15.04.2015

Soru

Annesini telefon ile uykudan kaldıran...
Ve...
"Anne, ağabeyim bana hep aptal diyor, ben aptal mıyım?" diye sorana...
Ne demeli bilmem ki?

Ben bu soruyu...
Dünya alem okusun diye bu köşeden yanıtlamak istiyorum...
Hatta, yanıtlamak zorundayım!

Sevgili kardeşim...
Dünyaya geç gelmene rağmen hep başıma dert oldun...
Sen evden bir çıktın...
Eve iki diye geri döndün...
Çocukların 365 günün ortalama 300 günü bizde...
Başımın üstünde yerleri var...
Ancak "dert" birken iki oldu!

Ve sen...
Oldum olası inekçiydin...
Ama inekçi olmak ille akıllı olmak anlamına gelmez...
Daha çok senin dayanma gücünü ve gayretini gösterir...
Saftın, hala safsın...
Saf olmak, arı olmak, insanlık vasıfları arasında en güzellerinden biridir...
Ancak saf, saflığından dolayı karşısındakini kendi gibi bilir...
Hayatın gerçekleri ise çok farklıdır...
Tecrübe ise esastır!

50 senelik hayat mücadelemde...
Aklına gelebilecek her türlü pisliği gördüm...
Acı sefaleti de...
Şuursuz zenginliği de!

Ben sana aptal diyorsam...
Bir takım olaylar karşısında ve burasını vurgulayarak yazıyorum...
Bazen...
Edindiğim tecrübelerin bedelini ağır ödediğim içindir...
Bu yüzden Allahtan niyazım...
Allah...
Ne seni, ne aileni kötüyle karşılaştırmasın...
Sen hep benim "aptal" kardeşim kal(!)

                                                                      ***

16.04.2015

Buna da şükür

Kaç gündür manşetlerden düşmüyor...
AK Saray, hırsız ve ailesi için yeni yapılan konut...
Yok hamam, hela altın kaplamaymış miş ...
Ya heriflerin aklına som altının içine sıçma...
Som altından yapılma küvetler içeresinde banyo yapmak gelseydi halimiz nice olurdu?

                                                                        *

Cicim ayları bitince

-Ne olmuş, ne olmuş?
-Ananın bilmem nesi olmuş(!)
-Ölmüş anamı karıştırma, söyle ne olmuş - ne olmuş?
-Oturan öküz, her lafın peşinden koşacağına kalk bir işe yara (...)
...
-Manda boku, işe yaramaz herif - otur yerine!

Beşeri ilişkilerde...
Bu ve benzeri diyalogları...
Bir süre sonra...
Büyük bir arzu ve aşk ile başlayan ilişkilerde bile duymanız mümkündür!

Hatta öyle ki...
Canım, cicim aylarından sonra gelen sıçım ayları...
50 senelik bir beraberlikten sonra bile başlayabiliyor...
Ancak 50 sene sonra gelen sıçım ayları insana daha ağır koyarmış(!)...

Bu anlattıklarım gerçek hayattan ve tecrübelerle sabittir.

Son olarak, kısadan hisse:
En iyisi mümkün olan en kısa sürede sıçım aylarına geçerek, acısıyla - tatlısıyla, gündelik hayatı birlikte yaşamak

                                                                        *

Ulan arkadaş bu kadın milletinden vallahi billahi korkmak lazım

Sıçan, örümcek vesaire gördüklerinde avazları çıktığı kadar bağıranlar...
Konu güzellik olunca birden bire Arslan kesiliyorlar...
Uzakdoğulu kadınlarda son moda olan bir güzellik yöntemini geçenlerde televizyonda izleyince midem döndü...
Hanımefendiler koltuğa yatıyor, saatlerce yüzlerinde salyangoz gezdiriyorlar...
Salyangoz yada namı diğer sümüklüböcek sözde ciltlerini güzelleştiriyormuş.

Seansı sadece 180 $

Ne desem acaba...
Allah akıl fikir versin!

                                                                        *

Hayatın içinden

1960'lar...
İkinci dünya savaşının tüm dehşetini yaşamış...
Yıllarca Nazi rejimi için Fransa'da tercümanlık yapmış...
Nazilerin insana, yaşama hakkına - bakış açılarını her açıdan görmüş...
Ama özellikle Nazilerin kadına davranışlarına bizzat şahit olmuş birisi!
İtalya'nın Milano kentinde bir kilisenin önünde...

Nazi subayları ertesi gün için hazır olmasını, sabah erken yola çıkacaklarını söylerler. Ertesi sabah saat 6 sularında karargâhın önünde beklemeye başlar, birkaç kilometre ötede Fransız belediyesinde, belediye başkanı ve yerleşmenin ileri gelenleriyle bir toplantıya gireceklerdir. Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak. Subaylar saat yediye doğru kapıda belirirler, şoför arabayı kapının önünde hazır ederek subayların merdivenden inmesini beklemeden arka kapıyı açar. Subaylar arabanın yanında belirdiklerinde sağlam bir topuk selamı çakar. İki subay arka koltuğa yerleşir, yanlarında iki kişinin daha sığabileceği kadar yer vardır. Şoför yanındaki koltuk boştur. Kadın, subaylardan biriyle göz göze geldiğinde "ben ne olacağım" gibi bir hareket yapar. Subay: "Uzak değil, arabanın yanında yürü" der(!)
Araba kadının yetişebileceği bir hızla yola koyulur. Bu arada yağmur yağmaya başlar.

Yılardan 1950'ler, yer Almanya...
Evli bir kadının, erkeğin izni olmadan çalışması yasaktır. Evin reisi erkektir ve bu uygulama ancak yıllar sonra kaldırılacaktır.

Kadın merakını yenemeyerek kilisenin içeresine girer...
Kilisenin camları, freskolar cezbedicidir...
Dona kalır, nereye bakacağını şaşırmış bir halde etrafında gördüklerini adeta hafızasına kazımaya çalışır. Kilise büyüktür ve o, bir şapelden diğerine gezmeye başlar. Birden bir el çıplak omuzlarına dokunur.
Orta yaşlı bir adam kadına İtalyanca söylenmektedir. Kadının İtalyancası yetersizdir ama adamın kendisine söylendiği her halinden belidir. Birden 30'lu yaşlarda genç ve yakışıklı bir adam sahneye çıkar. Sırtındaki ceketi çıkararak kadının omuzlarına dikkatlice koyar. Söylenen adamın yüzünde bir gülümseme belirir ve sesiz sedasız yanlarından ayrılır.

Centilmence davranışı ile adeta şövalye ruhlu bu adam kimdir?

Olaylar o kadar çabuk gelişmiştir ki kadın ancak kendisine teşekkür etme fırsatı bulur. Ve kaderin cilvesine bakın ki...
Adam tüm ailesini Nazi kapında yitirmiş bir Yahudi çıkar. Ailesi onu çok geç olmadan Amerika'ya yollamış canını öyle kurtarmıştır. Ve o, şimdi bir Alman kadınını öfkeli ve bağnaz bir İtalya'nın elinden alarak insanlığını göstermiştir.

Bu anlattıklarım gerçektir. Ve tüm anlayanlara atfedilmiştir.

                                                                      ***

20.04.2015

Kuşku

Neden 24 Nisan'da...
Başka bir gün değil?
Neden 5 Mayıs, 18 Haziran veya başka herhangi bir gün değil de 24 Nisan?
23 Nisan 1923'e herhangi bir şekilde atıfta mı bulunmak...
Türkiye Cumhuriyetinin ilanı ve hemen ertesine gelen "sözde büyük felaket" arasında bir bağ kurmayı mı amaçlıyorsunuz?

Sizler...
Saygıdeğer Beyefendiler, cici hanımlar...
Sizler ne kadar baskı kurmaya çalışırsanız çalışın...
Böyle önemli bir iddia >>> hiç bir neden veya gerekçeden dolayı kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde ispatlanmadıktan sonra <<< bir iddia olmaktan öteye geçemez. Ve ispatlanamayan bir iddianın hukuki hiç bir değeri yoktur! İşte bu yüzden yukarıda sözde büyük felaket kelimelerini tırnak içeresine almış bulunuyorum.

Şu anda iktidarda olan sözde hükümet yıllar öncesi, seçim "kazanmış olsa" bile değişik nedenlerden doyalı günümüzde meşruiyetini yitirmiş durumdadır. Bu yüzden oluşturduğunuz baskı neticesinde bu "hükümetten" bu konuda taviz almış olsanız bile, resmi ve tüm Türk milletini temsil eden bir hükümet kurularak bu konuda - çok taraflı ve uluslararası usul ve hukuka uygun- bilimsel araştırmalar yapılmadıktan sonra tarafımızdan hiç bir hukuki mesuliyet kabul edilmemektedir ve kesinlikle edilmeyecektir. Bu bilimsel çalışmanın neticesi lehte veya aleyhte olsun Yüce Türk Milleti tarihi sorumluluklarından, mesuliyetlerinden kaçınacak bir millet asla olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır:

Not: Değişik millet hükümetleri tarafından bugünün "soykırım" olarak tanınması hukuki bir zemin yaratma çabalarından başkası değildir. Ancak yine de "ufak" bir ayrıntı var ve bilindiği üzere şeytan ayrıntıda yatmaktadır. İspat!!! İspatlayamadıktan sonra iddia ötesine geçemez!

                                                                      ***

21.04.2015

Üç kuruş

Yıllarca üç kuruşluk adamlara devlet teslim edersen olacağı bu...
Sorun..
Üç kuruşluk adamların yerine talip olanların beş kuruşluk adam olmaları...
Yok mu memlekete altın lira değerinde adam?

                                                                        *

Operasyonla gelen, operasyonla gider

Sizi bilmem ama ben Kemal Kılçdaroğlu'nun nasıl "meşhur" edilerek CHP başkanlık koltuğuna oturtulduğunu hala unutmadım. Birlikte hatırlayalım, İki bölümlü operasyonun ilk ayağı Dengir Mir Mehmet Fırat'ın "belge ve bilgilere" dayanan "temizleme" olayıydı. Sonradan patlak veren Deniz Baykal'ın uygunsuz görüntüleri ve istifası bu cibilliyetsize CHP'nin kapı ve pencerelerini ardına kadar açtı. Netice Y-CHP diye ne olduğu belirsiz bir parti(!)

                                                                      ***

22.04.2015

Mesele soykırım değil, mesele 21. Yüzyıl eşiğinde (…)

Bazı “güvendiğim” kaynakları okuyunca…
Biraz düşünülerek, bazı birbirleriyle alakasız gibi görünen konuları ama özellikle kimi ülkelerin “milli mesele” haline getirdikleri, “Ermeni soykırım” iddiası çerçevesinde uzun ve kısa süreli olmak üzere menfaatlerini belirli ve birbirleriyle bir ilintiye sokunca…
Bende öyle bir izlenim oluşuyor ki…
Sanki mesele sözde “büyük felaket” diye adlandırılan sözde “Ermeni Soykırımı” değil de 21. Yüzyıl eşiğinde bu topraklara düzenlenecek bilmem kaçıncı haçlı seferiymiş gibi geliyor(!)

Bilindiği üzere haçlı seferinin itici gücü Vatikan’dı…
Papa, meselenin özünde genelde para yatmasına karşın, toplumu harekete geçirmek için dini duyguları suiistimal ederek insanları galeyana getiriyordu. Dün işe yarayan bu yöntem bugün içinde etkisinden hiç bir şey kaybetmiş değildir. Yazılı ve görsel basında yer alan haberlerde Ermeni kökenli vatandaşlarımızın Hristiyan kimlikleri öne çıkarılarak, genelde dünya ama özelde Avrupa toplumu muhtemel gelişmelere hazırlanmaya çalışılmaktadır. Atatürk milliyetçisiyim diyen insanların görevi ise bu çirkin ve menfaatperest oyunu bozmaktır. Tarihi gerçekleri saptırarak farazi iddialarla konuyu gündemde tutmanın amacı, meselenin zaman aşımına uğramamasıdır(!)

Türkiye Cumhuriyetinin konuyu uluslararası bilim heyetine taşıma gayretleri ve karşı tarafın bunu ısrarla ret etmesi bu aşamada çok önemlidir. Özellikle Almanya’da “bir – iki gündür” yaşanan bu konuyu tanıma eğilimi de çok önemlidir çünkü unutulmamalıdır ki Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya o dönemde müttefikti. Talat Paşanın günahını, Osmanlı İmparatorluğunun gafletini bugünlerde sırtımıza yüklenmeye çalışılması en hafif tabiriyle hakkaniyetli değildir!!!

Ama gerçekten acı olan...
Kürt kökenli vatandaşlarımızı temsil ettiğini iddia eden bazı "ileri" gelenlerin kalkıp Ermeni katliamından dolayı, ataları namına, mağdur torunlarından özür dilemeleridir. Haliyle bir devletin öncelikli görevleri arasında din, dil, ırk gözetmeksizin TÜM vatandaşlarının mal ve can güvenliğini sağlamaktır. Ancak bu, günümüz teknolojisine rağmen bugün bile tam anlamıyla gerçekleştirilememektedir. Kaldı ki böyle bir ütopyanın birinci dünya harbi esnasında gerçekleştirilebilmesi mümkün olamazdı. Zamanında Ermeni vatandaşlarımızın bir kısmının Rus ve muhtemelen Fransız telkinlerine kanarak kendi komşusunu katletmesi, Türk ordularını çete savaşlarıyla Rus ordusu önünde zayıf düşürülmesini sağlamak vatana - kendi milletine ihanet değildir de nedir? Unutulmamalıdır ki günümüzde bile böyle ihanetlerin cezası ölümdür. İddialarda yer alan ölüm vakası sayıları ise hangi "bilimsel" verilere dayandırıldığı kaynak gösterilmediği için fazlasıyla kuşkuludur.

Yukarıda yazdıklarımdan böylesine üzücü olayları inkar ettiğim izlenimi çıkarılamaz. Kuşkusuz iki tarafı da üzen ve hala unutulmayan, unutturulmayan olayların vuku bulmuş olması olasıdır. Ve yaşanan her ölüm, gereksiz ve bir ölüm fazlasıdır.

                                                                        *

Cephe

Cephede kazanıp masada kaybeden biz...
Son on üç senedir cephe mücadelesi vermeden...
Teslimiyet bayrağını çekenler kimler?

                                                                        *

Türkiye'de öyle insanlar var ki

Türkiye'de öyle insanlar var ki...
Oy için...
Kendi anasını, karısını veya kızını...
Alemin herifinin altına yatırmaktan çekinmez...
Onlar için...
Oy için her türlü yol ve yöntem mubahtır...
Maalesef acı gerçek bu...
Cok yazık sana Türkiye'm, çok yazık!

                                                                        *

Ermeni kızı Karin

Gençlik tabii...
Kan fokur fokur...
Cepte para, altında araba...
Umurunda mı dünya?
Gelsin kızlar, gitsin karılar!

Hayır...
Ben ırkçı değilim...
Tam aksine Anadolu medeniyetine, Anadolu insanlığına, Anadolu kardeşliğine inanlardanım. Benim için karşımdakinin dilinin, dininin, ırkının hiç bir önemi yoktur. Beni ilgilendiren; insan mı ona bakarım. Öyle ki en samimi dostlarımdan biri Yılmaz adında bir Ermeni'ydi. gırtlak gırtlağa soykırım meselesini tartışmışlıgımız vardır. Buna rağmen dosttuk, uzun yıllar oluyor birbirimizi gözden kaçıralı, dostluğumuz ise en azından benim açımdan baki!

Tıpkı...
Karin'e karşı his ettiklerim gibi...
Neredeyse otuz yıl oluyor...
Masumane flörtün dışında bir şey geçmedi aramızda...
Ama Karin...
Hem hafızama, hem kalbime kazıldı!

                                                                      ***

23.04.2014

Soykırım iddialarına...
Kutlu doğum haftası soytarılıklarına...
Kısacası...
Tüm engelleme ve saptırma çabalarına karşın...
23 Nisan...
Türkiye Cumhuriyeti...
Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü unutturamayacaksınız!

Sizlerin yetiştirdiği...
Sizlerin etkisi ve telkini altında kalan...
Kindar ve de çok "dindar" gençlere rağmen...
Bu milletin...
Anadolu'nun evlatları...
Ne Peygamber efendimizi...
Ne Gazi Paşayı unutacak...
Ve Türkiye Cumhuriyetini...
Al bayrağımızı...
Tüm kültürel değerlerimizi...
Gelecek nesillere olması gerektiği gibi aktaracaktır!

Atatürk ve arkadaşlarının torunları...
Kin ve nefretten uzak...
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı...
İnsanca ve kardeşçe birlikte yaşamanın...
Hak ve hukukun yolunu mutlaka bulacaktır!

O günler gelene kadar ise...
Ne iç nede diş baskılara boyun eğmeden...
Doğru bildiği...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün göstermiş olduğu yoldan...
Bir milim dahi sapmayacaktır...
Bu böyle biline...
Bu böyle tarihe yazıla!

                                                                        *

Ananızın bilmem nesi

İnsanı pis pis konuşturuyorlar...
Her sene aynı tiyatro...
ABD başkanı, o - bu soykırım diyecek mi, demeyecek mi...
Ne lan bu?

Tarihi gerçekler...
Birilerinin iki dudakları arasından çıkacak sözlere mi bağlı?
Türk milleti...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kadar mi aciz?

Desen ne olur, demesen ne olur?
Gerçekler neyse o...
Yürüüü inek arabası, ense tıraşını görelim!!!

                                                                        *

İşte Anadolu

İster Türk, ister Kürt, ister Ermeni, ister Laz, ister Çerkez, ister ne olursan ol...
Ama önce dinle...
Gözlerini kapa ve bu ezgilere kulak ver......
Eğer yüreğinde bin bir türlü dalgalanma, hüzün, yas ve de mutluluk...
Gözlerinde yaş his etmezsen...
Ya sen bu toprakların evladı değilsin...
Yada bu toprakların evladı olmana rağmen duygu yoksunu bir zavallısın(!)

                                                                        *

O, en kolay yöntemi seçti

Kalp kırmak kolaydır...
Kırıp dökmek her zaman kolaydır...
Yoktan var etmek...
Kırılanı tekrar onarmak...
Hele kırılan gönüllü tamir etmek...
Zordur be dostum...
Tamir ettiğini sanırsın ama...
İzi mutlaka bir şekilde kalır!

Sevgi...
Bağların en güçlüsüdür...
O, en kolay yöntemi seçti...
Ayırdı, böldü - bölüştürdü...
Kırıp döktü...
Kan aktı kan...
Buna rağmen ata yadigârı söz der ki...
Zaman her şeyin ilacıdır...
Af etmek büyüklüktür...
Anadolu terbiyesi bunu gerektir...
Sevgi...
Bağların en güçlüsüdür!

                                                                      ***

24.04.2015

Vay Allahsız, Peygamberiz tepsi vay. Sen bana direnirsin ha?!

Malum uykuyla aram yok...
Tavuklarla yatar, horozlardan >>> önce <<< kalkarım...
Öğrencilik yıllarımdan kalma alışkanlık işte...
Yıllar sonra fabrika ayarlarıma döndüm!

Aradaki fark, ihtiyarlık...
Tabi kazadan kalma sağlık sorunları da ihtiyarlıkla birlikte arttı...
Eskiden gecenin sessizliğinde ders çalışırdım...
Ancak artık gözler görmüyor, hafıza ise can çekişiyor...
Işın yoksa okuduğunu tekrar tekrar oku...
Jeton geç düşüyor ne yaparsın?

Anlayacağınız can sıkıntısı...
Hanım bugünlerde kadınlıktan istifa ettiği için yemek işi bana kaldı...
Dün akşam orospu karı lahmacunu* yaptım..
Afiyetle yedik...
Hanıma, bulaşıkları bırak ben hal ederim dedim...
Gece yarısı kalktım...
Kendime güzel bir kahve, bulaşıkları bulaşık makinesine...
Tepsi kaldı ortada(!)

Uleen ben senin tepsi gibi...
Ama ne yaparsın söz verdik...
Arkadaş...
Annem sağ olsun kız kardeşim gelene kadar...
12 sene beni kız gibi yetiştirdi...
Evde her türlü işi yapabiliyorum...
Dikiş dahil, nefret ettiğim ütü!

Tepsideki lekeler inanılmaz bir dirayet ile bana ve tele, süngere direniyor...
Tepem attı mı önümde kimse durmasın...
Ya ben öleceğim ya o...
O kadar yani...
Bu artık benim ve tepsi arasında bir mesele oldu...
Ya ben öleceğim ya tepsi...
Anlayacağınız...
İzzet-i nefs meselesi!

Baktım olacak gibi değil...
Ölecek olan benim...
Eğildim...
Açtım lavoba altındaki dolabı...
İlk elime geçen fırın temizlemede kullanılan sprey...
Hah dedim yanıkları temizleme...
Muhtemelen yüzümde geniş bir gülümseme...
Koyarsın tepsiyi lavobanın ortasına...
Sıkarsın spreyi Allah ne verdiyse...
İçimden bitti bu iş dedim...
Sen kaybettin oğlum, Önder kazandı...
:)

Tepsiyi kenara koydum...
İlaç önce bir kire işlesin dedim...
Lavabo ilaçtan bembeyaz...
Sorun yok...
Su ve bez hal eder...
Birde ne göreyim...
Gözlerime inanamadım...
Hanımlar dikkat(!)
Tip dahil, teknolojide birçok "icat" tesadüf eseridir...
Lavabo...
Sanki çarşıdan yeni alınmış...
Pırıl, pırıl, ışıl - ışıl!
Bilmeyenlere duyurulur...
Ben mesela bilmiyordum.
:)

*Tarifini bir ara veririm.

                                                                        *

Cehaletimden ötürü özür diler, ithamımdan dolayı utanç duyduğumu özellikle belirtmek isterim

Hrant Dink...
Hiç şüphesiz bu toprakların öz evlatlarından biri...
Kendisine saygım sonsuz.

...

Kontrol etmedim...
Ama rahmetlinin sözlerinden şüphe duyacak durumda da değilim!
http://www.cnnturk.com/…/t…/hrant-dinkin-kaleminden-24-nisan

                                                                        *

Türkiye'nin eli çok fazla zayıfladı

Dün akşam Alman Cumhurbaşkanı...
Bugün Alman parlamentosu...
Genel hatlarıyla 1915 olaylarını "soykırım" olarak niteledi!

Dikkat çeken...
Tüm partilerin bu konuda "tam" bir uzlaşı içeresinde hareket etmesidir...
Hükümet "soykırım" ifadesini yumuşatmaya çalışsa da...
Böylelikle Türkiye'nin eli fazlasıyla zayıflamış durumdadır...
Ama Türkiye için...
Bu ithamdan, bu zan altında bırakılmaktan...
Kurtulmanın yolları tamamen kapanmamıştır...
Yeter ki akıllı politikalar üretebilsin!

Gerçekten üzücü olan...
Cem Özdemir gibi soysuzların...
Böyle has has konularda havlayabilmesidir!

                                                                      ***

25.04.2015

Çakır Emine

Rahmetli babaannemin lakabı...
Üzülerek ifade etmeliyim ki...
Hala bazı meseleler söz konusu olunca...
Millet olarak kafamızı, deve kuşu misali, kuma gömebiliyoruz...
Tehlikenin var olduğu bilincinde ama biz tehlikeyi görmediğimiz taktirde, tehlikenin de bizi görmeyeceğini sanarak(!)

Bu...
Hayatın gerçeklerine...
Meselenin tabiatına ters bir durumdur...
Gerçekçi olarak...
Sorunlara gerçekçi çözümler üretmediğimiz sürece kaybetmeye mahkumuz!

Kendinize neden babaannemin lakabını başlık olarak seçtiğimi sorabilirsiniz...
Çünkü Çakır Emine'nin hayatı...
Bizim hayatımız...
Belki bir gün, aynı başlık altında kaleme alırım...
Ancak lakabı başlık olarak seçmemin nedeni başka...
Dedem...
Gümülcineli...
Öz be öz Türk...
Konuyu ayrıntılarıyla yazmayacağım...
Birinci dünya savaşının kargaşalı günleri...
Dedem ve babaannem evlenirler...
Babaannem, babama hamile kalır...
Dedem Yunan tebalı olduğu gerekçesiyle Yunanistan'a geri sürülür...
Yıllarca Türkiye'ye geri dönemez...
Ne resmen, ne kaçak...
Çakır Emine rahmetli halam ve babamla ortada kalır(!)

Demem o ki...
Geçmişte de, günümüzde de o kadar çok siyasi hata yapılıyor...
Bir konu etraflıca ve >>> sonuna <<< kadar düşünülmeden o kadar çok kararlar alınıyor ki...
Ceremesinde, çilesinde suçsuz, günahsız insanlar çekiyor!

                                                                      ***

26.04.2015

Bu ne kin, bu ne nefret?

Türkiye'de akrabalarım teyze oğlu için kindar derler...
Aman Allah'ım, söyle kindarmış - böyle inatçıymış...
Eh insan beterin beterini görmeyince, göz önündekini bir şey sanır!

Beni izinden izine tanıyor, biliyorlar...
Sert mizacımdan dolayı zaten adım çıktı da, birde benim bu taraflarımı tanımaya başlasalar sanırım teyze oğlu solda sıfır kalır. Bunları neden mi yazıyorum?
Çünkü unutamıyorum...
Bana yapılan iyiliğinde, kötülüğü de asla unutmam...
Kendinde en nefret ettiğin tarafın ne diye sorsalar...
Tam da bu tarafım derim!

Yazdıklarımdan ve daha yazacaklarımdan hiç bir zaman kendimi soyutlamadım
Siz(ler)e karşı bir eleştiride bulunuyorsam eğer...
Bu aynı zamanda benim içinde gereçlidir!

Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına batır diye boşuna söylememiş atalarımız...
Önce kendi kapının önünü temizleyeceksin ki...
Sokağın kirinden dolayı komşuna kızabilesin!

Ne zamandır sizleri izliyor, yazdıklarınızı anlamaya çalışıyorum...
Kendimce, amatörce analizler yapıyorum...
Tabii salt Facebook'ta değil, daha benzeri ve daha da önemlisi herkesin giremediği Dark Net sayfalarında. Evet, Dark Net bir tane değildir, değişik Dark Net'ler vardır, bilişim, radikal görüşlerin sarf edildiği siyaset, pornografi, yasa dişi ticaret sayfaları vesaire vesaire...
Hepsinin ortak yanı...
İnsanların hoşgörüden, anlayıştan, empati duyabilmekten gittikçe uzaklaşması...
Ne oluyoruz arkadaşlar?
Dostlar, ne oluyor bize?
Atatürk milliyetçisine...
Anadolu kültürüne hiç yakışan tutumlar mıdır bunlar?
Bu ne kin, bu ne nefret?

Yok Ermenilerden nefret ediyormuş...
Yok Kürtler şöyleymiş, böyleymiş...
Yok dinciler, yok laikler, yok şu, yok bu!

Allah bile kulunu af ederken...
Sen...
Kim oluyorsun?

Ortak bir gelecek için...
Gördüğünü, görmemek...
Duyduğunu, duymamak...
Bazen ise geçmişi görmemezlikten gelerek...
Nokta koyabilmek lazım!

                                                                        *

1915 olayları, hukuki açıdan neden Soykırım olarak nitelenmez

Başlı başına uzunca bir makalenin konusudur...
Ancak meselenin bam teli "herkes tarafından anlaşılabilecek kadar basittir"...
Bu konuda uzun uzadıysa ahkam kesecek değilim...
En önemli noktasına değinerek...
Dost ve arkadaşların eline "önemli" bir gerekçe...
Ve savunma aracı vermek istiyorum!

Kim kimi...
Neden...
Hangi şartlar altında öldürdü, katletti bu yazının esasını teşkil etmemektedir!

Azınlıklar ve soykırım ifadesinin tarihçesi oldukça gerilere gider...
Evet, insanoğlu var olduğundan beri...
İnsan denen varlık birbirini öldürmüştür, öldürmektedir...
Savaş geçmişte de, günümüzde de, gelecekte de olacaktır...
Ve maalesef suçsuz günahsız başta kadın ve çocuklar olmak üzere...
İnsanlar ölecektir!

Hukuken...
Soykırım ifadesinin ardında yatan birilerinin*, başka birilerini** >>> kasıtlı <<< beli bir plan ve program çerçevesinde topluca imha etmesi anlamını taşımaktadır. Bu soykırımın vesile ve nedenleri farklı olabilir. Maddi veya manevi menfaat, kin, nefret gibi. İddia edildiğinin aksine, en azından benim bugüne kadar okuduklarımda Osmanlı devletine ve hukuki mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyetine kasten Ermeni kökenli vatandaşlarını öldürdüğüne dair bir kanıt sunulamamıştır. Tabi benim okumamış olamam hiç bir şey ifade etmez. Ancak Türkiye Cumhuriyetine karşı 1915 olaylarında yaşanan ölümlerden dolayı bir kasıt kanıtlanamadığı sürece soykırım ifadesi yersiz ve hukuki hiç bir zemine dayanmamaktadır.

Daha iyi anlaşılabilmesi için Almanya'yı örnek vermek istiyorum...
Videolar, toplu mezarlar, toplama kampları, gaz odaları, fotoğraflar, olayı bizzat yaşamış şahitlerin ifadeleri ve burası Türkiye'yi ilgilendiriyor zamanın dış temsilcilikler tarafından toplanan ve ülkelerine yollanan, arşivlenen istihbarı bilgiler.
Tüm bunlar yoğun bir şekilde Almanya'nın önüne konunca Almanların inkar etme şansları kalmamıştır. Türkiye'nin önüne konan böyle kanıtlar mevcut mudur?

* Bu genelde devlet gücünü elinde bulunduran ve o devlet adına hareket eden
** Bu genelde azınlıkta kalan devlet gücüne nazaran daha zayıf konumda olan veya kendi adına devlet gücüne sahip olmayan

                                                                      ***

27.04.2015

1915 olaylarında öncelikli olarak kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması gerekenler

Dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi ölümcül vakalarda kasıt hukuken çok önemlidir. Toplu ölümlere geçmeden önce, daha iyi anlaşılabilmesi için, bireysel öldürme olaylarına bakalım:

Kriminolojide öncelikle neden aranmaktadır. Filen gerçekleşen öldürme olaylarında neden en azından fiil kadar önem taşımaktadır. Örnek olarak tecavüze uğrayacak bir kadının kendini savunma amacı taşırken, eylemi gerçekleştirmeye çalışanı öldürmesi olarak gösterebiliriz. Burada gerçekleşen ölüm ve tecavüz olmasına karşın nefsi müdafaa söz konusudur. Ve eğer bir ceza verilecekse >>> neden <<< hafifletici sebep olarak değerlendirilir. Öldüren her zaman öldürme fiilini kasıtla gerçekleştirmiyor, örnek olarak kendimi gösterebilirim; 1989 yılında yaşanan olayda eşim ve evladımı kaybettim, kasıt var mıydı, hayır, kendim aylarca komada yattım buna rağmen eşim üzerinde otopsi yapıldı. Belki ben önceden öldürdüm ve kaza süsü verdim diye. Ve talihsiz olay kaza olarak kabul edildi. Bunun yani sıra öldürmeye azim ettirenlerde vardır, bunlar olayı gerçekleştiren kadar kanun önünde suçludur. Çünkü sebep olmuşlardır, örnek olarak namus cinayetlerini gösterebiliriz. Umarım bu konu yeterince anlaşılmıştır. Gelelim Almanya ve Hitler dönemine, daha Hitler iktidara gelmeden "Mein Kampf" isimli yapıtında Yahudilere karşı kin ve nefret söylemleriyle dikkati çekiyordu. Yani ileriki yıllarda bu kin ve nefret söylemlerinin fiili icraata dönüşeceği belliydi (işte tamda bu yüzden dünyanın neredeyse her ülkesine halkı kin ve nefret söylemleri ile galeyana getirmek suçtur. Bu sebepten dolayı Recep Tayyip Erdoğan diğer suçlarının yanı sıra bu yüzden de yargılanacaktır).

Gelelim 1915 olaylarına:

-İddia: Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu olayların aydınlanmasında samimi olmadığı, olayı zaman aşımına uğratmaya ve delileri karartmaya çalıştığı.
- İspatlanması gereken: Bu konunun aydınlanmasında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de menfaatine olduğu, en azından ama toplumsal barış adına bunu gerçekten istediğini, samimi olduğuna tarafları ikna etmek.

-İddia: 1915'de Ermeni halkına karşı soykırım gerçekleşmiştir. Neden olarak Ermenilerin mal varlıkları ve Hristiyan dinine mensup olmaları gösterilmektedir.
-İspatlanması gereken: Varsa böyle bir durum bunların münferit ve Osmanlı Devleti hükümeti tarafından kasıtlı, bir program ve plan dahilinde gerçekleştirilmediğidir.

-İddia: Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri, Türk milletinin gerçekleri öğrenmesinden çekinmesi
- İspatlanması gereken: Bunun böyle olmadığı, hükümetler tarafından düzenlenecek değişik etkinliklerle, halkı bilgilendirmek namına bu savın çürütülmesi.

- İddia: Hrant Dink cinayetinin günümüze kadar sürüncemede bırakılması Türk milletinin Ermeni vatandaşlarına karşı hala açıkça düşmanlığını göstermektedir.
- İspatlanması gereken: Tüm yönleriyle şeffaf bir yargılama ve Türk milletinin ırkçılığa karşı olduğunu gösteren ve gerekirse yeni veya mevcut kanunların yeniden düzenlenmesiyle altının çizilmesi.

- İddia: Türk milletinin gerçekler dile getirildiğinde bunu inkar yoluna giderek "anlamsız" küskünlükler yaratması.
- İspatlanması gereken: Daha önceleri de defalarca dile getirmeye çalıştığım gibi önce insan sonra millet olarak gerçeklerle yüzleşmeyi öğrenmeliyiz. Salt bu konuda değil, birçok yönden bir hayal aleminde yaşadığımız yadsınamayacak bir gerçek!

-İddia: Başta Alman, Amerikan, İsveç, Danimarkalı hemşire, diplomat, doktor, gazeteci, askeriye ve misyonerlerin kaleme aldığı ve Osmanlı İmparatorluğunun vasiyetini ama özellikle Ermeni halkının durumunu gösteren raporlar.
- İspatlanması gereken: Osmanlı İmparatorluğunun soykırım kastı taşımadan vaziyete hakim olmadığını gösteren belge ve bilgilerin açıkça paylaşılması. Özellikle bu şahit ifadelerinin ve aynı zamanda sübjektif değerlendirmelere dayanan "kanıtların" çürütülmesi kaçınılmaz ve zaruridir.

-İddia: Tecrit esnasında Ermeni halkına trenlerde, çöl geçerken vesaire "refakat" eden devlet görevlilerinin bunu fırsat bilerek Ermeni halkını soyması, işkence etmesi, başkaca tehditlere karşı korumaması, aç bırakması, tifo hastalığına yakalanmalarına rağmen gereken tıbbi müdahalenin yapılmaması ve hatta kendi elleriyle öldürmesi.
-İspatlanması gereken: Bunun böyle olmadığı, olduysa bile münferit olaylar olarak görülmesi gerektiği. Planlı, programlı ve kasıtlı olmadığıdır.

-İddia: Tüm bu olayların planlanmış olduğu
-İspatlanması gereken: Planlamanın olmadığı, savaş kargaşası, sorumluların basiretsiz - beceriksizliği ve bürokrasinin iflazı

-İddia: Tüm Anadolu bir tek mezarlık, başka bir ifadeyle mezbaha görünümünde ihtiyar, kadın, çocuk ve hatta bebek demeden insanların ölüme götürülmesi
-İspatlanması gereken: Açıkçası böyle bir iddia karşısında neyi ispatlayabileceğimizi, neyi ispatlamamız gerektiğini bilmiyorum

-İddia: 20. Yüzyıl başlarında altı ilde toplam iki milyon Ermeni'nin Anadolu'da yaşadığı.
-İspatlanması gereken: Doğru hatırlıyorsam eğer Osmanlı İmparatorluğunun arşivleri tarihi İskenderiye kenti arşivlerinden sonra dünyada kapsamı açısından ikinci geliyor. Durum böyleyken bu iddiayı çürütmek çok zor olmasa gerek. Netice itibarıyla Osmanlı kayıtlarına göre ne kadar Ermeni'nin Anadolu'da yaşadığı ortaya çıkması gerek.

-İddia: Ermeni toplumunun Hristiyan olmalarından dolayı Osmanlı tarafından ikinci sınıf vatandaş olarak muamele görmesi, dini inançlarından dolayı bazı özel hakların tanınmasına karşın daha yüksek vergilere tabii tutulması, kısmi bir özerklik tanınmasına karşın Müslümanlar karşısında hukuken ayni haklara sahip olmaması.
-İspatlanması gereken: Tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa eğer aksini ispatlamamız mümkün olmayacaktır.

-İddia: 1895'de yüksek vergilendirmeye ve Müslümanlarla aynı haklara sahip olmamalarından dolayı yaşanan ve 200000 Ermeni'nin canına mâl olan Ermeni "isyanı"
-İspatlanması gereken: Kendinden menkul

-İddia: 1908'de yaşanan Jön Türk devrimiyle "Türkiye Türklerindir" ideolojisi çerçevesinde Osmanlı toprakları üzerinde "safkan" Türk toplumu yaratmak. 1912 yılında yaşanan ve ağır toprak kayıplarıyla neticelenen olaylardan Osmanlı Hristiyanlarını sorumlu tutmak. Bu ırkçı yaklaşımın başını çekenler Enver, Talat ve Cemal Paşalar.
-İspatlanması gereken: Yanılıyor olabilirim tabii, inkâr etmenin kime ve neye faydası olur?

-İddia: Türk milletinin ezeli hastalığı; Şovenizm ve maalesef kendini dev aynasında görme, kendini olduğundan farklı gösterme
-İspatlanması gereken: Öyle inanıyorum ki bu konuda inkar hiç bir işe yaramaz, tam aksine artık gerçekçi olmanın zamanı geldi de geçiyor bile!

-İddia: Rus ordusunun 1914 kış aylarında Osmanlıya saldırması, iki orduda Ermenilerin savaşmasına rağmen; Jön Türklerin bunu fırsat bilerek iki Hristiyan tarafın birleşerek Osmanlıya karşı durmaları ve o muharebenin bu yüzden kaybedilmesi
-İspatlanması gereken: Bana bazen öyle geliyor ki sanki onlarca yıl sonra yaşanacak Yahudi soykırımının gerekçeleri (kin, nefret, kendi beceriksizliğinin sorumluluğunu ak koyun - kara koyun misali başka kitlelere yüklemek, diğerlerinin çalışkanlık ve akıl ile elde etikleri maddi manevi başarının kıskanılması) bu olaya da yansıtılmak isteniyor. Bilmiyorum bu nasıl ve hangi deliller ile ispatlanabilir.

-İddia: Van meselesi, Türk ordusunun Van'da direnen Ermeniler ile çatışması ve bu çatışmanın Rus ordusu Van'ı ele geçirdikten sonra nihayete ermesi
-İspatlanması gereken: Ciddi deliler ile saldırının nedenlerinin ispatlanması

-İddia: Osmanlı hükümetinin savaş meydanlarından yüzlerce kilometre uzakta yaşasalar bile >>> tüm <<< Ermenileri kendi sahneye koydukları senaryolarla (Ermenilerin Türk köylerine saldırmasını örnek verebiliriz) zan altında bırakarak topluca tecritte "bahane" üretmeleri. Salt bunun için Ermenileri ismen anmadan kanuni düzenlemeler ile casusluk faaliyetinde veya işbirliğinde bulunan yerleşim yerlerinin İmparatorluğun başka bölgelerine sürülmeleri
-İspatlanması gereken: Bunun böyle olmadığı. Bu savın tamamen hayal ürünü olduğu

-İddia: 24-25 Nisan'da İstanbul'da tutuklanan 850 "aydın". Aralarında on Piskopos,
40 doktor, 10 avukat
-İspatlanması gereken: tutuklama gerekçeleri

-İddia: Amerikalı büyükelçi Henry Morgenthau (1913-1916) "...diplomatik nezaketin gereklerini yerine getirdikten sonra Talat Paşa bana dedi ki; Ermeni meselesinde size bu konuda görüşlerimizi bildirmek istiyoruz. Ermenilere karşı tavır almamızın üç nedeni vardır:
---Birincisi, Türkiye sayesinde zenginleştiler
---İkincisi, kesin olarak Türkler üzerinde bir hakimiyet kurarak kendi devletlerini kurmaya kararlılar.
---Üçüncüsü, düşmanlarımızı resmen cesaretlendirerek Kafkaslarda hezimete uğramamıza neden oldular ve yenilgimizin ana sebeplerinden biri onların takındıkları tavırla izah edilebilir. Bu yüzden aldığımız kesin karara göre daha bu savaş bitmeden Ermenileri etkisizleştirmemiz gerekecek
-İspatlanması gereken: Bu cümlelerin gerçekten söylenip söylenmediği

24 Mayıs 1915'de Fransa, Rusya ve İngiltere tarihte ilk defa Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere karşı yaşananları İnsanlığa karşı işlenen suç olarak niteleyeceklerdir.

"...bende öyle bir izlenim oluştu ki, sanki Talat Paşa Türkiye'nin kayıtsız şartsız diktatörüdür... Zamanın birçok güçlü devlet adamıyla röportaj yapmama karşın, Talat Paşa, Berlin ve cehennem arasında en güçlü, en görkemli kişiliğe sahipti..."
Amerikalı gazeteci Samuel S. McClure 1915-1916

"...Tutuklanan Ermeni erkekleri tahtalar arasına sıkıştırılarak, ayakları at misali çiviler ile sabitlendikten sonra sakalları, kaşları, parmaklarındaki tırnakları, dişleri söküldükten sonra baş aşağı asılıyorlardı.. Birçoğu öldüler ama bazıları tüm bu işkencelere rağmen hayatta kaldılar ve biz böylelikle bu yaralanmaları görebildik...."
Alma Johansson Muş'ta İsveç misyon hemşiresi 1901-1916

"...Birçok Müslüman Türk ve Arap gözyaşlarını saklayamadan, başlarını çaresiz sallayarak, tüm bunların devlet büyüklerinin emriyle gerçekleştiğine inanamayarak..."
Alman öğretmen Martin Niepage Halep 1913-1917

"...Bir kaç gündür şehirde bir dedikodu ağızdan ağıza yayılıyordu ama biz, bu söylentiye inanamıyorduk... Ta ki 28 Haziran 1915'de tüm Ermenilerin şehri 5 gün içeresinde terk etmeler gerektiği resmen duyuruluncaya kadar...Bu emrin o zamanın şartları altında gerçekten ne demek olduğunu tasavvur bile edemezsiniz... Düzenlenecek bir toplu katliam bile bu sürgün emrinin yanında insancıl kalırdı, bir katliam karşısında her zaman bazılarının bu katliamdan kurtulma şansları vardır ama bir sürgün toplu ölüm demek..."
Leslie A. Davis Amerikan konsolosu 1914-1917

"... Salt Ermeni olmak tutuklanmak ve sürgüne yollanmak için yetiyordu, devlete karşı bir suç işleyip işlemediğine bakılmaksızın..."
Oskar Heizer Amerikan konsolos 1915-1917

"Tüm halkı, Ermeni soykırımından dolayı suçlayamayacaklarını, halkın "Ermeni katliamından" habersiz - haberdar olsalar bile bunu onaylamadıklarını, katliama katlanmak durumunda kaldıklarını, birçok devlet memurunun İstanbul'dan veya üstlerinden gelen emirleri yerine getirmek istemedikleri..."
Alman sıhhiyeci subayı Armin T. Wegner 1915-1916

Devamını okumak için...

                                                                      ***

28.04.2015

Cehennem ateşini körükleyen elbet bir gün bu ateşin kurbanı olacaktır

                                                                        *

Türkiye

Ortadoğu bataklığına açılan kapı...
Türkiye, son on üç senedir lanetlilerin hüküm sürdüğü, hurafelerin, batıl inançların yaşayanlar üzerinde güç sahibi olduğu ve gölgelerin can alırken büyük servet sahibi olduğu ülke!

                                                                        *

Ermeni soykırım iddialarıyla yakından ilgilenmek isteyenler için güzel bir kaynak

Afyon Kocatepe Üniversitesi Açık Erişim Sistemi
http://acikerisim.aku.edu.tr:8080/xmlui/

Google'de biraz arasanız hemen bulursunuz
HOŞGÖRÜDEN YOL AYRIMINA ERMENİLER
4 cilt yaklaşık 2000 sayfa
Yayına hazirlayan
Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ
Doç. Dr. Şakir BATMAZ
Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN

                                                                        *

Eyyy Tayyip senin şu çılgın projeler ne oldu?

Millet boşuna ağzını bırakıp kıçıyla gülmüyor sana...
Bak haberlerden yeni geçi...
Danimarka deniz altından Almanya'ya karasal bağlantı kurmak için 18 Km'lik tünele onay verdi...
18 Km...
"Senin" Avrasya tünelin ne kadardı?
5,4 Km...
Eloğlu yaparken sen hayal kurmaya devam et!

                                                                      ***

29.04.2015

Ben ne Ermeni'yim, nede Ermenilerin avukatı

Şu dünyada öyle insanlar var ki...
Eşek sudan gelene kadar dövsen...
Tekme tokat girişip, üstüne çıkarak zıp zıp zıplasan...
Hatta oturup lıkır lıkır kanını içsen...
Yüreğin...
Yine ferahlamaz, yine ferahlamaz!

Ya arkadaş...
Bu nasıl bir zihniyettir ki boş - boş lakırdılarla...
Hiç bir dayanağı olmayan iddialarla gün geçirsin...
Yetmedi birde bu lakırdılara inanacak bir araba dolusu, affedersiniz, öküz bulsun?

Ben ne yaptım?
Ne yapmaya çalışıyorum?

Ermeni soykırımı oldu - olmadı benim yanıtlayabileceğim bir soru değil...
Bazı fikirlerim var, yok değil ama kanıtlayamadığım şeyi de ulu orta anlatacak kadarı aklımı peynir ekmekle yemedim. Öyle karşı tarafın dediklerini bilmeden soykırım olmamıştır, yoktur demek kolay!

İddialara deliller ile yanıt vermek, iddiaları çürütmek her babayiğidin harcı değildir!
Okumadan, dinlemeden neyi yanıtlıyorsun sen?

                                                                      ***

30.04.2015

Nasıldı?

Tamam hatırladım...
İşçiler kardeş, patron kalleş..
Hadi patron kalleş diyelim...
İşçilerin kardeşliği...
Hani hep deriz ya, kardeşiz diye...
Nerede bu kardeşlik?
Yarın 1 Mayıs...
Acaba diyorum...
Bizim kardeşliğimiz, düşman kardeşlik olmasın?

                                                                        *

Pamir

Küçük Pamir'i hatırlarsınız muhtemelen...
Mahkeme karar almış, anneye - babaya ceza yok...
Allah zaten cezaların en fecisini kesmiş...
Bu karar gösteriyor ki hala vicdan sahibi hakimlerimiz var!

                                                                        *

Hayat böyle

Yok teyzeciğim, hayat böyle değil...
Hayatın böyle olmadığını gösteren bunca ülke varken...
Sen neden böyle olduğunu kabulleniyorsun?

Misal yaşadığım Almanya...
Daha yetmiş yıl önce yerle bir edilmiş bir ülke...
Bugün dünyanın ekonomik devlerinden...
Günahım kadar sevmem Merkel'i...
Ama kadın ülkeyi öyle bir yönetiyor ki...
Hayali değil, gerçek ekonomik rekorlar kırılıyor...
Tamam...
Orta sınıf diye tabir edilenler burada da gittikçe eriyor ama...
Toplumu derinden etkileyecek kadar değil...
Ya Türkiye?

Çarşıyı - pazarı benden iyi bilirsin...
Mutfaktaki tencereyi nasıl kaynattığını da bir sen bir Allah bilir...
Bak bayramda seyranda bırak torunlarına, çocuklarına harçlık vermeyi...
Kesecek hayvan bulamıyorsun...
Peki, neden biliyor musun?

Oy verdiğin, ülkeyi iyi yönetsinler diye seçtiğin insanlar...
Bakma aslında bunlara insan bile denmez...
Üretmeden tüketmeyi, kendi el emeği ile yapmadan hazır almayı...
Senin cebini değil kendi ceplerini...
Senin çoluk çocuğunu değil kendi çoluk çocuklarını, ta gelin ve damatlarına kadar düşündükleri için...
Sen cebindeki üç kuruşla, her şeyi pahalı alıyorsun...
Ülkeyi soyup - soğana cevirdiler...
Sen hala bunlara oy verecek misin?

                                                                        *

Vicdan

Yok...
Yok ben vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışanlardan değilim...
Varsa cüdanda bir şeyler, vicdan...
Yoksa eğer vicdan azabı kazanır!

                                                                        *

Sormak lazım

Ulen Tayyip...
Dünya aleme haddini bildiriyorsun...
Sen haddini biliyor musun?

                                                                        *

Çılgınlık mi desem cinnet mi, Türkiye ve AKP

Ruh ve sinir hastalıkları kalıtsal olabiliyor...
Merak ettiğim acaba çılgınlık veya cinnet halinin...
Bulaşıcılığı olup olmadığıdır...
Gerçi atalarımızın "üzüm üzüme baka baka kararır" demesi böyle bir olasılığa imkan tanıyor ama...

                                                                       *

Kendini sevmek ömür boyu sürecek bir romantizmin (duygusal eğilim) başlangıcıdır*

Allah biliyor ya...
Olabildiğimce insanlardan uzak kalabilmek için yıllar önce bilişimi seçtim...
Psikoloji, sonralarında özelde toplum psikolojisi, insanlardan uzak durmak isteyen bir kişi için ne kadar önem taşıyabilir?

Aslında yanıtı çok basit...
Hiç bir önemi olmaz...
Ancak...
Bilgisayarların insanlar tarafından kullanıldığını akıl edemedim...
Bilişimin özel bir alanında ömrümü geçirdiğim için bazı temel psikolojik eğitimler, stajlar zorunlu olmuştu...
Zorla köpek ava gider mi?
Konudan sıkıldım, boğuldum ama...
Zaman içeresinde siyaset ile yakından ilgili olduğum için toplum psikolojisine merak sardım!

Bundan yıllar önce Recep Tayyip Erdoğan için Ambivalenz "teşhisi" koymuştum...
Tabi ki doktor değilim...
Haliyle psikoloji biliminin derinliklerinin yakınından bile geçmedim...
Ve özellikle psikolog hatun kişilerden her zaman çekindim...
Çünkü hem hatun hem de psikolog oldu mu...
Ve erkeğin beyni başka bir tarafına kaydımı...
Tecrübelerle sabit, hiç mi hiç şansın yok!

Yani anlayacağınız benimki...
Zamanını ciddi bir mevzuyla geçirirken, ciddiyetten uzak amatörce bir uğraş!

Ama,,,
Konulan bir teşhise ciddi itirazım var...
Bir doktor, Recep Tayyip Erdoğan için Narsisizm (özseverlik) teşhisi koymuş...
Zamanında okumuştum...
Tıbbi terimi aklıma gelmiyor...
Narsisizm'in bir "üst" seviyesi var...
Recep Tayyip Erdoğan'a o teşhis bence daha çok uyuyor!

Not: İçinizde bu terimi bilen bir Tıpçı varsa ve bana terimi hatırlatırsa çok sevinirim.

*Oscar Wilde

                                                                     ***

02.05.2015

izm

Komünizm
Kapitalizm
Marksizm
Faşizm
Bürokratizm
Şovenizm
Materyalizm
Izim de izim!

Benim için asıl olan iki izm vardır:
1. Kemalizm
2. Hümanizm

                                                                     ***

04.05.2015

Haddini bil yukarıda senden büyük Allah var

İnsan ne oldum budalası olmayacak...
Şımarmayacak...
Yolundan sapmayarak tevazu sahibi kalacak...
Allah verdiği gibi almasını da biliyor!

Rahmetli babasına hayatımı borçluyum...
Ailece ağır, gerçekten çok ağır sağlık sorunları yaşıyorduk hala yaşıyoruz...
O olmasaydı, ben şimdi olmazdım...
Makineleri çoktan kapatmışlardı...
Rahmetli babası da kendisi de, türüne az rastlanır nadir doktorlardan!

Ben bir diyeyim siz iki, üç diye düşünün...
Yaklaşık bir dönüm...
Koca koca çam ağaçlar arasında üç katlı bir >>> malikâne <<<
Muayenehanesi kendine ait...
Üç katlı, tam donanımlı en az 600 metre kare kullanım alanı olan bir bina...
Salt iki binanın maddi değeri >>> en azından <<< 1,5 - 2 milyon €...
Başka taraflarda hanlar, hamamlar, bankada gani gani para!

Nerden mi biliyorum...
Doktorumuz ama özel bir münasebetimizde vardı!

Baba öleli yıllar oldu...
Oğlu...
Wiesbaden'in beli başlı hastanelerinden birinde operatör...
Babasının muayenehanesinin başına geçti...
Yıllarca gayet normal olan...
Birden bire sapıttı...
Ben dahil tüm müşterileri tek tek kaybetti*...
Kumar ve içki...
Ne han kaldı ne hamam!

Bugün bana telefon etti...
Yardımına ihtiyacım var lütfen gel...
Yapma - etme, yok, ısrar edince kalktım gittim...
"Gelirken bana iki bira bir votka getirir misin" diye sordu...
Daha öncelerinde bana bir iş yüzünden borcu vardı...
Babasının hatırına ses çıkarmamıştım...
Şimdi birde içki götür...
Aldım içecekleri gittim yanına...
O kos koca muayenehane darma dağin...
Kendisi tekerlekli sandalyede...
Üstü başı perişan...
Hayırdır doktor?
Muayenehaneyi kapatarak...
İzmir'e taşınıyorum...
Orada çalışacağım(!)

Bu haliyle dilenciye benzeyen...
Hangi hastalara bakacak bilmiyorum...
Gerçekten çok iyi bir doktordu...
Ne hale geldi...
Servetin alası vardı...
Beş kuruşsuz kaldı!!!

Yazık...
Gerçekten çok yazık...
Allah kimseyi bu durumlara düşürmesin.

*onun yüzünden en az on yıl geç emekli oldum

                                                                       *

Kime inanalım?

Basına bakarsan...
Gazeteler, köşe yazarları, Halk TV, Ulusal Kanal falan...
Hele kamuoyu yoklamaları...
AKP yandı, bitti, kül oldu...
İyide...
Bunca rezalet, hırsızlık, rüşvet, soygun, yalan ve talandan sonra...
Heriflerin haline bakarsan gayet sakinler...
Seçimleri kaybedecek ve sonrasında hesap verecek adamın hali böyle mi olur?

Geriye kalıyor iki olasılık...
Ya seçimler cepte keklik...
Yada hesap sorulmayacağından eminler(!)

                                                                       *

Kim ne derse desin

Yurtdışı oylarını yine garantilediler...
Nasıl mı?
Herifler milletin ruh halini, duygu ve düşüncelerini...
Ama özellikle ne denli menfaatperest olduğunu o kadar iyi anlamışlar ki...
Davul tozu - minare gölgesi...
Almanya vaatleri ile oyları garantiledi(!)

                                                                     ***

05.05.2015

Şiir

Bu sabah haberlerde izlediniz mi bilmiyorum?
Hani bir şiir vardı, camiler miğfer, minareler süngü diye...
Hani dini siyasete alet etmekten hapis falan yatmıştı...
Bilmemenin doğurduğu...
Devletin en üst kademesine geçtiği için hiç çekinmeden...
Korkmadan...
Kalabalığın önünde ayni şiiri dilendirdi!

Oku bakalım...
Dini siyasete alet et bakalım...
Ne zaman kadar?

                                                                       *

İnsanlık demokrasiye kavuşmasını savaşa borçludur

Bilmeyenler* için...
Savaş mücadele demek, kanının - canının son damlasına kadar...
Mücadele etmeyen, mücadeleden kaçınan...
Baştan savaşı kaybetmiş sayılır!

*bana inanmayan kendi araştırıp öğrensin

                                                                       *

2015 seçimleri, patronlar ne diyor ama özellikle dış yatırımcının yaklaşımı nedir?

Son on sene içeresinde miras yedi tavırları ve dış yatırımcıya yönelik faiz uygulamaları, kanuni düzenlemeleriyle Recep Tayyip Erdoğan denen ne olduğu belirsiz canlı...
400 milyar Dolar yatırım yaptırmayı başardı(!)
Tabii bu bir başarı sayılabilirse...
Çünkü kimse 400 milyar Dolar yatırımı babasının hayrına yapmaz...
Kaç 400 milyar Doların yurtdışına çıktığına da bakmak lazım!

Neyse hedeflenen yüzde 4 büyüme gerçekleşmeyecek gibi...
Dış analistlerin verileri 2,5 - 3,5 civarında...
Ama tüm tarafların ortak kanısı...
Bu gerginlik ortamının daha fazla sürdürülemeyeceği...
Kutuplaşma siyaseti hem siyasi hem ekonomik olarak erişebileceği...
Türkiye Cumhuriyetinin kaldırabileceği son noktaya gelmiş olması!

                                                                     ***

06.05.2015

Ben kafamı bilmem ne yapayım

Çünkü bizler hala helal, alın teri falan dediğimiz için...
Başlık...
Biraz terbiyesiz oldu, özür dilerim...
Ama devamını okuduğunuzda, vurgun nasıl yapıldığını öğrendiğinizde...
Her halde başlığı da, beni de mazur görürsünüz(!)

Bir ilaç...
Kutusu 33 bin 875 TL
Avrupa'da kutu fiyatı 1785 €...
Çarp düz hesap üçe...
5355 TL!

33875 - 5355=28520 TL kutu başına cepte(!)
Ondan sonra millete helal, haram...
Namus, Kur'an, iman, imam hikayeleri anlat...
Vay benim saf Müslüman din kardeşim, vayyyyyy!!!

Seni ayakta düzüyorlar haberin yok.

                                                                       *

Türk tipi başkanlık sistemi alaturka tuvalet işine benzer

Tamam...
Hemen itiraz etmeyin....
Son tıbbi araştırmaları bende okudum...
Alaturka tipi tuvalette hacetini gidermek...
İnsan vücut yapısı açısından, alafranga tuvalete nazaran daha sağlıklıymış(!)

Ancak...
Kabul edersiniz ki...
İnsan alafranga tuvalete daha rahat oturuyor, kendini daha iyi his ediyor...
Bu açıdan bakıldığında...
Türk tipi başkanlık sistemi...
Rahatsızlık verecek...
Yetmedi...
İnsanlar kendini eskiye nazaran daha mutsuz ve kötü his edecek(!)

                                                                       *

İtiraf etmeliyim ki

Her zaman ister faşizm...
İster şovenizm olsun bana itici gelmiştir...
Haliyle Türk kimliğimle, milletimle, kültürümle, dilimle gurur duymuşumdur...
Hele Gazi Mustafa Kemal Atatürk benim için başlı başına bir kıvanç kaynağıdır!

Ama...
İnsandan olan...
İnsani olan her şey ham meyveye benzer...
Nerede insandan olanda...
Mevla'mın ahengi, uyumu...
Mükemmeli...
Nerede o lezzeti?

Bu yüzden bana ister faşizm, ister şovenizm yavan gelir!

                                                                     ***

07.05.2015

Mesele

Gırtlağına kadar çamura battığında...
Burnun pis kokulardan nefes alamayacak duruma geldiğinde...
Gözlerin yaşanan sefaleti görmeye dayamadığında bile...
İnsani vasıflarını koruyup, insan evladı olarak kalabilmekte!

Dostlar, arkadaşlar, kardeşler...
Bu toplum gittikçe insanlığını yitirmeye başladı...
Yapılan yorumlara, paylaşımlara baktıkça...
Kinin, öfkenin, nefrettin, şiddetin...
Ekilen tohumların...
Filizlendiğini görerek içim kan ağlıyor!

Soruyorsunuz neden bu kadar yazıyorsun diye...
Atatürk bu vatanı ve milleti...
Türk gençliğine emanet etti...
Ben çocuklarımın kin ve nefret ortamında değil...
Sevgi ve şefkat ile birbirlerine kenetlendiği...
Düşüncelerin özgürce telaffuz edilebildiği bir ortamda yetişmelerini istiyorum!

Bu dünyada...
Kinin, öfkenin, nefrettin, şiddetin dışında da...
Bir şeyler olabileceğini, binlerce yılda gelişen bazı değerlerin...
Hoşgörü ve özgürlüğün farkına varmalarını istediğim için yazıyorum!

                                                                     ***

08.05.2015

Muhtemel bir tuzağa düşmemek için azami dikkat

Ve sonunda baklayı ağızlarından çıkardılar...
Eğer verilen haberlere inanabilirsek:

-Toprak talepleri yokmuş...
-Toprak taleplerini Türkiye dilendiriyormuş...
-Ermeni Soykırımını Osmanlı yapmış, Türkiye Cumhuriyeti neden bunu üstüne alıyormuş(!)

Yıllar önce, gerçekten belki on beş, yirmi sene oluyor çok değerli bir yazarın kaleminden okumuştum. Bu konuda yazdığım son yazılarda da dilendirmeyi düşündüm ama hafızama güvenemediğim için yazmamıştım. Dün söz konusu haberleri dinleyince kadar. Tekrar "olduğu gibi" hatırladım. Gazi ve İsmet paşalar kaybedilen savaşın ardından ilk barış konferanslarında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin, çöken Osmanlı İmparatorluğunun >>> hukuki mirasçısı olmadığını <<< kabul ettirmişti. Böylelikle ödenmesi gereken önemli tazminat miktarlarından Türkiye Cumhuriyetini kurtarmıştı. Artık gerçeklerin tüm yönleriyle ele alınmasının zamanı gelmiştir. Bu konu bir daha açılmamak üzere kapanması lazım. Ancak böyle adımların ciddi bir devlet yönetimi gerektirdiğini de unutmayarak.

                                                                     ***

7 Haziran sonrası

Hiç ihtimal vermiyorum ya...
CHP seçim kampanyası ve dillendirilenleri ile bir iktidar değişikliği...
Eskeza gerçekleşecek olsa bile...
İvedilikle toplumsal barışın, adalete olan inancın...
Gelir adaletsizliğindeki korkunç uçurumların kapatılması gerek!

Umudum yok...
Ama başta Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi...
Tüm bu gidişatta sorumluluk taşıyanların...
Abdullah Öcalan denen soysuzun...
Yargılanarak...
Asılması...
Cesetlerini de...
Bu yüce milletin topraklarını daha fazla kirletmemeleri için...
Mariana çukurunda batırılması gerek!

                                                                     ***

AKP mitingleri

Nasıldı?
Paralel, CHP ve HDP...
İndir bindir paralel!

Allah, Peygamber aşkı için...
Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin...
Bu vatanı kim yönetiyor?

AKP...
Başbakan koltuğunda:
Ahmet Davutoglu...
Cumhurbaşkanlığı koltuğunda:
Recep Tayyip Erdoğan...
Sizi tutan mı var?

Paralel de paralel...
İndir bindir paralel...
Paralel aşağı, paralel yukarı...
Tut pezevenkleri kulağından getir Türkiye'ye...
Seni tutan mı var?

Ha evinde Arslan...
Sokakta sıçansan bilemem tabi!

                                                                     ***

Elemtere fiş, kem gözlere şiş
Kül fakiriyiz Elhamdülillah!


Allaha çok şükür...
Evde çoluk çocuğun sağlığı yerinde...
Alacaklı yok ki kapıya dayansın...
Tek borç bankaya...
O da bir kaç seneye kalmaz, Allah'ın izniyle bitecek...
Anlayacağınız, kendi yağımızda kavrulup duruyoruz...
Ancak...
Bir konuda kül fakiriyiz(!)

Haaa, salt biz miyiz kül fakiri olan?
Yok, artan sayıda etrafımda gözlemlediğim bir durum...
Taaa Türkiyelere kadar...
En azından büyük şehirlerde sıkça gözlemlemeye başladığım bir olgu!

İyi gün dostunu ne eyleyim...
Kötü günümde bana elini uzatmadıkça?
Yerinde bana iki çift tatlı yada acı söz söylemedikçe(!)

Evet, yuvarlanıp gidiyoruz çok şükür...
Ama yardıma ihtiyaç duyduğumda elini uzatan bir Allah'ın kulu yok...
Elemtere fiş, kem gözlere şiş
Kül fakiriyiz Elhamdülillah!

                                                                     ***

10.05.2015

Başta kara Mediha'mım olmak üzere tüm annelerin bugünü kutlu olsun. Aslında değil bir gün, 365 günü anneler günü olsa, yine de sizlerin hakkını ödeyemeyiz. Bu yaşta bile canım acısa yine ilk söz anne oluyor, iyi ki varsınız, Allah hepinize sağlıklı, mutlu ve bereketli ömürler versin

                                                                       *

Bekaretimi evlene kadar koruyacağıma dair (...)

Başlığa bakarak sapıttı mı bu herif demeyin...
Hele anneler gününde böyle şeyler yazılır mı diye hiç sormayın...
Tam sırası, çünkü anneler kendi tecrübelerinden faydalanarak kızlarına (...)

Amerika Birleşik Devletleri...
Bilindiği üzere Avrupa'ya nazaran sofu sayılır...
1990'lı yıllarından günümüze gittikçe artan bir sayıda, "değişik" bir törene şahit oluyor. Öyle garip bir tören ki "çağdaş" Avrupalı bu töreni anlamakta zorlanıyor. Gerçi söyle 25-30 yıl geriye gidip kendi okul çağımdaki kız - erkek ilişkilerini düşündüğümde, bugünlere nazaran gençlik bu konuda çok farklı düşünüyordu. Bugünlere nazaran çok daha özgür ve "çılgın" hareket ediyordu. Artık cinsellik konusunda Avrupa gençliğinde de "geriye" dönük bir değişiklik gözlemlemek mümkün. Ama bunun ayrıntılarına sonra değiniriz. Önce şu garip törene bir bakalım:

Buluğ çağına giren genç kızlar, babalarının eşliğinde, gelinliğe benzer bir elbiseyle bu törene katılıyorlar. Şahitler ve davetliler önünde babalarına karşı bekaretlerini evliliğe kadar koruyacaklarına dair söz veriyorlar. Gerçi araştırmalar bu sözü verenlerin yüzde 80'ninin bu söze sadık kalmadıklarını gösteriyor ama olsun(!)

Şimdi tüm bunları, tam da bugün neden yazdığımı kendinize sorabilirsiniz. Hani hep birlikte 77 milyon şikâyet ediyoruz ya, hani birbirimizi beğenmiyoruz ya...
Kim kimi neden beğenmediğini, kabul etmek istemediğini bilemem ama bildiğim aslında kendimizi, kendimize şikâyet ettiğimizdir. Çünkü öyle veya böyle hepimizin bu çarkın birer dişlisiyiz. İster Ortadoğu, ister Türkiye, ister Avrupa veya Amerika, Asya hepimiz yalnızca insanız. Duygu ve düşüncelerimize, zaaflarımıza, ihtiraslarımıza yenik düşen insanız!

Not: Hani hep paralel de paralel diye, paralel dansı yapanlar var ya...
Hani belki kendinize sormuşsunuzdur paralel neden Pennsylvania'da diye...
Amerikalıların sofuluğu ama özellikle Pennsylvania'da Mormonlar'ın varlığı ile daha rahat hareket edebildiklerine inanıyorum. Belki şaşıracaksınız ama muhafazakâr dedirdiğimiz insanlar bazı konularda dinler ötesi birlikte hareket edebiliyorlar. Dünya çapında, kültüre ve dini inançlara bakmaksızın insanlık bazı öz değerleri tekrar keşfetme yolunda. Hayırlısı olsun.

                                                                     ***

11.05.2015

Bırak şimdi emekliye ikramiyeyi, sen bir tek söz ver yeter!

Oyum CHP'ye...
Ama Y-CHP'ye değil...
Cumhuriyet Halk Partisi dururken...
Beni başka partilere oy verme durumunda bırakma!

Senden tek söz istiyorum...
Erkek sözü...
Adam sözü...
"Ben ve başkanlık koltuğunda oturduğum parti Atatürk ilke ve inkılaplarına bağılıyız, bu inkılapların yeniden yorumlanmasına gerek yok çünkü ilke ve inkılaplar zamansızdır" de...
Oyumda...
Canımda...
Kanımda...
Cumhuriyet Halk Partisinindir!

Her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz ben sana bu ilke ve inkılapları tekrar hatırlatmak istiyorum:

Cumhuriyetçilik
Halkçılık
Milliyetçilik
Laiklik
Devletçilik
İnkılapçılık

Ulus devlet, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşma hedeflerine sadakatini bildir, meydanlardan bunu açıkla...
Dünya alem buna şahit olsun!!!

                                                                       *

Bir yazdım, pir yazdım

Anında olumlu - olumsuz tepki aldım..
Arkadaşlar sizlere bir şey sormak istiyorum, hani bu soru bir durumu izah etmek içindir...

Allah aşkına...
İnsan, neden seni seviyorum cümlesini duymaktan bıkmaz?
Hatta aralıklar ile de olsa tekrarlanmasını ister?

İnsan psikolojisiyle ilgilidir...
İnsan bir durumun teyidini ister...
İnsan iltifatlara ve beğenilmeye açtır...
Çünkü insan doyumsuz ve unutkandır!

Allah aşkı için...
K. Kilçdaroğlu değil mi...
"Yeni" söylemini ortaya atan...
Evet, Cumhuriyet Halk Partisinin başkanıdır...
Ama...
Birinin ağzından nasıl "ben Türk'üm" kelimesini duyamazsanız...
Diğerinin ağzından da, haberleri ciddi şekilde takip etmeme rağmen; en azından Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığını duymadım. Tam aksine bağlılığını teyit eden ve bunu kamuoyuna bildirenler CHP saflarından dışlandı.

Demek ki neymiş?
İnsan beli aralıklarla da olsa nasıl seni seviyorum cümlesini duymak istiyorsa...
Bir parti başkanından da o partinin temsil ettiği ilkeleri duymak ister(!)
Ben...
Yeniye karşı değilim...
Ancak yeni...
Bir yapının temellerini "dinamitlemeye" kalktığında karşı dururum!

                                                                       *

Seçim sistemi ve yüzde on meselesi

13 yıldır seçim kaybediliyor...
Nedenleri muhtelif...
Ancak son bir - iki seçimdir bir çağrı yapılmakta...
Bu çağrıyı önümüzdeki seçim için tekrarlamakta fayda var...
AKP "iktidarı"...
Ve hırsızların bir numaralı İmparatorundan kurtulmak isteyenler...
Gerçekten Recep Tayyip Erdoğan'dan...
O bet sesinden, söyleminden, o tiksinti verici görüntüsünden bıkanlar...

>>> Particiliği bir tarafa bırakarak <<<

Seçim bölgelerinde >>> muhalif <<< en güçlü adayı desteklemelidir...
İnsanların bunu - sorunsuz - yapabilmesinin önünü de...
Muhalif partiler bir adayda anlaşarak seçmene bildirmesinden geçer!

                                                                     ***

12.05.2015

Kedi - ciğer meselesi

Kedi ciğeri alana kadar...
Mırnav, mırnav...
Bacak arandan geçer, ...
Bacaklarına sürtünür...
Kısacası her türlü yolu dener ki...
Senin gönlün olsun!

Ciğeri kaptı mı, ara ki bulasın...
Siyasetçi ki, istisnaları da vardır...
Kediye benzer...
Oyu aldı mı, ne söz kalır nede vaat...
Anlayacağınız ciğeri vermeden, yani oyunuzu vermeden...
Işı sağlama alın!

Ne hırsız, ne arsız...
Hele yüzsüzü yanınıza bile yaklaştırmayın...
Ar damarı çatlamışların ne sözüne ne sıfatına itibar etmeyin!

Siz tencereyi zor kaynatırken...
Alt tarafı patates alamayacak durumdayken...
Saraylarda oturan, sanki kendi alın teriyle almış gibi özel jetlerle dünyada fink atanlara artık dur deyin!

                                                                       *

Ne Şam'ın şekeri ne Arap'ın yüzü

Her insan topluluğunda iyisi de vardır kötüsü de...
Kimse kimsenden üstünde değildir...
Hatta öyle inanıyorum ki her insan yüreğinin bir köşesinde...
Küçük ve masum bir çocuk misali...
İyilik, koruyup - kollama ve acıma duygusunu beraberinde taşır!

Daha önceleri defalarca dile getirmişimdir...
Eski Arap'ı severim...
Kültürü ve bilimi ile insanlığa sayısız değerler katmıştır...
Ama bugün Arap coğrafyasına baktığımda...
Boş gözlerle bakıyorum...
Hiç bir katma değeri olmayan, sefil hayatlar...
Ve bu sefaletin, kim ne derse desin, başlıca nedeni...
Dört elle sımsıkı sarılmış, sarmaş dolaş cehalet!

Ve birileri çıkıp...
Millet bir tanesini nasıl doğru dürüst besleyip, okutacağım diye düşünürken...
Üç tane diyor...
Üçte yetmez beş olsun diyecek ama herkes onun gibi hırsız değil ki...
Söylemeye çekiniyor!

Lafı uzatmayalım...
Göğsümü gere gere dünyanın dört bir tarafında…
Ben Atatürkçüyüm…
Atatürk milliyetçisiyim derim, diyorum zaten…
İster inanın ister inanmayın…
Kendini bilen, az buçuk mürekkep yalamış eloğlu dönüp de sormaz bile…
Nasıl Atatürkçü, ne demek Atatürk diye…
Gel gör ki aynı eloğlu söz konusu Osmanoğulları olduğunda…
Anında ağız değiştirebiliyor…
Neden?

Çünkü birileri yalan söylüyor…
Birileri tarihi gerçekleri saptırıyor!

Yukarıda söz konusu olan birilerine sorsanız…
Osmanlı söyle, Osmanlı böyle…
Hakkı, adaleti, dini özgürlüklere varana kadar…
Öf,öf, öf…
Osmanlı neymiş de biz bilmiyormuşuz veya…
Kaç yüz yıl Osmanlı boyunduruğu altında kalmış Yunan, Bulgar, Yugoslav ve daha niceleri…
Onca zamanda bunun farkına varamamış…
Bu insanlar herhalde algı sorunu yaşayan beyin özürlüleriydi(!)
Yoksa neden ikide birde irili, ufaklı isyan çıkarmışlardı ki?

Osmanlı o kadar hoşgörü sahibiydi ki…
Kendi din kardeşleri, ayni kitaba inanan insanları…
Farklı mezhepten oldukları için bile (…)

Ve üzerinde güneşin batmadığı iddia edilen başka bir imparatorluğa bakalım…
193 ülkenin 53 hala gönüllü olarak bu “imparatorluğun himayesinde”…
Dikkatinizi çekerim 2015 yılındayız…
Internet çağında, bilgi ve birikimin “herkese” açık olduğu bir dönemde…
53 bağımsız ülke “ortak” bir geçmiş ve gelecek için…
Bir şekilde bir arada…
İlginç olan bu ülkelerin birçoğu bir zamanlar sömürgeydi!

Osmanlı torunlarına sormak lazım…
Madem Osmanlı sizlerin insanlara anlattığınız gibiydi…
Neden Osmanlı, bir İngiliz kadar olamadı?
Neden günümüzde bile bir zamanların sömürgeleri…
İngiliz’e, İngiliz Kraliçesine bağlılıklarını bildirme ihtiyacı his ediyor?

Nerede…
Nerede senin ah o kadar bağlı olduğun, din kardeşin Araplar?
Nerede onların Osmanlıya bağlılıklarının ifadesi…
Mekke’de…
Osmanlıdan kalan son kaleyi (Ecyad), tarihi eseri yıkan Suudiler değil miydi?

                                                                     ***

14.05.2015

Bu sefer milli iradeye pisi pisi yetmeyecek

Duydunuz mu bilmem?
Yurtdışında yaşayan vatandaşlar oy vermeye başladı...
Seçim sandıklarının sakladığı...
Ve belirli kişilerde olması gereken anahtarların yedekleri çıktı!

Bence hiç zahmet edip seçime gitmeyin...
Pisi pisiler olmazsa...
Yedek anahtarlarla nasılsa hal edecekler(!)

                                                                       *

7 Haziranı 8 Hazirana bağlayan gece ama en geç resmi sonuçlar açıkladığı gün

Türkiye...
Mahşer gününü andırmalı!

Üçüncü dünya savaşı çıkmışçasına...
Can pazarı yaşanıyormuşçasına...
İnsanlar...
Çoluk - çocuk, ihtiyar, genç, kadın - erkek sokaklara dökülmeli!

Benden söylemesi...
Zamanında hazırlığın yapılması gerek...
Çünkü...
Hırsızların en ahlaksızları kol geziyor!

                                                                     ***

15.05.2015

Bardak meselesi veya…
Meğer memlekete insandan çok hayvan varmış(!?)


Masanın üstüne bir bardak su...
Kimisi bardağı dolu görerek, öyle olduğunu iddia eder...
Bir başkası bardak ağzına kadar dolu değil diyerek itirazda bulunur!

Yani "meşhur" Zeki Alasya, Metin Akpınar komedisindeki gibi...
Hasip ile Nasip meselesi...
Maksat muhalefet olsun...
Kim haklı, kim haksız beli değil…
Çünkü ikisi de kendi açılarında doğruyu söylüyor!

Hâlbuki cisim ortada!

Somutu bir taraf ederek…
Soyut ile uğraşıyoruz…
Tecrübenin her türlüsü, ister olumlu – ister olumsuz değerlidir…
Yeter ki ders çıkarmasını bilebilelim!

                                                                       *

Mağaradan çıkıp adam oldum sananlar

İnanın başka bir millete bu yoğunlukta gözlemleme imkânım olmadı...
Kendi milletimi hor gördüğümden değil...
Bilakis girişimci ruhlarını taktir etmeme rağmen...
Böyle rezilliğe dayanmak, sessiz kalmak mümkün olmuyor!

Türk ile iş yapmam, hatta Türk müşterileri eskiden geri çevirirdim...
Artık emekli oldum da böyle dertlerim kalmadı...
Eğitimlisi, eğitimsizi...
İşten anlasın, anlamasın...
İnsanın başına Ordinaryüs Profesör kesiliyor!

Hani bunları yazıyorum ama...
Kendimi bu durumdan soyutlamıyorum...
Benim avantajım bilişimci olmam ve istediğim bilgiye çok kısa zamanda erişmem...
Ve gözlerimin ise artık tarayıcıya benzer işlev görmesinden geliyor...
İlgi alanım geniş olduğu, ufkumu kısıtlamadığım için...
Birçok konuya el atıyorum...
Ama genel hatlarıyla "doğru" bilgi aktardığıma azami dikkat ediyorum!

Adamlar nerden geliyor, evvelden ne iş yapıyorlardı bilmiyorum...
İnşaat alt yapısıyla ilgili, almış eline kürek ve kazmayı...
Bir - iki iş makinesi...
Ne plandan haberi var, ne konudan...
Ama sorsan bu işlerde onun üstüne yok...
Su, elektrik, kanalizasyon, telekomünikasyon...
Ne ararsan var 1 - 1,5 metre ayağının altında, planlı - projeli...
Mesele planı - projeyi okuyabilmekte, çalışmalar esnasında nelerin gerekebileceği, ne kadar hafriyat çıkabileceğini kestirmekte!

Ama sorsan bu işlerde onun üstüne yok...

                                                                       *

Paçalarından akıyor

B.k mu arasın, başka türlü pislik mi?
Her türlüsü mevcut ve paçalarında akıyor...
Ama onlar el alemin kadınlarının başıyla, orasıyla - burasıyla uğraşıyor...
Yetmiyor...
Kaç çocuk yapacaklarına...
Hangi şartlar altında dünyaya getireceklerinde karar veriyor!

Ve tüm bunları yaparken...
Başörtülü bacılar vurgusu yapılıyor...
Benim başım kel mi?

Hodri meydan...
Bundan sonra "benim" başı açık bacılarıma söz söyleyenin alnını karışlarım...
G.tün yiyorsa, birazcık erkeksen...
Çık karşıma, başı açık bacılarımın iffetine dil uzat!!!

                                                                       *

Sana mi kaldı 99

Bir kulağımızın arkasını becermedikleri kalmıştı...
Çok şükür, yakında bunu da yaparlar...
Onlarda, bizde rahata kavuşuruz(!)

İnsanı pis pis yazmaya zorluyorlar...
99 kişinin altından kalkıp yine de namus abidesi olanlar...
Sizlere ve pezevenklerinize sesleniyorum!

Başı örtülü ya...
99 kişinin altından kalkıp gelse önemi yok!*

Başı örtülü ya...
Her seferinde iman nikâhı kıyarak, 99 kişinin altına yatsa önemi yok!

Yakın çevremde yaşanmış iki olay...
Yurtdışında yaşayıp da böyle olaylara...
Uzaktan yakından şahit olmamış insan az olsa gerek...
Rahmetli zamanlarında, aynı dönem evlenmiştik...
Ailece görüşüyorduk, bir aralar birbirimizden koptuk...
Yıllar sonra karşılaştığımızda eşi kendi arzusuyla kapanmıştı...
Bana ne dedim onlar yollarına, biz yolumuza...
Aradan beş - on sene geçiyor ve duyuyoruz ki...
Arkadaşım, eşini başkasıyla yatakta yakalamış(!)
O dönemlerde tanıştığımız başka yeni evli bir çift...
Bu sefer başı açık...
Evlenmek nasıl Allah'ın emriyse, anlaşamayınca ayrılmakta öyle...
Uzatmayalım...
Boyunca oğulları var ama...
Evli bir adamla birlikte(!)

Yani...
Ahlak, din, namus dediğin...
Başını örtmekle olmuyor...
İnsan, yürek, vicdan ve akıl işi Ahlak, din, namus dediğin!

Sana mı kaldı milletin ahlak polisi olmak?

*Tövbe ederek "temiz" bir hayata dönenleri tenzih ederim

                                                                       *

Bu kadarı da fazla artık

Herifi padişah yaptılar...
Gülüp geçtik...
Herifi dünya lideri ilan ettiler...
Bizi bırakın, dünya ağzını bıraktı kıçıyla güldü...
Herifi peygamber ilan ettiler...
Kendimize hırsız peygamber olur mu diye sorduk...
Herife Allah'ın vasıflarını yakıştırdılar...
Tövbe üzerine tövbe ettik...
Herifin götüyle bile uğraştılar...
Kılı mılı oldular, iğrendik...
Ama...
Bir yandaşın sayfasında ne göreyim istersiniz?

"Erdoğan ne yapmış diye soranlara, Ferhat olup daği deldiğini" anlatıyor...
Her halde bolu daği tünelini demek istiyor...
Yapmayın beee...
Bu kadar yavşaklık sizlere bile yakışmıyor!

                                                                     ***

16.05.2015

AKP bir yanlış yorumun neticesidir

Dilde olan…
Atatürk…
Türkiye Cumhuriyetini kurdu!

Şüphesiz doğru bir ifade…
Ama daha doğrusu Atatürk liderliğinde Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları O ve arkadaşları…
Dünde, bugünde, yarında siyaset dediğin bir ekip işidir!

Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları…
Öyle inanıyorum ki…
Türk toplumunun yapısını ve tarihini de dikkate alarak…
Milletin…
Siyasi temelini cumhuriyetçi, demokratik parlamenter sistem üzerine oturtmuşlardır!
Neden?
Aslında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını dikkate almadığınızda bu soruya doğru yanıt vermeniz pek mümkün olmayacaktır.

İsterseniz gelin beraber bu ilkelerden ikisini irdeleyelim…
Halkçılık…
Bence önde gelen ve kesinlikle dikkate alınması gereken ilkelerin başında geliyor…
Halk, yani merkezinde insan olan nesne…
İnsan…
Doğusundan - ölümüne sürekli bir değişime uğrayan varlık…
Varlık ve varlıklar için yapılan siyaset…
Halkın, halk tarafından halk için yönetimine soyunanların…
Nasıl varlık hayatı boyunca bir değişime uğruyorsa…
Siyasetlerini de zamanın şartlarına ve halkın gereksinimlerine göre…
Zaman zaman yeniden ayarlamaları gerekir!

Soruyorum*…
Bu sizce şimdiye kadar siyasetçiler tarafından ama özellikle Atatürkçü geçinenler tarafından dikkate alınmış mıdır? Gerçekten halkın gereksinimleri gözetilerek, zamanın şartlarına göre gerekli tedbirler alınmış mıdır? Yoksa katı ve yanlış bir siyasetti sözde Atatürkçülük diye mi savunmuşlardır?

Geçelim…

İkinci ilke devrimciliktir…
Bence, yanlış düşünüyor olabilirim, devrimcilik ilkesi halkçılık ilkesinin devamı niteliğindedir ve yine halkın daha geniş kapsamlı ihtiyaçlarını gözetmektedir. Bu ihtiyaçlar ekonomik gereksinimlerden tutun eğitime kadar, çağdaş gelişmeleri halk menfaatine uygun yurdumuzda hayata geçirmeyi içerir.

O halde…
Atatürk ilke ve inkılaplarını olması gerektiği gibi hayata geçirerek…
Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin devamını pekâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında parlamenter bir sistem ile yürütmeye devam edebiliriz.

Yeter ki…
Halkın, halk tarafından halk için yönetimine soyunanlar…
Kendi menfaatlerini için değil…
Halkın menfaatlerini doğrultusunda hareket etsin!

* Rahmetli Bülent Ecevit tarafından dikkate alınmaya çalışılmıştır. Bu yüzden zaten halk, kendisine Karaoğlan lakabını takmıştır

                                                                       *

Sayın hırsız mı, Sayın katil mı?

Sayın kelimesinin de içini boşalttılar...
Hırsız da, katilde Sayın oldu...
Ve bu garabet duruma itiraz eden, ettiğine - edeceğine pişman ediliyor...
Halbuki demokrasilerde...
Herkes anayasanın çizdiği çerçeve sınırlarında hukuk önünde eşittir...
Ve aynı haklara, görevlere sahiptir...
Gayet tabii ki devlet içinde sorumluluğu alan veya devlet adına görev yapan insanlara yasalar bir takım farklı hak ve yükümlülükler getirmiştir. Ancak ilke eşitlik ilkesidir!

                                                                     ***

17.05.2015

Ayağını denk al

Geçtiğin her sınır, kart ile yaptığın her alış – veriş, her telefon konuşman, yanından geçtiğin her baz istasyonu, yolladığın her faks, yazdığın her mail, ziyaret ettiğin her site, her tıklaman, arkadaşın…

Sınırsız kapasiteye sahip ama kesinlikle güvenlikli olmaya bir gücün elinde(!)

Ayağını denk al

                                                                       *

Dünya dönüyor, dünya ile birlikte insanda dönüyor

İnternetin de yardımıyla dünya ve dünya ile birlikte…
Dünya çapında ekonomik sistemlerde değişime uğramaktadır…
Kapitalizm, Komünizm, Sosyalizm ve liberal ekonomilerden…
Sessiz, sedasız, çoğu zaman fark edilmeyecek şekilde…
Dünya, Sharing Economy yani işbirliği yapan topluluklara dönüşmektedir…
Bu ekonomik sistemin odak noktasında Common Open Access yani ortak açık erişim bulunmaktadır*!

Bugün biliyoruz ki tekerleğin icadı Sümerlilerden çok önce gerçekleşmişdir1. Buna rağmen bir buluşu yeniden, geliştirerek tekrar tekrar “icat” etmede insanın üstüne yoktur. Yukarıda kısaca, önümüzdeki zaman biriminde bizleri bekleyen muhtemel ekonomik gidişattı gözler önüne sermeye çalıştım. Ekonomik sistem ile birlikte siyasi sisteminde değişmesi olasılıklar arasındadır. Çağımızda devlet denilen soyut kavramın somut gücü, vatandaşlarına hizmetin her türlüsünü götürebileceği gibi, aynı güç yanlış ellerde, vatandaşları üzerinde baskı ve şiddette uygulayabilmektedir. Bu yüzden demokrasilerde yürütmenin yanı sıra yasama ve yargı mekanizmaları bu gücü dengeleyici unsurlar olarak vardır2. Bunun anlamı böyle bir sistem içeresinde, kayıtsız - şartsız maddi veya siyasi gücü elinde bulundurulanların bile yargılanabileceğidir. 1970’lerde dünya çapında halk tarafından, halkı yönetmek için seçilmiş 35 demokratik hükümet vardı. Bugünlere geldiğimizde dikkatinizi çekerim 193 devlet içeresinde bu sayı 110-115’e kadar yükselmiştir.
Son yıllarda bu konuda bir gerileme kaydetmek mümkün olmasına rağmen bu son derece olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Afrika’da bile artık gelişen bir orta sınıf görmek mümkün olmuştur.

Çağdaş batılı demokrasilerde artık insanlar salt neyin söylediğine değil, nasıl söylendiğine de dikkat etmektedir. İnsanlar, siyasal sahne üzerinde yer alan “oyuncuları”, yaptıklarını, yapmak istediklerini sorgulamaya başlamıştır. Bu köklü bir değişimdir. Hatta batılı toplum içeresinde kimileri3 var ki bu kadarıyla yetinmeyip, siyasal sahnenin kendisini sorgulamaya başlamıştır.

Günümüzde birçok hükümet veya ekonomik, siyasal sistemler bütünü4 kendi toplumlarını yaratılan suni veya gerçek tehditler ile bir arada tutmaya çalışmaktadır. Bunların başında 11 Eylül, İslamofobi, ekonomik mülteci akımları başı çekmektedir. Bu durum hükümetlerin gücünü değil bir durum ile başa çıkamayacak kadar güçsüz olduklarını göstermektedir. Türkiye’yi bu konuda “güzel” bir örnek olarak görebiliriz. Somut bir tehdidin olmamasına rağmen… İkide birde tekrarlanan darbe, ekonomik istikrarsızlık, bölünme, irtica gibi kavramlar ile toplum sindirilerek baskı altında tutulmaktadır(!)

Bir şeyi değiştirmek istiyorsanız eğer, öncelikle bu değiştirmek istediğiniz şeyi iyi anlamanız gerekiyor.
Söz konusu güç olduğunda…
Mesela devlet gücü ve bu güç bir baskı oluşturuyorsa, bu gücün karşısına mutlaka başka bir güç, dengeleyici unsur olarak dikilecektir. Gösterilen direnç bu güç tarafından alt edilmeye çalışılsa da zamanımızda bu artık pek mümkün olmamaktadır5. Çünkü gelişen teknolojinin ve artan bilgi birikimiyle yoğrulan gençlerindir artık yarınlar. Farklı düşünce yapılarıyla kendilerine, yine farklı yarınlar hazırlayacaklardır. Yaratılan bu farkındalıklar kimileri tarafından mevcut sisteme karşı bir tehdit olarak algılanmaktadır6.

Mevcut demokratik sistemler vatandaşlarına belirli oranda güvence vermeye çalışırken, kendi içlerinde bir çelişki (paradoks) yaratmaktadır. Çünkü yaratılmaya çalışılan güvence aynı zamanda bireyin özgürlüklerini de kısıtlayabilmektedir7.
Bir sorunu görmemezlikten gelmek, aldırmamak o sorunun çözümüne katkıda bulunmaz. Tam aksine sorun, zamanla büyüyerek altından kalkılamayacak haller alabilir. Dünyamızın neredeyse hiç bir bölgesinde saf kan bir ırk bulunmamaktadır. Farklı dünya görüşleri, farklı ırklar – kültürler, farklı yaşam tarzlarını, en azından şimdilik, bir arada barındırmanın en iyi yolu demokratik sistemlerdir. Tüm bu farklılıkların getirdiği “çatışma ortamını”, hoşnutsuzlukları “dile” getirmenin geleneksel yöntemi meydanlarda toplanarak siyasi sorumluların dikkatini çekmektir.

Ancak günümüzde protesto etmenin başka yolları da vardır. Ben mesela yazarak ve yayınlayarak hoşnutsuzluğumu dile getiriyorum. Geleneksel demokrasilerde dikkati çeken, artan sayıda eleştirilerin dillendirilmesidir. Bu Amerika Birleşik Devletlerinde de böyledir Avrupa’da da!
Ancak demokratik değerler manzumesinin ön koşulu bilinçli, bilgili ve sorumluk taşımaya hazır insandır. İnsan kalitesi düştükçe toplumun, yaşanan demokrasinin de niteliği düşmektedir.

Dolayısıyla…
Özetlemek gerekirse…
Türkiye’de AKP güçlü değildir…
Muhalefet partileri yetersiz ve güçsüzdür!

Demokrasi tarif edilemez, demokrasi yaşanır, demokrasi mükemmeliyetten uzaktır, demokrasi belirli bir çerçeve etrafında sürekli bir değişim içeresindedir ve yukarıda tarif edilen insan niteliklerini önkoşul olarak kabul eder.

* Bu konuda Jeremy Rifkin’in yayınlamış olduğu kitapları tavsiye ederim
1. Son arkeolojik bulgulara göre
2. Kuvvetler ayrılığı ilkesi
3. Edward Snowden, Julian Assange, Chelsea Manning gibi
4. AB(D) veya uzak doğu ekonomik birlikler gibi
5. Mesela Gezi Park direnci gibi
6. Bakınız Türkiye Cumhuriyetinin ilanından bugünlere kadar yaşanan gelişmelere
7. Mesela güvenlik kameraları

                                                                       *

Dün yazmaya fırsat bulamamıştım

Recep'çiğim...
Mısıra bak...
Sonunu gör!

                                                                       *

Boşuna ümitlenmeyin

Gerçekler farklılık arz etse de...
Ne yapıp yapacaklar ve bu seçimi "kaybetmeyecekler"...
Seçim güvenliği, daha da önemlisi seçmenin oyunun hiç bir güvenliği yok...
YSK dahil kozlar heriflerin elinde...
Peki, ne yapacağız?

Mutlaka yurtdışından "bağımsız" gözlemci davet edilmeli...
Ve sandık görevlileri işlerini çok ciddiye almalıdır!

                                                                     ***

18.05.2015

Suçun itirafı

http://www.gurbuz.net/Turk/Mursi%20Erdogan%20idam.mp4

                                                                       *

Sahi neden?

Yıllardır bu konuda araştırma yaparım ama bugüne kadar üstün körü cevaplar dışında tatmin edici bir sonuca ulaşamadım...

Kafamı kurcalayan soru:

Kutsal din kitaplarında...
Onca olayın, felaketin anlatılmasına karşın...
İbret alınması gereken onca vaka dile getirilirken...
Neden uzaktan - yakından dinozorlardan söz edilmez?

Hemen hak dinler ve kutsal kitapları insanlar için diyerek kestirip atmayın...
Atmamanız gerek çünkü felaketin "her türlüsü" bu kitaplarda tarif edilirken böyle bir olaydan bahis edilmemesini çok garipsiyorum.

                                                                       *

Grup psikolojisinin kıskacında

Psikolojide Dunning – Kruger etkisi diye tarif edilen…
Ehliyetsiz kişinin kendi veya karşısındakinin bilgi ve/veya yeteneklerini yanlış değerlendirmesi…
Türkçemizde >>> cahil cesareti <<< diye de tabir edilir(!)

İster eğitimli, ister eğitimsiz olsun…
İnsan sosyal bir varlık olarak bulunduğu çevrenin etkisinde kalır…
Kimileri buna >>> mahalle baskısı <<< da der…
Ancak cahil insan biat kültürünün etkisi altında…
Sormadan, sorgulamadan…
Birde çevresinin yönlendirmesine maruz kaldığında…
Kahpeler…
Yüzde 49’da alır yüzde 75’de!

                                                                       *

Siyasi parti başkanlarının söyleşilerini televizyonlarda dinledikçe

Bende...
İster istemez söyle bir kanat oluşuyor...
Suni döllenme ile bir yerlere gelenden hayır yok!

Bu vatanın gerçek evlatları o koltuklarda oturup çalışmaya başlamadıktan sonra...
Durmak yok, aynen devam(!)

                                                                     ***

19.05.2015

Beyin ölümü ve organ nakli

Tatsız bir konu...
Kimse ölümü düşünmek istemez...
Kimse ölümü kendine veya yakınına da yakıştırmakta istemez...
Ve yine yazacaklarımla kimseyi tesir altında bırakmakta istemem...
Ancak dikkatinizi bu konuya çekmek istiyorum çünkü tıp dünyasında bu konu yine tartışılmaya başlandı.

Çok düşünmüşümdür...
Kendimde olsaydım, aklım - başım yerinde olsaydı...
Acaba zamanında oğlumu hayatta tutan makinelerin kapatılmasına izin verimiydim!

Nitekim aynısını rahmetli babamda yapmıştım...
Baş hekimi makineleri kapatmaya kalkarsa mahkemelerde süründüreceğimi söyleyince, gerçekten sonuna kadar gereken yapılmıştı.

Son araştırmalara göre, tabi doktor değilim, aktarırken hata yapabilirim...
Beyin ölümü gerçekleşen insanın bilinçaltının...
Bir şeklide hala çalışmaya devam ettiği tespit edilmişmiş...
Organlar zaten çalışan kalp sayesinde taze oksijenli kan ile ihtiyaçları karşılanıyor...
Sorun...
Ahlaki açıdan beyin ölümü gerçeklesen insanın gerçekten ölmüş sayılıp sayılamayacağı. Ben kendi adıma şu kararı aldım:

İçimde sağlam, başkasıyla paylaşabileceğim bir şeyler kaldıysa bile...
Gerçekten ölümüm tespit edildikten sonra olduğum gibi toprağa verilmek istiyorum. Neticede, Mevla'm gerek görseydi...
Bir şekilde insan yedek parça depoları da oluştururdu...
Nokta

                                                                     ***

Dada ve 19 Mayıs

Bu konuda bugün hiç bir şey yazmayacaktım...
Ama beş dakika önce dada aradı, her halde televizyonda izledi...
Merak etmiş...
Bugünün ne anlama geldiğini soruyor...
Gerekenleri anlattım...
Dada ve dayday'ın bayramını da kutladım tabii!

Hiç şüphem yok...
Türkiye Cumhuriyetinde böyle milyonlarca evlat yetiştiriyorlar...
Hiç kimse...
Bu dünyadaki hiç bir güç ve kudret...
Kalplerimizden ne Atatürk sevgisini nede vatan millet sevgisini silemeyecek!!!

Atatürk'ü ayrıca anmamıza da gerek yok...
O ve eserleri kalbimizde...
Mirasının ağır yükünü severek omuzlarımızda taşıyoruz zaten...
Hepinizin Gençlik ve Spor bayramı kutlu olsun!

                                                                       *

Ben bu vakıf ve bağış işinden bir şey anlamadım

Bilal oğlan yapıyor...
Ondan esinlenerek bende yapayım dedim...
Ağır engeli "patronlar" vakfını kurdum...
Bizim isçilere dedim...
Bundan sonra buradan para kazanmak istiyorsanız...
Vakfa kazancınızın yüzde onunu bağışlayacaksınız(!)

Yanaşmıyorlar...
Abi yapma etme bak örnekleri falan var diyorum...
Yanaşmıyorlar...
Bir yerde yanlış yapıyorum ama nerede?

Acaba Bilal oğlana yazsam...
Bir kurs murs açıp o engin bilgisini para karşılığı bizlerle paylaşır mi?

                                                                     ***

20.05.2015

İşte budur!

İhtiyar, genç tüm vatanseverlere selam olsun...
Atatürk ve arkadaşlarını...
Türkiye Cumhuriyetini...
Vatan, millet sevgisini unutturamayacaksınız!

Siz yıkmaya çalışacaksınız...
Bizler tekrar ayağa dikeceğiz!

                                                                       *

Öyle yada böyle HDP (BDP) Recep Tayyip Erdoğan'ın kaderini tayin edecektir

Kahin olmak gerekmiyor...
HDP yüzde onun altında kaldığında oylar AKP'ye...
HDP yüzde onu geçerse AKP - HDP koalisyonu kesine yakın bir olasılık(!)
Moruğun partisini unut...
Y-CHP bunca olaya rağmen K.K. değimi ile yüzde 30-35 civarında olacakmış ve birde buna utanmadan seviniyor!
Vatan Partisi, söylem doğru - eğleme fırsatı olmadı henüz ama D. P. başında olduğu sürece eğleme fırsatı da olacak gibi görünmüyor. Geriye ne kalıyor?

Al başını vur duvara Türkiye'm!

                                                                       *

Geldiğimiz nokta itibarıyla

Avaz avaz ne diye bağırıyordu?
Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım...
Ne yapacaktı?
Diyarbakır'ı Ortadoğu'nun yıldızı...
Bunları söyleyen kimdi...
Recep Tayyip Erdoğan...
HDP, BDP gibi partiler Kürt milliyetçiliğinin...
Ayrışmanın, bölücülüğün odağında değil mi?
Tam merkezinde!
Demirtaş'ın sözüne nereye kadar güvenirsin diye sorsalar...
En fazla...
İki adim ötesine gitmem!

Yandı götüm dediğin anda....
Çok geç kalmış olacaksın!

                                                                     ***

21.05.2015

Yazmayayım diyorum, olmuyor! Götümden çatlayacağım

Uydu merkezinin açılışını yapıyorlar...
Geçen gün doğru hatırlıyorsam İspanyada Türkiye için deneme uçuşu yapan askeri uçak düşmüştü...
Alman haberlerinde kazanın nedenini bir iki gün önce açıkladılar...
Yazılım hatası!

Askeri tesisatını dışarıdan alıyorsun...
Aldıklarınla savaşa girecek olsan...
"Ulusal" değişiklikler yapmış olsan bile...
Yazılımlarda bakalım her türlü arka kapıyı (backdoor) buldun mu?
Herif düğmeye basmasıyla senin askerlerinin ruhuna El Fatiha!

Atom santrali kuracaksın teknoloji dışarıdan...
Uydu merkezi kuruyorsun, teknoloji dahil her halde elemanlar bile dışarıdan...
Uydunun, atom santralinin yazılımı dışarıdan...
Gün gelecek...
Dışarıdan birileri ananı, karını, kızını, bacını...
Dışarıdan, dışarıdan becerecek...
Sen hala anlamamazliktan geleceksin!

                                                                       *

İki gram beyin sahibi herkese sesleniyorum

Profesör konuşuyor...
Bilim insanlarına, akademisyenlere, mürekkep yalamış ve biraz olsun düşünüp sağduyu sahibi olan herkese saygım vardır.
Ama "ün" ve unvan sahibi olmasına rağmen bilerek, kasten yalan söyleyenden midem bulanır!

Neymiş 81 ille Üniversiteyi AKP getirmiş(!)
Tek kelimeyle...
Çüşşş!!!

Konuştukça batıyorsunuz...
Gerçekler ile hayalleri, yalanları artık birbirinden ayıramayacak durumdasınız!

Lütfen...
Hepinizden rica ediyorum...
Oy verirken AKP dışında kime verirseniz verin...
Ama artık kesinlikle bu Aa Kaa Peee'ye vermeyin!

                                                                       *

Yok mu?

Hırsız çıkmış yine başörtüsü edebiyatı yapıyor...
Yok mu bir Allah'ın kulu...
Sevabına...
Artık millet bir kafasını dinlesin diye...
Şu Emine'nin donunu kafasına geçirsin...
Belki utanır da susar artık(!)

                                                                     ***

22.05.2015

Mahallemizin kadını - kızı, mahallemizin namusu

Dün "Yok mu?" başlıklı yazıma vatandaşın tepkisi bayağı bir kafamı yordu...
Vatandaşı anlamaya çalıştım...
Ne his ediyor, o tepkiyi neden verdi diye...
Vardığım sonucu sizlerle paylaşmak istiyorum!

Doğru veya yanlış bir analiz mi...
Açıkçası bilmiyorum...
Ancak başlıkla yakından ilgili olduğuna eminim!

İnsanları yalın bir şekilde iki tipe ayıracak olursak...
Yüzeysel kişilik ve derinlik sahibi insan neticesine varırız...
Bu iki insan tipi yetiştikleri ortamın ve aldıkları eğitimin ürünleridir!

Yüzeysel kişiliğe sahip insan...
Görüşleriyle ve hayat tarzıyla tek boyutlu bir varlıktır...
Bu varlığı dünyamızda ilk canlı, tek hücreli organizmalara benzetebiliriz...
Derdi...
Karnını doyurmak ve üremektir!

Halbuki dünya, bilindiği üzere birden fazla boyutludur...
Ancak bu varlığın bunları görmesi mümkün değildir...
Tıpkı tüm insanların ortak özelliği olan kızılötesi ışığı görememek gibi bu varlıklarda yapıları itibarıyla hayatın akışını basite indirgerler çünkü bakış açıları ancak buna müsaade eder. Bu yüzden bu insanlara yaklaşım çok farklı, onlarında anlayabileceği düzeyde ve dilde olması gerekir. Bu tür bir iletişime sokak dillide diyebiliriz.

Doğrudur...
Tüm hak dinlerinin bununla birlikte dikta rejimlerinin dışında, insan tarafından icat edilen toplumsal yaşamı denetleme ve düzenleme sistemleri bireyleri sosyal sorumluluk almaya "davet" eder. Ancak...
Ve sorunda kanımca burada başlıyor; hayat dediğimiz salt siyah ve beyazdan ibaret değildir! Bu tür "tek hücreli organizmalar" ama siyah ve beyazdan başka bir şey görmezler, görseler bile "bununla mi uğraşacağım" diyerek görmemezlikten gelir, çevrelerindeki insanlarında kendilerinin gibi olmasını tercih ederler. Durum böyle olunca, mesela Kur'an-ı Kerimde bahsi geçen yaşadıkları toplum içeresinde sorumluluk alma vazifesini de yine kendilerine göre siyah - beyaz yorumlarlar.
İçgüdüsel olarak sorumluluğu ne hikmet ise bacak arasına indirgemelerine bir izah bulamamakla birlikte bu ilginç durum hepimizin aşina olduğu trajikomik durumlara meydan verir. Mahallenin namusu bazı namus bekçilerine emanet edilir!?

Size, elalemin namus bekçiliği görevini kim, hangi hakla verdi?

Cahil cesareti ile durumdan vazife çıkaranlara zamanında dur denmediğinde, yüz bulan zamanı geldiğinde astarını da isteyecektir! Nitekim de yaşayarak şahit olduğumuz gibi böyle olmaktadır. Halbuki hak dinlerinde sosyal sorumluluk almak;
kendinin dışında insanların can ve mal güvenliğine de sanki kendi mal ve can güvenliği söz konusuymuş gibi dikkat etmek, zor durumda olan - dara düşen insana yardım elini uzatmak. Gerekirse fiziki güç açısından daha zayıf durumda olan bir kadına yardımcı olmak anlamındadır. Bu örnekler haliyle çoğaltılabilir ancak ne demek istediğimi anladığınızı sanıyorum. Bildiğim kadarıyla hiç bir hak dininde toplu günah olmadığı gibi toplu sevapta yoktur. Günah da, sevapta bireyseldir.

                                                                       *

Türkiye konuşur...
Elalem yapar!


Çılgın projeler...
Yüz yılın projesi...
"Bizim" güzide siyasetçilerimiz sallayıp duruyor...
Yok(!)
Bu konuda yok birbirlerinden bir farkları!

Konuyla ilgilenenlere Kore'yi örnek vermek istiyorum...
New Songdo City
Türkiye konuşur...
Elalem yapar!

                                                                     ***

23.05.2015

Abdest ve ötesi

Tayyip…
Senin gücün gözün gördüğü ufka kadar…
Ben…
Senin ufkunun ötesinde yaşıyorum…
Zihnim hür…
Düşüncelerim hür…
Bedeni derdest1 edebilirsin…
Ama Allah’ın bana bahşettiği duyularımı ve beynimi asla etkileyemesin!

Hak dinlerinde…
Temizlik…
Güzel ahlak kadar önemlidir…
Galat-ı meşhurdur2…
İnsan, temizliği maddeten ve manen anlamalıdır…
Önemli olan manevi temizliktir…
Bedenen kirlide olsan, yürek temizse…
Allah’ın huzurunda duaların mutlaka duyulacaktır!

Toprakla kirden arınabilir misin?
Belki…
Üstün körü, ütün körü temizlik mi olurmuş?
Hele Allah’ın huzuruna çıkmaya niyetliysen!

Ama Allah sana bu imkânı tanımış…
Anlaman, anlayabilmen için…
Sana yasakladığını, açlıktan öleceğine yiyebilirsin diye buyurmuş…
Cihadı dahi ikilemiş…
Büyük ve küçük cihat diye…
Büyük ise nefisle mücadele!

O halde…
Abdest ile bedenini temiz tutun say…
Müslüman olan mesela…
Güzel bir kadın gördüğünde…
Yüreği…
Düşünceleri kirlenirse ne olur?

Sen Kadını sarıp – sarmalasan da…
Yüreğin ve düşüncelerin kirli olduktan sonra…
Şevk ve serveti hayatının odağına koyduktan sonra…
Beş vakit namaz öncesi…
Beş vakit abdest alsan da neye yarar?

1 ele geçirme
2 Herkesin doğru bildiği yanlış

Yazarın notu: Bence vaftiz olmakta abdest almak arasında manevi bir bağlantı var. İkisi de insanın tanrı önüne arınarak çıkma gayretinin birer göstergesidir.

                                                                     ***

25.05.2015

Street Credibility*

Şunun şurasında ne kaldı?
Ancak umudum yok(!)

Bildiğim tek şey...
Her şey gibi...
Gün gelecek ve AKP'de tarihin tozlu sayfalarına karışacak...
Bildiğim tek şey...
Muhalefet liderinin bile bunca yapılana rağmen...
Vatana, millete ihanete varan olaylara rağmen...
Sorumluları asmayacağı sözünü vermesi...
Bildiğim tek şey...
Bir hukuk devletinde, su sızdırmayacak deliler sunulduğunda...
Vatana, millete ihanetin ölümle cezalandırılabileceği...
Avrupa Birliği ölüm cezasına karşıymış...
Yürüüü...
Ense tıraşını görelim!

* Siyaseten, sokak diline hakim, siyaseten sokaklara hakim. Vatan - millet kavramını sokaklara hakim kılamadığımız sürece, Türkiye'de herkesin yaptığı yanına kar kalacak.

                                                                       *

A benim geri zekâlı evladım

Yavrucuğum...
Sizler daha dünyaya gelmeden ben sabahlara kadar şifre hackliyordum...
Sizler daha ananızın memesine yapışıkken, ben, bilişim güvenliği üzerine tezler tasarlıyordum!

Haliyle...
Internet üzerinden sitemi hacklamaya çalışabilirsiniz...
Neticede benim denetimimin dışında...
Sunucu providere emanet...
Ancak ben...
Piyasanın en iyileriyle çalışmağa alışkınım!

Kaldı ki...
Sitelerimi HTML dışında programlamam...
Bilmez misin HTML'e saldırı alanı son derece kısıtlı?

                                                                     ***

27.05.2015

Cihan padişahı birinci kıçımın kenarı

İmamın orduları…
İmamların öcü…
Karayılanlar tarafından zehirlenmiş kitleler…
İmansız, içi boşaltılmış bir Müslümanlık…
Türkiye’nin hali!

Bilmiyordum yeni öğrendim…
Ailede ağır hastam var…
Ameliyat masasından kalkması, Allaha kalmış…
Doktor ümitsiz…
İstanbul’da uzman başka bir operatör doktor çok daha ümitli konuşmuş…
Dayıma dedim, oraya kaldıralım…
Bir hastane, diğer hastanenin tahlillerini kabul etmiyormuş…
Tüm tahliller yeniden yapılmalıymış, buda gereksiz iki hafta kadar zaman kaybıymış…
Durum acil, ölüm kapıda…
Maksat Sosyal Sigortaları söğüşlemek!

Yeni Türkiye gerçeği işte budur!

                                                                       *

Lafı güzaf

El âlem yapar…
AK Parti hayal satar!

                                                                       *

Görüntü kirliliği

İstanbul’dayım…
Hava kasvetli…
Sıcak desem, değil…
Hava koşullarına alışık değilsen…
Nem benim gibi kalp hastaları için ölümcül olabiliyor!

Adım atmaya halim yok…
Ancak yapılması zorunlu işler var…
Tükenen güç…
Ahval sormuyor!

İstanbul…
Oldum olası yaşanacak bir kent değildi…
Trafik karmaşası çekilmez bir hal almış…
Kalabalıklar adeta bireyi yutuyor…
Öğütüp yok ediyor…
Seçim için her köşe başına asılan parti bayrakları…
Flamalar…
Kenti boğuyor…
İnsana nefes almaya imkan birikmiyor!

                                                                     ***

29.05.2015

Eyyy kadın, söyle

Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?
Herif senin üstüne kuma alacak…
Sen veya kumanın hiç bir kanuni hakkı olmayacak…
Herif istediği gibi sizi kullanacak…
Söyle sen aklını peynir ekmekle mi yedin?

Söyle kadın…
Konuş…
Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?
Yavrunu, küçücük kızını…
Kuzunu…
Hayvanın altına nasıl yatıracaksın?
O hayvanın, kuzunun bedenide…
Ruhunda yapacağı tahribatı bir hayal etsene…
Söyle kadın…
Konuş…
Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?

Seçime bir kaç gün kala…
AYM’nin kararı utanç vericidir…
Din dediler, iman dediler…
Seni köle ettiler kadın…
Söyle kadın…
Konuş…
Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?

                                                                     ***

31.05.2015

Refah varsa huzurda gelir

Mesele adil paylaşımda…
Mesele işbirliğinde…
Mesele ortak bir hedef uğruna birlikteliği sağlayabilmekte…
Mesele ulvi hedef uğruna özveride bulunabilmekte!

                                                                     ***

01.06.2015

At gözlüğü

Yaş 50…
İçimdeki çocukta benimle birlikte ihtiyarladı…
Her geçen sene…
Yeni tecrübeler, her yeni tecrübe bir adım daha olgunluk(!)

Hayat…
Olanla yetinmenin garabetini öğreti…
Duraksama bir tarafa…
Yetindikçe, iki adım geri – bir adım ileri gidiyorsun…
Hâlbuki…
Almanların deyimi ile “Das beste ist gerade gut genug!”
Yani en iyisi…
Ancak yeterlidir!

Yetindikçe…
Acıdıkça, acınacak hale düşüyorsun…
Kendinden istediğin, hayattan beklediğin…
Arzuların…
Ufkunun sınırlarını zorlamalı…
Zorlamalı ki içindeki hırsın kıvılcımları sönmesin!

Biri hırsız…
Ama biat etmeye, boyun eğmeye, yetinmeye alıştırılmış insanların güvenini kazanmış…
Halkın en azından bir kısmının gözdesi…
Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle güveni sarsamıyorsun(!)

Diğerine…
Bir zamanlar Gandi Kemal diyorlardı…
Yok, efendim bilmem kaç kardeşi varmış…
Hepsi ameleymiş…
Kendisi hırsız değilmiş, dürüstmüş…
Ne mutlu ona…
Kendi, ailesinin şerefi…
Ama hırsızla mücadele edecek…
İnsanları ikna edecek yeterlilik gösteremiyor!

Sen…
Kötünün iyisiyle yetindikçe…
Tablonun bütününü değil yalnız bir kısmını gördüğün sürece…
Etrafına at gözlüğü ile bakmaya devam ettikçe…
Sen yetersize, hırsıza, kalitesize teveccüh gösterdikçe…
Ölçün, çıtan kısıtlı oldukça…
Sen isteklerinde tevazu gösterdikçe…
Gelip…
Tepene çıkan…
Seni aldatan, kandıran…
Ağzına s.çan daha çok olur!

                                                                       *

Ömrün güvencesi var mı?

Vatandaş soruyor...
Neden başkanlık sitemine karşısınız?

Bu dünya Sultan Süleyman'a bile kalmamış...
Erdoğan'a mı kalacak?
Kanuni nerede, Tayyip nerede...

Hadi diyelim ki sen haklısın vatandaş...
Tayyip başkanlığa layık...
Her türlü güç, her türlü yetki başkanın elinde...
İyi de...
Tayyip dünyaya kazık mı dikecek?
Bu soytarının vadesi hiç mi dolmayacak?
Bu herif öldükten sonra ne olacak?
Bunu hiç düşündün mü?

İşte bu yüzden başkanlığa hayır diyorum!

                                                                     ***

Alışmadık, alışmayacağız

Neymiş millet siyasal simge türbana kamusal alanda alışmışmış...
Sen öyle san...
Devlet dairesinde...
Kamusal alanda, özel sektörde...
Bizler türbana alışmadık...
Alıştırmayacaksınız da!

Kimsenin...
Samimi dini duygularla hareket eden kardeşlerimizle bir alıp veremediği yok...
Baş illa bağlanması gerekiyorsa...
Bağla...
Ama siyasallaştırılmış yumurta kafalı olarak ortalıkta dolaşma...
Yıllar önce yazmıştım...
Milli bir kıyafet modeli gerekli...
Bu ihtiyaç dünden bugüne daha da acil bir gereksinimdir!

Aslında bu model uzun süreden beri var...
Anadolu kadının, tarlada - toprakta böyle bir meselesi yok...
Mesela şehirli hanımlar Osmanlı sarayından esinlenebilirler...
Veya hepimizin kabulü olan...
Babaanne modelinin gerçekten suyumu çıktı?

Hepinizin kandili kutlu olsun!

                                                                       *

yiğitlik üzerine

Meydan kavgasında...
Bildiğim yiğitler teke tek dövüşür...
Arada onun bunun yumruğu gelir ama...
ilke teke tektir...
AKP kahpe kavgasında...
yiğitlikten eser yok...
Baş borazan bir ilde...
Padişah bozuntusu, özenti...
diğer bir ilde oy avcılığında!

Gariban muhalefet...
halini hiç sorma(!)

                                                                     ***

03.06.2015

Mustafa

Nasıl insanlarsınız sizler?
Sizleri anlamam mümkün değil!
Mustafa “belgeselini” izlediniz mi bilmem…
Bu ısmarlama ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü…
Olduğundan farklı gösteren rezaletin altına kim imza atmıştı?
Can Dündar!

Ne oluyor size?
Bir zamanlar Türk Silahlı Kuvvetler diye bir kurum vardı…
Adamların birden bire demokratlığı tutuğu gibi…
Sizlerde şimdi bilmem ne havarisi kesildiniz…
Sanki 12 seneden beri anlayamadınız…
Bu bilmem nenin çocuğuna…
İzlediği yolda destek olduğunuz sürece sırtınızı sıvazlar…
Sonra yarı yolda bırakır!

                                                                       *

Emine’yi Kılıçdaroğlu ile karıştırdı galiba

Ne tuvaletmiş ama…
Bir gün bu zavallı piyonu savunacağım aklıma gelmezdi ama…
Hayat böyle bir şey işte…
Emine…
Ne çabuk unuttu…
Ömründe az mı tuvalet temizledi…
Gerekirse…
İnsan ekmek parası kazanmak…
Veya evinin, çoluğunun – çocuğunun sağlığı için tuvalette temizler…
Bu ayıp değildir…
Ayıp olan bunu başkasını aşağılamak için dile getirilmesidir!

Not: Emine örneğini verdim çünkü genelde kadındır evin temizliği ile ilgilenen. Ben mesela gerektiğinde evimde bu işi de yaptım, gocunulacak bir şey değil.

                                                                       *

Namahrem

Altın jübilelerini*…
İyisiyle, kötüsüyle doldurmuş…
Bir yastığa baş koymuş insanlar!

Bu yazacaklarım Türkiye’nin her hangi bir yerinde…
Her gün defalarca yaşanabilecek bir vakadır…
Eşlerden erkeğin arkaya kalması tersinden daha kötü bir durumdur!

Ama öyle olduğunu farz edelim…
Arda kalan erkek olsun…
Eşini, hayat arkadaşını...
50 senede eşinin her santimetre karesini tanımaya fırsat bulan…
Hayat arkadaşını son yolculuğunda…
Ebediyeti karşılayacağı kabrine yatıramıyor…
Neden?
Çünkü namahrem sayılıyormuş…
Peki, mevtayı toprağa yatıran adamlar…
Rahmetlinin helalîsi mi sayılıyor?

Bu nasıl bir mantık?
Bu nasıl bir anlayış?

*evliliğin 50 yıl dönümü

                                                                       *

Var mı?

Baba ocağı…
Ana kucağı gibisi var mı?

                                                                       *

Türk’sen Türklüğünü bil

Lafla peynir gemisi yürümez der atalarımız…
Türk’sen Türklüğünü bileceksin…
Her şeyden evvel…
Türk dediğin…
Dürüsttür…
Merttir, yüreğinde kahpeliği barındırmaz…
Güçlüdür…
Özgürlüğünü yaşamak için feda etmesi gerekse, ölümü tercih eder…
Ezilse bile, zincire vurulsa dahi…
İçindeki özgürlük dürtüsü onu hürriyetine kavuşturur…
Türk…
Hayata kalma azmiyle ünlüdür…
Simgesi boşuna bozkurt değildir…
Kurt, hayatta kalma becerisiyle tanınır…
Efendidir…
Terbiye onun küçük yaştan ölüme kadar refakatçisidir…
Türk kadınının iffeti asla sorgulanamaz…
O ne yapması gerektiğini…
Erkeği ile ölmesini de bilir…
Türk…
Dili ile…
Örf ve adetleriyle bir bütündür…
Saygı Türk için esastır!

                                                                       *

Madem minareler süngü

O halde Türk süngüsünü tercih ederim…
Dikkatinizi çekti mi bilmem?
İstanbul’un bazı semtlerinde özellikle yeni yapılan camilerde minareler…
Arap minarelerini andırıyor.

Hani bu herifler Osmanlı torunuydu…
Nerede atadan kalma…
Kalem gibi zarif minareler, nerede?

Arap özentisi, iğrenç mahlukatlar!

                                                                       *

Imanım gevredi

Başlarım böyle bekârlık sultanlıktır zırvalarına...
Tamam iyi tarafları gerçekten var ama...
Bulaşık yıkamaktan imanım gevredi...
Orospu karı yemeği de yapsam...
Tencere, tava yine çıkıyor...
Yok arkadaş...
Ya hatunu yedeklemek lazım, yada onunla Türkiye'ye gelmek lazım!

                                                                     ***

04.06.2015

Yurtdışı Türkler kaçıncı sınıf vatandaş?

Akıl almaz bir iddia…

“…Yurtdışında yaşayan bir insan Türkiye gerçeklerini nereden bilecek…Bu insanların oy vermesi sence doğru mu?... ”

Bunu söyleyen Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan bir vatandaş, ne desem bilmem ki?
Bizler bilgi ve fikir sahibi değiliz ki(!)…
Bizler bilmem kaç TV kanalı vasıtasıyla Türkiye’deki gelişmelerden haberdar değiliz ki(!)…
Bizler bilmem kaç gazete vasıtasıyla Türkiye’deki gelişmelerden haberdar değiliz ki(!)…
Bizler bu ülkenin pasaportunu, kimi zaman gururla – bazen utançla* taşımıyoruz ki(!)…
Çünkü…
Biz insan değiliz ki(!)…

*Mesela bir yerden bir yere gitmek için vize uygulamaları

                                                                     ***

05.06.2015

Uzaylılar her yerde

Çok şükür...
Kazasız belasız evime döndüm...
Hayatımda tek başıma geçirdiğim en zor 10 gün...
Çok fenaydım...
Anlaşılan artık yaşında verdiği etkiyle...
İklim değişikliklerine öyle kolay kolay adapte olamayacağım...
İzin güzel bir şey ama insanın evi gibisi olmuyor!

Düzenin...
Alıştığın ortam...
Mesela İnternete giriş hızın...
50000 MB/s burada...
7 MB/s Türkiye'de...
Hele cep telefonuyla internete girenleri anlamam mümkün değil...
Ceple internet mi olurmuş? Olduğunu biliyorum tabii...
Ama benim işim değil!

Her "izin" sonrası olduğu gibi...
Bu senede Türkiye'de sosyal ve siyasal izlenimlerimi not etmek istiyorum...
Üç tespit:

1. İnsanlar büyük oranda ekonomik sıkıntı içeresinde. Her zamankinden fazla bu sefer göze çarpıyor. İşsizlik çok önemli bir konu. Ekonomik sıkıntı had safhada. Seçimlerde bu sıkıntı belirleyici olabilir.
2. Gençler arasında bilgi ve bilinçsizlik ama özellikle doğru dürüst eğitim almamışlar arasında daha da artmış. Bu konu kendi içeresinde bir değerlendirmeye değer. Önümüzdeki günlerde TAV başlığı altında yayınlamayı düşünüyorum.
3. Ve son izlenimim, uzaylılar artık her yerde. Yumurta kafalı süprüntüleri artık İstanbullun en nezih semtlerinde de görmeniz mümkün. Bu olgu düşündürücüdür.

                                                                     ***

06.06.2015

Büyük bir olasılıkla bu iş azınlık hükümeti ve 1 yıl içeresinde yeniden seçime gider

Ne yapıp yapıp bu seçimleri kazanmaları lazım...
Her yol mubah...
Ancak koalisyon olasılığına rağmen RTE görevi yine AKP'ye vermeye çalışacaktır...

Turkey-2015-Election-Prospects

http://www.gurbuz.net/Turk/Turkey-2015-Election-Prospects.pdf

Kaynakça:
http://www.jamesinturkey.com/elections/turkeys-general-election-2015/rolling-average/
http://www.jamesinturkey.com/elections/turkeys-general-election-2015/

                                                                       *

Yarın

Umarım sağduyu kazanır...
Umarım insanlarımız "tek adam" zalimliğine son verir...
Umarım yapılanlar, hırsızlıklar cezasız kalmaz...
Umarım ki bazı "istihbarat" sitelerine göre MHP veya HDP sözlerinde durarak AKP ile bir koalisyon hükümeti kurmaz...
Umarım bu ülke Kasımpaşa rezilliğine bir son verir!

                                                                       *

Katı Kemalizm'den ılımlı Islama

Altı ilke...
Evrensel değere sahip altı ilke...
Uygulandığında, gerçekten bu ilkelere sahip çıkıldığında...
Önce insana sonra topluma faydalı ilkeler!

Günümüze gelebilen üç Hak dini...
Hepsinin ortak tarafı, özü...
Ahlak sahibi insan...
Allah'ın kelamı...
Uygulandığında, gerçekten bu önerilere gönül kapısı aralandığında...
Önce insana sonra topluma faydalı!

Ve bizler...
Ne Atatürk ilkelerine...
Nede Allah'ın kelamına sahip çıkabildik...
...
Yıllardır uygulanan...
Atatürk namına içi boşaltılmış...
Kas katı, yüreksiz...
Bir Atatürkçülük(!)
Yıllardır uygulanan...
Allahü teâlânın önerilerinden çok uzak...
Allah namına içi boşaltılmış...
Yüreksiz ve akılsız...
Bir Müslümanlık(!)

İkisi de yanlış...
İkisi de bana çok uzak!

                                                                       *

Küçük, küçücük meselelerin insanlarıyız vesselam

Ne alaka...
Kız kardeşimin evinde trabzanlar* kırmızı...
Ustaya sordum...
"Bunlar boyanır mı?"
"Yok! Plastikten, boya tutmaz. Yaptıran her halde Aleviydi(!)"
Haydaaaaaaaaaaaaaaaa...
Her halde kızılbaş terimi aklına gelmişti ustanın!

Ömrümüzü böyle ufacık tefecik meselelerle tüketiyoruz...
Hayatımız, tüm enerjimiz...
Böyle incir çekirdeğini doldurmayacak konularla dolu...
Yok sen Kürt'sün, ben Türk...
Yok sen Alevisin, ben Şii...
Yok sen Yahudi'sin, ben Müslüman...
Ne bu ya?

Hepimizin özünde, bir yerlerde...
Anası sarımsak, babası soğan yatmıyor mu?

Özünü inkar eden...
Kendini olduğundan farklı gösteren...
Bu yüzden başına olmadık işler gelen...
Bu zihniyet değil mi?

*Merdivenlerde tutunduğunuz yer

                                                                     ***

07.06.2015

???

Önemli oranda oy kaybına uğramış olsalar bile...
Yine en çok oyun bu parti üzerinde toplanacağını tahmin etmek zor değil...
Şüphesiz tarih Bahçeliyi kınayacaktır...
Kılıçdaroğlu denendiğinde ise...
Değerlendirmenin çok daha acımasız olacağı...
Bu vebalin faturasının ona çıkarılacağına...
Üst üste seçim kaybeden buna rağmen koltuğa yapışan insan müsveddesi olarak anılacağına şüphem yok!

Bu seçimden sonrada koltuğunu boşaltmazsa...
Bu adamın bu topraklarda yatacağı yer yok demektir!

                                                                       *

Seçiyorsunuz, seçiliyorsunuz ama neye göre?

Türkiye'de, milletvekili, koltuk sayısı D'Hondt sistemine göre hesaplanıyor...
Bunu biliyor muydunuz?

Daha ayrıntılı bilgi için:
http://tr.wikipedia.org/wiki/D%27Hondt_sistemi

                                                                       *

Türkiye

Tencere, tava hazır mı?
Terlikleri dolaba...
Ayakkabılar kapının önüne!

Sokaklara dökülmeye hazırlanıyor musunuz?

                                                                       *

Kılıçdaroğlu istifa!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

                                                                       *

HDP'yi bilmem ama bundan sonra MHP'ye dikkat

Bu ilk olmaz...
Oy dağılımı böyle devam eder...
Koalisyon ihtimali doğarsa...
MHP'ye dikkat(!)

                                                                      *

Gitti, gitti, gitti

Başkanlık elden gitti...
:)

                                                                       *

Göbekçik

Hep birlikte bir göbekçik atalım
:)

                                                                       *

Seçimin kazananı HDP

Bölücülük kastı taşımayan tüm HDP seçmenlerini kutlarım...
Bizlerin yapamadığını...
Birlik ve beraberliğin güzel bir örneğini göstermiş oldunuz.

                                                                       *

Bu iş neye benziyor biliyor musunuz?

Farz edelim ki K.K. bir kadın olsun...
Dünyadaki SON kadın...
Ve ben onlarca yıl kadın yüzü görmemiş olsam...
Yine K.K.'nin yüzüne bakmam...
Tenezzül etmem!!!

                                                                       *

Affedersiniz

Recep Tayyip Erdoğan'a açık mesaj:

Eyyy Recep...
Milli irade dedin...
Başkanlık istiyorum...
400 milletvekili istiyorum...
İstiyorum da istiyorum...
Dedin de dedin...
Sonunda...
Aldın mı babayı?

                                                                       *

Neyi merak ediyorum biliyor musunuz?

Acaba...
Bilal oğlan...
Şimdi AK Sarayda yandı kıçım diye oda oda dolaşıyorumdur?

                                                                       *

Gelin

Ayağın yere bassın...
Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına...
Uyan gaflet uykusundan diye AKP seçmenine seslenen sen...
Kendi gözlerini açsan iyi olur!

Seçim üzerine seçim kaybeden...
Bir - iki puan artışı zafer diye ilan eden...
Ve bunun peşinden giden sen...
Kendini neden avutup durursun?
Hadi geçen seçimde Y-CHP'nin bir bölüm oyu MHP'ye gitti dedin...
Eyvallah...
Bu sefer HDP diyorsun...
Asıl sen uyan gaflet uykusundan!

AKP ile Y-CHP arasında 16 puan...
Bu iş neye benzer biliyorsun aslında sen...
Oynamasını bilmeyen...
Gelin yerim dar dermiş, uyan gaflet uykusundan!

                                                                     ***

08.06.2015

Tartışmanın faydası yok! Kaybeden Türkiyeliler - kazanan Türk milleti oldu. Ancak DAHA yolun başındayız, rahatlamak - gevşemek yok, Tayyip ve zihniyetini YOK etmeden bu tehlike geçmemiştir. Yapılanların faturasını henüz önüne koyamadıktan sonra; daha hiç bir şey kaybedilmiş veya kazanılmış değildir!!!

                                                                       *

Bahçeli

Erkeksen...
Birazcık olsun şeref ve haysiyet sahibiysen...
Verdiğin sözü unutma!

                                                                       *

Dün göstermiş olduğunuz sağduyunun şerefine Türk milletine armağanım olsun

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1923 - 2010 v.2

Tam 1300 sayfa...
PDF formatında, içiriği aranabilir nitelikte...
Maalesef eklerini henüz yayınlayamıyorum...
Olmayan enerjimin tümünü...
Uzun bir süredir ailevi sorunçuklara harcamak durumundayım...
Ama bu Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi çalışmalarıma ara verdiğim anlamına gelmez. Çalışmalar tüm hızıyla sürüyor. Bundan bir süre önce zamanı geldiğinde sizlerden yârdim isteyeceğimi söylemiştim. 100 binlerce aranabilir içerikken söz ediyorum. Oğluma vasiyetimdir, yayınlayamadan ölürsem oğlum bu çalışmayı sürdürecektir.

Her şey...
Tüm uğraşımız önce çocuklarımızın geleceği...
Sonra bizlerin rahat, refah ve huzur içeresinde yaşayabilmemiz için.

Tüm Atatürk milliyetçileri önünde saygıyla eğiliyorum

Önder

Indir

                                                                       *

Demek ki neymiş?

Türkiye gibi demokrasisi ve halk bilinci az gelişmiş ülkelerde bile...
Demokrasinin...
İstenildiğinde inilip - binilebilecek bir vasıta olmadığı görülmüştür...
Çünkü...
Demokrasinin, demokratik bir toplumun kuralları vardır...
Ve herkes, istisnasız herkes bu kurallara uymak zorundadır!

Demokrasinin en belirgin özelliği...
Şeffaf, denetlenebilir ve hesap sorulabilir olmasıdır...
Eyyy geleceğin Tayyipleri...
Bu size ders olsun!

                                                                       *

Aşk insanın gözünü kör etmemeli

Söylemesi kolay...
Gerçekleştirmesi çok zor...
Bizzat tecrübelerle sabit bir durum...
Maalesef...
Sevgi, sevdiğinin hatalarını, yanlışlarını görmemezlikten gelmeyi beraberinde getiriyor!

Bir gözün kapalı olsa bile...
Diğer gözünü daha da açacaksın!

Al Recep Tayyip Erdoğan'ı vur Kemal Kılıçdaroğluna!
Tayyip'e aşık olsan bile...
Kılıçdaroğlunu sevsen bile...
Aşk gözünü kör etmemeli...
Sevdiğinin doğrusunu da - yanlışını da görebilmelisin!

                                                                      *

MHP

Seçim başarısını Bahçeli hanesine yazmak yanlış olur...
Neden mi?
Artan o bir - iki puan...
Paralelin desteği de ondan!

                                                                      *

Almanya uçuyor

Almanya aldı başını gidiyor...
Bir ekonomik rekordan diğerine koşuyor...
Ve koalisyon hükümetiyle yönetilir...
Büyük koalisyon hükümeti ile!

Mantık bunu emrediyor...
Zor günlerde...
Ülkenin büyük siyasal oluşumları...
Vatan millet diyerek...
Bir araya gelerek, kafa kafaya vererek ülkenin sorunlarına şifa olur!

At gözlüklerini bir tarafa bırakırlar...
Küçük küçük meseleleri değil tablonun bütününe bakarlar...
El ele, omuz omuza verip, ülkenin dertlerine derman olurlar!

Bilmem anlatabiliyor muyum?

                                                                       *

Hedef

İki...
İkisi de Atanın koltuğunda oturuyor!

Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi...
Yandaş ve yoldaş dahil...
Cezalandırıldığını göreyim...
Yeni hedefim...
Sensin Kılıçdaroğlu şimdiden bilesin...
Senin o koltuğu boşalttığın anı görmeden...
Bana rahat - huzur yok!

Bir uşağı...
Başka bir uşak ile değiştirdikten sonra...
Bu dava benim için kapanmamıştır!

                                                                     ***

09.06.2015

Ülkede pezevek bir tane - iki tane değil ki

Oldum olası uç noktalardan nefret etmişimdir...
Çünkü bir tarafın ya duvar yada uçurumdur...
Kendi kendine manevra alanını kısıtlıyorsun...
Halbuki siyaset veya ülke menfaatleri gerekli hallerde hareket sahası isteyebilir!

Böyle uç noktalardan örnekler vermek gerekirse...
Her şeyden evvel kafatası partilerini vermek gerekir...
Misal BDP, MHP gibi...
Veya aşırı sağ veya sol uçlar...
Örneğin Vatan Partisi gibi, adı güzel - kendi güzel, ilkeleri güzel bir parti...
Buna rağmen, gönül bu partiden yana olsa da el, oy vermeye gitmiyor!

Enteli, danteli bir kenara bırakır...
Eldeki "malzemeye" bakarsak bu "malzemeden" bir b.k olmaz diyemeyiz...
Çünkü kendimiz bu "malzemenin" birer parçasıyız...
O halde var olanı en güzel şekilde değerlendirmenin yolunu aramalıyız!

Kısır döngüler...
Kısa vadeli menfaatler peşinde koşan sözde parti liderleri...
Koltuk, makam, mevki, ün ve unvan sevdasıyla...
Ulvi hedefi gözden kaçırıyor...
Bulundukları makama getirilme sebeplerini unutuyorlar...
Millet ve vatanın menfaatleri her şeyden önce gelir...
Uzlaşı gerekiyorsa...
Ülke menfaatleri bunu emrediyorsa...
En uç noktalar bile bir masa etrafında toplanmalı, gereğini yerine getirmelidir!

                                                                       *

İki Abdullah bir darağacı ve Recep Tayyip Erdoğan

Bir Abdullah'ın sesi bu aralar pek çıkmıyor...
Diğeri yine ötmeye başladı...
Kayıp trilyon...
Deniz Feneri davası ve daha niceleri unutulmadı...
Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız...
Binlerce insanın...
Bebeklerin...
Kanı yerde dururken...
Elbet bir gün gelecek...
Iki Abdullah - bir Erdoğan o darağacında sallanacak!

                                                                       *

Bu arada

Deprem kapıda...
Rant uğruna en olmadık yerlerde "Kentsel dönüşümü" gerçekleştiren...
Milletin evini - barkını başına yıkan...
Bu "düzenlemede" sırada olanlar unutulmamalıdır!

Evet, yeni düzenlemeler gereklidir...
Özellikle İstanbul'da...
Ama yeni kurulacak hükümet ki...
Umuyorum CHP - MHP ve HDP koalisyonu olur...
Bu duruma el koymalı ve gereğini en düzgün şekilde yerine getirmelidir.

                                                                       *

Cehaleti yönetilebilir kılmak

Demagogların eline bırakılmamalıdır...
Cehaleti bugünden yarına yok edemeyeceğinize göre...
Cehalete ayak uydurmak istemediğinize göre...
Cehaletle yaşamak zorunda kalmamak için...
Cehaleti yönetebilmenin yolunu aramalı...
En azından ama bu durumu kontrol altında tutmaya özen göstermeliyiz!

                                                                      *

G.t korkusu

Onlar Erdoğan'ı korumuyorlar...
Erdoğan'ın topun ağzına sürülmesi demek...
Gerisinin de çorap söküğü gibi gelmesi demek...
Yani bir nevi nefsi müdafaa...
Strateji ona göre belirlenmeli...
Ve fatura ona göre hazırlanmalıdır!

                                                                      *

Recepçiğim

2023 hayallerin suya mı düştü?
Yok yani...
Kendinden o kadar emindin...
O kadar pervasız konuşuyordun...
Kindar ve de dindar bir gençlik istiyordun...
Tüm o çılgın projelerin ne olacak şimdi?

                                                                      *

AK Saray

Önerimi tekrarlamak istiyorum: Atatürk Orman Çiftliğine yakışan bu binanın Milli kütüphaneye dönüştürülmesidir. Cehalete karşı, tek adamlığa karşı, despotizm ve diktatörlüğe karşı --- ibret-i alem --- için ebedi bir anıt ve içeriği ile (yani kitapları ve bu kitaplardaki bilgiler ile) cehalete karşı şifa olması dileği ile!!!

                                                                      *

Sağlıklı bir toplum yapısı

İçin sağlıklı ve geniş tabanlı bir orta sınıfın oluşması gerek...
Siyasi açıdan böyle bir yapıya sahip toplum bir çok farklı görüşü hazmedebilir...
Dincisinden tutun ateistine...
Sağcısından tutun solcusuna kadar içinde "sorunsuz" barındırır!

Ekonomik refaha erişen bir toplumda...
Cehalet söz konusu olmaz çünkü eşit bir eğitimin zemini...
Böyle toplumlarda olağandır!

Türkiye Cumhuriyeti ve bu toplumun insanları...
Demokratik reşitliğini, geçte olsa gösterebilmiştir...
Tüm samimiyetimle inanıyorum ki...
Yıllardır Türkiye Cumhuriyetinde eksikliğini his ettiğimiz Türk solu...
Cumhuriyet Halk Partisinin...
İşlevini tam anlamıyla dolduramadığı sosyal demokratlığına rağmen...
Kendini Gezi olaylarında hissettirmiş...
Tezahürünü ise seçimlerde HDP'ye oy vererek göstermiştir...
Bu açıdan bakıldığında...
Bir musibet bin nasihatten değerlidir özdeyişi bir kez daha haklılığını ispatlamıştır!

                                                                      *

Kimse Türkiye adına çalışmıyor

Biliyorum henüz çok erken...
İnşallah sezilerim beni yanıltır...
Ama öyle görünüyor ki...
Bu zibidiler kolay kolay anlaşamayacak(!)

                                                                      *

Paralel aşağı paralel yukarı

Çarşı pazar el yakıyor...
Çoluk çocuk evde işsiz güçsüz oturuyor...
Paralel aşağı paralel yukarı..
Millet senin paralelinle mı uğraşacak?

Not: Fethullah Gülen sakın avuçlarını ovuşturma, sevinme...
Gerçekten milliyetçi bir hükümet gelsin...
Seni kulağından tutup Türkiye'ye getirmesini bilir...
Ondan sonra başına gelecekleri sen düşün!

                                                                       *

Sağır mısın be adam?

Sen nasıl bir Allahsız, Peygambersiz belasın ki...
Bunca seçim yenilgisine rağmen hala Atatürk'ün kurduğu partinin başındasın...
Derhal istifa et!

Rezil rüsva oldun...
Bu kadar yüzsüzlüğü nasıl hazmediyorsun anlamak mümkün değil...
Kemal Kılıçdaroğlu...
Kaldır o b.k g.tünü o koltuktan!

                                                                       *

K.K.'ya karşı durduğum için tepki veriyorsunuz

En doğal hakkınız...
Herkes fikirlerini söylemekte özgürdür!

Ama Allah, Peygamber aşkı için elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin:

Kendisine neden Atatürk'ün ilkelerine sahip çıkmadığı, neden ulusal düşünceye gereken önemi vermediği sorulduğunda verdiği yanıt:
Aç adama bunları anlatamazsınız, ekonomi...

Artık kusura bakmayın RTE'den alıntı yapacağım...
Eyyy Kemal Kılıçdaroğlu, millet atanın peşinden yalın ayak - başı kabak, yarı aç - yarı tok ölüme gitti, ölüme!!!
Var mı bunun ötesi...
Var mı ölümden ötesi?
Sen bu milleti ne sandın?

Sen hangi yüzle hala o koltukta oturuyorsun?
Y-CHP derhal olağanüstü kongreye giderek bu zibidiyi cehennemin dibine yollamalıdır!

                                                                     ***

10.06.2015

Beyaz (AK) işkence*

Herkesi AKP'ye ama özellikle Recep Tayyip Erdoğan'a karşı uzun süreli psikolojik işkenceden tazminat davası açmaya davet ediyorum. Daha etkili olması için bir araya gelerek toplu dava açılması, bireysel davalardan hem daha ucuz hem daha etkili olur kanısındayım.

*Bu terim benim icadım değil ABD'nin uyguladığı psikolojik bir işkence yöntemine verilen addır

                                                                     ***

11.06.2015

AKP'ye sesleniş

Ne oldu, oldu...
Gün bugündür...
İçinizdeki çürük elmaları ayıklama zamanıdır...
Recep Tayyip Erdoğan'dan başlamak üzere temizlenin...
Aklanın...
Sonra bu devletin, milletin partisi olduğunuzu...
Demokrasiyi, tahammüllerini, devlet geleneklerini...
Bu devletin kurucusuna, bu vatan için kanını - canını feda edenlere saygılı olduğunuzu gösterin!

Birliğin - beraberliğin gereklerini yerine getirin!

Unutmayın sepetteki tek çürük elma...
Diğerlerinin de çürümesine vesile olur!

                                                                      *

Kemal Kılıçdaroğlu istifa(!)

                                                                      *

Berlin

Günlerden beri yazacağım, fırsat olmadı...
Hani birileri var ya...
İlla dinci olduklarını, illa >sözde< Müslümanlıklarını dışa vurma ihtiyacı his edenler..
İşte onlardan biri...
Berlin idaresinde görevli, mahkemeye başvurmuş...
İlla görev başında "inancı" gereği başını örtmeliymiş...
Tabii örtüş şekli türban...
Yani yumurta kafalı*, uzaylı..
Amirleri ısrarında devam ettiği taktirde...
Kendisini "iç hizmetlere" alacaklarından söz ediyorlar ki...
Yerden göğe kadar haklılar...
Onun inançları gereği başını örtme hakkı varsa...
Devlet dairesine gelen ve bu inancı paylaşmayanında bu görüntüye >maruz< kalmama hakkı var!

Demokrasinin gereği, tahammülleri de budur zaten...
Bu yüzden kamusal alanda dini simgelerin yeri yoktur...
Hele devlet kurumlarında hiç yoktur!

*Şule baş namı diğer siyasi simge türban

                                                                      *

Ayyyyyyyyyyyy, çok şükür(!)

Korkmuştum...
Arsız hırsız...
17-25 Recep yine televizyonlarda konuşuyor...
Günlerden beri telaşlanmıştım...
Eğri oturup doğru konuşalım...
Elbirliği ile asalım...
Ama...
Onsuz siyaset bayağı bir yavan olacak(!)
:)

                                                                     ***

12.06.2015

Tezat, tezat, tezat veya Allah insana neden akıl vermiş ki?

Vallahi billahi röntgenci değilim...
Mesleğimin bir getirisi...
Çoğu insan gibi...
Çevreme bakar - kör değilim...
Bilişim mimarisi, güvenliği pür dikkat ister...
Bir hatanız yüzbinlere, milyonlara...
Hatta bazı durumlarda telafisi mümkün olmayan sonuçlara neden olabilir!

Öğle yemeği için Rüdesheim'deyim...
Almanya'nın turistik açıdan dünyada en tanınmış yerleşim yerlerinden biri...
Her zaman gittiğim restorandayım...
Siparişim gelmiş ben tam aç kurt gibi yemeğe saldıracağım...
Bir koku...
Sanırsınız ki cennet bahçelerinden kopup gelmiş, sizin burnunuza değmiş*...
Bu kadar güzel yani...
Gayriihtiyari başımı kaldırdım...
Ana, buda ne böyle...
Karalar içeresinde, kafadan aşağı - yerleri süpürürcesine siyahlara bürünmüş dört hatun. Ameliyat sonrası hareket edememeden dolayı çok kilo aldım, benim iki katım niteliğinde birde adam var yanlarında!

Yanımdaki masaya oturdular...
Şimdiye kadar kadınları arkadan görmüştüm, şimdi karşımda oturuyorlar...
Bilmem bilir misiniz veya farkına vardınız mı?
Genelde Arapların ama özelde Pers kadınlarının...
Gözleri, kaşları ve kirpikleri çok güzel oluyor...
Kadınlardan biri peçeli...
Üçünün başı kapalı ama ufaktan saçları gözüküyor1...
Üçünün yaş ortalaması 20 - 25 civarı olsa gerek...
Allah şahidimdir...
Aklımdan en ufak kötü bir düşünce geçmedi2...
Ancak güzeli severim, hayranıyım...
Ağzı açık ayran budalası gibi güzel olana bakarım...
Bu bir kadın, erkek, eşya, araba, tabiat veya herhangi bir şey olabilir...
Önemli olan estetik olması!

Neyse kızlardan birinde öyle bir kirpikler var ki...
Ok olmuş yürek delip geçiyor...
Kaşlar jilet misali yüreği lime lime ediyor...
Gözler kömür karası lime lime edilen yüreği her an pişirmeye hazır...
Allah bazısını özene bözene yaratıyor!

Erkek garsonu çağırıp siparişi veriyor...
Aradan kısa bir süre sonra bin bir gece masallarına taş çıkartacak bir sofra döşeniyor. İnanın ömrümde gerçekten çok lüks restoranlar dahil bir çok yerde yemek yedim ama Avrupa'da böyle masa döşetildiğini görmedim3. Aslında bir Avrupalı gözüyle bakıldığında görgüsüzlük denilebilecek nitelikte. Neyse...
Kızlar ve adam o tabak senin bu tabak benim, şu balıktan - bu makarnada, aman ha bu salatadan bana da bırak, şu pizzanın tadına bakayım, karidesi bitirme falan yemeğe koyuldular. Benim gözüm çarşafa bürünmüş peçeli hatunda. Ne yapayım, hayatımda peçeli birsinin yemek yiyişini görmemişim. Merak ettim tabii...
Kadın durdu durdu...
Baktı olacak gibi değil, peçeyi çıkardı...
Başladı yemeğe(!)

İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor...
Nerde kaldı ar? Nerde kaldı namus?
Bu nasıl perhiz, bu ne lahana turşusu?

*Cennetin çiçek bahçeleri ancak bu kadar güzel koksa gerek. Alman, İngiliz, Japon falan olsa parfümün markasını öğrenip hemen hanıma alacaktım
1 Bizim zibidiler gibi adını bilmediğim genelde siyah veya beyaz renkte başörtüsü altına takılan bir paçavra var ya... Bunların böyle bir derdi yok başları kapalı ama gözü kesinlikle rahatsız etmeyen estetik bir görüntü veriyorlar
2. Oğlum yaşında çocuklar
3 Açık - kapalı büfeden bahis etmiyorum

                                                                      *

Bugün 5. gün

Kemal Kılıçdaroğlu derhal istifa et!

                                                                      *

Neden anlamamakta ısrar ediyorsunuz?

Bırakın A-Ka-Pe'den, Recep Tayyip Erdoğan'dan hesap sormayı...
Bu zibidi sürüsü kendi kıçını toplayabilirse oturup şükredin!

Sözüm hepinize, istisnasız hepinize...
Bu fırsatı bir daha kolay kolay yakalayamayabilirsiniz...
Şans dediğiniz, zamanda fırsatları değerlendirebilmeyi bilebilmektir!

Köhnemiş düşünceler, Nuh nebiden kalmış görüşler ile daha nereye kadar...
Söyleyin, nereye kadar gidebileceğimizi düşünüyorsunuz?

Öngörü sahibi olmayan, zamanında gereken tedbirleri almayan...
Siyasi partiler ve sözüm ona liderleri...
Bu insanlar maslahatgüzarlıktan yani vasiyeti idare etmekten başka bir şey yapmıyorlar…
Türk toplumunu değil bir adım öteye taşımak…
Tam aksine gittikçe geriletiyorlar!

Farlı bir şekilde izah etmeye çalışayım…
Siyasi bir partinin asli görevleri arasında muhtemel gelişmelere karşı hazırlıklı olmak ve >zaman< kaybetmeden gelişmelere göre önceden alınan tedbirleri yürürlüğe koymaktır!
Soruyorum…
Seçimlerin yapılacağı beli miydi?
Evet…
AKP’nin iktidar olacağı belli miydi?
Ufakta olsa bir ihtimal olamayabilecek bir durum ile karşılaşılabilirdi…
AKP dışında iktidar arayışı olabilir miydi?
Evet!
Eğri oturup doğru konuşalım…
Ana muhalefet partisi bile alabileceği oyu ancak %35 olarak görüyor muydu?
Evet!
O halde tek başına iktidar olma ihtimali var mıydı?
Hayır!
Koalisyon ihtimali öngörülebilir miydi?
Kesinlikle evet!

Neden zamanında tedbir alınmadı???

Bu >bunak< heriflerle Türkiye bir yere varamaz…
Anlayın artık…
Bu adamların yerine genç dinamik vizyon sahibi insanlar gelmedikçe Türkiye’de hiç bir şey değişmez!

                                                                      *

Milliyetçi Hareket Partisinden kim hesap soracak?

Tarih(!)

Tarih sorsa ne yazar?
Biz öldükten sonra çocuklarımız bütün gerçeği öğrense bile...
Bize şu an için faydası yok...
Bu hesap hem şimdi, derhal sorulmalı!!!

                                                                     ***

13.06.2015

Kambur

Bugün itibarıyla seçimlerden çıkalı 6. gün oluyor...
Henüz ne bir netice, ne bir umut ışığı var!

Biliyorum sabah sabah böyle başlamak iyi değildir...
Bu yüzden sizlerden çok özür diliyorum...
Ama, yazacaklarımdan ben sorumlu olmadığım kanısındayım...
Sözlerime bir beddua ile başlayacağım:

Vatan - millet için çözümsüzlüğü çözüm gören...
Vatan - millet menfaatlerini kendi ikbali için göz ardı eden...
Vatan - millet namına çözüm üretmeyi ret eden...
Uzlaşmasını - konuşmasını bilmeyen...
Kendi sabit fikirleri dışında her şeyi ret eden...
Tüm siyasete soyunanları, özellikle ama siyaset sahnesinde liderlik konumunda - söz sahibi herkesi ve onların yedi ceddini lanetliyor, hepinizi Allaha havale ediyorum!!!

Bu tatsız başlangıçtan sonra sözlerime devam etmek istiyorum...
Bu bir hayal mi bilemem...
Ancak gerçekleşmemesi içinde çok büyük engellerde görmüyorum...
İnsan istedikten sonra, gerçekten istedikten sonra her şeyi başarır...
Koca dağları bile devirir!

Siyasetçi dediğinin ufku geniş olur, diğer insanlardan geniş...
Siyasetçi dediğin ifadeleriyle kendi hareket alanını kısıtlamaz, vatan - millet menfaatleri için her zaman açık bir kapı bırakır...
Sayın Süleyman Demirel'in ifadesiyle...
Demokrasilerde çareler tükenmez!

İnsanın sırtında taşıdığı kambur, insanın hareketliliğini kısıtlar...
Bu "özür" insanın elinde olmadan Allah'ın taktiridir ki...
Her şeye rağmen insan bununla yaşamasını bilir, acıda olsa öğrenir...
Bazı kamburları ise...
İnsan kendi isteği ile veya toplumun telkini ile sırtına yükler...
İşte böyle kamburlar Allah'ın taktirine karşın...
Sırttan fırlatılıp atılabilir...
Tabii gerçekten istendiği taktirde!

Örnek vermek gerekirse...
Türk siyaset sahnesinde uzun zamandan beri veya başarısızlıklarına rağmen...
G.tleri liderlik koltuğuna yapışanlar...
Adıyla sanıyla Devlet Bahçeli veya Kemal Kılıçdaroğlu...
Keza...
Kürt kökenli vatandaşlarımızda Abdullah Öcalan'ı doğal lider görenler gibi...
Bu kamburları sırtımızdan atabilsek...
Bak gör...
Bu vatan, bu millet nasıl hareketlenip şaha kalkacak!

                                                                      *

Tayyip'e dikkat

Hala öğrenemeyenlere bir hatırlatma...
Bu zibidi ne diyorsa...
Siz tam tersini anlamalısınız!

Bu sessizlik hayra alamet değil...
Dikkatli ve en olmadık şeye hazırlıklı olmakta fayda var!

                                                                       *

Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış

Olsun!

Aslında yok birbirinizden farkınız...
Hadi MHP seçmenini mazur görelim, AKP - MHP seçmeni birbirine çok yakın...
Da...
Sizlere ne oluyor?
Hem AKP seçmenini kınayacaksın...
Takıldı g.t kılları Recep'in peşine gidiyor diyeceksin hem de kendin hiç sorgulamadan, düşünmeden K.K.'nin kıçına takılacaksın(!)

Hatta AKP - MHP seçmeninden daha riyakar olacaksın...
Onlar...
Hiç olmazsa Atatürk'e, ilke ve inkılaplarına karşı çıktıklarını açık açık söylüyorlar!

Ben bu kadar ikiyüzlülüğe dayanamıyorum artık.

                                                                        *

Gerçekler

Gecenin zifiri karanlığında gölge gibidir…
Göz görmez…
Ama nasıl en karanlık gecenin ardından bile güneş doğuyorsa…
Ve güneş doğarken cücelerin gölgeleri bile olduğundan uzun görünüyorsa…
Gerçekler ilelebet kendini saklayamaz...
Yeter ki sen gerçekleri görmek iste…
Gözlerini aç ve gölgelerin kendini gösterdiği o kısa anı bekle!

                                                                     ***

14.06.2015

Ulan Recep, hala piçlik peşinde misin?

Yeter artık...
Rezil herif...
Hala Cumhurbaşkanını halk yüzde 52 ile seçti iddiasındasın(!)
Tıpkı AKP'yi halkın yarısı seçtiği gibi değil mi?

Gördük işte halk oyunun peşinde oldu mu...
Seçim sistemine rağmen götünün üstüne oturtur seni!

Sözde muhalefet...
İthal dinci yerine adam gibi bir adam karşına çıkarmayı başarsaydı...
Sen bok alırdın yüzde 52'yi!

*Değerli okuyuculardan argo tabirler kullandığım için özür dilerim...
Ama bilirsiniz...
Herkesin nabzına göre şeker!

                                                                      *

Kadın, temizlik ve tertip

İnsan...
Başlı başına bir muamma...
Psikolojisiyle, yapısıyla, karakteriyle...
Buna rağmen bazı ortak özelliklerimiz var ki...
Bunları bilir, dikkate alırsan, insan dediğinle fazla sorun yaşamaz...
Çok fazla sükûtu hayale uğramazsın...
Biz erkekler için kadın değini zaten anlamanın imkan ve ihtimali yok...
En azından ben böyle düşünüyorum...
Çoğu zaman anlamak bile istemiyoruz çünkü kapasitemizin ötesinde bir varlık...
Mesela, ne zaman neden ağladığını anlayabilene aşk olsun...
En iyisi mi boş ver, takma kafana!

Buna rağmen kadınsız olmuyor...
İlla kadın...
Sözüm sizlere gençler...
Bir kadının temizlik yapacağı tutarsa eğer...
Sen, en iyisi mi araziye uy...
Uy daaa...
Bir hatun gerçekten temiz mi değil mi nereden anlarsın?
Bunu anlamanın bir kaç yolu var...
Eski bir değimdir...
Anasına bak kızını al...
Gerçeklik payı olan bir cümle...
Evine gittiğinde...
Mümkünse arada bir haber vermeden...
Çaktırmadan dip köşeye bak, özellikle ama tuvalete ve mutfağa...
Kendisine, üstüne, saçına başına verdiği öneme dikkat et...
Bir bardak su iste, bardağı tutuşuna, sana sunuşuna, bardağın duruluğuna bak...
Bir bahaneyle dolaplarını aç ve bak...
Veee...
Bak burası çok önemli...
Eğer arabası varsa, arabanın dip - köşe temizliğine bak...
İnan...
Tecrübelerle sabit, hem de bir - iki kadında gözlemlenmiş bir olgu değil...
Çok, gerçekten birçok kadında dikkatimi çekmiştir...
Bir kadının arabasının içi de temizse...
Ve aradığın diğer özelliklerde varsa o kadını kaçırma!

*Not: bu cümleler kimin için yazıldığını sanırım anlamışsındır SEN :)

                                                                     ***

15.06.2015

Çocuk

İyi aile çocuğu var…
Yaramaz çocuk var…
Uslu çocuk var…
Büyümüş de küçülmüş çocuk var…
Ele avuca sığmayan çocuk var…
Sokak çocuğu var…
Şımarık çocuk var...
Var Allah var…
Ama bir tür çocuk var ki…
Dünya yansa…
Etrafı tarumar olsa…
Ar – namus elden gitse…
Umurunda olmaz…
Çünkü onun kırmızıçizgileri…
Şartı – şurtu vardır…
Onu ne insan, ne toplum…
Ne vatan, nede millet ilgilendirir…
Çünkü merkez kendisidir ve evren onun ekseni etrafında döner…
Menfaatperesttir, bencildir…
O bir orospu çocuğudur!

Çocukların beyni, rüzgârlı bir yerde yakılmış bir muma benzer, ışığı hep kararsızdır (Friedrich Nietzsche)

Siyasetçi…
Çocuktan beter olursa bunun bedelini herkesle birlikte nesiller öder!

                                                                     ***

16.06.2015

Demokraside sınıf atlamak

Kasımpaşalı ileri demokrasinin...
Türkiye'yi nerelere götürdüğünü hep birlikte görüyoruz!

Şimdi öze dönme vaktidir!
Bu ülkenin kurucu ilkeleri etrafında kilitlenme vaktidir!
Demokrasinin sandıktan çıkan "milli iradeden" ibaret olmadığını görme vaktidir!

Demokrasi...
Şeffaf, hesap sorula bilir, tanıdığı her imkana >sorumluluk< yükleyen, çoğunluğun değil çoğulculuğun esas alındığı, bilgili ve bilinçli bir toplum gerektirdiği bir yönetim biçiminin olduğunu, "herkes" tarafından anlaşılması kaçınılmazdır.
Çoğulculuğun tabiatında yatan farklı görüşleri bir çatı altında toplama vaktidir. Buda ancak ve ancak uzlaşma kültürünün gelişmesiyle gerçekleşebilir.
Kuru kalabalık...
İlkesiz - seviyesiz, kaba insanlar ve siyasetçilere teveccüh gösterilmemeli...
Hele etraflıca düşünülmeden sonuçları kestirilemeyen siyasete...
Hiç müsaade edilmemelidir artık!

Kavganın, gürültünün - patırtının yerini...
Saygı ve hoşgörü çerçevesinde anlaşma almalıdır...
İşte böyle bir ortam yaratmayı başarırsak demokraside sınıf atlarız!

                                                                      *

Ödün ve özveri üzerine

Türk dil kurumuna göre ödünün anlamı:
Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veya savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme, ödünleme, ivaz, taviz
Özverinin ise:
Bir amaç uğruna veya gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme, fedakârlıktır.

Ve baş tacı analarımız...
Bu iki kelimenin vücut bulmuş hali değil de nedir?
Haliyle...
Babada üzerine düşeni yapma gayretinde...
Ama illa anadır özveride bulunan, ödün veren!

Kendini bilen insanın hali bir başka olur...
Bu yüzden erkekte olsa siyasetçi dediğin anaç olmalıdır...
Ama erkek nadiren anaç olabilir, bunu başarması neredeyse imkânsızdır...
İşte salt bu olgu bile göstermektedir ki...
Kadın...
Mutlaka daha çok siyasete el atmalıdır!

                                                                        *

Mürit, yandaş ve de yoldaş

Herifler sizi göklere çıkardı...
Haşa Allah, Peygamber ilan etti...
Sizlerde kendinizi bir b.k sandınız!

Mursi'ye idam onaylandı...
Sıra size de gelecek...
Ve milyonlar bu sahneyi sevkle seyredecek!

                                                                     ***

17.06.2015

Bu gidişle asıldıklarını göremeyeceğiz

Işın en üzücü yanı...
Bırakın asılmayı...
Korkarım yaptıklarının hesabını verdiklerini de göremeyeceğiz!
Neden?
Çünkü hesap sorabilecekler bilmem nelerinin derdinde de ondan!

                                                                       *

Sağduyuya davet

İstisnasız kim olursa olsun...
Yani Recep Tayyip Erdoğan dahil...
Bu ülkenin başına geçenler...
Ama yaptıklarını beğenelim, beğenmeyelim...
Bu ülke için faydalı olduğunu sandıkları >en az< bir çivi çakmışlardır!

Bizlere düşen...
Özellikle ölmüşlerin ardından kötü konuşmak olamaz...
Bu ne inançlarımıza ne bizlere yakışır!

Gerçekçi olmak, zor zanaattır!

                                                                      *

Siyasi dengeler değişiyor, kartlar yeniden dağıtılıyor kimsenin umurunda değil

İki gündür pür dikkat paylaşımlarınıza bakıyorum...
Tık yok!

Çok ilginç bir milletsiniz vesselam...
Herkes görünürde milliyetçi, dindar, futbol sever ve siyasetle yakından ilgili...
Görünürde(!)

Mesela dini konular ikiye ayrılır...
Dünyevi ve ahiret...
Keza siyaset...
Siyasette genel hatlarıyla ikiye ayrılır...
İçişleri ve dışişleri...
Yani madalyonun hep iki yüzü vardır(!)

Ama sizler...
Sırf bir tarafına bakmayı tercih ediyorsunuz!

Amerika Birleşik Devletleri eski doğu blok ülkelerine ağır silah ve 5000 asker yerleştireceğini açıklayalı birkaç gün oluyor, dün Putin atom silahlarında yenilik yapılarak füze kalkanlarını etkisiz kılacağını açıkladı. Yani yeni bir soğuk savaş kapıda!

Dikkatinizden kaçmış olabileceği düşüncesiyle bu kısa açıklamadan sonra...
Hadi sizi kırmayayım...
At gözlüğümüzü takarak salt Türkiye'ye bakalım...
Böyle bir durumun Türkiye için "avantajlarına" bakalım...
Kendi gizli gündemi olan dincilerin işi bitti...
Yeşil kuşağı fes ediyorlar...
Tunus, Mısır, Türkiye gibi ülkelerde bu zibidi sürüsüne ihtiyaç kalmadı artık...
"Eskisi" gibi AB(D) sözünden çıkmayacak...
Çok fazla milliyetçi, ulusal çizgide olmayan idarelere ihtiyaç var...
Ve tabii güçlü ordulara!

Soğuk savaş olgusuyla karşı karşıya kaldığımız bu günlerde...
Dilim Türk demeye varmıyor ama...
Türk Silahlı Küvetlerine ve muhtemel gelişmelere dikkat!

                                                                     ***

18.06.2015

Şirket

Öncellikle bu mübarek günlerde oruç tutan tüm insanların manen yanında olduğumu söylemek isterim. Allah ibadetlerinizi kabul etsin, bu çok uzun oruç süresinde sizlere dayanma gücü versin, Allah yardımcınız olsun!
Ve...
Lütfen oruç tutmanın ne anlama geldiğini...
İbadetin >>>özünün<<< ne anlam taşıdığını bu uzun süre içeresinde...
Tekrar, tekrar hatırlayalım...
Müslümanlığı, dini inançları siyasete alet edip içini boşaltanlara bu mübarek günlerde teveccüh göstermeyerek YETER ARTIK diyelim.

Ellerinde Kur'an-ı Kerim, dillerinde Allah ve Peygamber...
Ama yürekleri imansız, akılları fikirleri dünyevi maddiyatta!

Profesör...
Azınlık hükümeti kurmayacaklarını...
Bir koalisyon ortağı bulup...
Şirket kuracaklarını açıkladık...
Var mı bunun ötesi?
Devlet nere...
Şirket nere?
Devlet dediğin şirket mantığı ile yönetilebilir mi?
Devletin aslı görevi maddi kazanç sağlamak olabilir mi?

Canım, civanım Profesör...
Okumuş Profesör olmuşsun ama...
Ne insan, ne adam olabilmişsin...
Başbakanlık koltuğuna da emaneten oturmuşsun...
Kendini rezil ettiğin yeter gayri!

                                                                      *

Tabiat ve Allah

Dün bahçeyle uğraştım...
Eller kadın eli mübarek...
Kalem - kitap tutmak...
Ve klavye tuşlarına basmaktan başkaca bir şey "görmemişler"...
Bahçe işi gibi "ağır" işlere yakışmıyorlar...
Çimleri biçmeden bahçeye uzun uzun baktım...
Çimlerin yansıra arada yabani otlarda var...
İngiliz çimi istesem, yabani otları temizlemem gerek...
Yabani otlar...
Çim için gerekli güneş enerjisini ve topraktaki besin maddelerine ortak...
Kaldı ki tek tip görüntü...
İnsana, bir şekilde düzen ve buna bağlı güven duygusu veriyor...
Yani bir nevi üniforma...
Ancak Mevla'm bunu uygun görmemiş...
Ne tabiatta nede insanda!

Yaradan...
Neyi yaratıysa gerekli gördüğü için yaratmış...
Tabiat dediğimiz ise buna uymuş...
Biri dışında...
Artık içimizdeki şeytan mı desem, insan mı desem bilmiyorum...
Yabani ot, "faydalı" bitki için zararlı da olsa...
Bir işlevi olduğu için yaratılmış...
İnsanın zararlısı cahil olanıdır...
Faydalısı, dilinde değil gerçekten yüreğinde Allah’ı beraberinde taşıyan, okumuş – bilge insan...
Biri olmasa diğeri de olamaz!

Müslüman olan bilir...
Allah...
Emretmiştir, oku diye...
Bilir...
İncil'de - Tevrat'ta yazılanı da dikkate alması gerektiğini!

                                                                     ***

19.06.2015

Y-CHP lideri ve devlet adamlığı gereği özveri

MHP liderine başbakanlığın teklif edilmesi bir kez daha göstermiştir ki...
Çıkmayan candan umut kesilmez!

HDP'ye kayıtsız şartsız PKK uzantısı diyenler...
Bu gibi gelişmeleri de gözetmelidirler...
Allah bile insana birden fazla imkan sağlarken...
İnsan dediğin nedir ki bu kadar katı olsun...
Herkes...
İkinci bir şansı hak eder...
Umarım HDP bu şansı kullanarak Türkiye partisi olduğunu göstermeyi başarır!

                                                                      *

Dedikodu

Bu yaşa nasıl oldu da geldim bilmiyorum...
Salağım desem doğru olur...
Saflık var, hem de öyle az buzda değil, tanıdığımdan asla kötülük beklemem...
Buna rağmen buradayım, yaşıyorum! Allah'ın himayesiyle...
Doktordan yeni geldim...
Ömrüm boyunca onca doktor görmüşlüğüm var ama üçünün yeri başka...
Toprağı bol olsun, birine hayatımı borçluyum...
Bir diğerine 25 sene sonra ameliyat olmama...
Ve tesadüfen tanıştığım ev doktorum, şu an ayakta durabiliyorsam, iki satır bir şeyler yazabiliyorsam, bunu, onan borçluyum!

Muayenehaneye girdim...
Bugün cuma, saat 12'de kapatıyor...
İçeride in - cin top oynuyor...
12'ye on beş dakika var, aklıma bir şey gelmedi...
Eşi yan odadan çıktı, doktoru sordum, karısına seslendi...
Doktorla birlikte odaya geçtik...
Reçete ihtiyaçlarımı sıraladım, beli doktor çok sıkkın...
Aramızdaki samimiyete istinaden sordum: neyiniz var doktor?
Sormamla birlikte bir çağlayan misali boşaldı!

Acırsın evine alırsın...
Ya karına, ya kocana yada malına göz diker...
Acıma...
Gelir dükkana sana iş sorar...
Gariban görürsün alırsın işe, çekirdekten yetiştirirsin...
Kendine özgüveni geldi mi, biraz palazlandı mı...
Tam karşına yada yanı başına dükkan açar...
Acıma!

Ailemden ilk olarak öğrendiklerim arasında...
Kimsenin yuvasını yıkma, ekmeği ile oynama...
Yuva yıkanın yuvası olmaz, ekmekle oynayanın eli ekmek tutmaz!

Doktorun gözleri dolmaya başladı...
Ağladı ağlayacak...
Herhalde birisi öldü dedim...
Başladı anlatmaya: Bir zamanlar birlikte çalıştığım baş hekim komşu köyde muayenehaneye açmış. Eh ne var bunda diyecek oldum fırsat vermeden devam etti. Eczacılarla anlaşarak benim dükkânı kapattığım dedikodusunu yaymaya başlamışlar. Kafama dank etti, neden muayenehanede inin - cinin top oynadığı!

Dedikodu illeti...
Ne okumuş nede cahil insan ayırt ediyor...
Hele erkeğin dedikoducusu...
Kadına rahat beş basar!

Bilmem anlatabiliyor muyum?

                                                                     ***

22.06.2015

AKP 2.0

Biliyor musunuz...
Belki de dünyanın en ilginç ülkesinde yaşıyoruz(!)

Herkesin kafasına göre takıldığı...
Hak, hukuk, kanun tanımadığı...
Adalet denen olguyu kendi eline aldığı...
Bencilliğin had safhaya vardığı...
Ve artık...
Hırsızlığın, arsızlığın, yüzsüzlüğünde revaçta olduğu bu ülkede...
Benim açımdan en vahim olan nedir biliyor musunuz?

Vurdumduymazlık...
Allah'ın hepimize bahşettiği aklı kullanmamak...
Düşünmemekte ısrarcı olmak!

Tamam, hayat bu...
Herkes değişik nedenlerden dolayı yüksek tahsil yapmamış olabilir...
Yol, yordam bilmeyebilir...
Ama, Allah Peygamber aşkı için...
Kulakta mı sağır? Gözde mi kör?

                                                                     ***

23.06.2015

MHP ne yapmaya çalışıyor?

Kusura bakma Leonardo...
Çorbayı soğutmam lazım...
Olmuyor, yapamıyorum...
Gelişmeleri izledikçe milli şuurumuzu sorgular oluyorum!

Bunak...
Aklı sıra "çözüm süreci" denen ne olduğu...
Ne amaçladığı belirsiz gelişmeleri...
HDP ile koalisyona girmeyerek engelleyeceğini sanıyor...
Halbuki atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti...
Kendine milliyetçi diyor ama kendi ikbalinden başkaca bir şey düşündüğü de yok...
Çünkü senaryo gereği "çözüm süreci" öyle veya böyle bir şekilde devam edecek...
Bakınız Kemal Kılıçdaroğlu denen soytarıya ve izlediği siyasi çizgiye!

Doğrudur...
Bende aynı fikirdeyim "Kürt sorunu" diye bir şey yok...
Ki bu bir Alman ifadesidir...
Türk milletinin bir demokrasi, adalet ve gelir dağılımında bir eşitlik sorunu var!

Muhalefette kalmayı tercih edermiş...
Çünkü elini taşın altına koyacak yürek yok...
Siyaseti bir nevi oyuncak olarak görüyor...
Ve siyasette kalite anlayışı Çinli...
Türkiye'nin düştüğü vahim duruma Fransız!

Kendine milliyetçi ama kafatasçı demeyen...
Ulusal bilince sahip...
Atatürk ilke ve inkılaplarına sözde değil özde bağlı...
Ortak bir geleceğe inanan...
Tam bağımsız bir Türkiye ilkesine gönül veren herkesi...
Bu bunakları protesto etmeye davet etmek istiyorum!!!

                                                                       *

Maksat, dostlar alışverişte görsün

Türkiye Cumhuriyetinin çok partili döneme geçmesinin üzerinde yarım asırdan fazla bir zaman geçti. Çok partili dönem demek; farklı görüş ve ilkeler etrafında toplanan insanların bir araya gelerek, kendi görüş ve ilkeleri çerçevesinde bir çatı altında toplanması, bu görüş ve ilkeleri siyaset meydanında "doğru" olarak savunması ve ülkeyi yönetmeye talip olması demek. Bu sistem iki binli yıllara kadarda iyi kötü çalıştı. Ne olduysa iki binlerden sonra bir siyasi oluşumun siyaset sahnesine çıkmasıyla oldu(!) Bugüne kadar ülkeyi yönetmeye talip olan oluşumlar birden bire bu taleplerinden vazgeçtiler.

Anlamadığım...
Madem ülkeyi yönetmek, fikirlerinizi hayata geçirmek gibi bir niyetiniz yok...
Ne b.k yemeye seçimlerde iktidara meydan okuyor...
İnsanlara sözde umut oluyor, insanları aldatıyorsunuz?
MHP muhalefette kalmalıymış...
Ananın bilmem neresi!

Seçimden seçime, toprak misali oy erozyonuna uğrayan...
Bırakın millete, kendisine ve partisine hayrı olmayan uğursuzun yüzsüzlüğü de çabası(!)

Ah...
Yok ki eli sopalı birileri...
Bu heriflerin döve döve aklını başına getirsin.

                                                                      *

Sustukça

Çocuklar ağlaya ağlaya, düşe kalka büyürler...
Yaşlılar ise uyuya uyuya ölürlermiş!

Karşındaki sen sineye çektikçe, sustukça tepene çıkar...
Azdıkça azar, kudurdukça kudururmuş!

Sen...
Sustukça, sineye çektikçe...
Seninle birlikte toplumda siniyor...
Sen sustukça Gezi ruhu ölüyor!

Susmadım...
Susmuyorum...
Susmayacağım!

                                                                      *

Aradığım ama bulamadığım siyasetçi tipi

Neden yoklar artık?

Atatürk gibi yapıcı…
Ecevit gibi dürüst…
Kamran İnan gibi olgun, bilgili ve tecrübeli…
Onur Öymen gibi vatansever…




Atatürk saydığım ve saymadığım nice özelliklere sahip bir liderdi. Rahmetle anıyor, hürmetle kendisi ve eserleri önünde eğiliyorum. Başkaca insanları da saymam Türkiye Cumhuriyetinin daha nice cevherleri olduğunu göstermek içindi.
Neden böyle cevherleri yetiştiremiyoruz artık?

                                                                      ***

24.06.2015

Senarist

Asimetrik psikolojik savaşın devamını* yaşadığımız bu günlerde...
Senaryo gereği yine kafalar allak bulak...
Kimse önünü göremiyor!

İstihbarat örgütlerine yakın siteler...
Daha seçim öncesi bir AKP - HDP koalisyonunu öngörüyordu...
Senaryo bu ya...
BOP senaryosunda milletin direncini ama özellikle Atatürkçü gençliğin direnme kabiliyetini yanlış hesaplayanlar bu sefer daha temkinli. İnsanım, yanılıyor olabilirim ama bana öyle geliyor ki a, b veya c planı tutmayınca çekmeceden başka önlemler paketini çıkardılar.

Daha seçim gecesi ve ertesi sizleri MHP ve Erdoğan'a dikkat diye uyarmıştım...
Özellikle Erdoğan'ın sessizliğini...
Fırtına öncesi sessizlik diye yorumlamak yanlış olmaz...
Şu anda şahit olduğumuz >>>tiyatro<<<...
Bana göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını...
Olası bir HDP destekli veya ortaklı büyük koalisyona hazırlama aşamasıdır...
Cumhuriyet Halk Partisinin...
AKP ile bir koalisyona girmesi çok ama çok büyük tepkilere vesile olabilirdi...
Ama bu karmaşada...
>>>Mecbur<<< kaldık maiyetinde karşılaşılacak tepki çok daha az olacaktır...
Böyle bir senaryo karşısında CHP'nin ruhuna Fatiha okunacağı da KESINDIR!

*Elimde bu konuyla ilgili çok güzel bir kaynak var, fırsat bulursam bir özetini yayınlarım

                                                                     ***

25.06.2015

Kendim ettim kendim buldum

Güzel bir şarkıdır...
Yaşıtlarım muhtemelen hatırlayacaklardır...
Bende...
Anısı büyük bir şarkı!

Karadır bu bahtım kara...
Sözüm kâr etmiyor yâre...
...
Adı Emel'di...
Platonik aşkım Figen'den sonra hayatıma giren ikinci kadın...
Yaş 17...
Görücü usulü oldu...
Evlenecektik, söz kesildi...
Ancak evlenmeye müsait olmadığını anlamam uzun sürmedi...
Güzeldi, gerçekten çok şuh...
Saçları ve gözleri kendini ele verdi...
Bir kadının karakterini anlamanın en güzel yolu...
Onun toplum içeresinde hareketlerine dikkat etmektir...
Sözü bozduk...
Sevmiştim, o an dünya başıma yıkıldı…
Okul hayatıma kısa süre sonra nokta koydum…
Ardan aylar geçti…
Gece yarısı telefonlar gelirdi…
Ve bu şarkıyı dinletirlerdi…
Bu tecrübe ile görücü usulü birlikteliklere de nokta koymuş oldum…
Bundan sonra hayat arkadaşımı kendim seçecektim…
Kadın yönününden gerçekten çok şanslıyım...
Ama başıma ne geldiyse de kadın yüzünden gelmiştir…
Yani kendin ediyor, kendin buluyorsun!

Bu kısa girişten sonra gelelim güncel meselelere…
Başçalan dün açıklama yapma gereği duydu…
Cumhurbaşkanına saygısızlık, halka saygısızlıkmış vesaire…
Ne ekersen onu biçersin…
Kendin eder, kendin bulursun!

https://www.youtube.com/watch?v=Xfvt8wzFPJU

                                                                       *

165

Altı ayda 165 can...
Hapis cezası göz korkutmuyor...
Kadın cinayetleri "tüm hızıyla" sürüyor...
Bir öneride bulunmak istiyorum...
Başta çocuklara el süren, tavuk keser gibi kadın kesip biçenleri...
Hapis cezası yerine hadım etmek lazım...
Bu tip insanları gerçekten korkutacak yegane yöntem olduğu inancındayım!

                                                                       *

Pennsylvania nere Ankara nere

Helal olsun koçum sana...
Paralellerin hası, arslanım benim...
Teee Pennsylvania'dan sarılmışsın MHP'nin gırtlağına istediklerini yaptırıyorsun!

Anlamadığım...
Türkiye'de hacının, hocanın ocağına kibrit suyumu döküldü de...
Ekmeleddin İhsanoğlu'nu...
Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına getirmek istiyorsun?

                                                                     ***

26.06.2015

Feleğin Çemberi

Ömründe başına gelmeyen kalmaz...
Çiğ tavuğun başına gelmeyen senin başına gelmiştir...
Sanırsın ki feleğin çemberinden geçtin...
Buna rağmen her insana nasip olmaz feleğin çemberinden geçmek!

Halk değiminde feleğin çemberinden geçen kadın fahişledir, orospudur...
Benim gözümde bu tür kadınlar asla fahişse veya orospu değillerdir...
Ben onlara hayat kadını derim ama orospu diyemem...
Çünkü para karşılığında bedenini "pazara" çıkaran hayat kadını...
Para karşılığında benliğini, ruhunu pazarlayan kelimenin tam anlamıyla orospudur...
Ve orospunun kadını olduğu kadar erkeği de olur...
Tıpkı pezevengi olduğu gibi!

Feleğin Çemberi değimini sözlükten veya internetten araştırdığınızda...
Bu değime en uygun ama bana göre yetersiz açıklama söyle...
Güngörmüş, olgunlaşmış, tecrübeli, hayatın karşısına çıkardığı her türlü zorlukla başa çıkabilen insan tipi. Eksik olan, ders ve dayanma gücü, başka bir değişle her seferinde sıfırdan başlayabilme kabiliyeti! Çünkü insan dediğin bir bakmışsın göklerde, bir bakmışsın yerlerde. Olgunluk ders almış olmayı içerir. Mesela insan tecrübeli olabilir ama insan gerçekten her tecrübeden gereken dersi de çıkarabiliyor mu? Ancak ders çıkarabildiği oranda olgunlaşmaya başlıyorsun!

Aslında...
Genelde her iki cins için geçerli olan...
Özelde erkek için çok önemlidir..
Bir erkeğin güngörmüş, olgun ve feleğin çemberinden geçmiş olması...
Bizim gibi ataerkil toplumlarda başka bir öneme sahiptir
Çünkü böyle bir insan önce kendisi sonra çevresi için faydalı olabilir...
Ders almak, alınan dersi anlatabilmek, ders verebilmek kadar önemlidir!

Türkiye gibi "adam gibi adamların" çok olduğu ülkelerin ortak kaderidir...
Adam sandıklarına aldanmak...
Erkeğin orospusuyla yüz yüze gelmek!

Genel başkanım söyle, genel başkanım böyle...
Ya siz adam mı görmediniz, yoksa sözüm meclisten dışarı...
Aptala mı yatıyorsunuz?

Yine Atatürk'ü örnek vermemek için...
Aç kitapları oku, mesela Washington'u...
Churchill'i, Tito'yu, de Gaulle'u, Adenauer'i vesaire...
Oku da gerçekten feleğin çemberinden geçmiş insanların...
Vatanları - milletleri için ettiklerini, katlandıkları fedakârlıkları, gösterdikleri zekâyı!

                                                                     ***

27.06.2015

Milleti karıştırmayın

Neymiş millete gidilirmiş...
Neymiş millet karar verirmiş...
Neymiş millet ana muhalefet olmasını istemişmiş...
Neymiş , neymiş , neymiş ..
Çekin artık şu kirli ellerinizi milletin üzerinden!

Millet...
Söyleyeceğini söyledi...
Kararını verdi...
Millet gereğini yerine getirmeniz için size oy verdi...
Sizi seçti!

Rezil herifler...
Utanmaz - arlanmaz, yüzsüzler...
Oturun artık bir masa etrafına ve milletin gerçekten istediklerini yerine getirin...
Getiremiyorsanız...
S.ktirin gidin!

                                                                       *

İvedilikle

İnanasım gelmiyor ya...
Gönül bu, ota da b.ka da...
Gönül istiyor...
Hani bir mucize gerçekleşse...
Ve milli bir hükümet kurulabilse...
Ülkeye huzur gelse!

İvedilikle...
Adalet, eğitim, gelir adaletsizliği ve işsizliğe uzun vadeli çözümler üretilebilse...
Herkes istisnasız bilmem kaçıncı sınıf vatandaş muamelesi görmek yerine...
Bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olsa...
Hak ve hukuka güven tekrar inşa edilebilse...
Kavganın, gürültünün yerini huzur ve refah alsa...
Boş lakırdıların, saygısızlığın yerini ciddiyet ve hoşgörü doldursa...
Ah be gönül sana böylesi yasaktı...
O bir yolcu, sen bir hancı...
Gördüğün en son yalancı...
Çok mu istiyorsun gönül?

Bilmem hatırlar mısınız?
Eskiden bir ekmek çaldı diye hesap sorulurdu...
Başta 17-25 Recep'ten, ailesinden, yandaş ve yoldaşından hesap sorulsa...
Fena mı olur?

Bence uyuyor
https://www.youtube.com/watch?v=mhTCIKSIO0g

                                                                     ***

29.06.2015

Dananın kuyruğu

Padişah efendinin kıçının altındaki koltuk tutuştu...
Halbuki...
Türkiye'nin, senin, benim, hepimizin telaşlanması...
Oturup düşünmesi, çareler üretmesi gerekir...
Yıllardır üretmeden harcanan, ceplerde kaybolan...
Mirasyedi, hovardaca carcur edilen, karşılığı olmayan paracıklar...
Gün gelecek geri ödenmesi gerekecek!

Türkiye...
Yunanistan olabilir mi?
Bugün dananın kuyruğu kopacak...
Ve Avrupalı kültürel bağı olmayan Türkiye için...
Yunanistan'ı kurtarmak için harcadığı çabanın binde birini bizim için harcamayacak!

                                                                      *

İstanbul, eşcinseller ve polis

Kimsenin haddine değildir bireyin özeline karışmak...
Toplumda birey...
Toplumsal kurallara uymak, toplumsa bireyin özeline saygılı olmak durumundadır...
Ahlaki erozyon ise istisnasız herkesi ilgilendirir!

Cinsel tercihler kişinin tahammülündedir...
Kim, neyi, nasıl, kiminle...
Kimseyi ilgilendirmemelidir, kendi dört duvarında, kapını kapadın mı...
Mahremdir!

Eşcinsel olduğunu giyim - kuşamınla, tavırlarınla...
Herkesin gözüne sokmak istercesine etrafta dolaşırsan...
Karşılaşacağın tepkiye hazırlıklı olman gerekir...
Avrupa'nın aksine...
Coğrafyamızda durumunun hoşgörüyle karşılanacağını beklemek ise...
En hafif tabiriyle saftiriklik olur!

Ve...
En önemlisi...
Durumunun hukuki açıdan, medeni kanunlar ile korunması - tanınması...
Ama özellikle evlat edinme hakkı...
Fazlasıyla kabulleri zorlayacaktır...
Bir düşün, böyle bir ortamda yetişen çocuk...
Bu çocuğun ileride...
Yapma...
Gözünü seveyim, zorlama!

                                                                       *

83 yaşında; "Türkler çok şanslı, iyi ki Atatürk'ünüz var!"*

Savaşın civcivli yılları...
Ortalık kan gölü, her tarafta can pazarı...
12 yaşında Prusya'dan Almanya'ya at arabasıyla kaçıyorlar...
Yolda...
Rusların köylerini bastığını, babaannesi ve köyün papazını...
Öldürdüklerini öğreniyorlar!

Alman asıllı Prusyalı gözleri yaşlı anlatıyor...
70 sene sonra köyüme gideceğim...
Çok özledim!

Dünyayı gezmiş...
Arabistan'dan - güney Amerika'ya kadar...
Yıllarca Şili'de çalışmış...
Arabistan'ı, Afrika'yı karış karış gezmiş...
Cehaletin ve fakirliğin pençesinde Müslümanları görmüş...
Ve diyor ki "Türkler çok şanslı, iyi ki Atatürk'ünüz var!"

*Yarım saat önce gelen bir müşteri

                                                                       *

Diba modeli

Bana uyku haram...
İlaçları tam saat sabah 3.00 içtim içtim...
İçmedim dayanılmaz ağrılar ve tarifsiz bir halsizlik...
İçtiğim ilaçların etkisini göstermesi 12 saat kadar sürüyor...
Ondan sonra 6 saat kadar nispi bir rahatlama...
Benim faaliyet zamanım, kendime - etrafıma faydalı olabileceğim zaman birimi!

Gece kalktım...
Televizyonda İngiltere'de yaşayan Müslümanlar belgeseli...
Şırfıntılar...
Müslümanlığı başörtüsüne indirgemişler...
Bu cahil cühela sürüsüne gerçek Müslümanlığı...
Allah'ın kelamını, Peygamber efendimizin öğretisini...
Hurafelerden, yalan ve dolanlardan arındırılmış olarak öğretmeden...
Kimse rahat ve huzur bulamayacak!

Annem hep anlatır...
Gençliğinde Diba modeli varmış...
Zamane modası, Pers şahının eşi...
Diba topuzu, Diba giyecekleri çok revaçtaymış...
Tabiri caiz ise...
Moda gelip geçicidir...
Gün gelecek...
Geldikleri gibi türbanlılarda sokaklardan kaybolacak...
Kalıcı olan gerçek iman, dinimizin özü olacak!

                                                                     ***

30.06.2015

Biri yer - biri bakar, kıyamet bundan kopar

Biraz güllelimi, ağlayalım mi bilmiyorum...
Yeminle...
Hem vallahi, hem billahi bana çekmiş olamaz...
Gençliğimde ve ondan sonraki yıllarda...
Hatun kişilerle, dost çevresinde yediğim paraların haddi hesabı yok...
Dedesi - medesi keza...
Kime çekmiş bilmiyorum!

Daha önceleri de yazmıştım, bize yük olmamak için hem okuyor hem çalışıyor...
Tabii babaannesini, annesi arada beni tırtıklamadan da edemiyor...
:)
Geçen sene oğlanı İstanbul'a izine yolladım...
Çekoslovakya'dan iki üniversite arkadaşıyla İstanbul'da buluşacaklar...
Doğru hatırlıyorsam biri Brezilyalı diğeri Afrikalıydı galiba...
Çok şükür dayalı - döşeli ev var, sorun değil yani...
Onlar Atina'dan bizimki Frankfurt'tan yola çıktılar!

Giderayak...
Oğlum bak arkadaşların misafir, sen ev sahibisin dedim...
Al şu parayı çocukları gerektiği gibi ağırla...
Havalimanına geldiğimizde son anda aklıma geldi...
Burak! Döndü bana baktı...
Gel! Koşarak yanıma geldi, gece uçağı olduğu için; al şu parayı da taksi parası yaparsın dedim. Sıkı sıkıya da mutlaka taksiye binmesini tembihledim. Herif...
Taksiye binmemiş otobüsle eve gitmiş...
Galiba çocukların birinci haftasında da böyle bir olay yaşanmış...
Eniştesine anlatmış onlardan duydum...
Arkadaşlarıyla birahane gitmişler Beşiktaş'ta...
Arkadaşlarına bira kendine çay ısmarlamış...
Eniştesi niye kendine çay aldığını sorduğunda...
Biranın tanesi 16 liraymış, çay iki liraymış, o üniversiteliymiş o kadar çok para harcayamazmış...
Eniştesine pes dedirtmiş(!)

Yarım saat önce babaannesiyle konuşuyoruz...
Söz oğlandan açıldı...
Sormuş oğlum paran var mı diye, varmış. Oğlum verdiğim para çoktan bitmiş olması lazım demiş, kızlarla mizlarla dışarıya çıkmıyor musunuz nasıl olurda hala paran olur diye sormuş...
Kızlar çok paraymış...
O bir kıza bu kadar çok para harcarsa mutlaka eşi olmalıymış!

Bak sen kerataya...
İnce hesaplar...
Bilmem bilir misiniz?
Varyemez amca...
Varyemez amcaya taş çıkartır pezevenk :)
Bu heriften kesin adam olur!
:)

                                                                     ***

01.07.2015

K.K.

Kemal ismini severim...
Türk Dil Kurumuna göre: Bilgi ve erdem bakımından olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik demekmiş...
İnsan ismini taşıyabilmelidir...
İnsan adına layık olmaya gayret göstermelidir...
Ben bunu bilir bunu yazarım!

K.K.
Baş harflerinden oluşan kısaltma insan aklına Kemal Kılıçdaroğlu'nu getiriyor...
Bende ise, nedendir bilmem...
K.K.
Kahpe Kemal...
Kaypak Kemal...
Kancık Kemal'i çağrıştırıyor!

                                                                       *

Bunlar

Siyaset yapmıyorlar...
Orospuluk peşindeler!

                                                                       *

Allah belanızı versin...
CHP'nin de...
MHP'nin de...
HDP'nin de...
Daha doğrusu bu parti yöneticilerinin!

Halk AKP'ye hayır diyor...
Ama bu bilmemenin çocukları AKP'ye destek olmaktan başka bir şey düşünmüyor!

                                                                       *

Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu Allah bizi afacan ölümlerine getirsin...
İnim inim inleyerek can verin!

                                                                        *

Hesap vereceksiniz

Yok...
Sanmayın ki bu böyle devam edecek...
Tek tek hesap vereceksiniz...
Askerinden - siyasetçisine...
Bürokratından - menfaatperestlere...
Hesap vereceksiniz!

                                                                        *

Allah'ım

Bu heriflere öyle bir bela ver ki...
Neye uğradıklarını şaşırsınlar...
Bir daha ömürleri boyu...
Kıçlarını değil başkanlık koltuğuna her hangi bir koltuğa oturtamasınlar...
Sırtları yatak yüzü görmesin!

                                                                       *

Satılmış herifler

Kendinizi, benliğinizi, kimliğinizi kaça sattınız?
Sattığınıza değdi mi bari?
Yazıklar olsun sizlere...
Sütü bozuk, kanı bozuk soysuzlar!

                                                                       *

Y-CHP öldü yaşasın CHP

K.K. ile "doğan" Y-CHP...
Yine K.K. eliyle öldürülecek!

Bize düşen bu tecrübeden gereken dersleri çıkararak...
Cumhuriyet Halk Partisine dört elle sarılmak...
Bundan sonra "başımıza" çıkaracağımız adamları...
Sık eleyip ince dokumak olacaktır!

                                                                      ***

02.07.2015

Affınıza sığınarak yazıyorum

Son günlerde yaşadıklarımızı da içine katarak...
Yazacağım cümleyi en geniş anlamıyla anlamanızı rica ediyorum...
Parmak atan oldukça, parmağı yiyende olacaktır!

                                                                       *

Dereyi görmeden paçaları sıvama

Son kurşunu atmadan...
Devlet Bahçeli denen soysuza en usturuplusundan son küfürü salamadan...
Bir bekle...
Daha Y-CHP son sözünü söylemedi!

Not: Lider öngörü sahibi olurdu değil mi? Lider her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak tedbir alırdı değil mi? Başkanım, başkanım diyenler, liderin icraatlarına, zaferlerine bakmayıp menfaat peşinde koşanlar... Hepinizi Allaha havale ediyorum! Türk, Türk, Türk diyerek vatanı - milleti pazarlayan soysuzlar!!!
Böyle bir Türk olacağıma gebereyim daha iyi. Ne atadan ne Atatürk'ten nasibini alamamış savatlılar!

                                                                      ***

03.07.2015

Maya buysa şüphe etmek lazım

Bahçeli, “Ekranlarda, gazete köşelerinde, uzatılan mikrofonlarda bize demokrasi dersi vermeye cüret edenler önce vicdan, aidiyet ve ahlak imtihanından geçmeyi denemelidir” dedi. Bahçeli MHP’nin Facebook hesabı üzerinden partisine yönelik suçlamalara oldukça ağır bir üslupla cevap verdi.

Bahçeli, “Ne ibretliktir ki, HDP’yi yok saymamızdan rahatsız olanlar bizi eleştiri yağmuruna tutmaktadır. Herkes meşrebine ve mayasına uygun konuşmaktadır. Ekranlarda, gazete köşelerinde, uzatılan mikrofonlarda bize demokrasi dersi vermeye cüret edenler önce vicdan, aidiyet ve ahlak imtihanından geçmeyi denemelidir. Bizim kimsenin aklına ihtiyacımız yoktur” dedi.

Hep iddia ettim...
İddia etmeye de devam edeceğim...
Bu bunaklar kenara çekilmedikten sonra Türkiye'de hiç bir şey değişmez!

Vicdanım rahat çünkü vatan ve millet diyorum...
Aidiyetim şüpheye mahal vermeyecek kadar açık...
Ahlaki yapımdan en ufak bir şüphem yok ama bunun taktiri beni tanıyanlara...
Meşrebim belli, öz be öz Türk evladiyem...
Mayama gelince senin mayandan daha kaliteli olduğuna eminim!

                                                                       *

Bu millete Atatürk çok...
Erdoğan az gelir...
Sizler AKP ve Erdoğan gibi hırsızlara...
K.K. ve D.B. gibi bunaklara laiksiniz...
Sizler tüm bu yaşananları sonuna kadar hak ediyorsunuz!

                                                                       *

Ve iflas

Resmen Yunanistan borçlarını ödeyemiyor...
Daha önce sırada başkaları var ama...
Türkiye'de bu durumlara düşebilir(!)

                                                                      ***

04.07.2015

Yunanistan örneğinden ders

Günlerdir ekonomi dalından bilim adamlarını izliyor, okuyorum...
Dünya sermayesi dün Yunanistan'ın resmen borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiğini ilan etmesiyle bundan sonra ne olacak sorusu daha da alevlendi!

Birçok bilim adamının ortak görüşüne göre Yunanistan ortak para biriminden soyutlanarak tekrar Drahmiye geçmesi, Yunanistan açısından büyük bir fırsat olabilirmiş(!)

Bu fırsatın ne gibi imkanlar sunduğuna geçmeden gelin kısa bir ekonomik Türkiye turu yapalım. Yıllardır döne dolaşa dilendirmeye çalıştığım gibi badem bıyıklı arsız ve yüzsüz hırsızlar, sözde dinciler Türk ekonomisini iflasın eşiğine getirdiler.

Buraya dikkat!

Bunca senedir...
İthal samandan tutun işte tünenleri, köprüleri yapabilecek kapasitede genç yetiştirmek yerine, kindar ve "dindar" imam yetiştirmeyi uygun gördüler. Yetmedi hayvancılıktan - tarıma, sanayiden hiç söz etmeyelim, üniversitelerde uyguladıkları eğitim ve ekonomi modeliyle Türkiye Cumhuriyetini körelttiler. Sıcak ve sanal paraya* dayalı ithal ekonomisi, iç pazara yönelik "refah" algısını ucuz krediler ve kredi kartlarıyla oluşturulan borç batağına insanları sürükledikten sonra "kimse" işsizler ordusuna dikkat etmez oldu. Halbuki bir devletin vatandaşları çalışacak, üretecek ve bu üretime dayalı tüketecek ki düzen dönsün, insanlar vergi ödeyerek devleti ayakta tutsun!

İşte Yunanistan'ın önüne çıkan fırsat bu...
Evet, zaman alacak, çok ter ve emek isteyecek ama bu fırsat değerlendirilebildiği taktirde Yunanistan uzun vadede refaha kavuşacak. Bakın neredeyse ömrünün tamamını Avrupa'da geçirmiş, üst düzey sayılabilecek ekonomik, siyasi ve akademik çevreleri izleme ve gözleme fırsatı bulmuş bir insan olarak yazıyorum;

Avrupalılar hakkında çok şey söylenebilir, yazılabilir...
Ama özellikle son yıllarda akademik çevrelerde oluşan >>> gerçekçilik <<< göz ardı edilemez!

Vahşi kapitalizm, sermayenin doymak bilmeyen iştahı...
Bu çevrelerde de büyük rahatsızlık yaratmaya başladı. Birileri üretecek, ürettiğini kalkınma imkânı tanımadığı başka birilerine dayatacak ve bu düzen ilelebet böyle sürecek, öyle mi?

Evet, Yunanistan fırsatı değerlendirerek bilimsel dalda, sanayisinde hamleler yapabildiği oranda refaha kavuşacak!

*Borsa

                                                                        *

İsyan; ben tavşan değilim!!!

Hanemde çok şükür oruç tutanlar var...
Malum nedenlerden dolayı ben oruç tutmuyorum...
Ancak oruç tutana büyük saygım var...
Tamam hafif yemekler olması gerek...
Sebze - meyve eyvallah...
Ama kardeşim ben tavşan değilim ki...
Otla - sebzeyle karnımı doyurayım...
Bayram gelse de, midem bayram etse!

                                                                        *

Bir Bahçeli - Kılıçdaroğlu değerlendirme denemesi

Mesleğimin getirisi...
Tedbir almak, olasılıkları hesaba katmak...
Şans ve tesadüf faktörünü gözetmek...
Perde arkasını görmeye çalışarak senaryo üretmek...
İnsanları istemeyerek de olsa bazen üzerek, zora sokarak uyarmak...
Tüm bunları severek, isteyerek, zevk alarak yaptım...
Ben ömrümde çalışmadım, hobilerimden birinin gereklerini yerine getirdim...
Üstelik emekli olana kadar 25 sene bunu için birde maaş aldım!

Azmetmek, inanç ve emekle birleşince…
Uğrunda ölünesi hedefe gittikçe yaklaşırsın…
Bu özellikle siyaset için geçerlidir…
Siyaset…
Akıl, bilgi birikimi, tecrübe, öngörü ve analiz yeteneği ile başlar…
Girginlik ve bilek ile devam eder…
Uzlaşma kabiliyeti ile nihayete erer…
Tüm bunlar olgunlaşma sürecinin birer evresidir!

İster siyasi olgunluk olsun, ister beşeri…
Bir süreçtir ve bu süreç içeresinde kabiliyet sahibi insan özeleştiride bulunur…
Eleştiriye açık olur ve gereken dersleri çıkarmaya çalışır!

İki bunak, bir paytak...
Yıllardır Türk siyaset sahnesine hakim...
İstikbalimiz bunlara emanet...
Paytağı bir tarafa bırakalım, o, bu denemenin muhatabı değil...
Son TBMM başkanlık seçimi açıkça şu gerçeği gözler önüne sermiştir...
Ortak hedefler uğruna bile olsa...
Türk siyasetçileri sabit fikirlerden milimetre taviz verecek kabiliyette değiller!

Bu büyük bir eksiklik olmakla birlikte bu kişilerin siyasi olgunluğa erişmediğini de gösterir. Yetmedi, siyaseti oyuncak yerine koyan, mahalle karısı edasıyla laf ebeliğine soyunan bu insanlara değil memleket, koyun sürüsü bile emanet edilmez!

Nitekim de böyle olmaktadır...
Kendi yetersizliklerini, aptalca inatlar ile perdelemeye çalışanlar ellerine geçen fırsatları değerlendirememektedir.

Meziyet...
Ortak hedefler uğruna bir araya gelebilmenin yansıra, eşgüdümlü (koordineli) uzun vadeli çalışma azim ve kararlılığında olabilmektedir!

Ve bu ikisinde de birçok eksiğin yanında yoktur.

                                                                      ***

05.07.2015

Sinek

Sinek küçüktür ama mide bulandırır...
Mesela çorbada...
Ota da konar, boka da konar...
Yapışkandır, yılışıktır, rahatsızlık verir...
Hele bir türü vardır ki, öggg...
At sineği...
Atın kıçına yapışır, at kuyruk salar - kovalar...
O...
Yine atın kıçına yapışır!

Genelde CHP, özelde MHP at sineği gibidir...
AKP'nin götünden ayrılamaz...
AKP kuyruk salar...
CHP ve MHP dayanamaz yine AKP'nin kıçında dolanır!

                                                                       *

İncecik bir çizgidir bizim ki

Şeytan ayrıntıda gizlidir derler...
Bu ayrıntı bazen bir soğan zarı kadar içe olabilir...
Bu zar ince olmasına incedir ama yine de soğanın katlarını birbirinden ayırır...
Buna rağmen soğanın kendisi bir bütündür!

Son günlerde artan sayıda bir paylaşım içeriğinedir itirazım...
Herkesin inançları, soyu - sopu kendinedir...
Doğrudur yanlıştır bunun taktiri yine kişiye özeldir...
Birey inançlarıyla, soyu - sopu ile kıvanç duyabilir...
Ne mutlu ona ama parçası olduğu bütünü asla gözden yitirmeyerek!

Milliyetçilik bir anlamda ulusalcılığı, ulusu içerir...
Yurtsever büyük bir tutkuyla milletini, yurdunu sever...
Ait olduğu toplum, yaşadığı toprak için her türlü özveride bulunmaktan kaçınmaz...
Bunlar duygulardır, insanın içinden - ta yüreğinin derinliklerinden gelir...
Ve incecik bir çizgidir bizim ki...
Çizgiyi aştığını anlamazsın bile çoğu zaman...
Bir bakmışsın çizginin öbür tarafındasın...
Bu taraf görüştür ve bu görüşün adına faşizm denir...
Bu görüş kat'idir, katıdır, hoşgörüden ve saygıdan uzak...
Yüreğinin sesine kulak ver!

                                                                      ***

06.07.2015

### Dikkat ### Dikkat ### Dikkat ####

Bir kaç zamandır dikkatimi çekti ama mantıklı bir açıklama bulamıyordum...
Özetle diyebiliriz ki artık Facebook 19. yüzyıl ahlak anlayışını ve siyasi sansürü algoritmalar ile hayata geçirmiş vaziyettedir!

Yazdığınız bazı paylaşımlar, resimler ve buna benzer içerikler sebepsiz yere "kayboluyor" veya beğeni vs. alamıyorsanız...
Bunu yeni algoritmaya borçlusunuz(!)
Yani bir nevi oto sansür uygulanıyor, geçmiş olsun!

Erdoğan'ı falan bir kenara bırakın...
Bu diktatör özentisi solda sıfır kalır...
Bundan sonra >>> herkes <<< algoritmaların boyunduruğu altına girmiş bulunmaktadır.

Neden mi?

Bilişim sanayisinin yazılmamış kuralıdır; birisi öncülük eder diğerleri en kısa zamanda taklitte başlar!

Kaynak: Almanya'nın saygın FAZ gazetesinin bugün tarihli baskısında okuyabilirsiniz

                                                                      ***

07.07.2015

Bira ile rakı arası ezilmişlik

Almancı, alamancı...
Ausländer, kanacke ve benzer ifadelerin bini bir para...
Kendi aramızda ise en ağrı...
İthal damat veya ithal gelin(!)

Bizlere böyle derler, akılları sıra horlamak - aşağılamak için...
Düz hesap 5 milyon insandan bahis ediyorum...
Bunlardan 3 milyonu Almanya'da yaşıyor...
Gerçekten yaşıyor mu yoksa sürünüyor mu orası da pek beli değil ya, geçelim...
Eziklik...
Genelde Türkün ama özelde yurtdışında yaşan yurttaşın en büyük sorunu...
Bu eziklik duygusundan bir türlü silkinemiyoruz...
Sahipsiziz...
Hem anadan, hem babadan...
Yetim ve öksüzüz!

Doğrudur...
Türkiye'nin dört bir tarafından gelmiş bir yığın insan...
Eğitim düzeyi son derece düşük...
Adab-ı muaşeretten olabildiğince uzaktı birinci nesil...
Böyle bir ikiliden yetişen çocuk...
Yani ikinci nesil görüş ve düşünceleriyle birincisinden çok farklı olamazdı...
İkinci nesil ile başlayan ufak tefek "değişiklikler" üçüncü nesil ile özelikle Almanya'nın asimilasyon politikasına uygun hale geldi!

Benliğimizi, kimliğimizi unutturdular bize...
Bunu zorla yapmadılar, çoğu zaman isteyerek alet olduk...
Örf ve adetlerimizi unuttuk...
Almanya'da yaşayan Türkler arasında boşanma artmış...
Çoluk - çocuk perişan, anadiline hakim değil kimin umurunda?
Tıpkı son yıllarda Türkiye'de yaşayarak şahit olduğumuz gibi...
Bizi, bizden uzaklaştırdılar...
Zorla, zorlamayla değil...
Kendi rızamızla!

                                                                      ***

08.07.2015

Tedbir

Türkün lügatın da olmayan bir kelime...
Halbuki tedbir kelimesinin anlamı hazırlıklı olmak, önlem almak demektir...
Öfff böyle meşakkatli işler bizi bozar...
Her şeyin bir kolayı var değil mi?
Allaha havale et gitsin...
Çok dindarız ya, kıça başa gelince mangalda kül bırakmayan bizler...
Peygamber efendimizin sözünü ne de güzel kulak arkası ederiz...
“Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allah'a tevekkül (güven) et”
Ey gidi koca Türk ey...
Sevinçle, güvenle başına taç ettiklerin sayesinde...
Ne günlere kaldın, seni ne hale getirdiler...
Gün gelirde alacaklılar kapıya dayandığında...
Değil kıçındaki donu, koynundaki karıyı alıp dağa kaldırdıklarında ...
Veya gözünün önünde becerdiklerinde...
Aklın başına gelecek ama iş işten geçmiş olacak!

                                                                      ***

09.07.2015

Sirtaki

Ana tarafından atalarım çok, çok uzun süre önce İstanbul'un Anadolu yakasında bir akıncı köyüne yerleşmiş orada yaşıyor. Baba tarafından dedem 19. yüzyılın başında Gümülcine'den Florya'ya gelip ikamete başlamış. Savaş yıllarında Yunan
tebaalı öz be öz Türk olmasına karşın Yunanistan'a geri gönderiliyor. Bir sürü karışıklık, bir sürü hengame. Anlayacağınız, üçüncü neslin çok ötesinde, ben "gerçek" bir İstanbullu - Avrasyalıyım(!)

Artık sağır sultan bile duydu...
Yunanistan büyük mali sıkıntı içeresinde...
Çok okuyan ve düşünen bir insan bile olsanız, insansınız ve bazı durumlarda ancak gözünüzle gördüğünüz, kulağınızla ile duyduğunuz anda gerçeklerin farkına varabiliyorsunuz!

Yaygın kanıya göre...
Yunanlı gününü gün eden, her fırsata sirtaki oynayan bir topluluk...
Gerçekler ise çok farklı...
Dün, Alman kültür kanallarından birinde konuyla ilgili bir televizyon programını izledim ve inanın şok oldum(!)

İnsanlara acımakla birlikte, insanlar bir gerçeği dile getirdiler ki...
Allah milletimizi korusun!
Her an aynısı başımıza gelebilir.

Bir zamanlar orta sınıf diye tabir edebileceğimiz insanlar çöplerde yiyecek arıyor. Kronik hastalar paraları olsa dahi ilaç bulamıyorlar çünkü Avrupa Birliğinden ilaç getirilemiyor ve buna benzer daha birçok kıyamet sahneleri gösterildi. Yani kelimenin tam anlamıyla tam bir felaket!

İhtiyar bir Yunanlı anlatıyor:

"Hayatım boyunca hep çalıştım. Emekli olma zamanım geldiğinde bana 1200€ emekli maaşı alacağım söylendi. Kiracıyım! Yunanistan iflasın eşiğine geldiğinde maaşımı yarı yarıya kestiler. Kiramı ödediğim taktirde aç kalıyorum! Merkel'e kızmıyorum. O, halkını düşünerek hareket ediyor, böyle davranmaya mecbur! Bizim başımızdakiler yıllarca çaldılar..."

Ve Alman televizyon kanalı ekliyor:

"Onlarca yıl Avrupa Birliğinden gelen kaynaklar Yunan halkına ulaştırılmadı, insanlar bu paralardan faydalanamadı, bu paralar bazı karanlık kanalarda kayboldu..."

Birileri...
Az sayıda bazıları...
Milyarları cebe atarken, milyonlar aç kalıyor...
Ben daha ne yazayım, sizlere nasıl anlatayım bilmiyorum!

                                                                       *

Bu yüzden Atatürk milliyetçiliğine vurgu yapıyorum, daha güzel nasıl anlatılabilir?

Sağ-sol çatışırdı o zamanlar…
Dert şuydu:
“Bayrağı kim daha çok seviyor?..”
“Ülkeyi kim daha çok seviyor…”
“Cumhuriyeti kim daha çok seviyor…”
“Atatürk’ü kim daha çok seviyor…”

Türkiye’yi paylaşamazdık kısacası…
Kavga buydu…
İstiklal Marşı’nı söylerken bakardık; kimin boğazında damarlar patlayacak gibi ve kim marşlarımızı söylerken gözleri dolu dolu?..

Böyle midir milliyetçilik?…

Şu hale bak…
Atatürk’ü silene git yapış…
Türkiye’yi bölüp “Kürdistan”ı ilan edene yanaş…
Bir milletin göz bebeği ordusuna kumpas kurana katıl…
Şerefli çocuklarını zindanlarda çürütene sarıl…
Cumhuriyetimizi paspas gibi ezene güç ver…
Kışlalardan “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü silenlere… Milli bayramları, ulusal marşları yasaklayanlara dayanak ol…
Aman düşmesinler…

MHP’ye oy verenleri, ya da MHP içinde dizine vuranları tenzih ederim…
Ama böyle değildi milliyetçilik…

Laiklik karşıtı, ümmetçi, şeriatçı mıydı milliyetçi?…
İşte; Atatürk’ün kurduğu partinin “dinsiz” olduğu, MHP’nin geldiği yerin bir parti yöneticisinin dilinden dışa vurumudur…
Daha ne olsun?..
Bu mudur Milliyetçilik?..

Türkiye’nin altını üstünü çalanlar “dindar” parti…
13 senedir “Yetim hakkını çalmayın” diye yırtınanlar da “dinsiz”…
Öyle mi?..

Haliyle sen “dindar parti” ile koalisyon kuracaksın…
Belli…

Bizim için en büyük “milliyetçi” Atatürk’tür…
O “dinsiz” partiyi kuran yani…
Biz “Atatürk milliyetçiliğini” biliriz…
Tırnağı olamazsın…

Bekir Coşkun

                                                                        *

Ama tiyatro yaptınız be(!) korunmasını bilmeyen haliyle gebe kalır

Hem canım cennete, hem elim bilmem neremde olsun istiyorsunuz öyle mi?
Arkadaş...
Ya ben anlatmaktan aciz bir insanım, yazdıklarım tamamen anlaşılmaz...
Yada bazılarınız anlama özürlü!

Yok efendim...
İstanbul polisi, İtalyanlardan yazılım almışmış...
Tüm kişisel bilgilerinizi bilgisayarınızdan polis merkezine aktarabilirmişmiş...

Yüzlerce defa yazdım...
Affınıza sığınarak...
Çok yalın bir dil ile herkesin anlayabileceği dil ile tekrar anlatmaya çalışacağım...
Reşit insanlarız değil mi?
Hepimiz bir kadın ile erkeğin cinsel birlikteliğinden >>> doğabilecek <<< sonuçların farkındayız öyle değil mi?

Cinsel bir birlikteliğin...
Uzun vadeli "sonuçlarına" katlanmamak için değişik yöntemler var...
Prezervatif mesela...
Şevkin - ihtirasın "bir anlık" dalgınlığına veya imalat hatasına kurban olmayan için etkili bir önlem. Yani hayat dediğin yüzde yüz garantili değildir, ufakta olsa her şeyde olduğu gibi bu "işte de" ufak bir riziko var!
O halde...
Sen gereken önlemleri aldığın taktirde neden korkuyorsun?
Bir tarafları yiyorsa...
Sıkıyorsa benim ağımda veya denetimimde bulunan bilgisayarlara...
Bir şey yapsınlar da göreyim!

Bilişim...
Ama özellikle güvenlik konularında esas olan gören göz ve gizliliktir...
Üç kişinin bildiği bir şey, ikisini öldürdüğün taktirde güvendedir!

Kaspersky...
Bu yazılımın 100 kadar türevlerini buldu...
Yani bu İtalyan şirketinin ipliği pazara çıktı...
Sen korkuyorsan...
Ya yaptığını yapmayacaksın yada önlemini alacaksın!

Not: Gizlilik "abidesi" stuxnet Iranda uzun süre keşf edilmeden işlevini görmüştü

                                                                      ***

10.07.2015

Suratında şeytanlar bilmem ne yapıyor

Sabah, öğle, akşam...
Aç, şaşmaz mutlaka görürsün...
Dikkatle yüzüne bak...
Göreceksin...
Suratında şeytanlar bilmem ne yapıyor!

Birde derler ki...
Gözler ruhun aynasıdır, halt etmiş bunu diyen...
Suratına bak...
Ruhunu oku...
Suratında şeytanlar bilmem ne yapıyor!

                                                                      *

Lazım, lazım ama ne lazım?

Allah büyüklerimizi ama özellikle ana ve babalarımızı başımızdan eksik etmesin...
Son zamanlarda, her halde kendim de ihtiyarladığımdan olacak...
İster istemez büyüklerimle daha fazla haşır neşir oldum, olmak "zorunda" kaldım...
Gençlikte...
Evet, değişik nedenlerden dolayı karşı cins lazım...
Tabiat kanunu(!)...
Ama...
İnsan dediğine esas ihtiyarladığında hayat arkadaşı lazım...
Vefalı elini, son ana kadar bırakmayacak sıcacık bir el...
Bir nefes, burukta olsa bir tebessüm!

Erkeğin sona kalması kötü...
Hem de çok kötü...
Kendimden biliyorum ve özellikle yaş geçtikçe...
Yalnızlık zor...
Türkiye'ye zorunlu yalnız gidip geliyorum, rezilim çıkıyor!

Yalnızlık Allaha mahsus derler...
Sevdiğinin, yoldaşının ömrü vefa etmedi...
Yaşlılık zor, yalnızlık dayanılmaz...
Yalnız kaldın...
Allah kapılara baktırmasın...
Allah cümlemize hayırlı evlatlar versin...
Bizleri yıkayıp - paklayacak, doyuracak, koruyacak ve ilgilenecek...
Sevgi, şefkat ve saygıyla bakacak evlatlar nasip etsin!

                                                                       *

Dağdan geldi, hakkıyla bağdakini kovuyor

Hayat görmesini bilene çok şey öğretir...
Hep hayatın olumsuz yöneylerini yazıyorum iktibası bırakmamak için bu satırları "kaleme" alıyorum!

Bazılarımız görse...
Konuşmasına, Türkçesine bakarak...
Salt aşağılamak için "ne olacak Kürt karısı" der işin içinden sıyrılmaya çalışır...
Bende diyorum ki...
Sen o Kürt karısına kurban ol!

Hiç bir zaman saklamadım...
Hep söylerim, yaşadığım müddetçe de söylemeye devam edeceğim...
Din, dil, ırk veya hangi millete mensup olduğunun benim için hiç bir önemi yok...
Benim dikkat ettiğim tek şey insan evladı mısın, değil misin(!)

Elinden bal akıyor...
Yemin ediyorum...
On binlerce dolar para kazanan aşçının elinden bu lezzeti yakalayamazsınız...
Böreği, çöreği, dolması, köftesi yok böyle bir şey...
Bir ordu erkeğin içine sal...
Gözün ardında kalmaz...
Her kadın kocasının adını taşıyamaz!

Cahilmiş...
Sen onun içindeki cevhere bak...
Öğrenme azmini gör, ondan sonra konuş...
Kılık kıyafeti yerinde değilmiş...
Gerçekten bu o kadar önemli mi?

Gerçekten önemli olan...
İnsan evladı mısın, değil misin sen ona bak!

                                                                     ***

11.07.2015

Sevgi fedakârlık ister

Sanki ısmarlamışım...
Ama yemin ediyorum yazdıklarım "gerçek"...
En azından Alman televizyonunun yalancısıyım...
Dün televizyonda bir haber dikkatimi çekti...
Olay Almanya'nın kuzey denizine yakın bir kasabada geçiyor...
Kız babası nesillerdir balıkçı...
Bu mesleği sürdürecek erkek evladı yok!

Genç kadın evlenmek istediği adamı ailesiyle tanıştırmak için eve getirir...
Baba bakıyor bunlar ciddi ciddi evlenmeyi düşünüyor...
Damat adayına diyor ki:

"Kızımı sana veririm ama işini bırakıp benimle birlikte balıkçı olursan! Yok, olmam dersen başka damat adayı beklerim."

Genç çaresiz kabul ediyor...
Ve yıllardır kayınbabasıyla kuzey denizlerine açılıyor!

İnsanlığı...
Sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, gerekli hallerde fedakârlığı öldürmeyelim!

                                                                     ***

12.07.2015

Pedagoji ve psikoloji üzerine

Her meslekte olduğu gibi pedagojide her babayiğidin harcı değildir...
Okuyabilirsin, öğrenebilirsin ama icraatta gelince apışıp kalman an meselesi olabilir!

Bilişimle pedagojinin ne ilgisi var diye sorabilirsiniz...
Vallahi bu mesleğe adımımı attığımda...
Hobim ile insanlardan uzak beni ve ailemi geçindirecek bir kazanç alanı arıyordum...
Bilgisayarlar, sonradan dahil olan robotlar ilgi alanımın merkezindeydi...
Akıl edemediğim bu makinaların insanlar tarafından kullanıldığı...
"Zorunlu" olarak pedagoji ve psikoloji ile de ilgilenmem zaruri oldu!

Konuşmasını Allah rızası için bile olsa sevmem...
Dün kardeşim soruyor "Ağabey sen küçükken konuştuğun zaman sana bir şey mi yatılarda konuşmuyorsun?"
Yooo, vallahi billahi bir şey yapmadılar, sevmiyorum o kadar :)
Okuma, yazma o başka...
365 gün 24 saat!

Her ana - baba aynı zamanda da birer pedagogdurlar...
İyi veya kötü birer pedagog olduklarını ise yıllar sonra anlıyorlar...
Pedagojinin olmazsa olmazı psikolojidir...
Diplomalı eğitmen değilim ama bana bir şeyler öğrenmeye gelenin de...
Gerekirse kafasına vura vura...
Bazen ise şakayla karışık bilgileri beynine yerleştiririm...
Ve ister inanın ister inanmayın...
Küçük, büyük...
Öğrencilerim, sertliğimden bazen şikâyetçi olsalar bile genelde memnunlar!

Oğlumu hiç sınıfta kalmadan bu günlere getirebildim...
Bu benim başarım mı?
Hayır...
Öncelikle kendisinin sonra onu emanet ettiğim pedagogların sayesinde bu günlere geldik. Ben, sadece yönlendirdim ve denetledim!

İyi bir pedagog karşısındakinin "ruhunu okur", ona nasıl yaklaşması gerektiğini kısa zamanda çözer!

Anneler, babalar...
Çocuklarımız bazen bizim yetersiz kaldığımız alanlarda iyi eğitim almış, mesleğinde başarılı pedagoglara ihtiyacı vardır. Gerekirse kendimizden özveride bulunarak çocuklarımıza bu imkânı tanımalıyız!

                                                                     ***

12.07.2015

Nankör kedi

Bu yazım tüm ağabey ve ablalara atfedilmiştir...
Bilirsiniz bu dünyada nankör kediler ikiye ayrılır...
İki bacaklı ve dört bacaklısı vardır...
Ben önce dört bacaklıdan başlamak istiyorum!

Kardeşim daha doğrusu dayday hayvanları çok sever...
Bundan bir süre önce evlerine kedi geldi, kedinin gelmesiyle muhabbet kuşlarının evden çıkması bir oldu...
Tabi hayvanları sokağa atacak halleri yok...
Çaresini benim başıma atmakta buldular...
Yemesi - içmesi, pisliği bir tarafa tüyüyle uğraş dur...
Hayatımda en nefret ettiğim şey kıl ve tüydür...
Dayday hatırına katlandık!

Lafı uzatmayalım...
Hürrem, kedilerinin adı. Dadayla arası yok...
Dada hayvana çeşitli eziyetler ediyor o da fırsat buldukça tırmıklıyor...
Yani al gülüm ver gülüm meselesi...
Beni ilgilendirmiyordu!

Ta ki...
Kardeşim, yeğenlerim ve kocası hayırlı bir nedenden dolayı "babasının evine" gelene kadar. Bu babasının evi meselesine ayriyeten değineceğim.

Arkadaş...
Kardeşim ve ailesinin başımın üstünde yeri var...
Ama Hürrem neyin nesi oluyor?

Çaresiz buna da eyvallah çektim...
Hayvan deyip geçmeyin, hem vallahi hem billahi bu canlılarında ortamı, keyfi, alıştıkları bir düzeni var!

Kedi ilk günleri allak bulak oldu...
Ev aslında geniş, herkese yer var, kaldı ki oğlan üniversiteye gideli odası boş...
Kedinin karargâhını banyoya kurdular, kedi maması felaket koyuyor...
İlk günleri eve girmemle birlikte midem alt üst...
Ulan ben sizin kedinizin de, sizin de gelmişini geçmişini (...)
İnsan nelere alışıyor, bende kokuya alıştım...
Hayvan korka korka ortalıkta dolaşıyor, çevresini tanımaya çalışıyor...
Yeminle kediye acımaya başladım...
Hatta sevdim diyebilirim...
Yanlış anlaşılmasın hayvanları bende çok severim ama evin içinde değil!

***

Kendi evlerindeyken...
Değil bedenini kafasını bile sokak kapısından dışarıya çıkarmazdı...
Ali (kardeşimin kocası) hayvanı bir gün bahçelerine çıkarmışta kedi feryat - figan kendini eve atmış, dolapların arkasına saklanmış!

Yani korkak bir ev kedisi...
Kardeşiminim de dediği gibi benim evime giren acil psikolojik tedaviye ihtiyaç duyuyormuş. Ne olduysa Hürrem'de evime geldikten sonra oldu...
Kabak çiçeği gibi açıldı.
Eve sokabilene aşk olsun!

Ne hikmetse karnı acıktığında eşimin ayakları etrafında dolaşır...
Mirnav, mırnav...
Hadi dadayı tırmalıyor anladık, işi düşmedi mi bir tırmıkta benim hatuna...
Neyse günler böyle geçmeye başladı...
Bir sabah balkon kapısını açtım yerde bir tarla faresi ölüsü...
Bilmem bilir misiniz?
Kediler "sevdiğine" hediye getirir..

***

Sağlık nedenlerinden ve hava alamadığım için bendeniz oturma odasına taşındım. Ameliyattan önce neredeyse boğulama nöbetleri geçiriyordum diyebilirim (Aort nefes borusuna baskı yapıyor, Aort çapı 8,2 cm normali 2 cm civarı), ameliyat sonrası biraz düzeldi ama hala küçük odalarda kalamıyorum. Psikolojik bir nedenden dolayı değil kışın ortasında bile kan - ter içinde kalıyorum (Klaustrophobie değil yani). Oturma odasında eksi 10 - 15 derecede oturuyorum. Sıcak neredeyse bayıltacak, aşırı soğu bile sıcaktan daha iyi kaldırıyorum. Anlayacağınız benimki yaşamak değil aslında canlı bir cesedimde durumu idare ediyorum işte! Yatak odasında neden kalmadığımı ve gelecek hediyenin neden bana getirilmiş olamayacağını anlattıktan sonra devam edelim.

"Bizim" Hürrem işi azıtmaya başladı...
Tüy - müy ne bulursa evin içine getirmeye başladı...
İçimden din - iman gidiyorum ama bozuntuya vermiyorum...
Ta ki bir gece...
Başka bir tarla faresini yatak odasına, yatağın üzerine bırakana kadar...
Aklı sıra eşime hediye getirdi, iyi niyetine diyecek yok ama...
Annem o fareyi görseydi kestirmeden tımarhanelik olurdu, eşim keza...
Bende sigortalar attı...
Bu kedi yarın sabah bu evden çıkacak!

Bir görecektiniz, gerçekten görmeye değerdi :)
Hepsinin suratından düşen bin parça...
Hele Dayday öf de öf...
Ama emir demiri kesermiş derler!

***

Tadilat diyemeyeceğim...
Kardeşimin evi sanki bomba düşmüşte...
Evden arta kalanı toplamaya çalışıyormuşsun gibi...
Bahçeleri diz boyu ot, ev toz duman...
Ancak bir - iki oda toplandı!

Neyse...
Ben ertesi gün sabah evden çıktım, dün akşam söylediğimi unutmuş gibiydim...
Daha doğrusu kedinin evden gideceğine dair en ufak bir ümidim yoktu...
Akşam eve geldiğimde...
Kedi yok!
Herkes toplandı sofraya oturacağız kedi nerde diye sordum?
Kediyi kendi evlerine götürmüşler hem de sabahın köründe...
Herkes ama özellikle dayday üzgün...
Sofra toplanıyor herkes odasına çekilmek üzere aldı beni bir düşünce...
Ya kediye bir şey olursa...
Ya kedi korkarsa, arkadaş aklıma gelmeyen kalmadı...
Ertesi sabah doğru kardeşimin evine...
Tırım tırım Hürrem arıyorum...
Neyse bir köşeden çıktı, onu görünce derin bir ohhh çektim...
Ama hanımefendi bana hiç bir şekilde pas vermiyor...
Küsmüş...
Hem de ölesiye!

Ben çıkmak üzereyken kardeşim eve ders çalışmak üzere geldi...
Akşam bizde kedinin 1 saate yakın şikâyet ettiğini anlattı...
Allah bilir kendi dilinde neler, neler anlattı...
İnanmıyorsunuz değil mi?
Ev hayvanları gerçekten hem küsebiliyor hem de şikâyetlerini "dile" getirebiliyor...
Bak sen şu zilinin yaptığına...
Benim evimde, "benim sayemde" >>>benliğini<<< buldu...
Kovulunca da küstü...
Nankör kedi ne olacak!!!

Devam edecek

                                                                     ***

14.07.2015

Seni görmek bile ağlamak için başlı başına bir sebep

Yunanistan'a bakıyor seni düşünüyorum...
13 yılda yediler, bitirdiler, sömürdüler seni...
Yandaşa, yoldaşa, yabancıya pazarladılar...
Çaldılar, çırptılar...
Seni uzaktan görmek bile ağlamak için başlı başına bir sebep!

                                                                      *

Hırsız arsızca konuşuyor, nasılsa milletin kendi dilinden haberi yok

Herif hem kaçAK saray yaptırıyor hem içinde oturuyor...
Yetmedi Türkiye Cumhuriyeti...
"Yeni" cumhurbaşkanlığı makamını külliye aşağı, külliye yukarı diye adlandırıyor(!)

Peki...
Külliye ne demek?

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre:
Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane gibi çeşitli yapıların tümüne verilen ad.

Vikipedi söyle tarif ediyor (özet):
Külliye, cami ile birlikte hamam, medrese, mektep, imaret, türbe, kütüphane, aşevi, darüşşifa, kervansaray, çarşı, tekke, zaviye binalarından oluşan yapılar topluluğu. Külliye, İslam toplumunun vakıf hukuku sistemi ve hayrat kavramını geliştirmesiyle ortaya çıktı. Merkezindeki yapı camidir. Cami en az cuma namazlarındaki zorunlu toplanma yeri olması yanında bir forum ve ilim, tören ve müzakere merkeziydi. Külliye bu merkezi tamamlayan yapılardan oluşur. Osmanlı Dönemi külliyeler açısından en ünlü örneklere sahiptir. Külliye içinde ve dışında han, çarşı, fırın, değirmen, mum imalathanesi, boyahane, sal-hane, bayram ve pazar yerleri gibi ticaret amacıyla kurulmuş yapılardan elde edilen gelirler külliye giderlerine ayrılırdı. Sosyal hizmet olarak üretilen külliye kavramının temelinde halka parasız hizmet ilkesi vardır

                                                                      *

Ne şehittir ne gazi bok yoluna gitti Niyazi

Hepimizin, her an karşılaşabileceği bir durum...
Trafikte, yolda, kahvede, kafede...
İki kişi kavga ediyor...
Sen ayırmaya kalkıyorsun ve birisi sana bıçağı takıyor...
Az mı insan öldü bu yüzden...
Az mı eş, yavuklu, çocuk ve ana - baba, kardeş gözyaşı döktü bu yüzden...
Ne şehittir ne gazi bok yoluna gitti Niyazi!

Bilmem anlatabildim mi?

                                                                      *

Benim bunda suçum ne?

Dünyaya ilk olarak ben gelmişim...
Benim bunda suçum ne?

Yıllar sonra bana kardeş gelmiş...
Benim bunda suçum ne?

Bu kardeş kız olmuş...
Benim bunda suçum ne?

Yıllarca kız diye, ben ağabeyim diye işin yoksa koruyup kolla...
Benim bunda suçum ne?

Bekârlığımda...
Kız kardeş değil mi?
Bir Ağabey olarak insan kardeşinden okkalı bir Türk kahvesi isteyemez mi?
Yıllarca bana tükürüklü kahve içirmiş...
Benim bunda suçum ne?

Gençlik hevesi çekmişim altıma Porsche'yi...
Bir sabah kalktım, araba boydan boya çizilmiş...
Sonradan öğreniyorum...
Hanımefendiyi yollamamışım bir gece öncesi gideceği yere o da arabayı çizmiş...
Benim bunda suçum ne?

Evlendim...
Eşime hediye aldığım zaman...
Kaynanadır hadi kıskanmasın diye anneye de al...
Anneye alıp da görümceye almamak olur mu?
Benim bunda suçum ne?

Ben olmuşum 50...
O kırkına girecek...
Hala kendisiyle yetmedi çoluğu - çocuğu ile uğraşıyorum...
Benim bunda suçum ne?

Söyleyin a dostlar...
Yok mu bu ağabeyler için bir çıkış yolu?

Benim...
Tüm bunlarda suçum ne???

                                                                     ***

15.07.2015

### Dikkat ### Dikkat ### Dikkat ###

Koalisyon Hükümetleri, Koalisyon Protokolleri, Hükümet Programları ve Genel Kurul Görüşmeleri

Henüz okumaya fırsatım olmadı...
Ancak göz gezdirebildim...
Buna rağmen >>> çok değerli <<< bir çalışma olduğu belli!

Siyaset ciddi bir uğraştır...
Laf olsun diye, menfaat sağlamak için, dostlar alışverişte görsün diye yapılmaz...
Hele yarım yamalak bilgilerle kahve köşelerinde "tartışılsın" diye icat edilmemiştir!

Birinci cilt 986 sayfa
http://www.gurbuz.net/Turk/Koalisyon%20Hukumetleri%20I.pdf

İkinci cilt 1050 sayfa
http://www.gurbuz.net/Turk/Koalisyon%20Hukumetleri%20II.pdf

Üçüncü cilt 832 sayfa
http://www.gurbuz.net/Turk/Koalisyon%20Hukumetleri%20III.pdf

                                                                      *

Külliye

Külliyenin ne anlama geldiğini geçen günlerde irdelemiştik...
Birlikte hatırlayalım...
Bir cami etrafında...
Yani >>> merkezinde <<< caminin olduğu "hizmet binalarının" tümüne verilen ad!

Bu zibidi neyi temsil etme iddiasındaydı?
Türkiye Cumhuriyetin, Cumhurbaşkanlığı makamını...
Laik bir devlete dini görüşlerin merkezde yer alamayacağı için, ya bu zibidi yanlış makamı temsil ettiği iddiasında, yada Türkiye Cumhuriyeti devleti resmen laiklik ilkesini devre dışı bıraktı. Ama laikliğin devre dışı kalması da söz konusu olamaz çünkü bu ilkeler manzumesinin en azından büyük bir bölümü hala yürürlükte. Yani Türkiye tam bir din devletine dönüşmedi, dönüştürülemedi(!)

O halde...
Bu hırsız, zibidi - zübük yanlış yerde, hala hayal peşinde!

                                                                      *

Medyanın sosyal sorumluluğu

Bir önceki yazımın nedeni CNN Türk kanalında yayınlanan bir haberdi...
Buna göre Zibidi - Zübüğün külliye kelimesini kullanmasını "olağan" karşılasak da...
İster yazılı, ister görsel basın sosyal sorumluluğu ve Türkçemizi >>> doğru <<< kullanmak namına son derece hassas olması gerektiği de açıktır!

Onun düştüğü hatanın aynısına düşmek yakışık almaz!

Tüm medyayı, buna webmasterlar da dahil olmak üzere bu konuda gereken özeni göstermeye davet ediyorum.

                                                                     ***

Ziraat politikası ve sanayileşme

Güncel Türkçemizde tarım sektöründen söz edilmektedir...
Ancak bana göre sektör kelimesi bu bağlamda yanlış kullanılmaktadır çünkü bu faaliyet alanı çoktan sektör olmaktan çıkarak "dev" bir sanayiye dönüşmüştür.

Çiftçi...
Artık el emeği - alın teri ile ürettiğinden geçinememektedir...
Çiftçinin yerini ağır sanayide olduğu gibi bazı büyük, çok büyük kuruluşlar almıştır...
Yegane hedefleri...
Asgari maliyette ile maksimum kazanç sağlamaktır...
Ürün kalitesinin önemi yoktur...
Aynı durum hayvancılık içinde geçerlidir!

Bu yüzden biyolojik tarım, biyolojik hayvancılık yine gündeme gelmiştir...
Ancak samanı, gübreyi ve hatta hepsinden önemlisi tohumu bile ithal edecek duruma düşen Türkiye için bunları konuşmanın, yazmanında pek bir anlamı yoktur!

AKP sağ olsun...
Padişahım kaçAK sarayında çok yaşa(!)

                                                                     ***

16.07.2015

Paspaye

Recep Tayyip Erdoğan malumunuz daha İstanbul belediye başkanlığı döneminde AB(D) ile çok sıkı fıkı bir ilişki içeresindeydi...
Yetmedi değişik ve birbirinden değerli araştırmacı yazar sayesinde biliyoruz ki bu ilişkilerde yabancı istihbarat örgütleri de büyük rol oynuyordu...
Gel zaman git zaman...
Türk siyaset sahnesine Kemal Kılıçdaroğlu diye Recep Tayyip Erdoğan'dan daha az alçak olmayan bir varlık türedi...
Ve bu varlık Türkiye Cumhuriyetinin kurucu partisinin başına getirildi...
Hangi şartlar altında bu makamı işgal ettiği sanırım hala hafızalardadır!

2015 yılı seçimler öncesi değişik ama birbirinden kıymetli internet sitelerinde olası bir AKP - HDP koalisyonuna dikkat çekiliyordu. Bu haberlerin, bilinçli yalan haber olarak yayınlanıp yayınlanmadığını zaman gösterecektir.

Zaten benim de niyetim bu konu üzerinde durmak değil...
Daha çok olası...
Ve AKP - HDP koalisyonundan çok daha tehlikeli muhtemel bir senaryoya dikkatinizi çekmektir!

Recep Tayyip Erdoğan kadar olmasa da Kemal Kılıçdaroğlu da insanlarımızın bir kısmının gözünü boyamayı, daha doğrusu perdelemeyi başardı. Bunu nereden mi biliyoruz? Başta sosyal medya olmak üzere değişik internet sitelerindeki yorumlardan, dost sohbetlerinden, çevremizden(!)
Peki bu "kalın" ışık sızdırmaz perdelere ne gerek var?
Var...
Çünkü...
Hesap açık, hesap henüz kapatılmadı...
Hatırlarsanız birileri göğsünü gere gere Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım diye gerim gerim geriniyordu. Büyük Kürdistan, Diyarbakır'ı Ortadoğu'nun yıldızı yapma, Büyük Kürdistan'a Akdeniz'de sahil en azından ama liman hayalleri henüz masadan kalkmış değil!

Öyle veya böyle...
Bu plan hayata geçirilecek, geçirilebilirse...
Göstermelik, dostlar alışverişte görsün misali IŞID ile "mücadele"...
Ki, Irakta Saddam Hüseyin'i, Libya'da Kaddafi'yi hatırlatırım...
İsteseler, menfaatleri gerektirse diğerlerinde olduğu gibi IŞID'i çıktıkları yere geri sokamazlar mı sanıyorsunuz veya bugünden çok daha etkisiz hale getiremezler mi? Birden bire, onca zamandan sonra Iran ile anlaşmaya varılması...
Tüm bunlar tesadüf mü sanıyorsunuz?

Şu bir gerçek ki büyük bir ihtimale birileri Recep Tayyip Erdoğan denen soysuzdan ve AKP'sinden umduğunu bulamadı. Olduğundan çok daha kudretli sandı...
Ve...
Kemal Kılıçdaroğlu ile Erdoğan'ın sırtını kollamayı planladı...
Devlet Bahçeli zaten bana dokunmayan yılan bin yaşasın, dönen tekerleğime kimse çomak sokmasın hesaplarındayken Erdoğan karşısında etkili ve tepkili olamazdı!

İyi polis, kötü polis misali...
Birinin yolsuzlukları diğerinin "namus abidesi" ilan edilmesiyle etkisizleştirilmeye çalışılması çocuk kandırmacasından başka ne olabilir?

Hala...
On üç sene sonra bile bu paspaye siyaset anlayışıyla başarılı olabileceklerini sanıyorlar ya herhalde Türk milletini olduğundan çok daha salak zannediyorlar.
Ancak...
Gözlerimiz bir kartal kadar keskin...
Duyularımız hassasiyetlerinin doruk noktasında...
Göğsümüzün iman...
Yüreğimizin Atatürk milliyetçiliği ile dolu olduğunu unutuyorlar!

Gezi direnişinin başlaması...
Erdoğan saltanatının sonu oldu...
Millet geçte olsa uyanmaya başladı...
AKP söylemi yerle yeksan oldu...
Atatürk gençliği, Atatürk milliyetçiliği...
Türk milletinin Atasına bağlılığı bir yere kadar oyunu bozdu(!)

Muhtemeldir ki...
Bilmem ne karısı gibi gerisini bir o yana bir bu yana sallayan siyaset anlayışıyla milliyetçiliği, Türklüğü bir ret eden, bir sarıp sarmalayan...
Bu siyasetiyle oy kaybına sebep oldu. Dolayısıyla bir AKP - HDP koalisyonu dikenli bir yola dönüştü. Buna rağmen hedef asla gözden kaçırılmadı...
Ve bu hedefe en azından bugünün siyasi koşullarında ulaşmanın en uygun yolu...
Bu Cumhuriyeti kuran...
Bu Cumhuriyetin yılmaz savunucusundan faydalanmak olduğu kanaatine varıldı.

Hala anlamadıkları...
Anlayamadıkları...
Bu millet geç uyanır, aklı ya kaçarken ya s.çarken gelir...
Ama bir ayağa kalıtımı da önünde kimse duramaz...
İster Çanakkale olsun ister Gezi olsun bunun açıkça kanıtıdır...
Hevesiniz kursağınızda kalacak!

                                                                     ***

17.07.2015

Katolik misin?

Doktor akli sağlığını kontrol etmek için uzunca bir sohbet başlatıyor...
Taa ikinci dünya savaşı anılarından başlayarak güncel konulara varana kadar geniş bir yelpaze içeresinde bu sohbet gerçekleşiyor. Konu dine geliyor...
Doktor soruyor:
"Katolik misin?"
Yaşlı kadın cevap veriyor:
"Hristiyan'ım!"
Doktorun yüzünde bir tebessüm ile "doğru cevap" diyor!

Yüzümde soran, sorgulayan bir ifade görmüş olmalı ki...
Doktor bana da gülümsüyor...
O an kafama dank ediyor!

Bizleri ayrıştırmaya çalışan...
Yok sen Alevisin, yok sen sünnisin, yok sen şusun busun diyenin...
Anadolu hoşgörüsünü mezhep mezhep ayrıştırmaya çalışanın aksine...
Cümlenizin bayramını kutlar, esenlikler dilerim.

Önder

                                                                      *

Almanya'da bayram

Tabii sırf Almanya'ya özgü değil...
Yurtdışı gurbetçilerinin hepsi...
Hepimiz...
Bayramları böyle geçiririz...
Buruk ve özlem içeresinde...
Buna rağmen öncelikle ailelerimiz yani çoluk çocuğumuzla...
Bazen eş ve dostla...
Buruk ve özlem içeresinde!

                                                                     ***

18.07.2015

Yurtdışında yaşayan Türk gençlerine yönelik

Demin bir Türk genci geldi...
Türkçesi berbat, ...yom aşağı ...yom yukarı!

Dilinizi doğru dürüst telaffuz (söyleyiş) etmek istiyorsanız...
Çok basit bir kural var...
Yutma...
Türkçede hangi kelimeyi söylersen söyle...
İlk ve son harfi vurguladın mı telaffuzun düzgün olur!

Telaffuz

Konuşma dilinde kelimelerin söyleniş biçimine telaffuz denir'. Etkileyici bir konuşmada konunun içeriği kadar telaffuzu da önemlidir. Güzel bir konuşmada vurgu ve tonlamanın doğru yapılması kadar' kelimelerin doğru telaffuzu da önemlidir'.

Söyleyiş güzelliğini sağlamanın en önemli yollarından biri Türkçenin ses dizgesini çok iyi bilmektir'. Türkçe konuşma açısından büyük kolaylıklar' sağlayan özelliklere sahiptir. Bu özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:

- Türkçe genellikle yazıldığı gibi konuşulur, konuşulduğu gibi yazılır.
- Türkçe ses yönünden zengindir'.
- Türkçenin sesleri gırtlaksı, burunsu olmadığı için hırıltılı bir' nitelik taşımaz.
- Türkçedeki ünlü ve ünsüzler rahat çıkışlı seslerdir.
- Büyük ve küçük ünlü uyumları telaffuzu büyük ölçüde kolaylaştırır.

Telaffuz özelliklerinden biri de vurgu ve tonlamadır. Konuşma ve okumayı canlandırmak için vurgu ve tonlamaya dikkat edilmelidir. Vurgulamanın anlamı belirlemede önemli bir işlevi vardır. Bir kelimenin anlam değişmelerini belirtmede vurgudan yararlanılır. Gerektiği yerde vurgu ve tonlama yapılmazsa ya da yanlış, eksik yapılırsa sözün duygu değeri kaybolur. Ayrıca sesin, telaffuzun, söyleyişteki müziğin ortaya çıkması gerçekleşmez.

Hiçbir alfabe bütün sesleri göstermeye yetmez. İnsan gırtlağından onlarca farklı ses çıkabilir ancak herhangi bir dile ait bir alfabe bütün sesleri karşılayamaz. Örneğin Türkçede kullanılan üç çeşit "e" sesi vardır. Bunlardan bir tanesinin alfabede karşılığı vardır. Telaffuzun doğru ve güzel olabilmesi için bazı seslerin kullanıldıkları sözcüklere göre değişebileceği de unutulmamalıdır.

"Beş, ermiş" sözcüklerinde "e" sesi "i" sesine yakın kapalı ve dardır. Telaffuz edilirken dudaklar' ve çene açısı "i"de olduğundan biraz açıktır'.

"Şehit, elek" sözcüklerinde daha açık bir sestir'.

"Erken, evde" sözcüklerinde "e", "a"ya yaklaşan en açık "e"dir.

Duraklama

Ses çıkarmak için soluk almaya ihtiyacımız vardır. Konuşurken hava ihtiyacını elde etmek için az veya çok duraklamaya ihtiyaç vardır. Söz söylemenin doğallığı çerçevesinde soluk alma ve duraklama gerekir. Soluksuz ve duraklamasız bir konuşma monotonluk kadar anlaşabilme eksikliği doğurur.

Okunan metinlerde durak yerleri çeşitli noktalama işaretleriyle gösterilir. Bazı metinlerde noktalama işaretleri yeterli olmaz. Bunun için okuma sırasında konunun akışına göre duraklar oluşturmak zorundayız.

Konuşur ve okurken durak yerlerine yeterince önem vermez sık sık kısa duraklamalar yapmazsak, bol ve derin soluk alma ihtiyacı duyarız. Bu da gürültülü soluk almamıza neden olur. Gürültülü soluk alma bir kusurdur. Bunu önüne gerekli yerlerde yapılan duraklarla geçilir.

Vurgu

Konuşurken veya okurken, bazı hecelerin veya sözcük gruplarının diğerlerinden daha baskılı, şiddetli ve yüksek sesle söylenmesine vurgu adı verilir.

- Söze duygu değeri katar.
- Dinleyicinin dikkatini uyandırmak anlamın kavlanmasını kolaylaştırır.
- Sesi, söyleyişi, sözdeki ezgiyi canlandırır.

Vurgular çeşitlidir; başlıcaları şunlardır:

- Cümle vurgusu
- Sözcük vurgusu

Cümlede anlamca en önemli sözcük, vurgu ile belirtilir. Cümlede vurgunun kaynağı yüklemdir. Bu yüzden yükleme en yakın sözcük vurguludur. Konuşmada ise istediğimiz öğeyi vurgulamak kolaydır. Ancak yazarken vurgulanması gereken sözcükleri yüklemin yanma yazmalıyız. Çünkü yazıda, yüklemden uzak bir kelimeyi vurgulu okutacak hiçbir belirti ve kural yoktur. Sadece uzun cümlelerde özne yüklemden uzak ise vurgulanır çünkü fiilden sonraki en önemli unsur öznedir.

Dayıma o kitabı ben verdim.
"Ben" sözcüğü cümlenin vurgusudur.

İlk yağmur damlası dün düştü bu çorak topraklara.
"Dün" sözcüğü cümlenin vurgusudur.

Yürüyorum gurbeti gönlümde duya duya.
Yüklem başta olursa cümlenin vurgusu kendisi olur.

Koca Ali, bu kararı duyunca ömründe ilk defa olarak sarsıldı.
"Koca Ali" cümlenin vurgusudur.

Sözcük Vurgusu

Türkçede kural olarak vurgu genellikle sözcüğün son hecesindedir. İstisnalar hariç, sözcüğe ekler getirildikçe vurgu son heceye doğru kayar.

Çiçek, çiçekçi
Bu örnekte çiçek sözcüğünün vurgusu son hecesindeyken ek alınca vurgu eke kaymıştır.

Bazen vurgu sondan önceki hecelerden birinde olur. Bu tür istisna durumlar şunlardır:
Yer adlarında vurgu ilk hecededir. Ankara, Samsun, İzmir...

Sonu -ya ile biten yer adlarında vurgu sondan bir' önceki hecededir. Sakarya, Sibirya...

Zarf ve bağlaçlarda vurgu ilk hecede olur. Önce, yalnız, ayrıca...

Ön sesle pekiştirilmiş sözcüklerde vurgu baştadır. Sımsıkı, koskoca...

Dilimizdeki Arapça ve Farsça kökenli bazı sözcüklerde uzun heceler vardır. Bu sözcüklerde vurgu uzatılan hece üzerindedir. Katil, mukabil, zekî...

Türkçede bazı ekler vurgusuzdur ve vurguyu önlerindeki heceye atarlar. Bekleme, insanca, konuşmadan...

Alıntı

http://www.diledebiyat.net/dil-ve-anlatim-dersi/9-sinif-dil-ve-anlatim-dersi-konu-anlatimlari-ve-etkinlik-ornekleri/9-sinif-dil-ve-anlatim-dersi-telaffuz-konusu

                                                                     ***

19.07.2015

Doğan zaruretten dolayı

Evet, cehalet "tüm" kötülüklerin anası olabilir...
Ama iyi eğitim almış olmak ille kötülüklere karşı bir zırh olabilir mi?
Veya iyi eğitim almış olmak her derde devamıdır?
Okul veya öğretmen dediğin, insana >>> her şeyi <<< öğretebilir mi?
Bu mümkün mü?

Atalarımız bile ne demiş?
İnsan dediğin...
İyi olur Allahtan kötü olur kuldan bilirmiş!

Hayat...
Ve şüphesiz Allah'ın her bireye özel yazgısı...
Yani alın yazısı, kader dediğimiz...
Değil midir bizi kaba hatlarıyla yönlendiren...
Ve yine insan değil midir zekâsıyla, acısıyla - tatlısıyla yaşam tecrübesinden faydalanarak çizilen o kaba hatta, inceden, yön veren?
O halde...
Yaşam en iyi eğitmen, öğretmen ve birinci sınıf okul!

Yeter ki sen zekanla, tüm duyularınla hayata dahil ol!

                                                                      *

Evrensel bir kural

Değişmez!!!
Evrenseldir, nereye giderseniz gidin...
İster geçmişte olsun, ister gelecekte...
Bizzat yaşayarak şahit olduğumuz gibi şimdiki zamanda...
Evrensel bir kuraldır değişmez!

Okumuş insan...
Tahsili ile toplumun içeresinde bir yabancı gibidir, sırıtır(!)
Ve zor zamanlarda mesela savaş zamanlarında...
Soyut veya somut devrim başka bir deyişle ihtilal günlerinde...
İlk hedeftir, ya tutuklanır yada öldürülür...
Çünkü okumuş insan ışıktır, çevresini aydınlatır...
Ve bu ışık bir kez saçılmaya başlarsa kolay kolay karalatılamaz...
Bu yüzden, vakit henüz varken...
Söndürülmesi gerekir(!)

                                                                     ***

20.07.2015

Ey gidi Makedon ey

Pers ordusu karşısında askerler irkilir...
Pers ordusu sayıca üstündür...
Büyük Makedon vaziyetin vahameti karşısında...
Askerlerini cesaretlendirmek için der ki:
"Sizlerin gördüğünüzü bende görüyorum...
Ama onları yeneceğimizden en ufak bir şüphem yok!
Çünkü...
Hiçbiriniz vaziyeti benim gözlerimle görmüyor, göremiyor"
Ve Büyük Makedon'un ordusu sayıca üstün olan Pers ordusunu gerçekten yener!

Bazen insanlar bir durum karşısında ümitsizliğe kapılırlar...
Dünya başlarına yıkılır sanki çözüm yok gibidir...
Ama bu bakış açısına bağlıdır...
En ümitsiz anlarda bile hep bir çıkış yolu vardır...
Yeter ki çıkış yolunu görmesini bil
Lider dediğin...
Aşikâr olan karşısında bile...
Çözüm yolunu bulan insandır!

                                                                      *

Minare yıkılmış ama mihrabı yerinde

Zamanında...
Yani gençliğinde güzel, kimi zaman şehvetli...
Yaşının ilerlemesine rağmen hala güzelliğini korumayı başarmış kadınlar için kullanılan bir ifadedir. Ancak ben bu ifadeyi İnternette çok sözü edilen, bazen, kimse kusura bakmasın, abartılı bulduğum "faşizan bir milliyetçiliğe varan" bir durumu tanımlama için kullanacağım.

Haliyle akla gelen soru güzel bir kadın ile milliyetçiliğin ne alakası olduğu...
Sabır efendim, sabır...
Öncellikle milliyetçiliğin dayandığı kaidelere bakmamız gerek...
Bir milleti diğer milletlerden "ayıran" en belirgin özellik öncelikle kullandığı dildir!
Sonra...
Kullandığı dil vasıtasıyla nesneleri karışıklıklara, yanlış anlamalara sebebiyet vermeyecek şekilde düzgün bir şekilde tarif ederek üreteceği eserlerdir. Bu eserlerin başında mimari gelir, sanat dediğimiz ve en geniş anlamıyla burada kullanılmak suretiyle devam eden…
Edebiyat ile doruk noktasına varan tüm eserlerin manzumesidir!

Bu manzumenin tümüne bir topluluğun kurduğu medeniyet denir(!)

Açıkça görülebileceği gibi dil tüm bu çabaların başında yer alır çünkü medeniyetin temelidir. Süreklilik arz edebilmesi için dile, yazı gerekir. Bir dilin fonetiğini en “düzgün” şekilde gelecek nesillerde aktarabilmek için işaretler gereklidir. Medeniyette, ticarette, harekette, berekette “düzgün” bir dil ve yazısıyla başlar. Devamını ise dile ve yazıya getirilen kurallar belirler! Neyse lafı fazla uzatmaya gerek yok…
Biz yine güzel kadınlara, milliyetçiliğe ve medeniyete dönelim. Haliyle uzun bir zaman biriminde gelişen medeniyet yine o topluluğun insancıl yanlarıyla da kaynaşmaya başlar. Biz bunlara örf ve adet, gelenek ve görenekler* deriz. Ve insan alışkanlıklarının esiridir. Hani derler ya “kuş yuvada gördüğünü yapar” diye işte o mesele. Bu konuda önemli olan insanın aşırıya kaçmamasıdır. Çünkü insanlar gibi toplumlarda yani medeniyetlerde sürekli karşılıklı bir etkileşim içeresindedir. İnsan mensubu olduğu topluluktan guru duyabilir, bu olağandır, yeter ki aşırıya kaçarak diğer insanları, kurdukları medeniyetleri aşağılamaya başlamasın.

Nasıl güzel bir kadın yıllar geçse de hala eski güzelliğinden bazı şeyleri muhafaza edebiliyor ve insanlar buna hayranlık duyabiliyorsa, medeniyetlerde eski ihtişamından bazı eserleri günümüze kadar taşıyabilmiştir. Ülkemiz bu konuda çok zengin olmasına rağmen, hep iddia ederim Türkiye dünyanın en büyük açık hava müzesidir diye, toplumumuz bu zenginliğin ve güzelliğin farkına varamamaktadır. Farkına varamadığı gibi büyük bir olasılıkla bu eski medeniyetlerden etkilendiğinin de bilincinde değillerdir. Nerelerden başlasam bilmiyorum ki Hititlerden, Sümerlerden, Hristiyan havarilerine kadar bizi biz eden o kadar çok “dış etkenler” var ki saymakla bitmez!
Dünya tarihine bu bakımdan imza atanlar arasında mutlaka Mısır, keza Romalılar veya Yunanlılar gelir. Neden? Çünkü medeniyetlerinin başlıca mimari veya sanatsal eserleri hala her açıdan hayranlık uyandırmaktadır. Yine edebiyat alanındaki başarılarını kim kanıksayabilir? Çağımıza geldiğimizde…
Mesela Rus edebiyatını sever misiniz?
Neden Rus yazarlar dünya klasikleri arasında yer alır?

Evet efendim…
Medeniyet bir toplumun kendi için veya insanlığa kazandırdığı değerler ile ölçülür. Yaklaşık yedi milyar insanın yarısı kadar kadındır. Her kadının kendine has güzelliği olsa da, güzeli, çok güzeli azdır. Bu açıdan bakıldığında gerçek medeniyetler güzel bir kadın kadar nadirdir ve zaman…
Bu güzelliğe dokunamamıştır!

Gelelim milliyetçiliğe...
Milliyetçilik tıpkı bir kadına karşı duyulan aşk gibidir...
Aşk fedakârlık ister...
Kimi zaman sevdiğin uğruna ölmeyi göze almaktır...
Kimi zaman mücadele...
Ve aşkın sürekliliği için gayret ister...
Hep almak değildir aşk dediğin, karşılıklı bir alış veriştir!

İşte böyle dostlar...
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar değildir(!) En azından bu söz her zaman geçerli değildir. Çünkü medeniyet yıkılmış olsa bile mihrabı yerinde kalır ve aradan yüzlerce, binlerce yıl bile geçse ihtişamından bir şey kaybetmez. Hele milliyetçilik hiç kolay değildir her şeyden önce özveri ister!

* Bu tanımlamaların “ince” ayrıntılarına ilgi duyanlar için güzel bir kaynak:
http://www.kadinlarkulubu.com/forum/index.php?threads/orf-adet-gelenek-gorenek-nedir.173529/

                                                                     ***

21.07.2015

Saldım çayıra, Mevla’m kayıra

Sizin bu konuda ne düşündüğünü bilemem…
Ramazan ayında 17 kadın katledildi…
Bayramda trafik kazasında ölenlerin sayısı 100…
Dün Suruç…
Tüm bu yaşananlarda AKP’nin sorumluluğu yadsınamaz…
Ancak…
Acaba diyorum, yok yani aklıma gelmiyor değil…
Toplum olarak, tüm bunlar ve daha birçok başka konu…
Yıllarca bastırılmış duyguların, düşüncelerin dışa vurumu olabilir mi?

Denetim ve kurallar neden vardır?
Kurallara uyulmaz, denetim görevi ciddiye alınmayarak…
Gerekli tedbirler zamanında alınmazsa ne olur?

                                                                      *

Bugün Sözcüde okudum

Fuat Avni yazmışmış...
Söyleyebileceğim tek cümle var:

Eğer bu millet, Recep Tayyip Erdoğan, ailesi ve yandaş - yoldaşından hesap sorarak bu herifleri darağacına göndermezse, yazıklar olsun bu topluma!

                                                                      *

KAOS

Geç verilen görevlendireme...
MHP daha doğrusu pabuçlarımın milliyetçisi Devlet Bahçeli...
Bombalar, eylemler...
IŞID ve PKK'nin "kudurması"...
Ve daha bilmediğimiz kim bilir neler neler...
Bunlar boşuna değil...
Yeter ki AKP ve Recep Tayyip Erdoğan iktidarda kalsın...
Vatan, millet ne kadar zarar görürse görsün...
Kim ölürse ölsün...
Yeter ki AKP ve Recep Tayyip Erdoğan iktidarda kalsın!

                                                                       *

Bilmem biliyor musunuz?

Rus tarihi ile ilgilendiniz mi bilmem...
Siyasi sistemler ile ilgileniyorsanız, kenarından köşesinden Rus tarihi hakkında bilgi edinmiş olmanızda gerekir(!) Kendini Avrupa'ya biraz da kaba kuvvetle kabul ettirmiş, Avrupa saraylarına kız vermiş, kız almış, böylelikle Avrupa monarşisi ile akrabalıklar kurmuş, halliyle zamanla aristokrat bir zümrede "kendiliğinden" oluşturmuş bir imparatorluk!

Bizzat değişik görgü şahitlerinden duyduğumu aktarıyorum, bunların arasından birini seçerek sizlerin taktirine sunuyorum:

"...Günlerce yürüdük, yol kenarları insan ölüleriyle doluydu, içinden geçtiğimiz köylerde taş üstünde taş kalmamıştı. Çocuklar nöbetçilerimizden ekmek dileniyordu. Yol boyunca bize katık vermediler. Sonunda esir kampına getirildik, yüksek dikenli teller içeresinde derme çatma baraklar vardı. Esir kampı etrafında balta girmemiş ormanlar, küçük bir köyün kenarına kurulmuştu. Bu köy diğerlerine nazaran daha az tahrip görmüştü. Buna rağmen insanlar belli ki açtı(!)
Subayları erlerden ayırdılar. Subaylar barakalara, bizler ise kuru toprak üzerinde yerleştirildik, Aramızda şanslı olanlar biraz saman üzerinde yatıyorlardı. Gardiyanlarımız günde bir kez bize biraz su ve bir lokma ekmek veriyorlardı. Ancak subaylara günde iki kez yemek getiriliyordu. Çok şaşırıyordum, köydeki çocuklara yemek vermiyorlardı ama >>> düşman <<< subaylarına günde iki kez yemek geliyordu..."

İnanması zor değil mi?
Bende inanamadığım için etraflıca araştırdım ve anlatılanların gerçek olduğu kanaatine vardım. Ve başladım düşünmeye...
Bir subayı, erden ayıran ne?
Eğitim!

Eğitimsiz insanın sürüsüne bereket...
İyi eğitim almış ve mesela subay olmuş insan sayısı ise az...
Ve bu insanlar o zamanlar genelde aristokrasi mensubu...
Bu insan düşman dahi olsa onun eğitimine gösterilen hürmet(!)
Kendi insanını aç bırakmak pahasına da olsa.

                                                                     ***

22.07.2015

Kalbe giden yol

“Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” derler. Bu genellemeye katılmamakla birlikte bir yere kadar gerçeklik payı olduğunu itiraf etmeliyim. Mesela ben…
Evet, lezzet dolu bir elin yanı sıra aradığım ve olmazsa olmaz olan bazı “ayrıntılara” daha dikkat ederim, fiziki güzellik gelip - geçicidir o başka. Ama konu ben değilim, yine de yukardaki ifadeyi doğrulayacak bir anımı sizlerle paylaşmak isterim. Bir gün bir iş arkadaşım sohbet esnasında bu cümleyi sarf etti “erkekler, açık buzdolabı kapısı karşında açlıktan ölebilirler”. Doğrudur, kadın yerden göğe kadar haklı. Çoğu zaman bir tarafımıza zor geldiği için, bazen ise bir yumurtayı tavaya kıramayacak kadar beceriksiz olduğumuz için söyledi her halde yukarıdaki cümle!

Ya kadınlar?
Kadının kalbine giden yol nereden geçer?

Kural hep aynıdır...
Ve bu kuralı dikkate alıp bu "işi" nasıl becerebileceğinizi de bilirseniz...
Gerisi “çocuk oyuncağı”!

Kadın yedisinde de, yetmişinde de kadındır…
Bu >>> asla <<< değişmez...
Ve lambaya püf dediğinizde…
Güzeli, çirkini yoktur…
Yani geceleri, bütün kediler karadır!

Kadının kalbine giden yol ki istisnalar kaideyi bozmaz…
Kadının ruhunu okşayabilmekten geçer!!!

Bütün bunları neden yazdım biliyor musunuz?
Sanki bir bardak su istiyormuşum gibi olacak ama…
Kadınlarımızı öldürmeyelim(!)

Onlar bize her zaman eş…
Kimi zaman sevgili, çoğu zaman ise yoldaş…
Kadınlar nadide bir çiçektir demeyeceğim…
En azından bazıları çok dikenli birer çalı…
Buna rağmen ömür denen uzun yol…
Vefakâr bir eş ve en azından eş kadar önemli yoldaşız çekilmiyor!

                                                                      *

Biz Türk'üz, Iranı da geçeriz...

Yıllar önce böyle başlık atmıştım bir yazıma...
Ve gerçekten, Iranı geçtik(!)
Mollalar gelsin bu iş nasıl yapılır AKP'den öğrensin!

Ve bugün tarihe tekrar bir not düşeceğim...
Zaman haklılığımı veya haksızlığımı gösterecektir...
Biz Türk'üz...
Öyle fazlaca sıkıntıya, baskıya hele zorlamaya gelemeyiz...
IŞID bizlerle çok fazla uğraşma...
Tepemizi attırırsan sizi ananızın bir tarafına geri sokarız!

                                                                     ***

24.07.2015

 

Ne uğruna

 

Yine başa döndük…

Aslında anaların gözyaşı hiç dinmemişti…

Onlar hep ağladı, ağlıyor!

 

Akdeniz’e Kürt koridoru…

Recep Tayyip Erdoğan denen şerefsizin ne pahasına olursa olsun iktidarda kalması…

Fırat ve Dicle nehirlerinin Türk denetiminden çıkarılarak güvence altına alınması!

 

Aslında anaların gözyaşı hiç dinmemişti…

Onlar hep ağladı, ağlıyor!

                                                                     ***

25.07.2015

Poggendorff illüzyonu

Poggendorff illüzyonu hakkında yazacak değilim, ilgilenen, merak eden okusun, öğrensin…
Algılama, özellikle ama AKP seçmenin bakar körlüğünün, çağrışım yoluyla “bilimsel” açıklaması olduğu için bu başlığı seçtim.

Konumuz aslında farklı…
Muhtemel bir AKP – CHP koalisyonu…
Daha önceleri de yazmıştım, koalisyonlar ve özellikle büyük koalisyonlar ille kötü değildir…
Gerçi koalisyon bittiğinde ortaklardan biri mutlak kaybeden olur ama…
Buna rağmen, her şeye rağmen…
Dünyada bunun birçok örneği vardır…
Ama neredeyse her şeyde olduğu gibi…
Söz konusu Türkiye olunca mutlaka bir cıvıtma olmak zorundadır…
Aslında olmak zorunda mıdır, yoksa bizlere özgü bir zorunluluk mudur onu da bilmiyorum!

Diğer ülkelerde siyasi görüş, ekonomi algısı, toplumu ulaştırmak istedikleri nokta açısından farklılık arz eden partiler bir mutabakat metni çerçevesinde ülkenin sorunlarına derman olmak için yola çıkarlar. Aslında bu bir noktaya kadar Türkiye içinde geçerlidir. En azından AKP öncesi böyle bir durum vardı(!)

Şimdilerde ise…
AKP – CHP koalisyonunun olmayacak duaya âmin demek gibi bir şeydir!
Nedenine gelince…
AKP açısından, siyasi duruşu itibarıyla CHP dışında her partiyle koalisyona girmesi mümkündür. Tercihen bu ortak MHP olabilir. Taban ve tavan görüş birliği içtersindedir. CHP’ye gelince…
Cumhuriyet Halk Partisi (dikkatinizi çekerim Y-CHP’den söz etmiyorum) varlığını, benliğini böyle bir koalisyona evet diyerek yitirmeyle karşı karşıya kalacaktır. Bunun başlıca sebebi ise Recep Tayyip Erdoğan denen şerefsiz hırsızın AKP üzerindeki “ağırlığıdır”. Bu tür bir koalisyon iki erkeğin veya iki kadının evliliğine, birlikte yaşama arzusuna benzetebiliriz. İkisi de, girdikleri “yatakta” aynı anda “erkek” olmak isteyecekleri için ister istemez kıyamet kopacaktır.

Mevcut siyasi oluşum içeresinde Cumhuriyet Halk Partisi ihtiyar bir kurt misali, sürünün diğer fertlerini yerine göre koruyup kollayacak, kimi zaman tüm kurtların önüne geçerek yol göstermek zorunda kalacaktır. Bunun başka çıkış yolu ve çaresi yoktur!

                                                                     ***

26.07.2015

Bir ülkenin sınırı cetvel ile çizilmez, kan ile çizilir!

                                                                     ***

27.07.2015

Ama bu Müslümanlık değil ki

"Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamı, hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur!"

Koyundan geçtim...
Milletin kuzucukları sokaklarda boğazlanıyor...
Kan gövdeyi götürüyor...
Onlar hala Sünni, Alevi bilmem ne ayrımı yapıyor!

                                                                     ***

28.07.2015

Ama bu milliyetçilik değil ki

Milliyetçi dediğin önce vatan ve millet diyen değil midir?
Göz göre göre vatan elden gidiyor..
Vatan alev alev yanıyorsa...
Ve başka çıkar yol yoksa, milliyetçi vatanı için şeytanla bile işbirliği yapmaz mı?
Yapmıyorsa eğer ya bu işte bir iş var...
Yada bu insan milliyetçi değil!

                                                                       *

Hitleri anlamak

Gerçi kendi tarihinden ders almayan...
Kendi tarihine değer vermeyenden bunu beklemek hayalperestlik olacak ama...
Türkiye'de yaşadığımız şu anki durum...
Bundan onlarca yıl önce Almanya'da yaşanan duruma tıpa tıp benziyor...
Almanlarında sanki nutku tutulmuş gelişmeleri izlemekle yetinmişlerdi...
Kimse, yok yalan...
Birkaç istisna dışında kimse tepki vermiyor salt izliyordu...
Almanya'yı başlarına yıktılar!!!

Bölündüler!!!

Hesap verme zamanı geldiğinde...
Herkes üç maymunu oynadı...
Kimse, yok yalan...
Birkaç istisna dışında kimse tepki vermiyor salt izliyordu...
Herkes üç maymunu oynadı!!!

                                                                       *

Ama bu Atatürkçülük değil ki

Asosyal değilim...
Ama sosyalde değilim...
Sosyal medya denen ortamda yazıyorsam...
Hatır içindir!

Tek nedeni gençler ve benimle görüş veya fikir birliği yapmasa da...
Çelişkiyi his eden, zihniyetin her söylediğinin doğru olmadığının farkındalığına varan insanlar içindir çünkü benim mecram gerçek sitemdir. Ama bu sayfalardan çok daha farklı insanlara ulaşabiliyorum ve bu zihniyet karşısında bu insanlarda en ufak bir şüphe uyandırabiliyorsam ne mutlu bana !

Bu yaşa gelene kadar...
İnsan denen varlığın bin bir şeklini gördüm...
Asosyal değilim ama “insandan”…
İğrendim...
Hayal kırıklığına uğradım...
Bu yüzden kendi kabuğuma çekildim...
Şairin dediği gibi:
Homo sum, humani nihil a me alienum puto
Ama...
İnsan olmanın ne demek olduğunu da öğrenmedim değil...
İnsan olmak hiç kolay değil...
Öyle insanlarla tanışma şerefine erdim ki...
Kendi insanlığımdan utandım!

Evet, kendime Atatürk milliyetçisi diyorum...
Öyle olduğuma inanıyorum...
Ve inşallah Atatürk gibi olağanüstü bir insanı bir nebzede olsa anlayabilmişimdir(!)

Ne diyor Atatürk ilkelerinde?
Halkçılık...
Halkçılık, siyasetin veya sorumluların halkın sorunlarına çözüm üretmesi değil midir?

Almanya'da yaşıyorum...
Bin bir çeşit insanla ve yine nedenini bilmemekle birlikte...
Yelpazenin en geniş anlamında...
Her türlü insan ile iletişim kurma fırsatı yakalıyorum...
Nazi'sinden, PKK'lısına, sosyal yardıma muhtaçtan - akıllara durgunluk verecek derecede zengin olanına kadar insanlarla tanışma ve konuşma fırsatı buluyorum ve tamda bu yüzden kendim ve insanlar arasına mesafe koyuyorum!

Türk bir ana ve babanın evladıyım...
Milletimle, kültürümle, tarihimle…
Dilim ile iftihar ediyorum...
Ama Türk olmam...
Milletimin, tarihimin, örf ve adetlerin, gelenek ve göreneklerin, dilimizin bazı yanlışlarını veya çağdışılığını tenkit etmeme engel değildir!

Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyemedikten sonra…
Nerede kaldı benim insanlığım?
Türk demek, ne demek?
Öncelikle saygı demek, mertlik demek…
Bak bir etrafına…
Saygıdan, mertlikten eser yok!

Gözlerimle gördüm…
İnsanın nasıl canavarlaşabileceğini…
O korkuyu yaşadım, kimi zaman geliyor ve o korkuyu yine, yine, yine yaşıyorum…
Ölüm korkusu…
Sevdiklerini yitirebilme korkusu çok farklı bir duygu…
Vatan toprağına ayak basmak, gönlerde al bayrağın salındığını görmek…
Denizin kokusunu ta ciğerlerinin en son köşesine kadar çekmek…
Yaşamak, yaşatmak!

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…

İşte Atatürkçülük budur!

                                                                       *

Ey hırsız duy beni

Hiç bir siyasi manevra senin darağacıyla tanışmanı engelleyemeyecek!!!

                                                                       *

Gaz

Sıvı bir maddenin ısı etkisiyle gaz haline gelmesine buharlaşma denir...
Gaz veya biz buna buhar diyelim...
Doğru kullanıldığında insanoğlunun çağ atlamasına sebep olmuştur!

Gaz son derece güçlüdür...
Gaza gelen iflah olmaz...
Yanar, yıkılır, kül olur!

Gaz doğru kullanıldığında ise refah getirir, ilerleme sağlar!
Bilmem anlatabildim mi?

                                                                       *

Sona eren NATO toplantısı ve Almanlar neden "iki yüzlük" yapıyor?

Öncelikle şu tespite bulunmakta fayda var...
Öyle gösterilmek istense de...
PKK tüm Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temsilcisi değildir...
NOKTA!

Nedenine gelince o da apaçık ortada...
Kürt kökenli vatandaşların bir kısmı PKK sempatizanı, PKK hedeflerini ve bu hedef uğruna yöntem ve ilkelerini benimsiyor ama...
PKK sempatizanından çok Türkiye Cumhuriyetinde komşularıyla iyi ilişkiler ve barış içeresinde yaşamak isteyen Kürt kökenli vatandaşımız var. Bu açıdan bakıldığında PKK ve sempatizanları azınlıkta kalıyor. Tamam mı? Tamam!

Gelelim "bizim" zibidilerin sergilediği uluslararası tiyatroya...
Ve Alamanlara...
Adamlar ne yapsın?
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık...
Kim ülkesindeki huzurun bozulmasını ister?
Bu bakımdan tüm NATO üyeleri gibi Almanlarda IŞID ile mücadelede Türkiye'yi desteklerken, konu PKK olunca başta Almanlar yan çiziyor. Çözüm sürecinin devamında ısrar ediyor!

                                                                     ***

29.07.2015

Muhataba bakarak şaşmamak lazım

Muhatap aldığın adama önce bir bakacaksın...
Belki demode olmuş eski kafalıyım...
Bunun taktiri sizlere kalmış ama...
Adam dediğin...
Erkek dediğin...
Her şeyden evvel sözünün eri olmalı...
Ağzından çıkan söz ile ortaya koyduğu icraatlar birbirini tutmalı...
Bugün böyle, yarın böyle ikide birde dansöz gibi kıvırmamalı...
Affedersiniz hanımlar ama bunlar birer değimdir...
Karı gibi laf yapıp, karı gibi ağlanmamalı...
Doğru bildiği yoldan şaşmamalı...
Erkek gibi masaya yumruğunu vurduğunda, yer gök inlemeli!

Sen Recep Tayyip Erdoğan'ı...
Abdullah Öcalan'ı...
Muhatap alır yola çıkarsan böyle yarı yolda kalırsın!

                                                                      *

HDP kendi elleriyle dokunulmazlıklarının kaldırılması dilekçelerini verdi

Daha önceleri de yazmıştım...
Türk siyaset sahnesinde "Türk" kökenli partilerde siyaset vicdan ile cüzdan arasında sıkışıp kalırken, Kürt kökenli vatandaşlarımız siyaseti ideoloji bazında ve insanlar için yapmaktadır!

Türk siyasi partileri asli görevlerini hatırlamalı....
Cüzdan ile uğramak yerine milletin sorunlarına eğilmelidir!

                                                                      *

Neyi merak ediyorum biliyor musunuz?

HDP'nin ve muhtemel CHP'nin dokunulmazlıkların kaldırılması hamlesine karşı...
AKP...
Affedersiniz ama kıçından hangi yalanı uydurarak bu hamleye karşılık vereceği...
En azından bende merak konusudur...
Ancak...
Şüphem yok ki, ya sinirlerimi son derece gerecek...
Yada beni katıla katıla güldürecek bir hamle olacağıdır!

                                                                     ***

30.07.2015

“Bir kadın olarak sus” ifadesine bilimsel bir açıklama denemesi

Dün, şakayı kaka yapıtım…
Bir hanımefendinin paylaşımına bir yorum yaparak!

Maksadı aşan bir iki satırlık bir şeyler yazdım…
Kabataş yalanına atfen yapılmış bir paylaşımdı…
Gerçi içinde Havva Ana’da geçiyordu ama ben öyle anlayarak bir şeyler yazdım…
Hanımefendinin verdiği tepkiyi bir kadına yakıştıramadığımı da buradan belirtmek isterim(!)

Vee…
Bu son cümle ile asıl meseleye geçiş yapmak istiyorum…
Ben neden böyle bir tepkiyi bir kadına yakıştıramıyorum veya ağlamaktan sorumlu hükümet sözcüsü Bülent Arınç neden bir kadın milletvekiline “Bir kadın olarak sus” diyebiliyor?

Kalıp veya çekmece meselesinden ötürü ama bu konuya daha sonra tekrar değineceğiz. Öncellikle neden kadının "çok" konuştuğunu irdelememiz lazım. Bu konuyu doğru hatırlıyorsam bir kez daha ele almıştım ama tekrarlamakta fayda var, bu yüzden özet geçeceğim. Meselenin özüne değinebilmemiz için bundan yaklaşık 40.000 sene evvelsine gitmemiz gerekecek, belki de daha da öncesine. Bilim, bu konuya bence mantıklı bir açıklama getirdi.
İnsanın diğer tüm canlılar gibi varlığını sürdürebilmesi için gayret sarf etmesi gerekiyor. Kadının, doğurganlığından dolayı ve fiziki yapısı itibarıyla daha doğuştan hareket alanı belirli bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Yani kadın erkeğe nazaran sığınağından (mesela mağaradan) çok fazla uzaklaşamıyordu. Ya buna gücü yetmiyordu yada bebeğini uzun süre yalnız bırakamıyordu. Bu yüzden kadın yiyecek bulabilmek için yakın çevresiyle yetinmek zorundaydı. Mesela insanın yaşayabileceği mağaralar dar bir alanda toplanıyordu. Taktir edersiniz ki bu durum karşısında insan az sayıda da olsa, insanın hazım edebileceği gıda maddelerini bulması zordu. Süreç içeresinde kadınlar yiyecek bulabilmek için birbirleriyle iletişime geçme ihtiyacını his ettiler. Yani kadının çok konuşması yaşamsal bir zaruretten dolayı hasıl oldu. Ya konuşacaksın, iletişime geçeceksin, soracaksın, bulacaksın yada açlıktan öleceksin!

Bu "kalıtsal zorunluluğu" günümüzde bile gözlemleyebilmemiz mümkündür. Hiç çarsı - pazar indirim günlerinde bu ortamda bulundunuz mu?
Maazallah, böyle günlerde kadının önünde durmamak lazım, adamı parçalarlar vallahi. Her biri birer dişi kaplana dönüşüyor. Bu paylaşım savaşının öncesi kadınlar, kadın arkadaşlarıyla genelde iletişime geçerler. "Duydun mu, burada şu orada bu var" diye. Neyse, hanım okuyucularım kafamı gözümü patlatmadan konuyu erkeklere getireyim.

Eğri oturup doğru konuşalım...
Allah var yukarıda, kadının çok konuşması bir zaruretten dolayı da olsa erkek üzerinde olumsuz etkileri oluyor. Öyle ki bazen insan çıldırabiliyor!
Neyse...
Erkek, "güçlü" yapısı itibarıyla ve çoluk çocuğa bakma zorunluluğu olmadığından dolayı mağaralardan çok daha fazla uzaklaşabiliyordu. Kadın genelde yeşillikten ve meyvelerden sorumluyken, erkeğin görevi et teminiydi. Hanımlar bilmeyebilir, avcılık, yön tayini*, beceri ve sükûnet isteyen bir iştir. Avlanırken sessizlik mutlak bir zorunluluktur. Mesela ben hasta bir balıkçıyım, yayın veya levrek avına çıktığınızda vıdı vıdı konuşursanız eve elleri boş dönebilirsiniz. Yani erkeğin zorunlu haller dışında konuşmamasını doğal karşılamak gerek. Buda kadında olduğu gibi evrimin bir gereğidir ve ben bu konuda hemcinslerimin medar-ı iftiharı olabilirim :)
Yani...
Sükût ille ikrardan gelmeyebilir!

Görülebileceği gibi bazı davranış modellerimizin nedenleri çok ama çok eskilere dayanabiliyor. Mesela günümüz Türkiye'sinde ben dahil birçok insan AKP zihniyetine, kadın - erkek ayrımına isyan ediyoruz değil mi?
Peki, 1910 - 1920'lere kadar mesela Almanya'da denize girmek konusunda haremlik - selamlık uygulandığını biliyor muydunuz?
İnsan gelenek ve göreneklerinin, yetiştiği ortamın, alışkanlıklarının birer mahsulüdür. Ama aynı zamanda düşünen insan, iç dinamiklerine "yenik" düşerek ilerleme ve değişim kaydetmek ister!

Bireysel olarak psikolojik, toplumsal olarak sosyolojik bir çıkmazdır bizim ki...

Atadan kalma alışkanlıklar ile birçok konuyu kalıplar haline getirmek veya beli başlı çekmecelere "tıkıştırmak" bizlerin yaşamını kolaylaştırır. Çünkü bunu yapmadığımız taktirde beynimiz "kısa devre" yapabilir. İnsan, beyin kapasitesinin küçük bir oranını kullansa da tabiat tümünü kullanmamızı öngörmemiştir. Algı yoğunluğu karşısında, insan beyni tüm algıları işleme koysa, insan dize gelebilir.

İnsanoğlunun eğitim düzeyi ne kadar yüksek olursa beynindeki çekmece, kalıp sayısı da o oranda artar.

Bu açıdan bakıldığında...
Basit veya az eğitim görmüş, ufku dar insanın elinde olmayan nedenlerden dolayı genelleme yapması kaçınılmazdır!

Ne demiş atalarımız?
Üslub-ı beyan ayniyle insan

* Yine "kalıtsal" bir konu. Kadın fiziki açıdan erkeğe nazaran çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Ruh dünyasına ise hiç değinmek istemiyorum, erkek, kadına nazaran kalas demeyelim odun gibidir. Kaba saba... Buna rağmen yön tayini kadınların zayıf noktalarından biridir.

                                                                     ***

31.07.2015

Devlet Bahçeli

Kahpeliğin kitabını yazıyorsun...
Alpaslan Türkeş'i günahım kadar sevmezdim...
Ama eminim senin yüzünden mezarında zıp zıp zıplıyordur...
Eğer milliyetçilik anlayışın buysa...
Eğer milliyetçiliği salt "bir avuç" teröriste teslim olmamak olarak görüyorsan...
Milliyetçiliği bu kadarcığa indirgiyorsan...
Senin MHP başkanlık koltuğunda oturduğun her saniye haramdır...
Git önce milliyetçiliğin ne demek olduğunu öğren...
Çanakkale'yi git ziyaret et...
Mezar taşlarındaki >>> isimleri incele <<< bu vatan, bu millet için insanların neden canını feda ettiklerini anlamaya çalış...
Ondan sonra milliyetçilikten bahis et!

                                                                       *

Atatürk

Türk gibi cesur, mert ve saygılı...
Fransız gibi nazik ve zarif…
Alman gibi çalışkan, disiplinli ve tertipli…
İngiliz siyaset kabiliyetine sahip!

Yazık bu vatana…
Yazık bu millete…
Yazık istikbalimize…
Yazıklar olsun bize!

                                                                       *

Parayla değil sırayla

### Tüm Windows kullanıcıların dikkatine ###
Microsoft Windows 10'u dağıtmaya başladı...
Satış hali ile ilk izlenim olumlu...
Her zaman olduğu gibi, ürün piyasada olgunlaşıyor...
Yani henüz hatalar var ve herhangi bir bilgisayarda sorun çıkabiliyor...
Bilgisayarınız markalı ve bir - iki senelik ise...
Yani Dell, IBM, Siemens, Compaq, HP gibi...
Sürücü sorunu yaşamanız olasılığı oldukça düşük...
Buna rağmen upgrade yapmadan bilgilerinizi güvenliğe almanızı tavsiye ederim...
Upgrade sorun yapmıyor ama ne olur ne olmaz...
Diğer tüm kullanıcılara tavsiyem 1 ay kadar daha beklemeleri olacaktır!

Tablet ve Windows Phone kullanıcıları sizlerde bekleyin. Ayrıntılara girmeyeceğim. Beklemekte fayda var.

Upgrade sırasını beklemek istemeyenler...
Veya Windows 10'un DVD'sini isteyenler için:

https://www.microsoft.com/en-us/software-download/windows10

Bu programı kullanmanızı tavsiye ederim. İşlemcinize göre indirin ve çalıştırın

Önemli not:
Korsan Windows kullanıcıları eğer kullandığınız “crack” profesyonel bir üründüyse en ufak bir sorun yaşamayarak orijinal ürün sahibi oluyorsunuz. Bilgilerinize

                                                                       *

### Kendini Türk olarak tanımlayan herkesin dikkatine ###

Sorunun ve sorunlarımızın bence kaynağı

Türk Dil Kurumu sitesine günlerden beri ulaşamıyorum...
Ulaşamadığım için teyit ettirme şansım yok!

Buna rağmen > kısa bir araştırma < ile edindiğim sonuç beni şaşırttı. Bugüne kadar hiç merak etmediğim için araştırmak aklıma bile gelmemişti.

Ortak kanıya göre Türk Dil Kurumu sözlüğünde ortalama:
Yeni sözlükte TDK'nın Güncel Türkçe Sözlüğündeki 117 bin kelimenin yanı sıra, Bilim ve Sanat Terimleri Sözlüğündeki 188 bin 866, Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğündeki 217 bin 736, Yer Adları Sözlüğündeki 37 bin 424 ve Kişi Adları Sözlüğündeki 9 bin 697 kelimenin dahil olduğu, toplam 570 bin 723 sözcük yer alacak.

Dikkat teyit edilmemiş bilgidir!

Buna rağmen farz edelim ki verilen rakamların yarısı doğru. Bu durum karşısında bile taktir edersiniz ki zengin kelime dağarcığının yani sıra bu kelimelerin hangi anlama geldiğini de bilmek gerekir. Daha kolay anlaşılması için bir örnek vermek istiyorum:

Tıpta her hastalığı bir kelime veya kelimeler silsilesiyle tanımlamışlar. Bir doktor uzmanlık alanına göre bu kelimeleri ve anlamlarını tanımalı ki doğru teşhis koysun. Yine farz edelim ki iki uzman konuşuyorlar ve birinin kelimelerden ve anlamlarından haberi yok veya bir kelime birden fazla hastalık için kullanılıyor. Ne olur?

Hanımlar ve Beyler...
Biz kendi dilimize hakim değiliz...
Kelimeleri ve anlamlarını bilmiyoruz...
Biraz kabaca olacak ama herkesin anlaması bakımından;

"Ben diyorum Ankara sen diyorsun götüm kara"

Bence tüm sorunlarımız bundan kaynaklanıyor!!!

                                                                     ***

01.08.2015

Tersi - Yüzü II

Uzun süre önce bu başlıkla bir yazı daha yazdığımı hatırlıyorum...
Tersi - Yüzü(!)
Buda Tersi - Yüzü II olsun!

Gazeteleri karıştırıyordum...
Hep aynı şeyler...
Köşe yazarlarından aynı nakaratlar!

Birden bire...
Ansızın, tepeden inme...
İlham geldi, gaipten!

Ben yazdım çizdim, anlatmaya çalıştım...
Boşuna...
Hadi beni boş ver, dış kapının dış mandalı...
Ne yazar - çizerler, akademisyenler, siyasetçiler adeta haykırdı...
Uyan ey halkım...
Bu gaflet uykusundan diye...
Birlik olalım, birlikten dirlik doğar diye...
Boşuna...
Hep tersini yaptınız, hep tersini anladınız!

Birde böyle denemek istiyorum...
Uyu ulan...
24 saat, 365 gün...
Gözlerini sakın açma,
Ne dirliği, ne birliği? Birlik - dirlik mi olurmuş? Herkes kendi yoluna...
Sana geber demiyorum...
Çek - süründe demiyorum...
Sen yaşa emi...
Sen bunu hak ediyorsun!!!

                                                                     ***

02.08.2015

Bir eşeğin sıpasına verdiği ceza veya delikanlılıktan erkekliğe geçiş

Biliyorum…
Birçok kadın belki bazı erkekler bile tepki gösterebilir...
Vaziyeti anlayışsızlıkla karşılayabilirler.
Ama hayat dediğiniz tozpembe değildir…
Ve insan her şeyi zamanında öğrenmelidir…
Almanların bir değimine göre “İhtiyar bir köpeğe yeni bir şey öğretemezsin” veya atalarımızın değimi ile ağaç yaşken eğilir!

Bundan seneler önce bir bayram günü…
Namazdan gelmiş kahvaltı sofrasına oturmadan önce ev ahalisiyle bayramlaşıyorum…
Oğlanla manasız - anlamsız bir sebepten dolayı birkaç gün önce tartışmıştık…
Bu tartışmanın soğuk havası günlerden beri eve hakimdi…
Soğuk bir “bayramın mübarek olsun”…
Ne bir el öpme, ne bir kucaklaşma nede sıcak bir tebessüm…
Çok fena tepem attı ama sesimi çıkarmadım…
Ben hayatımda değil anneme – babama bir büyüğüme böyle bir saygısızlık yaptığımı hatırlamıyorum.

Bu olayın tesirinden günlerce, haftalarca kurtulamadım…
Çocuk desen değil, herif 18 – 19 yaşlarında…
Af etmek mümkün değil!

Verdiğim ceza…
Ogün bugündür hiç bir bayramda elimi öptürmemek oldu…
Çok denedi, çok istedi ama geçti Borun pazarı, sür eşeğini Niğde’ye…
Allah ömür verir yaşarsam…
Bu cezayı düğün ertesi müstakbel gelinimle el öpmeye geldiğinde kaldıracağım…
Yok, önceden ölürsem eğer bu ceza ona ömür boyu bir ders olacaktır!

Gelelim bunları neden yazdığıma…
Türk örf ve adetlerinde saygının önemi büyüktür…
Etrafınıza söyle bir baktığınızda ne demek istediğimi anlayacağınızı sanıyorum!

                                                                     ***

03.08.2015

Anladık! Analar ağlamasın ama babaların yüreği taştan mı?

Yazar, çizer, entel, dantel, medya hepsi ama hepsi analar ağlamasın nakaratında...
İyide...
Analar çocuğu tek başına mı yapıyor?
Yok yani, döllenmede babaların hiç mi rolü yok?
İki insanın aşkın meyvesi değilimdir evlat?
Doğrudur ana dokuz ay yavrusunu karnında taşır...
Bin bir acı içeresinde dünyaya getirir ve evladı için saçını süpürge eder...
Ya baba!?
Babanın hiç mi emeği, katkısı yoktur evlat büyüyüp serpilene kadar?
Anaların hakkı ödenmez...
Analarımız sırtımızda devri alem yapsak haklarını yine ödeyemeyiz, ödeyemeyiz!

Ve evlat büyür...
Yaşı vatan borcunu ödeme yaşına gelir...
Borçtur, ödenmelidir...
Namustur, gerekirse namusunu korumak için can verilir!

Bir baba olarak...
Daha önce de yazmıştım...
Doksan dokuz evladım olsa...
Doksan dokuz evladımın kanı bu vatana ve millete helaldir!

Ama bir kahpe doğurduğunun iktidar hırsı için...
Değil evladımın canını, saçının bir telini feda etmem...
Edemem...
Analar gözyaşlarını dışa akıtırken...
Baba için için ağlar...
Analar gibi babalarda ağlar!

Ne ucuz?
Elin evladı ele ucuz...
Uyan artık...
Yeter de yeter!

                                                                      ***

04.08.2015

B planımız yok

Bir dünya var ve hepimizin bu dünyada yaşıyoruz, başka gezegenimiz yok...
Böyle diyor Barak Obama...
Nihayet Amerika Birleşik Devletleri iklim değişikliğindeki vahim durumu görerek...
Bu konuda gereken önlemleri almak için kolları sıvıyor!

Ya biz?
Bizlerin B planı var mı?
Bu dünyada başka bir Türkiye Cumhuriyeti var mı?
Hepimiz bu toprakların evlatlarıyız...
Türkiye'yi kaybetmek demek...
Hepimizin felaketi demek!!!

                                                                        *

Ölüm kol geziyor

Gelişmeleri esef ve tedirginlikle izliyorum…
Şirnak’ta yine bugün iki insanımızı kaybettik…
Can pazarı, Türkiye’nin dört tarafı…
Tüm bu yaşananlar bir mahlûkun iktidar hırsı…
Ve g.t kıllarının paraya olan düşkünlüğü…
Göz dönmüş, dur diyen yok!

Onlar milyar dolarlarıyla saraylarında yaşarken…
Sen…
Evlat kaybediyorsun!

Ben sana daha ne diyeyim(!)

                                                                      ***

05.08.2015

Yüzkarası

Şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerine yakışmayan bir "komutandınız"...
Değil vatanı - milleti kendi silah arkadaşlarını bile savunamayacak kadar zayıf, muhtemelen satılmış bir kişilik sahibisiniz...
Siz...
Şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerinde, tarihe yüzkarası "Genelkurmay Başkanı" olarak geçtiniz. Tarih ve bu millet sizi asla affetmeyecektir!

Gelenin, gideni aratmaması dileği ile

                                                                        *

Ağsiyaseti.org (Netzpolitik.org) ve vatana ihanet(!)

Sağlığım yine çiftetelli oynuyor, göbek atıyor. Bir o yana - bir bu yana. Bu yüzden ancak bugün yazma fırsatı buluyorum.

Günlerdir Almanya'da yer yerinden oynuyor...
Bir bilişimci olarak ama mesleğimin önemli bir bölümünü oluşturan kişisel bilgilerin gizliliği ve güvenliği ile ilgili olduğu için pürdikkat gelişmeleri takip ediyorum.

Almanya'yı bir tarafa bırakarak...
Bu olayın Türkiye için önemli yanına değinmek istiyorum...
Konuyu kısaca özetleyecek olursak...
Onlarca yıldır...
Alman devleti basın özgürlüğüne karşı bir müdahalede bulunmamıştı...
Demokratik bir toplumda ifade özgürlüğüne karşı devletin müdahalesi kadar yakışıksız ve tutarsız bir eylem düşünülemez. Netzpolitik.org gazetecileri Alman devletinin önümüzdeki zaman biriminde İnterneti "denetlemesiyle" ile ilgili bir takım resmi belgeleri sitesinden yayınladı. Kıyamet bundan koptu...

Başsavcı vatana ihanet davası açtı...
Almanya'da, Türkiye'ye nazaran, değim yerindeyse eğer, daha az "uysal koyun ve sığır" yaşadığı için sivil toplum kuruluşlarının yani sıra gençler ve halk büyük tepki gösterdi. Ve...
Siyaset hareket etme ihtiyacı duydu. Adalet bakanı basın açıklamasında, savcıyla konuştuğunu ve bu davanın açılmasını doğru bulmadığını söyledi. Kısa kesiyorum, Merkel falan düşüncelerini açıkladı ve dava kızağa çekildi. Ama olay saman alevi değildi...
Savcı gazetecileri davet ederek basın açıklamasında bulundu...
Siyasetin >>> bağımsız <<< yargıya müdahale etme hakının olmadığını söyledi...
Bunun üzerine adalet bakanı, Merkel'in onayıyla, savcıyı emekliliğe ayırdı(!)

Bu gelişmeler tanıdık geliyor mu?
Ben ne uysal koyunum nede sığır...
Dünyanın neresinde olursa olsun, adalet mülkün temeli olmakla birlikte...
Bireyin, toplumun güvencesidir, fırtınalı günlerde sığınacağı limandır...
Hepinizi nerede yaşıyorsanız yaşayın...
Adalete, kanunlara saygılı olmaya ve adaleti korumaya davet ediyorum!

Adalet asla siyasete kurban edilemeyecek kadar değerlidir!

                                                                        *

Meraktan dolayı bir soru

Biliyorum çok merak, adamı acele tarafından eşek cennetine yollayabilir...
Buna rağmen...
Mevcut siyasi yelpaze içeresinde...
Milletvekilinden - siyasi parti liderine kadar...
Siyasetçi vicdanı kadar kirli başka bir nesne var mı acaba Türkiye'de?

                                                                        *

Windows 10 cephesinden

Dediğim gibi izlenimler olumlu...
Internet Explorer'in yerine gelen Edge'e alışmak lazım...
Buna rağmen IE tamamen işletelim sisteminden kaybolmuş değil, ihtiyaç halinde kendiliğinden açılıyor veya kullanıcı açabiliyor!

En önemlisi...
2007 Office'ten Office 2013 kadar tüm Office'ler sorunsuz çalışıyor...
Henüz çok erken ama...
Gördüğüm kadarıyla en önemli yazılımlarda da sorun yaşanmıyor...
Windows 10 için çalışan ve güvenilir "activator" arayanlar...
Benim talep ve ihtiyaçlarıma cevap veren bir "ürün" henüz piyasada yok...
Bir altı ay kadar daha beklemek lazım...
Aslında bilindiği üzere buna gerekte yok zaten...
Kendi güvenliğiniz için orijinal ürün kullanmanızda yarar var!

                                                                        *

Evrensel soru ve cevabı

Sorular soruyor, fikirler üretiyor, yorumlar yapıyorsunuz...
Ne olacak bu memleketin hali diye?
Halbuki...
İnsanlığın sorduğu soru farklı...
Hayati, evreni - her şeyi sorguluyor
İnsanlığın sorduğu sorunun yanıtı çok basit!

Lütfen Google açın...
Veeee...
Şu soruyu sorun:
answer to life, the universe and everything

Sürprize hazır olun :)

                                                                      ***

06.08.2015

Israil'i ve Filistinli kadınlar Türk ve Kürt kadınlarına nasıl örnek olabilir?

Bazen benim diyen erkeğin yapamadığını bir kadın yapar...
Ve erkek ağzı açık ayran budalası gibi bakar kalır!

Haberlerin yalancısıyım...
Israil'i ve Filistinli kadınlar bundan bir süre önce ölen 50 kişinin anısına ilginç bir eyleme imza attılar. Kadınlar başbakanlık konutu önünde çadır kurarak karşılıklı ölümlerin son bulması, siyasetin >>> artık <<< bir çözüm üretmesi için eyleme girdiler. Her kadın ölenlerin anısına 50 saatlik oruca tutuyor. Şiddet içermeyen, kamu düzenini bozmayan, sesiz ama etkili bir eylem. Gerçi Türkiye'de de "münferit" benzer olaylar yaşanmaktadır ama bu gösteriler kesinlikle yetersiz kalmaktadır. Bakınız "Cumartesi annelerine" bakınız PKK tarafından kaçırılan gençlerin evlerine dönmesi için yapılan eylemlere.

Canı gönülden inanıyorum...
Eminim...
Türkiye'de yaşanan şiddeti durdurursa, kadın durdurur!
Kadınsal sezgiler ve duyarlılık akan, akıtılan kana dur diyebilir!!!

                                                                       *

Soruyorsunuz neden şehitler hakkında yazmıyorsun diye

Ne yazayım?
Göz yaşını mi?
Acıyı mı?
Umutla umutsuzluk arasında gidip gelmeyi mi?
Sönen, söndürülen gencecik hayatları mı?
Neyi yazayım arkadaşlar?

Yazılan çoktan yazıldı...
Söylenecek >>> son söz <<< çoktan söylendi...
Gerisi...
Affedersiniz ama...
Almanların bu konuda çok güzel bir sözü var, tercüme edecek olursak...
Bir taşşak sahibinin harekete geçmesiyle ilgilidir!!!

Ama nerede?
Görünürde yok öyle birisi!

                                                                        *

Türkiye Dingonun ahırı değildir

Kim takar Yalova kaymakamını?
Artık kaymakamlar bile kamu düzeni bozuluyor diye...
Anayasal hakkınız olan gösteri ve toplanma hakkınızı...
Yasaklayarak > gasp < edebilir(!)

Geçenlerde bence bazen > biraz < aşırı milliyetçi duygular ile hareket eden...
Ve gerçekten değer verdiğim bir hanım arkadaş bir öneride bulunmuştu...
Kürtlere...
"Kürtleri temsil ettiğini iddia eden PKK'nın" yaptığını gözler önüne serelim diye...
Buna gerek yok ki...
İnsan olan zaten göreceğini görüyor...
Bundan yıllar önce çok ama çok araştırmama rağmen > resmi < bir veri bulamamış, oturup bulabildiğim tüm rakamları toplayarak PKK terörünün Türkiye'ye maliyetini 300 Milyar Dolar olarak hesaplamıştım. Bu parayla neler yapılamazdı ki? Her Allah'ın günü Mehmetçikler ölüyor ve Mehmetçiğin Kürdü - Türkü, Ermeni'si, Hristiyan'ı, Müslümanı yok ki!
Her biri bu toprakların evladı, meyvesi...
Ve gözyaşının, evlat acısının ortak yanı milliyetçi duygulara dayanmamasıdır...
Dünyanın neresine giderseniz gidin gözyaşının anlamı evrenseldir...
Kendine özgü dili vardır ve herkes tarafından anlaşılabilir!

Yine herkes tarafından...
Yani dünya kamuoyu tarafından anlaşılan evrensel bir dil vardır...
Halkın sesi...
Halk dediğin bir adaletsizliğe karşı sesini yükseltimi dünya bunu duyar...
Gezi Protestolarını hatırlatırım...
Ben halkın sesi değilim ama bu toprakların bir evladıyım...
Ve bu topraklarda kök salmış ulu çınarda...
En uç dallardan birinde >>> herhangi bir <<< yaprağım...
Ancak rüzgar esmeye başladığında...
Tüm yaprakların çıkardığı hışırtı taaa uzaklardan duyulur!

PKK, Kürtlerin temsilcisi değildir...
Kendi hastalıklı, sapkın düşüncelerinin bir esiridir...
Bir hastalıktır, salgın bir hastalık...
Bu hastalığa yakalanan iflah olmaz demeyin...
Tedavisi vardır...
Kimisini kurtarmak mümkün olmayabilir...
Onları karantinaya alarak ölmelerini beklemek...
Kimisini ise şefkat ve sevgiyle tekrar hayata döndürmek gerek!

Yıllarca...
Sözüm ona açılım - saçılım, çözüm süreci, kardeşlik projesi diyerek...
Yılanı deliğinde rahat bırakırsan...
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın dersen...
O yılan deliğinde...
Çoğalır, güçlenir ve sonunda seni sokar!

Ancak...
Bizler yaşadığımız sürece...
Bizlerin yetiştirdiği nesiller var olduğu sürece...
Direneceğiz, sesimizi yükselteceğiz...
Halkın sesi, Atatürk milliyetçilerinin sesini asla kimse kesemeyecektir...
Kimse ama hiç kimse gevşemesin, rahatlamasın...
Bu vatan sahipsiz değildir...
Türkiye Dingonun ahırı değildir!!!

                                                                      ***

07.08.2015

Almanya yanıyor

Matematik, fizik ve biyoloji…
Hayatın her alanında, her an, her saniyeniz bu tabiat kanunlarıyla karşı karşıyasınız…
Yemek pişirmeden, araba kullanmaya, yüzmeye - sevişmeye kadar…
Yukarıda saydığım dalların tesiri altında yaşarsınız…
Bu yüzden fen biliminin temel kuralları hakkında bilgi sahibi olmak kaçınılmazdır!

Sıcak…
Çok sıcak, daha da sıcak olacak…
Böyle diyor Emre Altuğ…
Gelin ben size bu sıcak günleri ve daha da sıcak geceleri…
:)
Nasıl atlatabileceğinizi anlatayım…
Bir nebzede olsa daha rahat geçirebilmeniz için bir kaç öneri;

Birinci yöntem:
Havluyu ıslatarak güneş alan pencerelerinize asın.
Etkisi:
Havlu yüzeyi oldukça büyük, kurumak için ısı çekici – nem verici böylelikle serinletici etkisi, perde veya panjur görevi.

İkinci yöntem:
Pet şişelerini derin dondurucuya veya buzluğa koyun. Şişeyi tam doldurmayın, iki üç parmak hava kalsın, su donduğunda yüzeyi patlama – taşmaya yol açar. Donan şişeleri odanıza yerleştirin, eğer serinlemek için pervane kullanıyorsanız şişeyi pervanenin arkasına koyun. Arka ve ön arasında fark vardır, isterseniz bir deneyin :) fizik kuralları işliyor. Arkasına koyduğunuzda buz daha çabuk eriyor ama daha güzel serinletiyor.
Etkisi:
Buzun erimesi için ısı çekici – nem verici böylelikle serinletici

Üçüncü yöntem:
Hanımlar genelde kullanır. Alüminyum folyo. Pencerelerinizi folyonun >parlak< tarafı dışa gelecek şekilde içten kaplayın.
Etkisi:
Perde veya panjur görevi. Güneş ışınlarını yansıtıcı etkisi

Her yöntem kendine göre bir nebze serinlik getirecektir. Ancak Bilişimin temel kurallarından birini yazmak istiyorum:

Ağ mimarisini veya bilgisayarınızı en iyi korumanın temel kuralı, alınan önlemlerin toplamıdır!

Umarım serinlemenize…
Ülkemizde ve dünyamızda yaşanan olayları biraz daha serinkanlılıkla değerlendirmenize biraz da olsa yardımcı olabilmişimdir.
:)

                                                                       *

Süveyş Kanalı

Dün El Sisi Süveyş kanalını genişletme projesinin açılımını yaptı...
Rekor sayılacak bir zamanda, bir senede, kanal genişletildi...
Gemiler artık geliş - gidiş yapabilecek...
Dünyanın en önemli kanallarından birisi!

Ne diyorlardı?
Onlar konuşur AKP yapar(!)

Aloooo...
Recep Tayyip...
El alem yapıyor sen sırf boş vaatlerde bulunuyorsun...
Çiğlin projeler falan filan...
Oğlum, ayakların artık yere basın!!!

                                                                       *

Iman hatipler Türkiye Cumhuriyetinin sonu olabilir(!)

Türkiye Cumhuriyetinin en önemli sorunlarından...
Ve benim son derece önem verdiğim konulardan birdir eğitim!

Bu konuya sayısız defa değinmiş, Türkiye ve dünyadaki somut uygulamalardan örnekler vermiş, belgeler ile "ispatlamıştım". Ancak...
Nato mermer nato kafa!

Değişen bir şey yok!

Kimse beni yanlış veya istediği gibi anlamasın...
Evet, iman gereklidir. Hatta zaruridir...
Çünkü bir imam kimi zaman bir psikolog, kimi zaman bir sosyologdur...
Dini vecibeleri ve gereklerini öğreterek örnek olmasını bir tarafa bıraksak bile!

İmamın sosyal hayata önemi büyüktür...
Hele bizim gibi az gelişmiş...
Sosyolojiden ve bir psikoloğun insan hayatındaki öneminden haberi olmayan toplumlar için. Çünkü cemaat, sırf camide imamın arkasında saf tutmaz onu örnek almaz!

Bu yüzden bir imamın eğitimi önemlidir, hem de çok önemli...
Buna rağmen bu eğitimi alarak kendine ve çevresine örnek olmak isteyen insan...
İmam hatip okulunu bitirdikten sonra mesela bir doktor olamaz, olmamalıdır...
İmam hatip okulu bir meslek okuludur ve her meslek okulu mevzunun bildiği gibi mesleği üzerinde yüksek tahsil yapma hakkına sahiptir. Üniversite başka bir şeydir...
Yüksek okul başka bir şey...
Aradaki fark o güne kadar almış olduğun eğitimde ve kalitesindedir!

Bu yüzden...
Lütfen, çok rica ediyorum...
Bu konu ivedilikle ele alınsın ve yanlış yoldan dönülsün!

                                                                        *

Kafa patlatıyorsunuz, boşuna(!)

Ekim 1927...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk meşhur konuşmasını yapıyor...
36 saat süren bir konuşma!

Gazi Paşa gibi bir insan, neden 36 saatlik bir konuşma yapar?
Hiç bu konuda kafa yordunuz mu?
Yormanızda fayda var...
Çünkü orada muhtemel, güncel sorunlarımızın çözümlerden de bahis ediyor!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde...
Türk Dil Kurumu kuruldu...
Temiz Türkçeden, dilden ondan bundan bahis ediyorsunuz...
Tekrar ediyorum TDK, Atatürk önderliğinde kuruldu...
Atatürk önderliğinde gerçekleşen dil devriminden sonra bile Atatürk, Türkçenin tam anlamıyla Arapça ve Farsça kelimelerden temizlenemeyeceğini söyledi. Neden?
Neden bunu söyleme ihtiyacı duydu ve muhtemelen bize ne demek istedi?
Hiç düşündünüz mü?
Sanmıyorum, ben düşündüm. Hem de çok...
Vardığım sonuç...
Doğru - yanlış sizlerin taktiridir...
Değim yerindeyse, kanımıza işlemiştir! Artık dilimizin ayrılamaz bir parçası olmuştur ve belki yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin etnik yapısını da düşünerek söylenmiş bir cümledir. Kaynaştık dostlar, kan birbirine karıştı(!) Bu kanı artık ayrıştıramazsın, ayrıştırmaya kalktığında can... çıkacaktır! Evvelsi gün sormuştum "Evrensel soru ve cevabi" diye. Google şu soruyu sorduğunuzda "answer to life, the universe and everything" cevap 42 olacaktır. Dünyanın en kısa alıntısıdır! Douglas Adams tarafından yazılan romanın "özeti" diyebiliriz. Mevzu bilim adamlarının evrenin ve hayatin sırlarını bilgisayar ve matematiksel yöntemler ile çözme çabasıdır. Ve bilgisayarın cevabi 42'dir! Felsefi bir cevaptır ve muhtemelen şu denmek istenmektedir: Bazı soruların cevabı yoktur!

                                                                      ***

08.08.2015

Ne yapabiliriz, nasıl yapabiliriz?

Bu soruyu iki cevap olarak ele almak istiyorum...
Öncellikle devlet yönetiminde veya güvenlik konularında söz sahibi olsam ne yapardım sorusuna cevap arayalım...

(a) Karşımdaki...
Terörist, yani şiddet kullanarak korku vasıtasıyla isteklerine ulaşmayan çalışan bir gurup insan.
(b) Sonra?
(a) Etnik sorunları ve genel hoşnutsuzluğu, bir takım vahim zafiyetleri ve eksiklikleri kaşıyarak - kullanarak taraftar toplamaya çalışıyor. En önemlisi taraftarları genç(!) ve daha da önemlisi aralarında fazlasıyla kadın var.
(b) Ne olmuş kadın varsa?
(a) Bekle her şey sırasıyla...
Taraftarların genç olmaları birçok yönden sakıncalı. Genç insan öncellikle idealisttir. Dolayısıyla bir kere gönül kaptırdı mı onu ikna etmek, yanlışı - doğruyu göstermek zordur. Sonra genç insan iş - güç, para - pul ister, meşgale ister. Genç insanın yüreği yufka olur, adaletsizliğe - haksızlığa dayanamaz, isyan eder. Genç yapısı itibarıyla isyankârdır.
(b) Anladık da ben kadın meselesine takıldım...
(a) Kadın, hele idealist kadın tehlikelidir, erketen çok daha tehlikeli olabilir ve onu inandığı davadan döndürmek erkeğe nazaran çok daha zordur. Bunu bilim ve hayat ispatlamıştır. Unutma, Öcalan'ın korumaları genelde kadındı. Bu yüzden gençlere yönelik geliştirilen stratejide cinsiyetlere göre hareket etmekte fayda var.
(b) Herkesi ikna etmen imkânsız
(a) Haklısın, bu yüzden ölen - ölür, kalan sağlar bizimdir!
Ama biz yine asıl meseleye dönelim. Terörü gerçekten bitirmek için meselenin kaynağına inmek, öncelikle PKK'ya insan akışını kesmek lazım. Bunun için bir taraftan bölgede yaşanan sosyo - ekonomik sorunlara çözüm üretirken diğer taraftan PKK'nin gelir kaynaklarını kurutmamız gerekecek. En önemli gelir kalemleri arasında şüphesiz ki uyuşturucu, sigara ve haraç gelir. Resmi ağızdan yalanlansa da özellikle uyuşturucu konusunda Batılı devletlerden yârdim alabiliriz ama bunun için Bati kamuoyu nezdinde girişimlerde bulunmamız gerekecek çünkü birçok Bati istihbaratı bilinçli olarak uyuşturucu ticaretinin içindedir çünkü bir takım operasyonların finansmanı bu şekilde karşılanmaktadır. Yani paranın izini sür destekçiye de kaynağında yaklaşırsın. PKK'nin mali imkânlarını kuruttuğun oranda hareket alanını da kısıtlarsın.
(b) ...???...
(a) Bak demin ne demiştim, bu adamlar terörist, yani şiddet kullanarak korku vasıtasıyla isteklerine ulaşmayan çalışan bir gurup insan. Yapılanmaları hücre şeklinde, yöneticiler dışında kimse kimseyi tanımıyor gibi. Tamam sözüm ona bir karargâhları, kampları ıvır zıvır var ama bu vurucu güçlerini oluşturmuyor, koordine, lojistik, eğitim gibi faaliyetlerin yani sıra "komuta" merkezi görevinde. Anlayacağın karşında "düzenli" bir yapılanma yok, zaman ve mekana göre son derece esnek davranabiliyorlar. Yani düzenli bir orduyla bu gibi bir yapılanmaya karşı koyman mümkün değil. Bu strateji ta tarihten bu yana süregelmiş ve hiç bir düzenli ordu bu strateji karşısında muvaffak olamamıştır. Bak Rusların Afganistan'da uğradıkları hezimete, bak Amerikalıların beceriksizliğine. Böyle bir savaşın tek yöntemi vardır, düşük yoğunluklu savaş stratejisi ve bu stratejiden de önemlisi MOSSAD'ın yani Israil gizli servisinin uyguladığı yöntemdir. Dişe diş, göze göz...
Yani onlar terör estiriyorsa sende onların arasında terör estireceksin. Yılanın başını ezeceksin, çünkü zehir yılanın başındadır. Yöneticileri dünyanın neresinde olursa olsun bulacak ve öldüreceksin. Bu stratejinin örgüt üzerinde yaratacağı psikolojik etki vahim olacaktır. Evet, teröre karşı her yöntem mubahtır, gerekirse psikolojik savaş bile! Biliyorum şimdi diyeceksin ki küçük askeri gurupların dağlarda gezip terörist avlamasının da sakıncaları var. Olmaz mi? Ama bu gerekiyorsa tüm olumsuzluklarına karşın yapılmalıdır. Zaten kalkıp da tecrübesiz genç çaylakları dağlarda gezdirelim demiyorum, komando birlikleri olacak, vatansever çocuklar olacak ve en önemlisi tecrübelerinin yansıra yanlış yollara sapmamaları için sıkı bir denetime tabi tutulacaklar. Tüm bunların yetersiz kalacağını bende biliyorum, bu savaş, birçok cephede aynı anda yürütülmesi gereken bir savaş olacak. Bu savaşın dünya kamuoyu, kendi kamuoyu tarafı var, maddi ve manevi sıkıntıları olacaktır, komşu ülkeler ve küresel güçlerin baskı ve tepkileri olacaktır, entrikalar değişik düzmeceleri belki arka arkaya veya aynı anda yaşayacaksın. Bu yüzden iki şeyin önemi çok büyüktür; birincisi tüm sıkıntıları göğüsleyecek ve çözüm üretecek siyasi irade, ikincisi ise istihbarat! İstihbarat özellikle coğrafyamızda çok önemlidir, iç ve dış istihbarat mükemmele yakın çalışmalı ve edinilen bilgileri zamanında ve doğru kanallar vasıtasıyla güvenlik güçleriyle paylaşmalıdır. Bu bağlamda güvenlik güçleri de gerekeni gecikmeksizin yerine getirmelidir. Yani uzun lafın kısası, heriflere nefes almaya bile vakit bırakmayacaksın!
(b) Yani diyorsun ki gidip Kandili, Zap - Map kampını bombalayarak bir yere varamayız
(a) Aynen, inisiyatifi yani girişimciliği onlar bıraktık mı veya kaptırdık mı tokattın nereden geleceğini kestiremeyiz. Dizginler bizim elimizde olmalı, onları hiç beklemedikleri anda, beklemedikleri yerden vurmalıyız. Kendi devlet kurumlarımızdaki köstebekleri, bilgi, araç gereç temin eden hainleri açığa çıkarmalıyız.
(b) Peki, siyasi çözüme ne diyorsun?
(a) Neyin siyasi çözümü kardeşim? Evet, haklı oldukları, yerden göğe kadar haklı oldukları konular var. Ve bu meseleler samimiyetle ele alınmalıdır. Ancak, genel anlamda öne sürdükleri gerekçeler etnik bir gurubu ilgilendirmekten çok genel siyasi ve sosyal sorunlardır. Yani Türkiye Cumhuriyetinin ve tüm vatandaşlarının sorunudur ve çözüm beklemektedir!

Kısadan hisse...
Dizginleri kaptırdıysan eğer, dizginleri tekrar ele geçirmenin yollarını arayacak ve bulacaksın. Söz konusu terörse eğer; orantılı - orantısız güç kullanımı olmaz! Devlet, devlet olmanın tüm gereklerini yerine getirmelidir.

Hayalperestliği bırakıp gerçekten neler yapabileceğimize gelelim...

2007'de AKP ve Recep Tayyip Erdoğan denen yobaza karşı kendime göre siyasi mücadelemi başlattığımda kendime şu soruyu sordum: Ne yaparım, nasıl yaparım da insanların dikkatini çeker, gidişatın yanlışlığına ikna ederim olmuştur. Sorunun yanıtını tarafsızlıkta buldum, yine mesleki tecrübelim bana yardımcı oldu. Bir işletmeye gidip sorunlarına çözüm ararken, sorunun bir parçası olmamaya özen göstermek gerekiyor. Söz konusu insan olduğunda gerçekçi olmanın, yalan - yanlış konuşmamanın gerekliliği meydandadır. Bu yüzden haklıya haklı, haksıza haksız demeyi ilke edindim. Çünkü insanın gözünün içine baka baka doğruya, yanlış veya yanlışsa doğru demeyi içime sindiremedim. Bir sonraki soru hedef kitleyi belirleme olmuştur. Bilişimciyim, bilgisayar yoluyla insanlara ulaşmadan daha doğal ne olabilirdi? Bilgisayar, genelde genç işi.. Genç dediğinde, o veya bu görüş olmaz. Olmaz çünkü aklın yolu birdir ve doğruya birden fazla yoldan gidilebilir, kimisi uzundur kimisi kısa ama hepsi doğruda kilitlenir. Gerçekler ise tekildir, birden fazla gerçek olamaz. Bakış açısına inat gerçek tektir. O esnada Atatürk'e karşı inanılmaz iftiralar, iddialar ortaya atılmaya başlanmıştı. Artık ar damarı çatlamış, korku kalmamıştı. Her şey tartışılır olmuş, zihinler iyice bulanmıştı. Yazmaya başladım, Atatürk'ü gördüğüm, bildiğim gibi anlatmaya başladım. Gençlere yönelik yazıyordum. Önceleri günde 10 - 20 kadar düzenli ziyaretçim vardı. Ayda 300 kişi sitemi ziyaret ettiğinde bayram ediyordum. Şimdilerde, düzenli olarak, yazabildiğim taktirde, binlerce ziyaretçim var. Dünyanın dört bir tarafından. Atatürk'ü anlatan video kliplerinden tutun, atasözlerimize, yazılımlara, güncel konular hakkında fikirlerime, örf ve adetlerimizin açıklamalarına ve gerekçelerine kadar her türlü konuyu işliyor, AaaKaaPee tarafından bunaltılan genç zihinleri eski berraklığına kavuşturmaya çalışıyordum. Ve gel gör...
Işe yaradı, stratejim tutu. Bu arada değişik konulara internet bloglarında da görüşlerimi yazmaya başladım. Çoktandır yazmıyorum artık ama o günün anılarına hala google'de önder gürbüz diye yazdığınızda en alt tarafta "önder gürbüz tarafından" önerisini bulursunuz. Anlayacağınız insanlar beni ve görüşlerimi resmen arar olmuştu. Tabii her işte olduğu gibi böyle konularda süreklilik esastır. Sağlığım el verse daha neler yapacağım ama yok...
İmkân ve ihtimal yok!
Buna rağmen bende yapabileceklerimle yetinmeye başlayarak ve mesela derlemelere başladım. Ama benim yetersizliğim başkalarını engellemez.
Bu yüzden imkânım olsaydı neler yapacağımı ve nasıl yapacağımı yazmak istiyorum. Başarılı olup olmayacağımı bilmememe rağmen en azından denemeye değer olduğunu düşünüyorum.

İnsanın yüzüne gülen çok olur ama gerçek dost azdır. Hele bir amaç uğruna, karşılıksız yani herhangi bir "ücret" almadan onu çalışmaya, gayret göstermeye teşvik etmek insan tabiatına terstir. İnsanı harekete geçirmenin üç "altın" kurallarından biri böylelikle saf dışı kalır. Geriye iki kural kalır, kalbine veya mantığına dokunmak. Bunu ciddiyetle yapabilmek için öncellikle "işi" resmiyete dökmek gerek. Yani çevrenizde iyi tanıdığınız, güvendiğiniz insanları ve muhtemelen uzakta olan dostları veya sizinle aynı görüşte olan, aynı hedeflere odaklanan, amacı bir - yolu bir insanları davet ederek bir nevi "kurultayda" bir ister dernek deyin, ister cemiyet kurmak olacaktır. Yönetim kurulu üyeleri belirlenir herkese altından kalkabileceği görevler verilir. Bu birlikteliğe katılım oranı ilk anda az olabilir. Bunun önemi yoktur. Öncelikli amaç gerçekten birlikte aynı hedefe varmak arzusunda olan insanların bir araya gelmesidir. Bir sonraki adım

Devam edecek...

                                                                      *

De Facto mu De Jure mi? Sizce hangisi daha önemli?

Türk kültürü De Facto dincidir!
Yani uygulamada genel anlamda dinciliği kabul eder...
Bu tespiti bir tarafa not edelim!

Laiklik ilkesi ise en azından bundan 10 - 13 sene öncesine kadar De Jure idi...
Yani laiklik ilkesi hukuken teşvik edilen bir değerdi!

Dinciyle dindar arasındaki fark...
Geceyle gündüz arasındaki fark kadar belirgindir...
Dinci maneviyatın maddi muhasebesini yapar ve bu muhasebenin sonucu avcundaki çil çil AKçelerdir! Sorsan, sorgulasan din konusunda iki kelimeyi bir araya getirerek mantıklı bir cevap veremez ama kulaktan dolma bilgisiyle ondan daha cahil, ondan daha yobazın gözdesidir! Dinci kendi görüşünün yansıra hiç bir görüşe, inanca yaşama özgürlüğü tanımaz. Kısacası bağnazdır.

Dindar insan ise dininin, inançlarının muhakemesini yapabilecek kadar bilinçlidir. Dininin vecibelerini, gereklerini, serbestîsini bilen ve yaşayan - yaşatandır.
Bu bakımdan laiklik ilkesi dindar insanı...
Farklı inanç ve görüşleri hayatın her alanında dinciden koruyan ilkedir!

Seçim sizin...
Tercih sizin...
Hayat sizin!

                                                                      ***

09.08.2015

AK piçlerden AK açıklamalar(!)

Ne diyor Yalçın Akdoğan?
"...Türkiye hükümeti açısından, PKK unsurlarının bu ülke topraklarını terk etmesi ve girişimlerini durdurması dışında hiçbir seçeneğin kabul edilir olmadığını..."

Bak şimdi, lafa bak...
Hani Türkiye güçlü bir siyasi iradeye sahipti...
Hani Türkiye bir "dünya lideri" tarafından yönetiliyordu?

Benim bildiğim gerçekten güçlü bir siyasi irade...
PKK, kayıtsız - şartsız silahlarıyla birlikte >>> teslim <<< olmalı bunun dışında hiçbir seçeneğin kabul edilmeyeceğini ifade eder, gereğini yapardı!!!

                                                                         *

Utanıyorum

Gerçekten utanıyorum...
Aynaya baktığımda sıfatıma tüküresim geliyor...
Atatürk milliyetçisiyim diye kendimle övünüyorum...
S.ktir oradan, sen kim Atatürk milliyetçisi olmak kim?

Binlercesi dün Almanya'nın Köln kentinde...
PKK'ya karşı saldırıların durdurulması için protesto etti(!)

Heyhat...
Gel gör ki erkek diye ortalıkta dolaşmama rağmen...
Elinde baston, püf desen yıkılacak bir biçareyim...
İstesem de elimden bir şey gelmiyor...
Tek yapabildiğim ve onu da yaptığımı sanıyorum...
Diğer vatanseverlere...
Atatürk milliyetçilerine...
Gençlere seslenerek...
Çok geç olmadan harekete geçmemiz gerektiğini haykırmak oluyor!

Bırakın kısır tartışmaları...
Öze dönün, ilkeleri hatırlayın...
Tek vatan...
Tek bayrak...
Tek ve herkesçe anlaşılabilen dil...
Kardeşçe ve hakça bir yaşam!

Utanıyorum...
Ne ayaklarım tutuyor ne gücüm var...
Elinde baston, püf desen yıkılacak bir biçareyim...
Birleşin artık, harekete geçin artık demekten başka bir şey gelmiyor elimden!

                                                                         *

Kurtlar sofrası

Bu yaşıma gelene kadar...
İster mesleki ister siyasi yaşamımda olsun...
Birçok kez kurtlar sofrasına oturmak zorunda kaldım...
Yükseklerde, rüzgar sert eser. Hem de çok sert...
Nasıl oldu da bu sofrada yem olmadım hala kendime şaşarım!

Allah Türkiye Cumhuriyetinin...
Hepimizin yardımcısı olsun...
Korkarım bu sefer Türkiye, AKP ve zihniyet sayesinde...
Bu sofrada kolay lokma olma yolunda!

Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş

                                                                      ***

10.08.2015

Sol pezevenkler sol, siz ananınızdan, siz babanızdan hiç terbiye görmediniz mi?

Allah gani gani rahmet eylesin…
Babam hep anlatırdı da ben inanmazdım…
Ta ki anlatılanın kitaplarda karşılığını bulana kadar!

Askerlik yapanlarınız belki bilirler, yaşlılar muhtemelen hatırlarlar(!)
Yürüyüşe sol adımla başlanır. Başçavuş veya teğmen "Sol... Sol... Sol pezevenkler sol, siz ananızdan, siz babanızdan, hiç terbiye görmediniz mi? … Sol… " diye tempo tutarak herkesi hizaya getirirmiş. Taharet için sol el kullanıldığı varsayıldığından, yemek (o zamanlar Araplarda çatal, kaşık falan olmadığından ve yemek parmakla yemeğe daldırarak yendiğinden) sağ el kullanılır. Askerde okuma yazma bilmeyen erler için yürütülen "Ali okulunda” asker sağını solunu bellesin diye sağına sarımsak, soluna soğan asılırmış.

1980’lerin ilk yarısında Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştık. Bizimkiler onlarca yıl önce terk ettikleri ülkenin değişen koşullarına ayak uydurmaya çalışırken, ben, ortaokulda Türkçeyle boğuşuyor, yeni tanıştığım arkadaşlara uymaya çalışıyordum. Zor günlerdi benim için, bu yetmiyormuş gibi hayatımda ilk defa ciddi şekilde âşık oldum. Sarışın bir melekti… Bugün bile bazen aklıma gelir kendi ödlekliğime kızar dururum. Kıza açılamamıştım, ulan ne olur? Git yanına seni seviyorum falan de… Ya hayır diyecek ya evet. Sırılsıklam âşıktım. Öyle ki o zamanlar çok moda olan okey takımımıza adını yazmıştım. Okey takımı o gün bugündür Türkiye’de evde durur. Bazen oynarız Türkiye’de, ismin yazdığı istaka bana düşerse içimden muzur muzur gülesim gelir. Adı bende saklı kalsın. Centilmenliğin kitabında bazı şeylerin gizli kalması gerektiği yazar. Ancak şu kadarını söyleyebilirim sosyal medyada kendisini buldum. Hala güzel, anne olmuş. Kendisine ve ailesine mutluluklar dilerim. Neyse…
16 -17 yaşlarında Kürşat isminde bir arkadaşımla ki kendisi Kürt’tür, aynı sınıftaydık, ileride o PKK’ya bense Devrimci Gençliğe* katılacaktım, tartışmaya başladık. Abdullah Öcalan ismi “yeni yeni” duyulmaya başlamış, Kürtçülük sonradan meydan ateşine dönüşecek ilk kıvılcımlarını çakmaya başlamıştı. İkimizde sol ekolden geliyorduk ama inançlarımız farklıydı. Şimdi düşünüyorum da demek ki o zamanlar bile öyleymişim. Arkadaş hatırına, onunla daha mantıklı
tartışabilmek, gerekli ve ikna edici argümanları bulmak için, İstanbullular bilir, Sahaflar Çarsısına gitmiş, "el atından" Abdullah Öcalan'ın yazmış olduğu kitapları almaya başlamıştım. Ama okumak ne mümkün!?
Deli saçması, zır deli. Aklın - mantığın kabul etmeyeceği zırvalar. Son ana kadar, yani birbirimizi gözen kaybedene kadar dostluğumuz baki kaldı. Güneydoğudan İstanbul'a gelmişlerdi, anlattıkları korkunçtu. Yıllar içeresinde ve sözlerinden en ufak bir şüphe duymayacağım insanlar tarafından anlatılanlar benzer şekilde teyit edildi. Sonradan duyduğuma göre Kürşat bir daha iyileşmeyecek şekilde bir çarpışma esnasında sakatlanmış. Bense farklı eğitimler alamaya başlamıştım...
Fen bilimleri daha o zamanlar ilgi alanımdaydı. Kimya favorilerdendi...
Bana Molotof kokteyli, bomba ıvır zıvır nasıl yapılır öğretmişlerdi, bende öğrendiklerimi bir güzel not ediyor evde uygun bir yerde saklıyordum. Nerden bakarsanız bakın tutarsız, çocukça şeyler. Boklu derenin öteki tarafında (mahalleden bir dere akıyordu, öte tarafı alabildiğine tarla ve uzakta bir mezarlık. Dere çok pisti onun için insanlar bu ismi takmıştı) geceleri silah, gündüzleri ideolojik eğitim alıyorduk. Benim için başlı başına bir maceraydı. Fırsat buldukça evden veya okuldan kaçar "eğitimlere" katılırdım. Çok geç olmadan şans yine yüzüme güldü. Bizimkiler Türkiye'deki hayat şartlarına ayak uyduramamıştı. Babam bizi Türkiye'de bırakarak Almanya'ya geri döndü. O ev falan kiralayacak, dayayacak döşeyecek bizi de yanına alacaktı. Ama Önder isminde bir oğlu olduğunu hesaba katmamıştı. :)
Eğitimimin tamamlamasına az bir süre kala ki, Merter'den - Fındıkzade'ye taşınmıştık ilk ve son defa bu tür "devlet" gücünün ne demek olduğuna şahit olmuştum. Asker dipçiği ile, affedersiniz değim yerindeyse, bir seksen manda boku gibi yere serilmiştim. O kadar şiddetli vurmuştu ki yerden kalkamıyordum. Sanki sırtımda tüm kemiklerim kırılmıştı. Gerekçe: Dur emrine uymamışım, halbuki dur dediğini duymadım. Bir şekilde eve gelmeyi başardım. Annem beni böyle görünce bir yalan ile sakinleştirdiğimi sandım. Ama kara Mediha bu...
Bir süredir bir şeyler sezinlemiş olmalı, son olayda bardağı taşıran son damla oldu. Ve evin altını üstüne getirmiş ve benim sakladığım evrakları bulmuş. Kara Mediha durur mu? Sülaleyi ayağa kaldırmış ve babama haber vermiş.
Dayılarım, teyzemler tüm aile... Ulan oğlum, kırk yılda bir namaz, onu da şeytan bırakmaz hesabı işleri elime yüzüme bulaştırmıştım. Hala zaman zaman dalga geçerler benimle, evrakların arasında bir şiir vardı: Üzülme anam oğlun memleketi kurtaracak diye başlıyordu, Gerisini hatırlamıyorum ama çok güzel ve duygu dolu bir şiirdi. "Üzülme anası, Önder vatanı kurtaracak" diye dalga geçerlerdi. İnsan şapşal "devrimci" olursa olacağı budur işte :)
Ancak hep iddia ederim ya çok şanslıyım yada Allah benimle. Hangisi bilmiyorum am bir şeylerin olduğuna eminim. Dediğim gibi aldığım eğitim bitmek üzereydi ve herifler beni boşuna eğitmemişti, yani eyleme gitti gidiyordum babam imdadıma yetişti. Apar topar bizi Türkiye'den çekip aldı. O yıllar Türkiye'de kan gövdeyi götürüyordu. Allaha çok şükür herhangi bir suça karışmadan bu badireyi atlattım. Ama çok büyük tecrübe sahibi oldum ve ileriki yıllarda suça karışmamam lehime gelişmelere neden olacaktı. Almanya'ya geldik ancak ben, ben olmazdım buralarda da rahat dursaydım. Belki Almanya konusunu yeri ve zamanı geldiğinde başka bir nedenden dolayı anlatırım. Gelelim tüm bunları neden yazma ihyacı duyduğuma...

Dikkatinizi öncellikle "küçük" yaşta çocuk olgusuna çekmek istiyorum. Kendimi örnek gösterdim ki belki televizyonlarda PKK veya mesela Filistin'de taş atan çocukların "neden" taş veya benzeri maddeleri atıklarına farklı bir gözle bakarsınız diye. Sözlerime devam etmeden bu bağlamda televizyonda bundan bir süre önce gördüğüm, belki sizlerin de dikkatini çeken bir sahneyi hatırlatmak istiyorum: Türkiye'de yine şiddet dolu sokak gösterileri... Bir anne olaylara katılan çocuğunu kulağından tutmuş, döve döve götürmeye çalışıyor!
16 - 17 yaşındaki çocuğu istediğin gibi yönlendirmek, iyi veya kötü emellerine alet etmek oldukça kolaydır. Bu yaşta insanların siyasi altyapısı, bilgisi, kültürü, hayata dair tecrübeleri ne olabilir ki onlardan böyle >>> son derece ciddi <<< bir meseleye "doğru" yaklaşımı bekleyesiniz. Kaldı ki yaşını başını almış insanlar bu gibi meseleleri doğru değerlendiremiyorken!!!
Özellikle erkek çocuklarını silah, şiddet, kavga - gürültü cezp eder. Kızlar ki bu konuya başka bir yazımda değiniyorum bu gibi konularda farklıdır ve bu yüzden onlara farklı yaklaşılmalıdır. Ama biz yine asıl anlatmak istediğim konuya dönelim...
Bir toplumda her türlü görüşün, görüşe bağlı anlayışın hakim olduğuna hem fikiriz sanırım. O halde özgür bir toplumda bu değişik görüş ve anlayışların siyasi sahnede ifade edilmesini de olağan karşılamak lazımdır. Yıllarca yanlış anlaşılan ve yorumlanan Atatürk milliyetçiliği, belki o günün koşularında doğru ama uzun vadede yanlış siyasi tercihler, kararlar ama ille de yasaklar bugün bizi yaşadığımız bu günlere getirmiştir. Bu günler aklı başında olan herkes için kabus dolu bir dönemdir. Riyakârlık, menfaatperestlik, ahlaksızlık almış başını gidiyor çünkü. Muhafazakârlık yerine göre doğru ve lüzumludur. Ancak azı yarar - çoğu zarar özdeyişinden yola çıkarak muhafazakârlığa da kısıtlamalar getirmek lazımdır. Şöyle ki hiç bir şeyin değişmesine müsaade etmiyor veya en ufak değişikliklere tepki veriyorsanız ilerleme kaydetmeniz mümkün olamaz. Çünkü yaşamın kendisi dinamiktir yani sürekli bir değişim içeresindedir ve varlık bu değişime ayak uydurmak zorundadır yoksa silinir gider! Her şey eskisi gibi kalamaz, kalması mümkün değildir. Tabiata aykırıdır!
Sağ başka bir değişle muhafazakar görüşün aksi soldur. Sol dendiğinde ilk akla gelen kominizimdir. Yıllarca bati emperyalizminin telkiniyle kafalarda öcüdür. Kötüdür, yanlıştır, Allahsızlık - Peygamberzliktir. Gerçekten öyle midir? Öyleyse böyle olmasının nedenleri nelerdir, değilse kominizim nedir?
Bu konuya onlarca kez değinmiş, fikirlerimi yazmıştım. İsteyen okur öğrenir, daha farklı kaynaklardan yararlanır. Çünkü bu makalenin özü bu konuyu irdelemek değildir. Bu yazımda daha çok dile getirmek istediğim özgür bir toplumda, siyasi yelpazenin en sağından en soluna, hatta gerekliyse dikkat, dincisinden - ırkçısına tüm görüşlerin demokratik sistem içeresinde kendine ifade alanı yaratmasıdır. Yasaklar daha çok merak uyandırır, yasaklamaya gerek görmeden devlet tarafından özgür ifadeye izin verilir ama aynı zamanda bu ifadeler sıkı bir denetime tabi tutulursa özellikle uç noktaların yeraltına kayması önlenebilir. Özgür bir toplum şeffaf bir yönetimle olur. Devlet, bireye... Bireyse devletine güvenmelidir!

* Geçmiş zaman yeminle tam hatırlayamıyorum, birazda geçirmiş olduğum kazanın (3. dereceden kanamalı beyin sarsıntısı) etkisiyle, aradan 30 yılı aşkın bir süre geçti. Örgütün adi hafızamda değil ama solcu örgütlerden biriydi, muhtemelen ya Dev Genç ya Dev Sol

                                                                       *

Sözde Kürt sorunundan sözde Türk sorununa gidişat

Kudurdular...
Başlarını yiyesiciler...
Havlayıp dursunlar diyeceğim ama arada ısırmasalar...
Can yakmasalar!

Ama gidişat iyi değil...
Yıllarca suskunluktan sonra palazlanmaya yeterince vakit buldular...
Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı...
I. Mahvedin Recep Tayyip Erdoğan sayesinde...
Baktılar "dünya lideri" imajı elden gidiyor, oylar gittikçe azalıyor...
Paralel ile danışıklı dövüşten, PKK'lı danışıklı dövüşe döndüler...
Bakmayın siz, sakin aldanmayın göstermelik bombardımanlara...
Hepsi anlaşmalı, hepsi sergilenen büyük orta oyunun birer sahnesi!

Algı tamam...
Dünyada ve memlekete...
Kürt sorunu vardır ve Kürtlerin resmi temsilcisi PKK'dır...
Bu arada entelin, dantelin tüm uyarılarına rağmen gizliden gizliye...
Önceleri yavaş yavaş şimdilerde tam gaz...
Kendilerini arka plana atılmış his edenler tarafından...
Ama genelde özde değil sözde kalan...
Bir sözüm ona Türk sorunu varmış izlenimi yaratılıyor...
Halbuki özü - sözü bir, gerçekten bu milletin evlatları olan...
Türk milletinin evlatları canından olan, kanını döken!

Gidişat iyi değil dostlar...
Saraylar, hanlar, hamamlar hepsine eyvallah, tamam...
Giden senin evladın, benim kardeşim...
Dönüşü olmayan yolculuğa çıkan bu milletin evlatları, babaları, yavruları ey dostlar!

Bu memlekete ne Kürt sorunu vardır nede Türk sorunu...
Adaletsizliktir meselemiz, hakça paylaşımdır davamız!

                                                                       *

İkiyüzlüsün Bahçeli

Birde utanmadan yazılı açıklama yapıyorsun...
Neymiş, CHP bu akşam mutlaka AKP ile koalisyon kurmalıymış...
Ülke menfaatleri bunu gerektiriyormuş...
Madem öyle, sen niye kurmuyorsun?
Eksik olan birkaç milletvekili...
Senin arkanda onlarcası var, sana da AKP'yede yeterde artar!

Buradan haykırıyorum...
Tüm Türkiye duysun diye...
Sen şerefsizlerin, ikiyüzlülerin önde gidenisin...
Yaptığın hesaplar elbet tutmayacak...
Bu millet senin sandığın kadar aptal değil!

Sen Milliyetçi Hareket Partisinin yüz karasısın!!!

                                                                      ***

11.08.2015

Elçiye zeval olmaz

Dün akşam yine doktordaydım...
Öfff...
Altımdan girdi üstümden çıktı, anlattı, söylendi, kızdı...
Neymiş efendim ben nasıl olurda hala sigara içermişim...
Yapma - etme, canım civanım dememe rağmen kıyametler koptu...
Hele geçen sene beni Salzburg'da ameliyat eden Profesöre kontrole gittiğimde...
Eline sopayı alıp neredeyse beni dövecekti...
Biliyorum...
Yerden göğe kadar haklılar...
Ama sigaram ve Türk kahvesi olmazsa olmaz...
Zaten aklınıza gelebilecek her şeyi yasakladılar, kahveyi bile...
Neden mi bunları yazdım?
Çünkü bir türlü cigaramın dumanı başlıklı yazımı yazmaya fırsat bulamıyorum da ondan!

Eskiden...
Asya'nın en dip köşesinden Avrupa'nın en dip köşesine kadar bir adet vardı...
Hükümdar namına bir yerden bir yere giden elçiye zeval gelmezdi...
En azından mert olanlar arsında bu böyleydi...
Bir devlet görevlisi, sıfatı ve görevi ne olursa olsun...
Bir nevi elçidir, bulunduğu yerde devletin ona verdiği görevi yerine getirir...
Ona karşı yapılan saldırı, canına kast...
Mertliğe de, geleneklere ve göreneklerde sığmaz!

İster Türk olsun ister Kürt...
Anadolu'nun çocukları...
Bu millet merttir...
Söyle...
Kahpe misin?
Kancık mı?
Arkadan vurmak, pusu kurmak...
Hangi kitapta yazar?

Erkeksen...
Bir tarafına güveniyorsan...
Sıkıyorsa...
Bak Beştepe orada...
Gidip sorumluyu vursana!

                                                                       *

Haddini bil, bilmezsen bildirirler

Kız kardeşimle didişip dururuz...
İlle karşında eski Önder'i arıyor...

"...Başından geçenler pişmiş tavuğun başına gelse, canlanıp kaçacak delik arar, can dayanmaz. Bu yüzden bırak artık dişini sıkmayı. Kendini af edebilen insan, en mutlu ve sağlıklı insandır. Gör bak, her şey iyi olacak!"

Bugün böyle diyor ama...
Eski Önder bundan 26 sene önce öldü...
Yok artık!

Kendini af edebilmek...
Dünyanın en zor şeyidir...
Tesadüfen dinlediğin bir şarkı, önüne koyulan bir yemek...
Gittiğin bir yer, çarşıda gezinirken karşına çıkan kuyumcu...
O çok sevdiği kristaller, gözünün önüne gelir o kızıl saçlar...
Hele balayına giderken Alp dağlarının tepesinde...
Durduğumuz o çeşmenin yanı başında...
Sırtında siyah bir deri ceket...
Akşam güneşiyle bütünleşen o kızıl saçlar...
Unutabilir misin?
Mümkün değil af edemesin kendini...
Ölümüne sebep olduğun sevgilini!

Ormanda gezinirken...
Hopa yaparken çıkan o küçücük kol...
Telaşla, çılgın gibi hastaneye gidişi...
Neredeyse doktoru dövecektim çocuk ağlıyor diye...
Tutu kolumdan Sevda, sakinleştirdi!

Vicdan, insanı yer bitirir...
Af etmen mümkün değildir kendini!

Birde mesela benim karakterime sahip olanlar...
Yani gerçekten, yalansız - abartmadan kafasına koyduğunu...
Sistematik bir şekilde hayata geçirebilenler...
Bunu gerçekten başarabilenler...
Sınırlarını zorladıkça zorlayan...
Bir zirveden diğerine geçmeyi başararak...
Uçurum kenarında, düşmeden, dengesini kaybetmeden durabilenler...
Bugünden yarına...
Kolu kanadı kırılırcasına gücünü - kuvvetini yitirdiğinde...
Kimi zaman bir su şişesini bile açacak gücü kendinde bulamadığında...
Yarım bile değil çeyrek erkek misali, çöker kalırlar...
Zorlarlar, zorlarlar ama olmaz...
Yok, olmuyor güç yetmiyor...
Artık en ufak bir sınırı aşmak mümkün olmuyor...
Maddi ve manevi güç yetmiyor!

O yerine göre ciddi, resmiyete bürünen...
Genelde takım elbisesiz sokağa çıkmayan, son derece bakımlı...
Sanki burnu Kaf dağındaymış izlenimi veren ama asla öyle olmayan...
O yerine göre deli, çılgın Önder yok artık!

Bakmayın siz kürsülerden ona buna had bildirenlere...
Kurusıkı!
Haddi...
Haddini bilmeyenlere, hayat bildiriyor!

                                                                       *

Avrupa'da ama özellikle Almanya'da ne oluyor?

Esnaf belki farkına varmıştır?
Müşteriler sanki yeni matbaadan çıkmış paralar ile ödeme yapıyor...
İki olasılık var...
Ya millet kenarında - köşesindekini harcıyor...
Yada ki bu daha büyük olasılık...
Avrupa ikide birde yeni para basıyor..
Buda yükselen enflasyon demektir!

Bilmem haberlerde dikkat ettiniz mi?
Yunanistan için üçüncü yardım paketi...
Finlandiya'nın AB para birliğinden çıkma isteğini ardından getirebilir(!)

Alman parlamentosunda da bu konuda tartışmalar had safhada...
Şimdi fuzuli harcamalar yapma zamanı değil...
Benden söylemesi!

                                                                        *

Farkına vardınız mı?

En azından Almanya için geçerli bir tespit...
Havalar aşırı sıcak olduğundan beri..
Hanımlar elbise, etek giyer oldu...
En azından benim açımdan özlenen bir manzara...
Çiçekler açıyor...
:)
Ne o, hep pantolon - hep pantolon!

                                                                        *

Bu korkunun nedeni nedir?

Soruyorum...
Gayri resmi 8 bin yıllık...
Resmen ama Çinli kayıtlara göre 2 yıllık maziye sahip bir milletin mensubusun...
Tarihinde 16 tane devlet kurmuşsun...
Dünya karşına dikilmiş, ayağında çarık - kıçında şalvar...
Ama...
Yüreğin iman ve vatan sevgisi dolu dikilmişsin karşılarına...
Anka kuşu misali defalarca kendi külünden doğmuşsun...
Neden korkuyorsun?
Kıçı kırık iki zibididen mi, yoksa AB(D)'den mi?
Yoksa, acaba...
Sen kendinden mi korkuyorsun?

Söyle korkunun nedeni nedir...
Ben aslında tahmin ediyorum...
Sen kendine güvenemiyorsun, özgüvenin yok denecek kadar az!

Ne olmuş yani Kürt üniversitesi açacaklarsa?
Bırak açsınlar, hatta teşvik et...
Ya arkadaş senin gözlerin mi kör, yoksa kulakların mı sağır?
Okuma yazman mı yok?

Bak Almanya'ya, bak Yugoslavya'ya...
Milletler tarihinde sayısız örnek var...
Kendi tarihinde bile...
Bir gün gelir yollar ayrılır, güle güle...
Zamanı geldiğinde, yana yakıla aman yine birleşelim, ben ettim sen etme...
Hoş geldin kardeşim!

Aç biraz kitap oku, bak bir etrafına neler oluyor...
Otur biraz düşün...
Bir durum muhakemesi yap...
Gerçekten kızıyorum, bakıyorum paylaşımlarınıza...
Türkiye aşağıya, Türkiye yukarıya...
Bu dünyada yalnız Türkiye yok! Tamam vatanımız, namusumuz...
Bu topraklar için kan döktük ve şüphesiz daha çok dökeceğiz...
Ama derler ki; komşu komşunun külüne muhtaç...
Komşu vardır kıskanç!

Otur kıçının üstüne bak atalarının eserlerine...
Sen onların evladı, torunusun...
Bu korku niye?

                                                                       *

Rahmetlinin stratejisi

İnsan vardır, okur, okur yine okur...
Ve hatta akademik kariyer yaparak ün, unvan sahibi olur...
Stratejik derinlik falan filan...
İnsan vardır, okumaz - okuyamaz...
Gönül gözü açıktır...
Açık ve ileri görüşlüdür...
Babam mesela, 60 küsur yaşında...
Hiç unutman Mainz konsolosluğundan elinde ilkokul diplomasi, yüzünde geniş bir tebessüm ile çıkısını. Allah gani gani rahmet eylesin...
Ama...
Evet ama aklınıza gelebilecek hangi ortam olursa olsun...
Kadir Gürbüz...
Orada kiminle konuşursa konuşsun, karşısındakinin dikkatini cezp ederdi...
Hayat ona Ordinaryüs Profesör unvanını vermişti çünkü...
Çok bilgili, ondan da çok tecrübe sahibiydi!

Biz erkekler...
Hepimizin ortak derdidir ve düşünemiyorum, hayal bile edemiyorum...
Evli bir erkeğin böyle bir durumu yaşamamış olmasını...
Anayla - avrat arasında kalırız...
Aşağıya tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu...
Babamın stratejisi...
O an için tarafsızlık, ne haliniz varsa görün, yiyin birbirinizi...
Ama ondan sonra...
Yani ortalık süt liman olduğunda veya dalgalar durulduğunda...
Çeker tek tek tarafları kenara, vurur yumruğunu masaya...
Bak gör, aynı meselden sorun çıkmazdı bir daha!

Umarım ne anlatmak istediğimi anlamışsınızdır...
Gerçekten anlamışsınızdır(!)

                                                                       *

Atamıza sahip çıkalım

Yüzyılın lideri seçiliyor...
Galeriye baktım...
Mao'dan - Hitlere...
Ve aralarında yıldız gibi parlayan Atatürk!

http://100leaders.org/

                                                                      ***

13.08.2015

Public viewing

Dün gece Almanya semalarından yıldız kaymasını izlemek muhteşem olurdu...
Maalesef bu doğa olayını unutmuş bulundum...
Akşam efkârın tatlı meltemine tutularak şişenin dibine biraz fazla baktım...
Hal böyle olunca ne yazık ki bu gösteriyi kaçırdım!

Sabah haberlerinde...
Mısır'da ilk defa IŞID'in, Hırvat bir turisti infaz ettiği büyük yankı buluyordu...
Tehlike dört bir tarafta...
Almanya vatandaşlarına Mısır'a gitmeme yönünde telkinde bulunurken...
Türkiye aklıma geldi, Türk ekonomisinin büyük bir bölümünü oluşturuyor turizm...
Bir tarafta PKK saldırıları...
Öte tarafta IŞID...
Dincileri, hırsızları, katilleri, arsız ve uğursuzları hesaba bile katmıyorum...
Ve Türk halkı, akşamki yıldız kayması olayını...
Tiyatro, televizyon izler gibi gelişmeleri izlemekle meşgul!

Yol Ankara yolu...
Kilit nokta, Türkiye Büyük Millet Meclisi...
Ceylan derisi koltuklarda oturan hanımları ve beyleri...
O değerli popolarını...
Oturdukları yerden zıplatma vakti!

Sen, ben, o...
Hep beraber sokaklara dökülerek...
Ankara'ya...
Türkiye'nin dört bir tarafından, huzur için, barış için...
Hakça paylaşım ve adalet için...
Ankara'ya!

                                                                        *

Yüzde bir

Bundan yirmi altı sene önce...
Akşam vakti...
Frankfurt Üniversite hastanesi helikopter pistinden genç bir adam indirilir...
Ağır yaralatır, çok ağır...
Hemen acile alınarak gereken müdahaleler yapılır ama...
Gencin yaşama ihtimalini, doktorlar yüzde bir olarak değerlendirirler...
Yoğun bakımda...
Aradan günler, haftalar geçer durumunda bir değişiklik yoktur...
Ev doktoru, bölüm başhekimiyle sürekli temasta...
Yaşam - destek manikalarını kapatmak istiyorlar...
Ev doktoru müdahale ederek, gerekirse mahkemeye vermekle tehdit ediyor!

Bazen...
İster takdir-i ilahi deyin, ister şans...
Yüzde bir ihtimal dahi olsa...
Deneyeceksin, şansını zorlayacaksın...
Hiç bir şey yapmadığın taktirde, baştan kaybettin...
Aptallık ile cesaret arasında ince bir çizgi...
Yürek, akıl ve bilek ile birleştiğinde aptallık olmaktan çıkar!

                                                                       *

Kadınlarımız, Türk kadını

Bu ülke Türk kadının sırtında kurulmuştur, bunu hiç bir zaman unutmamak gerek!

"Tek tük" cephede veya arka planda savaşanlar vardı ama...
Bu milletin kadınları...
Yani etnik kökeni ne olursa olsun kendini bu toplumun bir ferdi sayan kadınlarımız...
Sırtlarında bebeleri, erzak ve cephane taşımıştır cepheye!

Erkekler ölmüştür cephede...
Kadındır hayat veren, didinen, cephe gerisinde yaşam mücadelesi veren...
Ve Atatürk'tür...
Türk kadınına o güne kadar, hatta birçok batılı ülkede, kadına tanınmayan hakları veren...
Ve Türk kadını, erkeği ile birlikte...
Elele, omuz omuza yüceltmiştir bu cumhuriyeti!

Ne oldu size?
Nenelerimizden, Kara Fatma'dan eser kalmadı sizlerde...
Evet, yine tek tük bu cumhuriyet, bu vatan, bu millet için mücadele eden var ama...
Yetersiz...
Artık meydanları başka, başka kara Fatmalar doldurmakta...
Hatırla...
Çok değil bundan kısa süre önce...
Tencere - tavayla çıkardığın ses bile...
Yankı buldu koskoca Ankara'da!

                                                                      ***

14.08.2015

 

Dur bakalım daha neler olacak

 

Johan Wolfgan von Goethe…

Rivayete göre Genc Werther’in acılarını 9 günde…

Faust’u ise 59 senede tamamladığı söylenir…

Doğru, yanlış bilemem!

 

Kimi zaman insanoğlu sonradan pişman olacağı sözleri sarf eder…

Bunlar çoğunlukla etraflıca düşünülmemiş, heyecanla söylenen sözlerdir…

Bazen ise etraflıca ve en son ayrıntısına kadar düşünülmüş, güvenilir kaynaklarla desteklenmiş sözler sarf eder ki iyi niyet ile çevresini uyarsın, belki dikkat çeksin diye. Ve bu sözler gösterilen tüm özene inat ya tamimiyle yanlış çıkar ya da kısmen(!)

Olayların gidişatına bakıp aceleyle, heyecanla söylenen veya yazılan sözler yanıltıcı olabilir. Ve yine insan yanıltmak – aldatmak, insan onurunu incitici bir davranış olduğu için yakışık almaz, kaçınmak gerekir!

 

İki gram aklımla…

Mantıksızlığın hüküm sürdüğü bir süreçte, mantık ile gelişmelere yaklaşmak, yorumlamak en yalın ifade şekliyle saftirliktir, yanlıştır. Özetle durum muhakemesi yapıldığında gelişmeleri kısaca söyle özetleyebiliriz:

 

Hayatında karı, kız yüzü görmemiş…

Taşradan şehre inmiş erkek misalidir bizim ki…

Pavyonda, gazinoda veya herhangi bir bar, gece kulübünde…

Karşısına çıkan ilk (affedersiniz) fahişeye aldanır…

O gerdan kıvırmalar, dolgun göğüsler, kalçalar…

Söylenen ama asla gerçek olmayan o tatlı sözler…

Ama illa o gülücükler ve gözler…

Sahte ve aslında cebindeki parayı almaya yönelik hareketler…

Adamın bir taraflarına bir şeyler olur, aklı bacak arasına kayar…

Artık onu tutman mümkün olmaz!

 

Kendini bilen, karıya – kıza tok adamı etkilemez böyle şeyler…

O bilir ve canı istediği taktirde, kendi iradesiyle basar parayı, gönlünü eğlendirir…

Çeker gider!

         

Anında Kemal Kılıçdaroğluna övgüler…

Daha dur bakalım…

Dün bir, bugün iki…

7 Haziran öncesi o güvendiğim ve bugüne kadar beni daha hiç yanlış yönlendirmemiş kaynaklara göre AKP – HDP koalisyonu öngörülüyordu. Y-CHP’nin başına K.K. boşuna getirilmedi!

 

Bu inancımı hala muhafaza ediyorum…

Burası Türkiye, en mantıksız gelişmeler mümkün…

Sağ gösterip sol vurmalar mümkün…

Boşuna kudurmadılar, boşuna oluk oluk kan akmıyor Türkiye’nin dört bir tarafında…

İmralı’daki o bilmem nenin çocuğu…

Beştepe hırsızı, soytarısı, dolandırıcısı…

Milliyetçi Hareket Partisinin başındaki o serseri…

Çok yakın bir süre içerisinde Türkiye’nin canını çok fena yakacak bir gelişme olursa…

Hiç şaşırmam, CHP ile olmadı, MHP ile olmadı bari HDP ile olsun(!)

Her şey mümkün, her şey olası…  

Dur bakalım daha neler olacak!

                                                                        *

Tarihe not düşelim

$ 2,84
€ 3,17
BIST-100 77209

Saat 13.13 civari

                                                                       *

Yazsam mı yazmasam mı diye çok düşündüm, ayıp neticede çoluk çocukta okuyor

Ama bugün dahil son zamanlarda yaşadıklarımızı göz önünde bulundurduğumda...
Yazmanın, yazmamaktan daha hayırlı olacağı kanaatindeyim.
Rahmetli Aziz Nesin, Türk halkının %60'inin aptal olduğunu ileri sürmüştü...
Bu tespiti ister beğenenin ister beğenmeyin...
Paylaşıyor hatta bir adım ileri gidiyorum(!)

İki binli yılların başlarındayız...
AKP, "bir zaferden diğerine koşuyor"
İstanbul'dayım...
Rakı sofrasının başında siyaset...
Siyaset ayık kafayla yapılır biliyorum ama söz konusu Türkiye olduğunda...
Körkütük sarhoş olmanın da faydaları yok değil...
Kaldı ki cemiyet içeresinde ama özellikle bayanların bulunduğu bir ortamda...
Asla ve katta kendimi kaybedecek, ne dediğimi bilmeyecek kadar içmem...
Kuzen "Önder abi, yanılıyorsun dinciler çok daha fazla" demişti...
Ben, dincilerin %30 civarında olduğunu öne sürmüştüm çünkü...
Dinci kesim dediğim kökten, fanatik ve Nuh deyip Peygamber demeyecek kadar saplantılı insanlar!

Bu oran üç aşağı, beş yukarı dönem dönem değişebildiği gibi özü %30 civarı...
Yıllar >>> bir bakıma <<< beni haklı çıkardı...
Haklı çıkmak her ne kadar insanın ruhunu okşasa, ego dediğin ne kadar tatminde olsa, bazen, insan keşke haklı olmasaydım diyor, diyebiliyor(!)

Gözlemlerimi paylaşışınız, paylaşmasınız...
Kabalığımı, nezaket kurallarının dışına çıkışımı mazur görün lütfen...
Ama...
Bana göre kesin...
Türk halkının %30 kendini bilmem ne yaptırmaktan hoşlanıyor...
Gözler açık ve çoğunlukla bile bile...
Dönem dönem artan sayıda buna...
Geçici olarak kendini düdükletmekten zevk alanlarda katılıyor...
Bu açıdan rahmetli Aziz Nesinin tespitine "ince ayar" yaparak katılıyorum...
O malum %60'lik oranın yarısı üstüne üslük seks manyağı(!)

                                                                      ***

15.08.2015

Neden, neden yalnız ateş düştüğü yeri yakıyor?

Komşunun evini alevler sarmış...
Sen seyrediyorsun...
Ateş damdan dama sıçrıyor...
Sen seyretmekle, vah vah demekle yetiniyorsun...
Alevler gittikçe evine yaklaşıyor...
Senin umurunda değil...
Yaklaşan alevlere dur diyeceğine, eline kovayı alıp ateş ile mücadele edeceğine...
Birkaç kişinin oluşturduğu zincire destek vereceğine...
Sen durmuş, öküzün trene baktığı gibi yalnız bakıyorsun!

Ateş düşen evlerden çiğlikler yükseliyor...
Analar, bacılar ve de çocuklar...
Cayır cayır yanıyor...
Genç bir gelin pencereden feryat ediyor...
..Yetişin a dostlar, kardeşler, gelin kurtarın, yanıyoruz...
Ve alevler gencecik vücudu sarıyor, yanıyor, yanıyor, yanıyor...
Sen...
Kulaklarını tıkamış, izlemekle yetiniyorsun...
Etrafını saran yanık et kokusunu bile duymuyorsun!

Mahalleyi sardı alevler...
Sen sanki bir işe yarayacakmış gibi o yarım aklınla...
Almışsın eline bayrağı...
Bayrak ile cehennem ateşiyle mücadele etmeye çalışıyorsun...
Biliyorum bayrak dediğin bir parça bez değil ama incecik bir kumaş...
Manevi değeri paha biçilmez...
Ama alevleri besleyen oksijeni keser mi hiç o incecik kumaş?

Alacaksın eline kalın battaniyeleri, yangın söndürücüsünü, kova kova suyu...
Katılacaksın zincire, o halkanın bir parçası olacaksın
Ve alevi besleyen o oksijeni keseceksin...
Alevler değildir o an senin birincil düşmanın...
Oksijendir, oksijen!

Sonra...
Evet sonra, hesap soracaksın sorumludan neden itfaiye zamanında yetişmedi...
Verecek sana hesap sorumlu...
Cayır cayır canlar yanarken neden gereken önlemi almadı diye!

                                                                       *

Filli Efendi

Ben yaptım oldu...
İster kabul edersin istersen g.tünü yırtarsın ama nafile...
Ben yaptım oldu...
Beni halk seçti, vay beee...
Peki, halk dediğin yalnız seni seçenler mi?
Ben ve benim gibi düşünenler bu ülkede var olduğu sürece...
Sen nazarımızda bir hiçsin...
Seni seçen, sana aldanan kitle belli...
Ne demişti içlerinden birisi?
G.tünün kılı olayım...
Türkiye Cumhuriyeti...
G.t kıllarının hüküm sürdüğü bir ülke değildir...
Asla olmayacaktır!

Sen fili bir durum yaratmaya çalışıyorsun ama...
Efendi, Eyyy Efendi...
Aç kulaklarını ve söylediğimi belle...
Ben ve benim gibi düşünenler bu ülkede var olduğu sürece...
Seni ve senin gibileri takmayız...
Biz hür doğduk, hür yaşarız...
Hangi çılgın bize zincir vuracakmış, şaşarız
Seninle her yerde, her ortamda, her şarta...
Mücadele etmeye yeminliyiz!

                                                                       *

Kabul ettirebilir misin?

Müslümanlıkta zorla güzellik olmaz...
Müslümanlıkta zorlama olmaz...
Müslümanlıkta rıza aranır...
Erkek sakal bırakacağında bile, eşinin rızasını almak zorundadır...
Müslümanlık budur...
Sen ki Müslümanlığın tacirliğine soyunmuşsun...
Zorla güzellik olmaz, rıza şarttır...
Hangi dönemde yaşadığını sanıyorsun sen...
Seni poh pohlayanların gazına gelerek...
Başımıza gerçekten padişah kesilebileceğini mı sanıyorsun?

Benim rızam yoktur...
Benim gibi milyonların yoktur...
Hadi bakalım din taciri...
Görelim el mi yaman, bey mi yaman!

                                                                       *

Pizza ve sofra adabı, dikkat etmesen sırıtır kalırsın

Dün akşam Rüdesheim'deydik...
Yıllardır gittiğimiz ve oranın en nezih restoranlarından birindeyiz...
Rüdesheim, Almanya'nın dünya çapında meşhur turistik yerlerinden biridir...
Restoran yine dünyaca ünlü Drosselgasse'nin paralelinde...
Drosselgasse çılgın eğlenceleriyle meşhurdur!

Restoran tıklım, tıklım dolu...
İşletmecisiyle yıllar içeresinde dost olduk...
Normal şartlar atında rezervasyon yapılması gerekir...
Hayatımda adetim değildir, yapmadım tabii...
Hayatım olağan akışında planlı - programlıdır...
Ama aklıma eserse de yapmaktan geri durmam...
Beni görünce ve inanın tek boş masa yokken...
Az biraz beklettikten sonra bize güzel bir yer buldu...
Restoran İtalyan ama mutfağı uluslararası...
Aşçısı gerçekten usta...
Lafı uzatmayalım, yemek esnasında etrafıma bakındım...
Hemen arkamızda bir Türk ailesi, onlara tekrar değineceğim yeri geldiğinde...
Çoğu insan Pizza yemekle meşgul...
Laf aramızda Pizza Erotica diye bir pizzaları var, patlıcanlı - sarımsaklı...
Elinizi, ayağınızı beşte parmağınızı yersiniz...
Bak şu işe, yine konudan saptım...
Ellerinde çatal - bıçak pizzaları küçük küçük lokmalara ayırıyorlar...
Yine çatal ile ağızlarına...
Buraya kadar olağan gibi görünen durumun bir tuhaflığı var...
Öncellikle şunu belirtmeliyim ki görgü kurallarının birinci maddesi...
Başkalarının hatalarını hoşgörüyle karşılamaktır...
Buna rağmen sofra adabı bulunduğunuz mekana ve yediğiniz yemeğe bağlıdır!

Pizzanın mucidi İtalyanlar olduğu söylenir...
İtalyanlar, pizzalarını genelde dört eşit parçaya bölerek elle yerler...
Bizde...
Mesela lahmacunu çatal - bıçak ile yiyeni gördünüz mü?
Gördüyseniz eğer, bir tuhaflık his etmediniz mi?
Sırıtıyor değil mi?
Bana doğru bir hareket gibi gelen, sana ters düşebilir...
Mesele bunu hoşgörüyle karşılayabilmektedir.

Ancak bazı durumlar vardır ki önce göz sonra beynin buna alışması gerekir...
Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra, zamana yayarak...
Türban mesela...
Türbanın tersi ki Allah var yukarıda, bazen edep denen şeyi zorlar durumda...
Örneğin geçen sene Atatürk Havalimanımda, öyle kısa bir etek ki inan...
Her şey diyorsam, her şey meydanda...
Her şeyden evvel ayıp...
Bazı şeylerin gizlide kaması gerekiyor, çokluk çocuk var ortamda!

Neyse...
Anne, baba ve çocuklar gayet neşeli, hoşsohbet yemeklerini yiyorlar...
Anne, beli esmer, kaşlar gözler kara...
Ama o ne...
Nasıl bir erkeğe yaraşırsa ciddiyet...
Bir kadına da yakışır nezaket...
Zarafet ve asalet...
Zarafetin, inceliği, esprisi...
Kendine yakıştırmaktır güzeli...
Kaşlar kara, gözler kara, ten kara..
Saçlar sapsarı, araları kara kara...
Belli boyatmış..
Biliyorum renkler ve zevkler tartışılmaz..
Ama doğallığında değerine paha biçilmez!

Gelelim tüm bunları neden anlattığıma...
Bilgi esastır...
Bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır...
İnsan bilgisiyle, görgüsüyle parlar...
Bu hayatın her alanı için geçerlidir...
Özellikle ama devlet yönetiminde...
Bilgisizliğinle, cehaletinle...
Sırıtmayacaksın!

Sana doğru gelen, sence güzel olan...
Ancak toplum nazarında karşılık bulduğu oranda doğru ve güzeldir!

                                                                       *

Aziz Allah

Yumurtayı kırmadan omlet yapamazsın...
İlla o yumurta kırılacak!

Devlet Bahçeli'ye...
Kemal Kılıçdaroğlu'na...
Recep Tayyip Erdoğan'a veya Davutoğlu'na güveniyorsan...
İşin Allaha kalmış!

Şüphesiz Allah büyük...
Ol dediğinde her şey olabiliyor...
Ama bu sefer...
İş başa düşüyor...
Onlar beceriksizliklerini sine-i millete çevirerek perdelemek istiyor...
Bence...
Onlar sine-i millete çevireceğine, millet karşılarına dikilmeli!

                                                                      ***

16.08.2015

"Ben gayri yasal mı çalışıyorum?" sorusuna yanıt

Yok....
Sen bu ülkenin resmi hırsızısın!

                                                                        *

Herkes gider Mersine, Önder gider tersine

Almanya'da havalar soğumaya başladı...
Çok şükür...
Dün, uzun zaman sonra zıpkın gibiydim...
İnsanlar sıcağı sever, bense kendimi soğuk olunca daha iyi his ediyorum...
Özellikle ameliyattan sonra sıcağa hiç dayanmaz oldum...
Kedi gibi mayışıp duruyorum...
Buna göre aslında Sibirya'ya veya daha da iyisi kutuplara taşınmam gerekir!

Hemen kız kardeşime verdiğim sözü yerine getirmeye başladım...
Başladım ama...
Ya arkadaş...
Neden, neden, neden bu kadın denen millet arada da olsa susmasını bilmez?
Sakın şimdi beni Bülent Arınç'la karıştırmayın...
Kadının sesi genelde güzel olur, hele şarkı söylediğinde...
O bülbül sesi duymak, etrafında cıvıldadığını duymak güzel...
Ama bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarında delirtiyorlar adamı...
Kısacası elinin hamuru ile erkek işine karıştıklarında...
Hangi iş erkek işi, hangisi kadın o ayrı mesele!

Pencereleri boyayacağım...
Füsun, şu nerde bu nerde?
Şurada, burada...
Hanımefendi sözüm ona her şeyi almış ama en önemli fırça yok ortalıkta...
Özel ve ince bir fırça!

Abi...
Efendim...
Önder işi yapma sakın ha!
Bak şimdi, söylediği lafa bak...
Burada sözlerime bir parantez açmam gerek...
Oğlan dün eve geldi, neymiş bizi özlemişmiş...
Derdi başka pezevengin...
Eve gelmesiyle kaybolması bir oldu, harçlığını aldı doğru arkadaşlarına...
...
Bundan bir saat önce geldi, "baba beni Mainz'e götürür müsün?"...
Olur oğlum, gidelim...
Baba...
Efendim...
Gitmeden halama uğrayalım...
Olur...
Eve girmesiyle birlikte dakika bir, gol bir!
Ulan arkadaş anlamıyorum, saçımı başımı yolasım...
Ortalıkta zıp zıp zıplayasım geliyor...
Hala, yeğen anında beni çekiştirmeye başladı iyi mi!
Yok baban pencereleri boyuyor, aman hala dikkat et doğru yapsın falan...
Öf ya, vallahi billahi, öf!
Oğlanı Mainz'e götürdüm, yazmaya devam...
İster inanın, ister inanmayın...
Evde ne iş olursa ama ne iş olursa olsun, mutlaka ucu Önder'e dokunur...
Bende insanım...
Canımın istediği oluyor, istemediği oluyor...
Kabul ediyorum son yıllar işleri şalap şup yapmaya başladım...
Zaten o yüzden ev ahalisinde "Önder işi" değimi oluştu...
Ama bana haksızlık ediyorlar...
Mesela tamir ettiğim kardeşimin çamaşır makinası...
Dükkanda tüm dikiş makinaları...
Televizyonlar, radyolar, elektronik - mekanik ıvır zıvır hala çalışıyor...
Bunu gören yok...
Neyse biz yine konumuza dönelim...

Dost, dost dediğin nedir ki gülüm?
Dost dediğin anında sana sırtını çevirdikten sonra...
Dost acı söyler...
Gerçek dosttan asla düşman olmaz...
Düşmeye gör...
Hiç beklemediğin el...
Sana uzanan dost elidir...
Hele sanal dostluklar...
Âleme uygun sanaldır...
İstisnaları tenzih ederek!

Bazı okurlarımdan mailler almaya başladım...
Ne olmuş bana, milliyetçi cepheden, Atatürk'ten vaz mı geçmişim...
Yazılarımda yeterince Türklüğe...
Milliyetçiliğe, ulusalcılığa vurgu yapmıyormuşum...
Öyle mi?

İstesem, gerçekten istesem, Ziya Gökalp'e yaraşır yazılar yazardım...
En azından ama denerdim...
Maksadım bu olsa..
Bu arada Ziya Gökalp'ten söz açılmışken...
Kendisinin bir Zaza Kürdü olduğunu biliyor muydunuz?
Demek ki milliyetçiliğin Kürdü, Türkü yokmuş...
Doğrudan insan olmakla, hissiyatıyla ilgiliymiş!

Evet, herkesin Mersine gittiği bu günlerde...
Ben tersine gidiyorum...
Bilinçli olarak...
Ve bunun "mükâfatını" her Allah'ın günü artan bir sayıda alıyorum...
Yanılıyor olabilirim ama arkadaş gerçekten görmüyor musunuz...
Yoksa algılama sorunu mu yaşıyorsunuz?
Cihan yine dikilmiş karşımıza...
İngiliz'i, Amerikalısı, Fransız'ı, İtalyan'ı, Yunanı...
Ve hatta bir zamanların müttefiki Almanlar...
Ki Almanların bu "oyunda, bu satranç oyununda"
Çoğu zaman ya şah, yada vezir eline...
Her an şah mat olma olasılığımız varken...
Ben nasıl Mersine giderim?

Şimdi birlik olma vakti...
Hele şu badireyi atlatalım isterseniz yine birbirinizi yiyin...
Şimdi duyguların değil...
Mantığın önde olma vakti...
Keskin sirke küpüne zarar der atalarımız...
Kale içten fetih edildi!

Bunu görmüyor musunuz?
Ha, söyleyin dostlar...
Görmüyor musunuz?

                                                                       *

Kırmak mi kolay, yoktan var etmek mi?

Kimse atıp tutuğumu sanmasın bugün ayın 16'si...

Herkes Mersin'e giderken benim neden tersine gittiğimin ispati...
Aşağıdaki listeyi incelerseniz...
Ay başından bu ayın 15'ine kadar site ziyaretçilerimin dünyanın neresinden geldiklerini görebilirsiniz!

Dünya çapında dost...
Dünya çapında milliyetçi...
Dünya çapında vatanını, milletini, ülkesini seven insanlar...
Kadınıyla, erkeği ile...
Hepimizin derdi ortak...
Hepimiz huzur dolu, refah, kardeşçe birlikte yaşayabileceğimiz bir ülke istiyoruz!

Kanın, gözyaşının AKmadığı...
Kimsenin geceleri aç yatmadığı...
Babaların aybaşını nasıl çıkaracağını kara kara düşünmediği...
Annelerin evladım, kocam akşam eve sağ salim gelir mi tasası yaşamadığı...
Çocukların taaa gözünün içinin kadar güldüğü bir ülke için...
Elele vermeliyiz...
Kinden, öfkeden, şiddetten kimseye fayda gelmez...

Akan kanı güler yüzle durduramayız...
Bunu bende biliyorum...
Düşman dediğin hem içte hem dışta...
Dışa karşı birlik, içe karşı amansız olmalıyız...
Evlatlarımızı koruyabilmek için...
Vur emri uygulanmalıdır...
İnsanlığımızı unutmadan!

US
US Mountain View
FR Paris
TR Istanbul
CN Guizhou
NL Amsterdam
DE Nierstein
DE Flörsheim
RU Yekaterinburg
DE Trechtingshausen
RU Moscow
DE Taunusstein
DE Mainz
UA Kiev
DE Geisenheim
TR Ankara
CN
BR
DE Berlin
DE Worms
UA
RU Kazan
DE Hürth
DE
CN Beijing
DE Munich
DE Zwickau
RU Bryansk
DE Kiez
DE Vetschau
TR
DE Bad Elster
TR Izmir
US San Francisco
NL
FR Roubaix
RU Ariadna
TR Maltepe
DE Nieder-wiesen
RU Perm
US Sunnyvale
PL Tarnowskie Góry
FR Villacoublay
US Simi Valley
DE Hemmingstedt
DE Chemnitz
US Thornton
CA Ottawa
PE Lima
IT Rome
PT Matosinhos
DE Werdau
CA Edmonton
DE Herzberg
NL Utrecht
MX
IT Naples
IT Milazzo
AO Luanda
BR Campinas
IT Milan
GB London
ES Barcelona
DE Rüsselsheim
DE Düsseldorf
FR Courbevoie
RU Verbilki
AZ Baku
IT Pescara
DE Idstein
IT Rivoli
RS Belgrade
US Lake Mary
IT
MD Chisinau
GB Reading
GB Colchester
US Seattle
TR Antalya
TR Adana
TR Bursa
IN New Delhi
DE Falkenstein
US Syosset
SE Stockholm
IN Ghaziabad
BR Rio De Janeiro
RO Bucharest
TR Izmit
BR Nova Lima
BR Cuiabá
IT Messina
BR Ourinhos
BR Mirandópolis
GP Petit-bourg
BR Campo Grande
IT Foggia
FI Espoo
US Redding
DE Offenbach
ES Sevilla
ES Fuengirola
RU Lipetsk
RU
US Hudson
CH
DE Hamburg
ES Olivares
NL Amersfoort
RU Tatarstan
MY Kuala Lumpur
DE Dresden
TR Malatya
PL Gdynia
TR Konya
US Sterling
RU Saint Petersburg
US Shasta Lake
TR Eskisehir
DE Köln
RU Dzerzhinsk
BR Muriaé
TR Orta
DE Gunzenhausen
TR Rize
FR Colmar
AR Santa Fe
UA Lugansk
US Portland
TR Trabzon
TR Sakarya
DE Bochum
PL Gdansk
RO Suceava
DE Mörfelden
US Orange
BR Barbacena
TR Kayseri
TR Mersin
US Wilmington
DE Frankfurt Am Main
CZ
US Leesburg
TR Balikesir
DE München
DE Gelsenkirchen
CN Guangzhou
CH Zürich
US Tuskegee Institute
GB Bolton
US Mcallen
US Huntsville
FR
RU Velikiy Novgorod
CZ Prague
RU Yoshkar-ola
UA Chervonograd
TR Gaziantep
TR Samsun
IN
CN Chaoyang
US Chicago
RU Stavropolskaya
TR Bilgi
KW Kuwait
DE Plauen
RU Lenina
BR Juiz De Fora
DE Homburg
TR Urfa
TR Diyarbakir
US San Francisco
TR Kahramanmaras
US Clearwater
DK Copenhagen
US White Plains
NL Makkinga
DE Wiesbaden
US Henderson
US Austin
DE Zschorlau
DE Lübbenau
DE Wuppertal
TR Manisa
TR Denizli
AT Vienna
CA Ottawa
ID Sentosa
RS
HR
US San Diego
SE Tavelsjö
BR São Paulo
CA Montreal
US Redding
HK
RU Smolensk
DE Rodewisch
TR Düzce
GB
TR Ceyhan
DE Wendlingen
TR Antakya
US Herndon
IE Dublin
DE Starnberg
US Richmond
AR Buenos Aires
US Washington
US Chicago
US Lansing
DE Datteln
DE Versmold
US Novi
VN Hanoi
TR Çanakkale
MZ Maputo
TR Ilya
IN Bangalore
BE
ES Madrid
PK
US Chicago
US Ann Arbor
DE Schieder-schwalenberg
DE Puls
IR
US Falls Church
DE Weilmünster
US Woodinville
DE Münster
RU Vladivostok
DE Erfurt
RU Cheboksary
CN Shanghai
US Oak Brook
DE Effelder
TR Ordu
TR Erzurum
ID Jakarta
TR Mugla
TR Tekirdag
TR Giresun
TR Iskenderun
CN Jinan
TW Taipei
TR Sivas
US Bakersfield
FR Rennes
US Columbus
GB Manchester
DE Aschheim
DE Ingelheim
DE Krefeld
DE Eisenach
IT Palermo
CA Gillam
NG Lagos
BR Salvador
MY
PT Porto
DE Nürnberg
FR La Valette
US Redmond
US Fort Smith
US Houston
US Fort Lauderdale
FR Berre
US Boulder
SI Maribor
US Lombard
SE Halmstad
TR Kütahya
US Los Angeles
DE Potsdam
DE Jersleben
NL Hengelo
FR Levallois-perret
TR Karabük
DE Achern
TR Firat
TR Elazig
DE Brunswick
PL Zary
CN Haidian
DE Gaimersheim
RU Saratov
BG Sofia
SA Riyadh
TR Yalova
IN Pune
JO Amman
SD
NG Ife
US Morristown
MX Mexico
ZA Strand
AU Sydney
MC
IN Nasik
TR Afyon
TR Adapazari
US Washington
TR Sabanci
US New York
FI Seinäjoki
UA Dnepropetrovsk
TR Mardin
LY Tripoli
US Kirkland
DE Oerbke
TR Siirt
BR Limeira
AU
AE Dubai
IT Valmadrera
IT Catania
US Mount Holly
DE Leimen
DE Cottbus
DE Senden
FR Vendegies-sur-Écaillon
UA Kharkov
US Pensacola
DE Aachen
US Marietta
KR
DE Oberhausen
US Reston
KE Nairobi
US Fort Huachuca
JP Tokyo
ES Valencia
LT Vilnius
CA Surrey
DE Bielefeld
GB Uxbridge
KG
PL Polska
SG
RU Khimki
IL
TH Bangkok
BR Fortaleza
DE Bremen
US Brentwood
BE Merksem
TR Tasit
CN Wuhan
SE Solna
FR Renault
US Roanoke
US Kansas City
DE Büdingen
AT Graz
BE Antwerp
TR Yalinkaya
DE Rosendahl
TR Nevsehir
A1
DE Lübeck
FR Bihorel
LB Beirut
TR Marmara
TR Sogutozu
CH Berikon
TR Edirne
NL Ridderkerk
DK Silkeborg
TR Bilecik
CN Nanchang
GB Guildford
NL Den Helder
IN Mumbai
SN
GB Barnsley
US Dallas
US Bourbonnais
TR Bornova
SA Jiddah
NL Breda
CH Full
GR Athens
BE Melsbroek
TR Fethiye
TR Sinan
TR Kirikkale
GB Maidenhead
TR Hakkari
TR Incirlik
TR Çayeli
GB Kent
TR Dogan
IN Durgapur
NO Kopervik
AU Melbourne
TR Ataköy
NL Almelo
DE Duisburg
US Lynn
IN Calcutta
TR Nigde
TR Sisli
TR Kartal
CN Harbin
DK
TR Batman
FR Cran-gévrier
TR Kesan
TR Güvenlik
RU Tula
TR Isparta
DK Tranbjerg
GE Tbilisi
ES Burgos
US Jacksonville
TR Bolu
TR Gelibolu
US Saint Louis
PL Wroclaw
BE Wolvertem
CN Yingjia
US Woodstock
US Norfolk
FR Saint Quentin
CH Olten
CH Langnau
RO
RU Vladimir
US Hurst
CN Tianjin
SK Bratislava
DE Hermsdorf
US Denver
NL Schijndel
DE Gauting
DE Schwalbach
NL Wijdenes
BE Diegem
NO Oslo
DE Bobenheim-roxheim
KR Incheon
CA
ZA Sandton
KZ Aksoran
US Detroit
NO
US Marion
US Lilburn
DE Kirchzarten
DE Freiburg
KZ Almaty
US Grand Blanc
US Denver
US Berkeley
CH La Chaux-de-fonds
TR Eser
DE Birkenau
US Hialeah
EE Pärnu
PH
US Straughn
PH Makati
CA Montreal
DE Neufahrn
NO Bønes
US Warren
MX Toluca
MX Tuxtla Gutiérrez
AU Brisbane
JP
SG Singapore
FR Lyon
US Washington
US Miami
ES
DE Hall
DE Mannheim
US Saint Louis
RU Nizhniy Novgorod
ZA Johannesburg
US Chicago
PL Wodna
MD Tiraspol
FR Bondy
US Suffolk
RU Elista
CN Langfang
PL
RU Krasnoyarsk
RU Korolev
NG
RU Klimovsk
GB Gosport
DE Bad Homburg
US Easton

                                                                        *

Adana'dan sur dibine

Şimdi haberlerden geçti...
Üç aile Adana'dan ekmek parası için İstanbul'a gelmiş...
Sur dibinde çadır kurmuşlar...
Gündüzleri çoluk çocuk İstanbul sokaklarında...
Su satıyor, çöp topluyorlar...
Biraz para toplayınca Adana'ya...
:(

Ne PKK...
Ne bölücülük...
Ne dinciler, ne o, ne bu...
Türkiye'nin gerçek meselesi bu...
Ben bunu görür. bunu yazarım!!!

                                                                      ***

17.08.2015

Unutmayacağız, unutturmayacağız

Bugün 17 Ağustos 2015...
Haberlerde bir görüntü...
Unutmayacağız, unutturmayacağız...
Böyle yazıyordu pankartta!

Unutmayacağız, unutturmayacağız...
Depremde ölen insanlarımızı...
Trafik canavarına her Allah'ın günü kurban ettiğimiz insanlarımızı...
İhmalden, açgözlülükten gereken önlemleri almayan işverenleri ve kurbanlarını...
Siyasi sorumluların, sorumsuzluklarından dolayı can veren insanlarımızı...
Hangi birini sayayım bilmiyorum o kadar çok ki...
Şehitler ölmez nakaratlarını, her gün candan can giderken...
Unutmayacağız, unutturmayacağız(!)

Hadi oradan!
Sana acıyan, senden beter olsun...
Sen...
Evet sen bu kafayı değiştirmediğin sürece...
Kaderci biçare!

                                                                        *

Erdogan ist ein Arschloch

Tercüme etmesen daha iyi olur...
Ama usturuplu bir küfür...
Beş - on dakika önce sigara almaya gidiyordum, uzaktan iyi tanıdığım bir Alman bana doğru geliyor. 60 yaşlarında çok efendi bir insan. Beni görünce ağzı kulaklarına yayıldı. Yan yana geldiğimizde, yüksek sesle...
"Erdogan ist ein Arschloch" dedi ve bir takım şeyler ekledi...
Söylediklerinin arasında tercüme ederek..
"...kime sorsam, hangi Türk'e sorsam bana dedikleri Erdogan ist ein arschloch..."
Bende ona yanıt verdim...
"Ja aber irgend jemand wählt dieses Arschloch!" oldu. Kim seçiyor Erdoğan'ı?
Sahi kim?

                                                                        *

Hümanizm

Hümanizm...
Yani insanın, insan için insanca değerlere önem vererek ilkeler çerçevesinde insanı savunması başka bir şey...
Bir mücadele esnasında ki bu bir savaş veya silahlı çatışma olabilir...
Toplumun huzuru veya refahı, belki vatan savunması esnasında canını, malını, sağlığını veya bireysel değere sahip herhangi bir değerini özveride bulunarak, feda etmesi ve bunun sonucunda muhtemel bir ölümü göze alması başka bir şey!

Böyle ulvi değer sahibi insanların ölümü...
Toplumu derinden yaraladığı gibi geride bıraktıklarına hayat boyu büyük...
Çok büyük acı...
Belki, bilemem...
İçin için ise bir kıvanç kaynağıdır...
Ancak...
Bu değerlere sahip insanlar olduğu sürece...
Sen, ben, o...
Hayatlarımızı sürdürebiliyoruz...
Bunun bilincinde olduğumuz sürece insanız ve hümanizmi savunmaya hak kazanırız. Buna rağmen bizim için, toplum için ölümü göze alanların ardında bıraktıkları, yani emanetlerine sahip çıkmak en yalın ifadeyle bir vefa borcudur.
Vefasızlığın göstergesi ise şehidin muhtemelen ardında bıraktığı, öncelikle, evladına sonra eşine, anne ve babasına sahip çıkmamaktır!

Böyle durumlarda vefa salt devletten beklenmemelidir...
Vefa borcu hepimizin borcu...
Ve insan olan borcunu öder!!!

                                                                      ***

18.08.2015

Aşk ve milliyetçilik ikileminde koyduğum nokta

"İdealler öncelikle fikir sonra yürek işidir. Karşılıksız bir aşk misali. Menfaat yok. Köşe dönmek yok. Bırak başkası yapsın demek yok. Çalışmak var, bıkmadan usanmadan."

Böyle yazmıştım 2007 yılında...
AKP ile sanal mücadeleme başladığımda!

Ben bir kadını sevdiğimde, O artık...
Saçıyla, başıyla, bedeniyle, ruhuyla benimdir...
Nokta!
Onun için, sevdiğim için, aşkım için can alır - can veririm...
Nokta!
Platonik aşklardan, uzaktan uzağa...
Nefret etmişimdir, oldum olası...
Ben sevdiğimi almalıyım kollarıma...
Öpüp koklamalıyım, sıcaklığını his etmeliyim...
Başkacasına kafam çalışmaz benim...
Nokta!

Milliyetçilik anlayışım da belki başkacadır, yukarıda tarif ettiğim gibi...
Bıkıp usanmadan çalışırım inandığım dava uğruna...
İspatı...
Yazdığım binlerce sayfada...
Yayınladığım irili ufaklı onlarca kitap ve kitapçıkta...
Nokta!

Bir paylaşımda okumuştum...
"Güvenmemeyi, güvendiğin insanlar öğretiyor" diye...
İlk anda doğru bir cümle gibide gelse insana...
Ve hatta birçok kez hayat bunun ispatı da olsa...
Hayır efendim yanlış(!) Çünkü beşeri ilişkilerde güven esastır...
Bak bir etrafına...
Kasaba gittiğinde at, eşek eti mi yoksa sığır eti mi satıyor sana...
Araban bozuldu, gittiğin tamirci...
Başın sıkıştığında başvurduğun polis...
Sokakta tanımadığın insana sorduğun adres...
Hepsi ama hepsi ve daha fazlasının temelinde güven yatıyor illa...
Hele o gözler yok mu...
İçinde kendini kaybettiğin...
O gözlerdir, ilk güvendiğin...
Nokta!

Not: Arkadaşlar, dostlar, kardeşlerim... Paylaşımlarınızı okuyorum ama içimi burkan bir şey var yazmalıyım. Siz hiç bir Kürt veya Ermeni'yle söyle etraflıca, dost ortamında oturup konuştunuz, kadeh tokuşturdunuz mu? Sofralarıma oturup, ekmeği birlikte kırdınız mı? Yaptıysanız eğer zaten aynada kendinizi görmüşsünüzdür. Onlarda insan, Türk'te insan, iyisiyle - kötüsüyle hepimiz yalnız insanız. İyi ve kötü taraflarımızla sadece ve sadece insan! Genelleştirmelerle herkesi bir kefene atmayalım, gönül kazanmak lazım. Kalp kırmak kolay!

                                                                        *

Beşer şaşar da Azrail şaşar mi?

Şaştığının, en azından ama bazen vaz geçtiğinin yaşayan kanıtıyım...
Kafam çok bozuk olduğunda veya duygularımla - beynim arasında bir çelişki yaşadığımda iki etkili yöntemim vardır. Ya koyarım önüme bir büyüğü, açarım ruh halime göre uygun müziği, şişenin son damlasını görene kadar içerim yada ki bunu çoğunlukla yaparım ve genelde gecenin kör karanlığında...
Ne olacaksa bana olsun başkasına zarar vermeyeyim diye...
Altımda o an için bulunan arabaya göre...
Ya çeviririm direksiyonu dağlara, virajlı yollara...
Yada çıkarım otobana...
Açarım yine müziği ruh halime göre, sağlı solu pencereleri..
Basarım gaza...
Virajlı yoldaysam davet ederim Azrail'i dansa...
Yok otobandaysam, dediğim gibi altımdaki arabaya göre...
200, 210, 220...
Azrail ile yarışa...
Severim Azrail ile oynaşmayı...
Ölmez geri dönersem ne gam kalır, ne tasa...
Ancak...
Beyim yine berrak ve duygularıma yine hakimimdir!

Deli miyim?
:)
Hayır...
Canıma mı susadım?
Belki, evet, hayır, olabilir...
Bilmiyorum...
Benim ki...
Önder usulü Rus ruleti!

İyide...
Memlekete ne oynanıyor...
Azrail buna ne diyecek...
Anlayan varsa ne olayım!

                                                                      ***

19.08.2015

Bir dua

Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim...
Allah'ım şüphesiz sen her şeyi gören ve bilensin...
Ve yine hiç şüphem yok ki sen ol dediğinde, olur...
Tanrım...
Bu dünyada bunca dert, elem ve keder varken...
İnsanlar ölürken, çocuklar açken...
Benim ve belki milyonlarca Türkiye'de yaşayan kullarının duasını kabul eder misin bilmiyorum. Ama inana müşkül durumdayız...
Öncellikle bana ve aileme...
Ama aynı zamanda bütün sağduyulu kullarına akıl sağlığı ver...
Ver çünkü akılların durduğu...
Yüreklerin taş, gözlerin kör olduğu bir sürece girdik!

Sen görüyorsun...
Oku demene rağmen insanlar okumuyor...
Senin kitaplarını dahi...
Beyin vermişsin ki insanlar düşünsün, görsün ve iyiyi...
Ve dahi kötüyü ayırt edebilsin, yalnız senin büyüklüğünü, senin kudretini idrak etmekle kalmasın, kendileri, aileleri ve içinde yaşadıkları toplumlar için iyi olanı, güzel olanı, faydalı olanı zamanında ve gecikmeksizin yapsın diye!

Yüce Mevla'm, ulu tanrım...
Görüyorsun bizlere yaşattıkları rezillikleri...
Sözde bizleri "yönetmeye" talip olanları...
Kendilerini yönetemezken...
Kendilerine akılları yetmezken...
Afet Allah'ım...
Kırçlarındaki donu kendi başlarına çekemezken...
Kalkmış, insanlara akıl veriyor - yönetmeye çalışıyorlar...
Bu ne vahim ve elem bir tezattır Allah'ım...
Ne yaptık sana, ne günah işledik ki...
Bizleri böyle cezalandırıyorsun?

Allah'ım...
Başımızdaki belaları sana havale ediyor...
En kısa zamanda uygun gördüğünün yerine gelmesini diliyorum!

                                                                        *

Bin bir gece masalları

Kırk haramiler basmış Türkiye'nin dört bir tarafını...
Ellerine düşmüş devletin tüm hazinesi...
Açıl susam açıl...
Soyup soğana çevirdiler koskoca memleketi!

Yok mu bir Ali baba?
Binsin uçan halısına gelsin kurtarsın bizi!

Ama bu masal değil ki...
Hayatın ta kendisi!
Okulların açılmasına kısa bir süre kaldı...
Diyorum ki...
Söyle bir dost ortamında...
Wiesbaden'de veya Frankfurt'ta...
Toplansak bir araya gelsek...
Unutmayalım...
Direniş ve özgürlük ateşi geçen yüzyılın başında da...
Avrupa'dan Türkiye'ye sıçradı!

Jön Türkler...
Fikirler ve eylemler her ne kadar...
Neyse geçelim...
Biliyorum artık bir Atatürk yok başımızda...
Ama eğer bizler Atatürk'ün torunlarıysak eğer...
Mutlaka çözümde, yolda yakında...
Ne dersiniz?
Okullar açılsın bir araya gelsek mi?

                                                                        *

Eylem ve söylem

Ne elimde somut bir bilgi, nede herhangi bir kanıt...
Sadece bir his, bir kurgu yani teori...
Artık ana ve yavru muhalefet partileri hakkında...
En ufak bir söz dahi kaybetmek istemiyorum...
Hepsini bu sabah Allaha havale ettim, Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın...
Ancak son günlerde yaşadığımız can kayıpları...
Herkes gibi beni de derinden üzüyor, endişelendiriyor...
Açıkçası korkuyorum...
Kendi canımdan değil, çoluğumuz - çocuğumuz, geleceğimiz için korkuyorum!

Kendimi bir nevi gözlemci gibi görüyorum...
Bir gözlemci, gözlemlediğine mesafeli yaklaşmalı...
Ancak bu sayede objektif bir değerlendirme şansına sahip...
Herkes veryansın ediyor, herkes isyanlarda, söylem o biçim...
Eyleme gelince...
Fıssssssssssssssssssssssss!

HDP...
Bu partiyi muhalefetten saymıyorum...
Çünkü bu parti siyasetin bizzat içinde ve en azından iktidar partisi kadar önemli...
Hemen söylenmeye başlamayın...
Sakince okumaya devam...
Bu yazının sınırlarını zorlayacağı için BDP'nin neden "lav" edildiğini, ettirildiğini...
Yerine hangi oluşumun getirildiğini ve işlevini...
HDP'nin >>> neden <<< ve hangi şartlar altında kurulduğunu yazmayacağım, sadece hatırlatmakla yetiniyorum!

Bende öyle bir kanı oluştu ki...
Sanki Demirtaş yapılan tüm hesapları boşa çıkardı...
Ve böylelikle iki tarafta da küçümsenmeyecek düşman kazandı...
Ülke yeni bir seçim sürecine girdi, girmek üzere...
AKP ne olursa olsun...
Neye mâl olursa olsun bu seçimi kazanmak zorunda...
Korku en iyi tutkal...
Demirtaş'ın başına bir şeyler gelirse benim için sürpriz olmaz...
Yazıcıoğlu'nu hatırlatırım...
Ancak bu AKP'nin seçimleri kazanma şansını önemli boyutta etkilemez...
Yok...
Çok daha büyük, daha şiddetli...
İnsanları dehşete sürecek bir şey yaşanmalı ki...
Bütün insan müsveddeleri AKP çatısı altında toplansın...
Tekrar bir hatırlatma yaparak sözlerime nokta koymak istiyorum...
O ne sansasyonel...
O ne muhteşem...
O ne nefes kesici bir sahnelemeydi ki...
Ergenekon ve bu davaya bağlı zincirleme zırvalar...
"İnsanları" AKP çatısı altında birleştirdi!

                                                                        *

Böl ve yönet

Öyle güzel böldüler ki…
Öylesine güzel birbirimize düştük ki…
Evlat acısı bile birleştiremiyor bizi…
Ah – ah, vah – vah demekten zevk alıyoruz sanki!

                                                                        *

Erdoğan sen b.ku yedin

İyi haber…
Türk’ün yapamadığını eloğlu yapacak gibi görünüyor…
Dünya borsaları çalkalanıyor…
ABD’nin faizleri yükseltmesi beklentisi…
Öncellikle Çin ve Türkiye gibi ülkelere yatırım yapanların…
Yatırımlarını ABD’ye yönlendirmesi, Çin’i şimdiden zorlamaya başlamış…
Uzun süreceğini sanmam…
Yakında Türkiye’de de etkisini göstermeye başlar…
Ekonomisi sıcak parayla dönen Türkiye’yi…
Kuveyt’in veya Sudi Arabistan’ın bile…
Bu durumda Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu nakitti karşılamakta zorlanmaları olasıdır…
Nakit yok, oy yok…
Zaten patlamaya hazır bizleri…
Ama daha da önemlisi varoşları harekete geçirecektir!

                                                                      ***

20.08.2015

Tespih taneleri

Biliyorum...
Böyle bir zamanda...
Milletin vicdanın kanadığı günlerde böyle şeyler yazmak uygun değil...
Gencecik evlatları o kara toprağa veriyoruz...
Az sayıda insan Türkiye'de yükselen çığlıkları duyup...
Sel olan gözyaşlarını görse de...
Hayat bir şekilde devam ediyor...
Yüreğin kanasa da, yeri geldiğinde, kendini tutamayıp yine gülüyorsun...
Yiyip içiyorsun, uyuyorsun...
Hayat devam ediyor...
Sen istesen de, istemesen de...
Hayat devam ediyor...
Gencecik evlatları o kara toprağa verirken bile!

Keşke bilmeseydim..
Keşke yaşadıklarımı yaşamamış, gördüklerimi görmemiş olsaydım...
Ama hepsini gördüm ve yaşadım, hala yaşıyorum...
Evlat acısını bilen bir baba olarak...
Bu vatan için evlatlarını feda eden...
Tüm anne ve babaların önünde saygıyla eğiliyor...
Metanet...
Ve evlatlarımız için Allahtan rahmet diliyorum!

Ancak...
Daha da büyük acılara kendimizi hazırlamamız gerektiğini hatırlatmak istiyorum...
Bu gidişata siz dur diyene kadar!

Not: Başladım, yazacaktım... Yazacaklarımdan gerçekten şu an için vaz geçtim. İçim el vermiyor. Allah benzetmesin, yaşıtlar, onlar musalla taşında, kara toprakta tespih taneleri gibi yatarken ben benimkini nasıl anlatayım :(

                                                                         *

Atatürk'te birleşelim

Ne güzel değil mi?
Atatürk'te birleşelim...
Sana, bana, ona güzel...
Okumuş, az çok mürekkep yalamış, bilgili, belirli bir kültür düzeyine erişmiş insana...
Güzel!

Arkadaş...
29 Ekim 1923'de Cumhuriyet ilan edildi...
O gün bugündür...
Halkımızın küçümsenmeyecek bir bölümünde Atatürk...
(...)
Okumuyor, düşünmüyor...
Kulaktan dolma bilgiler ile yetiniyor...
Arkadaş, adam Kur'an-ı Kerim bile okumuyor...
Sen neden bahis ediyorsun?
Sen bu insanları nasıl kalkmış Atatürk'te birleştirmeye çalışırsın...
Kaldı ki...
Okumuşunu bile bir çatı atına getiremezken(!)

Sen bu ilkede bu insanları birleştirebilir misin?
Hayır!
O halde...
Öyle bir deyiş, öyle bir slogan bulmalıyız ki...
Bizi, biz eden öz değerde birleşelim...
Dünya görüşü..
Siyaset ve dini karıştırmadan...
Hele bir taşlar yerine otursun...
Bu sefer Atatürk'ü insan olarak, Atatürk'ü >>> ebedi <<< lider olarak tanıtalım, sevdirelim. Yalansız, olduğu gibi. Rahmetliye ve silah arkadaşlarına vefa borcumuzu bir nebzede olsa ödemeye çalışalım.

Bu değerlerin en başında...
Suya sabuna dokunmadan...
Anadolu gelir...
Anadolu medeniyeti, Anadolu hoşgörüsü...
İlla bir şahıs olması gerekiyorsa...
Bence Fatih Sultan Mehmet uygundur...
Toplumun her kesiminde karşılık bulur...
Bilgisiyle, kültürüyle, sanat sevgisiyle, kitaplara olan aşkı ile bizde...
Liderlik vasıflarıyla, İstanbul'u fetih, yüce dinimizi temsil etmesiyle geri kalanlarda...
Haydi arkadaşlar kafaları biraz çalıştıralım!

                                                                      ***

21.08.2015

Bu ne kin, bu ne öfke, büyük açılarda yaşasak bu terbiyesizliğe mazeret olamaz

Evet, büyük açılarda yaşasak bu terbiyesizliğe mazeret olamaz...
Başımızdakiler malum, bize sözde örnek olması gerekenler...
Mahalle karısından beter!
Bu ne tahammülsüzlük, bu ne terbiyesizlik?
Dün birisi çıkmış bana adeta hesap soruyor...
Herhalde...
Utanmasa, kıçından uyduruyorsun diyecek...
Yaklaşık 20 milyon Kürt asıllı vatandaşımız aramızda yaşıyor dedim diye..
Çıkıp tek tek saymış mıyım, böyle bir sayım asla yapılmamış falan...
Doğru, yapılmadı hepsi varsayım...
İstatistiki değerlerden bahis ediyorum ve “ağzının cevabını” verdim, ispatlı...
Ben bilişimciyim, öyle bildiğiniz bilişimcilerden değil...
Çok farklı görevlerim vardı, elektronik ortamda bir bilgi mevcut ise...
Ve beni gerçekten çok ilgilendiriyorsa ulaşırım, en kısa zamanda...
Bir diğeri neden Kürtleri savunuyormuşum, ölenleri yazmıyormuşum...
Ne desem bilmem ki...
Herhalde akıl hastası,
Daha iki gün olmadı sekiz insanı toprağa verdik, içlerinde Kürt kökenli şehitler…
Ağıtlar Kürtçe ama gözyaşları hepimizin…
Bir ana…
Bu vatan için canını veren oğlunun başında Kürtçe veya Türkçe ağıt yaksa…
Hayvan mısın sen! Yakılan ağıtı anlamasan da, yüreğinde de mi his etmiyorsun?
Mehmetçiğin Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si olmaz…
Mehmetçik, Mehmetçik bu vatanın evladı!

Daha ne söyleyeyim, daha ne yazayım?

Arkadaşlar, dostlar, kardeşlerim…
Sinirlerimiz çok bozuk, hepimiz korkuyoruz…
Biliyorum…
Şimdi aklımızı başımıza alma zamanı, gözlerimizi artık açmalıyız…
Terbiyesizliğin lüzumu yok, insan gibi birbirimizle konuşalım ve anlaşalım!

                                                                        *

Düşünmeyi, kendin yazmayı bir denesene

Bir bilişimci olarak...
Seksenli yılların başından beri...
Microsoft ile iç içe olan birisi olarak…
Bunları yazdığıma inanamıyorum…
Ancak...
Zorunluluklar insana başka çare bırakmayınca yapılacak bir şey yok!

Lütfen kimse bana kızıp darılmasın…
Benimki sadece bir öneri ve öyle olarak kabul edilmesini rica ediyorum.
Görüyorum…
Kimisi tüm harfleri büyük yazıyor…
Kimisi üzerinde bir şeyler karalanmış resimleri paylaşıyor…
Neden? Neden kendi düşüncelerinizi, fikirlerinizi, hissiyatınızı…
Sevdiklerinizle, dostlarınızla paylaşmıyorsunuz da birilerinin ama doğru ama yanlış karaladıklarını paylaşıyorsunuz? Evet, olağanüstü güzel bir şey olurda anlayışla karşılarım ama…
Neyse geçelim!

Yazacaklarım özellikle yurtdışı Türkleri için geçerlidir…
Birçoğumuzun ortak derdidir, Türkçe…
Kullanacağım terimleri Türkçe, Almanca ve İngilizce yazacağım…

Atalarımız ne demiş “boğulacaksan büyük denizde boğul”
Aynen! Madem öleceksin bari “adam” gibi öl, iki karış suyla uğraşılır mı?
Bu deyim özellikle bilişim için geçerlidir…
Bu konuda ne yaparsanız yapın…
Ufkunuzda, gözünüz bu konun devlerinde olsun!

Kuskusuz devler arasında Google ve Microsoft var…
Alfabetik sırayla gidelim…
Ücretsiz olmasına rağmen ilk etapta birtakım ihtiyaçlarınız karşılayacak kadar yeterlilik gösteren Google Chrome tarayıcısı (Browser)

https://www.google.de/chrome/browser/desktop/

Buradan indirebilirsiniz. İndirirken Administrator haklarınıza sahip olduğunuza dikkat edin (bilmiyorsanız deneyin, olmuyorsa Administrator değilsiniz). Tekrara bulabileceğiniz bir yere indirin. Kur’u (setup) çalıştırın. Önünüze gelen ilk soru peceresinde tüm seçenekleri eleyin çünkü aksi taktirde mesela Opera, Firefox veya Internet Explorer, tarayıcı olarak ikinci seçenek olacaktır. Chrome’u salt Facebook veya benzeri sitelerde nispeten düzgün Türkçe ile yazabilmek için kullanırsınız. Çünkü yazı denetleyicisi kelime dağarcığı henüz kısıtlı buna rağmen sürekli geliştiriliyor. Yanlış yazdığınız kelimelerin altında kırmızı bir çizgi oluşuyor. Yanlış yazdığınız kelimenin üstüne sağ fare (maus, mouse) ile tıkladığınızda veri tabanı seçenekleri belirecektir. Birçok kelimeyi tanımasına rağmen mesela Microsoft Word veya Internet Explorer kadar veri tabanı henüz gelişmedi. Şimdi gelelim ayarlara…

Türkçe…
https://support.google.com/chromebook/answer/1059490?hl=tr
Almanca…
https://support.google.com/chromebook/answer/1059490?hl=de
İngilizce…
https://support.google.com/chromebook/answer/1059490?hl=en

Harfiyen yazılanları uyguladığınızda ve tarayıcınızı kapadıktan sonra tekrar açtığınızda yazı denetleyicisi görevine başlayacaktır. Chrome hiç yoktan, elinizde hiç bir şeyin olmamasından iyidir. Belki dikkatinizi çekmiştir; Opera, Firefox vesaire ile hiç uğramıyorum, nedenlerini açıklamak uzun sürer, benim için yok hükmündeler! Chrome’u özellikle Windows 8.x kullanıcıları için tavsiye ederim.

Gelelim Microsoft’a…

Bakın burada olanaklar ve seçenekler oldukça fazla ve özellikle gurbette yaşayan Türkler için, kelime dağarcıklarını geliştirmek açısından kolay kolay bulunmaz bir “hazine” konumunda. Sorun ücretli ve genelde pahalı olmasında…

Neyse, korsan morsan bir şekilde zaten piyasada…
Önemli olan doğru kullanmayı bilmekte!
Word ile başlayalım…
Microsoft Word’ü bir yazılım olarak değerli kılanlar arasında şüphesiz yazı denetleyicisi ve eşanlamlı kelimeler (synonym, sinonim) veri tabanının bulunmasıdır. Gerçekten çok gelişmiş ve geniş kapsamlı. Bir kelimenin eşanlamlısını bilmek, her ne kadar eşanlamlılar mümkün olduğu kadar az kullanılması gerekse de, yazdığınızı daha okunaklı yapacaktır. Ayni kelimeyi ikide birde tekrarlamak hem yazıcı, hem okuyucu açısından sıkıcı olabilir. Burada bir parantez açmak istiyorum ve tekrar hatırlatıyorum;
Yazdıklarım yurtdışı Türkleri için geçerli çünkü ellerindeki bilgisayarlar genelde bulundukları ülkenin dili ile çalışıyor. Türkiye’de ki bundan on – on beş sene evvelsine kadar genelde işletim sistemi ve yazılımların çoğu İngilizceydi. Çok şükür artık değil yani “öz” Türkçe. Onların artık böyle bir sorunları yok ama bizlerin yazım denetleyicisi sorunu var!
Microsoft bunun için Word 2010 veya Office 2010’a kadar >>> ücretli <<< Microsoft Proofing Tool’s
diye bir yazılım yayınladı. Bu yazılım ile istediğiniz dili yükleyerek, yazım denetleyicisini kullanabiliyorsunuz. Burada yine bir parantez açalım. Microsoft’un bugüne kadar pazarlama stratejisi, ürün bazında hareket etmekti yani her Office’in mesela kendine özgü Microsoft Proofing Tool’su vardi her yazılımın yine ayarlar kısmı diğerlerine nazaran çok büyük farklılıklar arz edebiliyordu, her Windows işletim sisteminde her Office çalışmıyordu falan. Kapa parantez!
Artık öyle değil…
Windows 10 ile neredeyse her Office çalışıyor, en azından bu iddia ediliyor. Yeni Office henüz piyasaya çıkmadı ama Office 2013’de Microsoft Proofing Tool’a istediğiniz yazım denetleyicisini >>> ücretsiz!!! <<< ekleyebiliyorsunuz. Halileyle insanız ve üşeniyoruz…
Word’ü aç yaz…
Copy - Past yani kes yapıştır yap…
Ölme eşeğim ölme…
Bunu Microsoft’ta biliyor tabii…
Onun için geçelim Internet Exporer’e...
Kendi güvenliğiniz açısından ki bu konuda da birçok makale yazdım Windows Update’i kullanmanız gerekir. Bu durumda işletim sisteminiz için güncel Internet Explorer zaten sisteminizde mevcuttur. Bilindiği üzere Windows 7 dahil olmak üzere önceki Windows sürümlerinin >>> hepsi <<< artık geçerliğini yitirmiş bulunmaktadır. Buna rağmen özellikle Windows 7 hala piyasada bulunuyor.
Windows 7 ve Windows 8.x genelde Internet Explorer 11’i kullanır. Yazım denetleyicisini (Rechtschreibprüfung, Spellcheck) kullanabilmeniz için Internet Explorer’in sağ üst köşesinde Dişli simgesine sol tıklayın. Add- Ons, açılan pencerede sol tarafta altta, yazım denetleyicisine tıklayın (Windows 8.x kaldırdılar), sisteminize yüklü olan dilleri görürsünüz, hemen altında sol tarafta; İnternetten daha farklı dilleri yükleme seçeneği var, ona tıklayın, Türkçeyi seçin. Sağ alt köşede indirin ve yükleyiniz göreceksiniz, tıklayın. Bir pencere açılacak evet ile devam. Yükleme bittikten, mevcut pencereyi kapatın. Sonra Internet Explorer’i kapatın açın, tamam.

Almanca
http://windows.microsoft.com/de-de/windows-vista/change-your-internet-explorer-language-settings
Türkçe
http://windows.microsoft.com/tr-tr/windows-vista/change-your-internet-explorer-language-settings

Office 2013 için Yazım denetleyicisi, Türkçeyi seçin, yükleyin, bitti!
https://www.microsoft.com/de-de/download/details.aspx?id=35400

Umarım yardımcı olabilmişimdir.

PDF olarak

http://www.gurbuz.net/Turk/Dusunmeyi kendin yazmayı bir denesene.pdf

                                                                      ***

22.08.2015

Tatmin olmak

İnsan dediğin bedenen tatmin olmak istediği kadar…
Ruhen de tatmin olmak ister!

Benim anlamadığım…
Neden insan kendini aldatır?
Her Allah’ın günü ya ölüm haberi ya da yaralı…
İnsanlar isyanda…
Entel – dantel, feryat figan…
Yazar – çizer, paylaşır, öfkesini kusar…
Ve bu onu tatmin eder…
Bir an için(!)…
Vicdanını rahatlattığını sanır…
Hâlbuki vicdanı rahat değildir…
Yaptığının yetersiz olduğunu bilir,
Onun için her Allah’ın günü yine sanal meydandadır…
Gerçek meydanlar, yolar ise…
Öksüz, yetim, boynu bükük!

Şimdi kendinize soruyorsunuz, biliyorum…
Sanki sen ne yapıyorsun?
Ben, :)
Ben başlı başına bir yalan...
Sanal ortamda, sanal bir adam…
Ya da bu adamdan arta kalan!

Öyle değil tabi…
Ne yaptığım meydanda, alenen…
Planlı, programlı, hedefim beli, yolum beli…
Okuyorum ikide birde, yok beni şikâyet ettiler, sayfamız kapatılmak üzere…
Arkadaşım suç sende, başkasında arama(!)
Bak bu ortamda…
Facebook, bizzat…
Kendisi…
Beni Unofficial AKP Enemy (Political Organisation) ilan etti!
Benim akılıma bile böyle bir şey gelmedi…
Kendisi teklif etti, bende kabul ettim!

Gençliğimde olsa, sağlığım el verse yine yaparım…
Bir kez yaptım, başarılı oldum, yine yaparım…
Ama yok, başlatmasına başlatabilirim, o enerjim var henüz…
Ama bu gibi işlerde önemli olan başlatmak değildir, sonunu getirmektir…
İşte onu yapacak gücüm kalmadı, yapamam!

Süreklilik esastır, süreklilik!

Kırmak, yakıp - yıkmak kolay…
Düşman kazanmak kolay…
Gönül kazan, insan kazan, insanı ikna et göreyim seni!

Defalarca yazdım, yine yazarım…
PKK’lısıyla…
Nazi’si, dazlak arkadaş, bildiği dazlak…
Hani o geceleri adam yakanlar var ya…
Hah, iste onlardan…
Onlarla bile oturup konuşabiliyorum, ikna ediyorum, ikna oluyorum…
Adamların haklı odlukları taraflar var tabii…
Ama bu insan yakmaya mazeret olamaz!

Kendimizi aldatmayalım…
Bizimki tatmin olmak değil, kendini aldatmak…
Madem bir araya gelemiyoruz…
Madem sokakları, meydanları dolduramıyoruz…
Bir öneri…
Üç – beş arkadaş, inandığınız sevdiğiniz…
Oturun konuşun, anlaşın…
Her akşam dünyanın dört bir tarafında…
Saat tam dokuzda, ışıkları bir dakikalığına kapatın mesela…
Bir, iki, üç, on, yüz, bin ve sonunda milyonlar…
O üç – beş arkadaşında üç – beş arkadaşı var, onlarında…
Bir gün - iki gün değil, her gün…
Zahmete girmeden, kendini veya sevdiğini tehlikeye atmadan…
Türkiye’de, dünyanın dört bir tarafında…
İşte o zaman, gerçekten tatmin olmanın ne demek olduğunu anlarsınız!

                                                                        *

13 x 20'nin sırrı ve Mostar köprüsü

13 x 20 = 260
260 yeni bir hayat demek(!)
:)
Biliyorum hiç bir şey anlamadınız.

Yapmış olduğum hesap...
Devlet Bahçelinin, yaptığı abuk subuk hesaplara benziyor...
Ama sabır eder bu yazının devamını okursanız...
13 x 20’nin “sırrını” çözer ve Mostar köprüsü ile bağını anlarsınız!

Yaygın kanıya göre yeni bir hayatın ana rahmine düşmesinden doğumuna kadar 9 ay…
Ancak bilim en son araştırmalara göre bunun doğru olmadığını kanıtlıyor…
Çağdaş bilimi bir tarafa bırakalım, bundan yaklaşık 5000 sene önce Mayalar bunun farkına varmış, üç takvimlerinden birini buna göre düzenlemiştir! Evet, Maya medeniyeti yaklaşık 5000 senelik bir geçmişe dayanıyor.

Mostar köprüsü Neretva nehrinin iki kıyısını birbirine bağlar, genişliği yaklaşık 20 metredir. Köprünün olağan günlerde su yüzeyine yüksekliği yine 20 metreyi bulur. Olağan gün diyorum çünkü nehir az su taşıdığında bu yükseklik birkaç metre faklı olabiliyor.
Köprüler iki kıyıyı birbirine bağlar, bazen iki kıyı arasında bitki örtüsü farklılık arz edebilir, yaşamın kendisi yani hayvanlar veya insanlar birbirinden farklı evrimler geçirmiş olabiliyorlar. Bu yüzden köprülerin önemli bir görevleri vardır. Köprüler birleştirir, kaynaştırır!

Köprüleri atmamak lazım!

                                                                      ***

23.08.2015

Allah

Allah kuluna 7 günlük ömre, 8 günlük iş biçermiş...
Öyle derler...
Bende bir hesap hatası yapıtı herhalde...
Kesin bir yanlışlık var...
Bana düşen 7 günlük ömre 12 günlük iş gibi geliyor!

                                                                      ***

24.08.2015

Kurabiye

32 yaşında subay, son isteği kurabiye...
Kurabiyeleri yiyemeden ona ulaşamadan şehit oldu…
Yarbay ağabey isyan ediyor…
Nasıl isyan etmesin?

Neden belli…
Sorumlular belli…
Nihayet Türkiye yavaş yavaşta olsa sokaklara dökülmeye başladı…
Henüz münferit…
Çözüm çözüm diyenler Beştepe’de..
Utanmadan sıkılmadan dün yardakçıları açıklama yapıyor…
O iğrenç ağızlarına…
Atatürk’ü alarak,
Yok, başkanlık sistemi, yok şu bu…
Eyyy yurdumun güzel ve saf insanları…
O sarayı ailesiyle birlikte ona mezar etmedikçe…
Senin evlatların ölmeye devam edecek!!!

                                                                        *

Yine tarihe not düşelim

Piyasalar henüz açılmadı…
Dolar 2,9645
Euro 3,3943
Milli borç kat be kat katlandı…
Vatandaşın cebi delik!

                                                                        *

Gücün anatomisi

Ve çekiç, güçle…
Örsün üstüne konan kızgın demirin üstüne vurdukça, kıvılcımlar saçılıyor dört bir yana…
Demir çekicin gücü altında eğiliyor, bükülüyor, esniyor, inliyor ama kırılmıyor…
Birde demire karbon ekledin mi bu karşım suyla buluşmayı bekler…
Çelik suyla sertleşir!

Eskiden ama çok eskinden…
Bir topluluğu yönetmeye talip olan insan…
Ya bedensel gücüyle, ya cesaretiyle, ya hünerlerinden dolayı, ya da bilgisiyle bu göreve talip olur…
İnsanlarda onu bu yeteneklerinden dolayı lider olarak kabul ederlerdi…
Ama o eskidendi...
Artık kimin sesi en yüksek çıkıyorsa…
Partiliyse…
O partinin bayrağını en yüksel, en güzel kim dalgalandırıyorsa…
Bilgisine, yeteneklerine bakmaksızın…
Güç onun eline veriliyor!

Bu Nazi Almanya’sında da böyleydi…
Son senelerde Türkiye’de de böyle…
Bilgisine, yeteneklerine bakmaksızın…
Sonuç ortada!

                                                                      ***

25.08.2015

Büyük deprem

Dün dünya piyasaları büyük bir depremi yaşadı...
Endeksler son 8 yılın en büyük düşüşüyle kapandı…
Çin başı çekiyor…
Büyük üçlünün büyük savaşı mı…
Yoksa vahşi kapitalizmin “hazin” sonu mu karar veremiyorum…
Asya, Amerika ve Avrupa…
Devler “savaşırken” bizler güme gitmesek bari!

Yine dün…
iki şehit, sorumsuzluğun – bilgisizliğin kurbanı ama denecektir ki…
Tabiat faciası, takdiri ilahi falan…
8 insan aramızdan ebediyen ayrıldı…
Gidişat malum…
Türkiye bir çeteye teslim olmuş durumda…
Çete ceplerini doldururken bizler güme gitmesek bari!

Büyük bir depresyon geçiriyorum herhalde…
Elim ayağım kalkmıyor…
Hiç bir şey canım istemiyor, uykudan kafamı kaldıramıyorum ki…
Ben ve uyku daha büyük bir tezat düşünülemez…
Mutlaka silkinmem lazım, ya Allah ya Bismillah diyerek…
Biliyorum, doktorlar – psikologlar hemen itiraz edecek…
Ama birçok konuda insan…
Yine kendinin doktoru olabiliyor, yeter ki o gücü kendinde bulabilsin…
Ben kendimi toparlamaya çalışırken ailemle güme gitmesek bari!

Geçen haftaydı, doğru hatırlıyorsam…
Gecenin kör karanlığında televizyonda çok ilginç bir tartışma izledim…
Alman gazeteciler, siyasiler, psikologlar falan…
Konu siyasette tahammülsüzlük…
Bir cümle bütün programın özeti…
“…Son yıllarda >>> tüm dünyada <<< gözlemlenen siyasette tahammülsüzlük
İnsanların hayat şartlarına bağlı geçirdiği çöküntünün siyasete de yansıması…”
Güm!!!
Vahşi kapitalizm dize gelirken bizler güme gitmesek bari!

                                                                        *

Mevlana’dan öğrenemiyorsan bari hayvanlardan utan

Mevlânâ Hazretlerini duymayan yoktur herhalde?
En cahili bile kulaktan dolma, Mevlana ismini duymuştur…
Mevlânâ Hz. insanlığı ile insan için yüce dinimizi insana laik yorumlamış…
Yol göstermiştir, derviş kelimesi Farsça kökenli olup, anlam itibarıyla yoksul, fakir, alçak gönüllü, kapı kapı dolaşan anlamına gelmektedir. Ben, kapı eşiğinde duran “terimini” tercih ediyorum çünkü derviş, semâ esnasında sağ eliyle yukarı, sol eliyle aşağıya doğru göstererek Hak’tan gelenin hakça dağıtılması gerektiğini ima eder. Yani bir yandan Tanrı ile kul arasında arabuluculuğa soyunarak kapıda, bir boyuttan diğer boyuta geçen. Mevlânâ Hz. öğretisinde insandır odakta olan. Kimsin, nesin ilgilendirmez, önemli olan insan olman, Hakka olan aşktır esas alınan.

Hadi bundan ibret almıyorsun…
Anadolu medeniyetini, terbiyesini ve hoşgörüsünü takmıyorsun…
Bre Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz…
Bari hayvanlardan utan…
Biliyor musun?
Söyle biliyor musun...
Anadolu…
Asya’dan, Arap yarım adasından ve Avrupa’dan gelen hayvanların buluştuğu…
Barışçıl yan yana yaşadığı…
Dünyadaki yegâne topraklar olduğunu biliyor musun?
Neyi paylaşamıyorsunuz?
Bari hayvanlardan utan!

                                                                      ***

26.08.2015

Öf giderayak zor bir doğum oldu

Biliyorum…
Birçoğunuz görüşlerimi paylaşmasa da…
Yazdıklarımı okuyorsunuz, bu benim için apayrı bir onur…
Görüştür…
Doğrudur, yanlıştır ama sizleri bir nebzede olsa…
Kimi zaman kalbinizi…
Kimi zaman beyninizi dinlemeye teşvik ediyorum!

Dediğim gibi çocukla, çocuk, deliyle, deli olabilecek kadar esnek bir yapıya sahibim…
Ve hep aynı görüşleri savunurum..
Aksi ispatlanana kadar da bu görüşlerden taviz vermem…
Yani çizgim, düz! Zikzak yok…
Kimi insan tahsillidir, kimisi cahil…
Ama tüm insanların ortak yanları vardır…
Önemli olan saygı çerçevesinde…
Ortak, mutabık kalınabilecek noktaya varana kadar gitmektir!

Bu yol zordur, meşakkatlidir…
Ama bu ortamda izlenebilecek yegâne yoldur…
Demin yine >>> bir yürek kazandığıma <<< inanıyorum…
O da pes etmedi bende…
Sonunda muhatabım bunları yazana kadar:

"hah çok güzel önder bey aynen allah ta vatanda hepimizin bende size hak verdim yazılarınızı tekrardan okuyunca terör ve bölücülük nedeniyle mesajlarınızı daha çok bölücülere dönük teröristlere dönük olduğuna karar verdim benim gibi ortalama yurttaşa vatan sevgisi satmadığınıza ikna oldum saygılar"

                                                                        *

Maymunun poposu

Yaktın beni Cemal, Marmara çırası gibi yaktın…
Ulan oğlum şimdi izine gitmenin zamanı mıydı?

Bu sabah…
Hadi dedim yola çıkmadan bir saç – sakal tıraşı olayım…
Allahtan bundan 15-20 sene önce Wiesbaden de…
Türk berber salonları açılmaya başlamıştı…
Almanlar erkek saçını yapamıyor, kim ne derse desin…
Bazı konularda çok tutucuyumdur, saçta bunlardan bir tanesi…
Klasik, Türk erkek saç tıraşı, ne fazlası ne eksiği…
Gittim…
Çocuklardan birine sordum Cemal’i göremeyince…
Cemal nerede? “İzinde”, şu nerede? “İzinde Önder ağabey”
İsmen hitap edince şaşırdım, çocukla hiç işim olmamıştı bu güne kadar…
Çocuk dediğimde 32 yaşında…
:)
“Önder ağabey gel ben keseyim”
Kesebilir misin?
“Keserim”
Bak oğlum benim kafada problemi yerler var…
“Sorun değil!”
Kaza yaptığım arabanın tavan kısmında…
Büyükçe camdan güneşlik vardı (sunroof) güneşli havalarda açardım…
Püfür, püfür…
Kaza esnasında başımı oraya çarpmış olmalıyım çünkü başka türlüsü izah edilemez…
Cam kafa derimi yüzmüş…
O gün bugündür oradan saç çıkmaz…
Neyse oturdum çocuğun önüne…
Bak oğlum, arka tarafta, görürsün, kabak gibi açma!!!
“Tamam, Önder ağabey merak etme sen”
Hoş sohbet saçlarımı kesti…
Cemal olsa sorun değil, bunca senedir saçımı keser…
Dikken üstünde oturuyorum…
Bitti, aynayla arkamı gördüğümde…
Şak diye kalp krizinden gidecektim :)
Maymunun poposu gibi açılmış…
Öffffffffff içimden ama §4#*!!!&
“Merak etme ağabey saçların ıslak onun için böyle görünüyor” falan dedi…
Bozuntuya vermedim tabii…
Çocuk gerçekten çok efendi, tanımasam da severim böyle insanları…
Arabaya doğru yürürken gidip kendime bir şapka falan alayım diye düşündüm…
Ama acelem var Taunusstein’e geri dönmeliyim, öğleden sonra dedim kendime…
Dükkânda hanıma gösterdim, gerçekten de saçlarım kurumuş kel kapanmıştı!

Şimdi bütün bunları size neden anlattım diye soruyorsunuzdur kendinize…
Beni bilen bilir, sebepsiz bir şey yapmam – anlatmam…
Kafa çok önemlidir…
İçi de, dışı da…
Kafayı emanet ederken özen gösterilmelidir…
Bu öğretmen içinde berber içinde geçerlidir!

                                                                        *

Ölmez sağ kalırsak

Nihayet yarın öğleden evvel uçuyoruz…
Kısmet olursa hemen otele yerleştikten sonra…
Öğleden sonra yani, denizdeyim…
Akşama Allah kerim…
Kızlara Nice’i (Nizza) gezdiririm…
Cuma, Monako (Monaco)…
Plan, program kafamda…
Zaten şu lanet olası kafa için gidiyorum…
Arta kalan iki gram aklımı toparlayamazsam, halim duman!

Baktım ki…
Kafayı toparlayamıyorum, malum dırdır, vırvır eksik olmaz…
Hele yanında “kadın” olunca…
Geldikten sonra herkesi bırakır giderim İstanbul’a…
Evde yalnız başıma, düşüncelerimle baş başa…
Kadınsız hayat, oh ne rahat derler ya…
İşte o hesap!

:)

Ölmez sağ kalırsak…
Eylülün yedisinde tekrar buluşmak üzere…
Sağlıcakla, esen kalın dostlar!

                                                                      ***

27.08.2015

Bir türlü gidemedim ki sizler benden, bende sizlerden kurtulayım

Şaka bir yana…
Dün gece yorgunluktan uyuyamadım…
Uyuyamadığım içinde…
Dün vatandaşın yazdıkları üzerinde etraflıca düşünme fırsatı buldum…
Hani uzun uğraştan sonra ikna ettiğim vatandaş var ya, hah işte O…
Galiba yaptığımız yanlışı buldum…
Ama kısaca dün akşama geri dönelim, bu yazacaklarımı aklınızda bulunsun diye yazıyorum…
Sekizi geçiyordu eve geldiğimizde…
Bir şeyler atıştırdıktan sonra eşim bavullarla ilgilenmeye başladı…
Bende para ve evraklarla ilgileneyim bari dedim…
Her şeyi bir araya getirdikten sonra cüzdanıma baktım…
Eyvahhhhhhhhhhhhh…
Cüzdan yok ortalıkta, içinde nüfuz cüzdanı, ehliyet ıvır zıvır…
Küçümsenmeyecek miktarda da para…
Yok, yok, yok…
Aramadığım yer kalmadı, hatta iki kez dükkâna da gittim…
Yok…
Deli olacağım, ter ama nasıl boşanıyor, yorgunluktan ayakta duramıyorum…
Kadın bir yandan bavullarla ilgilenirken öte taraftan o da arıyor…
Son bir kez daha dükkâna gideyim dedim, yolda bulamazsam onları yollarım ben kalırım diye düşündüm, sonra aklıma geldi, böyle durumlarda gümrük polisine durumu izah ediyorsunuz o da size geçici bir evrak düzenliyor ve siz gideceğiniz yere yine de gidebiliyorsunuz!
Öyle yaparım artık dedim…
Dükkândayım, siyah üzerine siyah görünür mü?
Yazı masamın üstüne bir düzineye yakın sabit disk duruyordu, hepsi siyah…
Cüzdanı sabit disklerin üzerine koymuşum o da siyah…
Ohhhh, çok şükür!
Bir buçuk saattir arıyorum, hani hep yazıyorum ya ata binip atı arayanlardanım diye…
Kardeşime telefon ettim ne durumda diye…
Gayri ihtiyari saat dokuz gibi evden çıkacağız dedim…
Vayyyyyyy efendim, yirmi beşinci baskı hatırlatıyormuşum…
Kafa kalmadı ki…
Nankör kedi!

Gelelim yaptığımız muhtemel hataya…
Vatandaşın yazdıklarından aynen bir kesit:
“…benim gibi ortalama yurttaşa vatan sevgisi satmadığınıza ikna oldum…”
Bu cümle üzerinde isterseniz biraz düşünün…
Ölmez sağ kalırsak…
Dönüşümde bu konu üzerinde tekrar birlikte düşünelim!

Öf, yeter artık…
Bu sefer ben gerçekten kaçtım…
Hadi bana çüüşşşşşşş (tschüs)
:)

                                                                     ***

28.08.2015

Nereye gitsende

Yuregindekini birlikte goturursun gittigin yere...
Yillar once kol-kanat kirilmis olsa bile...
Terkrar sana ucmasini ogretene bak hele...
Geride biraktigina ise artik gule gule!

Hayat bu...
Hayat devam ediyor...
Aglaskta, gulsek de!

                                                                       *

Gonul dedigin bin nur oda

Sol yumrugunu sikarsan kalbin iste o kadar...
Ama o kalbe neler sigmaz ki...
Mubarek sanki dipsiz kuyu...
Doldur doldur hala yer var...
Birde namusuz o kadar genis ki...
Aklin kabul etmedigini bile icine sindiriyor...
Bir, iki, uc sevgili...
Bin bir cesit sevgi, bir o kadar nefret, bir o kadar karmasik duygu...
Gonul dedigin bin nur oda...
Birde namusuz o kadar genis ki!

                                                                       *

Tahmin ettigim oldu

Iki cambaz bir ipte oynar mi?
Oynamaz...
Birbirimize girdik, ben zaten pimi cekilmis bomba...
Her an patlamaya hazir, dun geldik...
Planladigim gibi gayet güzel, deniz falan, aksam basim hic yoktan buyuk belaya girebilirdi...
Cok yorgundum, gece uyanamadim, haliyle ilacda alamadim...
Bugun perisanlari oynuyorum, ibo 800 bile tesir etmiyor...
Agridan butun sinirler ustumde...
Gun gecede hala aklimda...
Aslinda adim atmaya halim yok...
Kiz iki gun sonra donecek, gonul mumkun oldugu kadar cok gostermek istyor...
Nice de 32 metre kare ev 147.000€
Monaco da 82 metre kare daire 1.500000 €
Yani her tarafta para konusuyor...
Gezdirmek istiyorum...
O ne yapiyor?
O dukkan senin bu dukkan benim...
Sanki baktiklari Almanyada yok...
Mesele az zamanda cok sey gostermekte...
Dedigim gibi buralarda pardan bahis edilmez, ya paran vardir yada yoktur...
Bu buralara ilk gelisim degil...
Bundan birkac sene once gelmis, 300€ ile bes parasiz kalmistim...

Basli basina bir macera...
300€ ile bes gun Nice...
Belki bir gun anlatirim...
Artik katila katila guler misiniz yoksa iciniz mi acir bilemem...
Ama bugun yine aynisini yapar misin diye sorsaniz...
Vallahi billahi yine yaparim...

Neyse biz yine konuya donelim...
Haliyle sinirlerimi tepeme cikardi...
Birde baska bir konu var...
Ben onu anliyorum, bana yuk olmak istemiyor...
Ama O beni anlamiyor...
Benim oldugum yerde onun parasinin hukmu olurmu hic?
Tamam, Kabul otoreterligim vardir...
Ama buda hayatimin bir getirisi...
Benim gibiler kurallari koyar...
Onlar, yuzler, binler buna uyar...
NOKTA
Meslegimin getirisi...
Aliskanliklar kolay kolay atilamaz.

Kus yatti...
Yemekte yemedi...
Bende simdi uzuntuden sisenin dibine bakacagim.
:)

                                                                     ***

29.08.2015

Icimdemi komunist aglarken

Saat gece yarisini geciyor...
Bizimkiler komalik odalarinda uyuyorlar...
O kadar cok gezdik ki...
Onlarda bende suni komada ama ben ayakta olmak zorundayim!

Eger bu gecede ilaclari alamazsam...
Beni yarin kor testere ile kesseler kalkamam...
Caresiz saat uc olmasini bekleyecegim...
Gozumden uyku akiyor!

Otel odasina gireli on bes - yirmi dakkika oluyor...
Gozerimin onunde o korkunc manzara(!)

Kart vizit...
Her haliyle karsisindakini etkilemek...
Belki kendini oldugundan farkli gostermek...
Ama illa goz kamastirmak icin kullanilir!

Kentlerinde kart vizitleri, vitirinleri vardir...
Tipki kadinlarin alik - puluklari, adamin aklini basindan alan kiyafetleri oldugu gibi!

Bilmem benim kadar mesleginden etkilenen var mi aranizda ama ben aslinda omur boyu calismadim, ucret karsiliginda hobbimin pesindeydim. Benim yaptigimi goz gormez ama bir hatam onlarin, yuzlerin, binlerin bir veya daha fazla gun calisamamasi demek. Veya cok buyuk paralara mal olur. Ben hep perde ardinda, yer altinda yada gok yuzunde. Gorunmeyen ama hep varligini his ettiren adam!
Bu yuzden benim gozumu oyle kolay kolay bir sey kamastiramaz...
Gittigim her metropolun perde arkasina da bakarim...
Gercek hayati gormeden bir kent hakkinda asla yargiya varmam...
Bu kenti elimde bavul bir kez daha gezmistim...
Orada yasadiklarim, gorduklerim...
O cingene cocuklari, bebekleri...
Havaalanina bir kac yuz metre otellerin ara sokaklarinda rastladigim Hayat kadinlari...
Daha onceleride yazmistim...
Hayatimda iki kez para karsiliginda kadin ile birlikte oldugumu...
Genel ev degil, ozelin ozeli...
O kadina neden bu hayati yasadigini sordugumda...
Bana verdigi yanit...
Ama asil onemlisi gozyaslariyla gizlemeye calidip satir arasinda dudaklarindan asla telafuz etmedigi kelimelerdi...
Sanki o an onun ruhunu okuyordum...
Hala aklimda!

Allah kimseyi bu durumlara dusurmesin...

Akil almaz bir zenginlik...
Goz kamastiran tabiat guzelligi ve servet...
Bir anne...
Kucaginda bebegini emziriyor...
Bir evin esiginde, yerde...
Saat gecenin 12si...
Onunde bir adam o da comelmis...
Halinden yakini izlemini verdi bana...
Buyuk bir ihtimalle dilenci...
Buda Nice'in diger yuzu!

                                                                       *

Caresi yok! Yine morfin isteyecegim

Iki gun oldu geleli...
Cepte para olduktan sonra gercekten cok güzel...
Gerci cepte para olduktan sonra dunyanin her yeri güzel!

Millet...
Agic, cicek falan sular. Ben kedimi ilacliyorun...
Gece ictiklerim yetmedi, oglen ibo ile takviye ettim...
Jet gibiyim...
Dun gece haslama yaptigim icin...
Bugun bari tuzlayayim dedim...
Yine 4 saat kadar uyku...
Sabah kaktim kahve sigara falan...
Dusunuyorum nasil gonul alirim diye...
Aklima geldi, dur dedim aynen boyle yapayim...
Centilmenligin el kitabini...
Soyleee derinden bir karistirdim...
Icinden bir kac yontemi sectim...
Bekliyorum gelsinler diye...
:)
Asansor acildi, seslerini duyuyorum...
Kizlardan birinin buluzunu tandim...
Hemen ayaga firladim...
Dur oglum ne yapiyorsun daha merdivenlerden cikacaklar...
Caktirmadan oturdum, hepsi kahvalti salonounu kapisinda belirince, sanki daha once gormemisim gibi ayaga firladim...
Hemen tam centilman's light sandalyeyi cektim buyukten kucuge hanimlari yerlerine oturtacagim...
Oylede yaptim...
Tek tek sandalyelerini cekerek oturtum...
Oturtuktan sonra yanaga bir opucuk ihmal edilmez tabii...
:)
Kisik sesle fransizca, ingilizce tabii turkce gunaydin...
Esime good morning Darling, i wish you a nice day...
Goz kenarindan yuzlerine bakiyorum...
Ama nasil bir sasirmak...
Aptal aptal birbirlerinin yuzune bakiyorlar...
Kendimi zor tutuyorum, gulmemek icin...
Tam bir supriz...
Kesin zafer...
Kadin milleti degil mi?
Yelkenler suya...
Daha dur bitmedi dedim icimden...
Dun aksamin intikamini almaliyim...
Hepimiz sofradayiz...
Kizlar saskinliklarini henuz uzerlerinden atamadilar...
Bombayi patlatim...
Kisa kesecegim...
Kadin degil misiniz hemen yelkenler suya...
Offf...
Aninda tepki, biz yutmadik falan...
Hadi ordan, bal gibi...
Sazan gibi yuttunuz iste...
Yuzler bir karis...
Neticede otuz kusur senelik tecrube...
Banami ogreteceksiniz kendinizi(!)
Gercektende strateji meyvelerini Verdi...
Ortalik sut luman...
Gecelim...
Dun denizdeyiz...
Hava sicak, Deniz tiklim tiklim...
Oturacak yer yok, neyse bulduk bir yer oturduk...
Denize gir cik falan...
Insanlari izliyorum...
Gencler civil civil...
Kizlar sutun gibi, oglanlar keza...
Kendimi dusundum, bir zamanlar iyi kotu bende boyleydim...
Tuh senin suratina (...)...
Haline bak...
Ameliyat sonrasi felaket kilo aldim...
Almanyaya doneyim doktordan yine morfin isteyecegim...
Kendi istegim uzerine ilaca donmustuk...
Olmuyor...
Hareket edebilmeliyim ki...
Kilo vereyim!

                                                                       *

Wer mit diesem Mann zusammen ist der hat gar keine Zeit zum alt werden, der halt einen ständig auf trap

Boyle diyor kardesim bugun...
Gercekten bugun sut dokmus kedi gibiyiz...
Miyav, miyav...
:)
Dunku haslama, bugunku tuzlama etkisini gosterdi!

Herkesin bir kusuru vardir...
Benimi workaholic olmam yani is kuduzu...
Canim sikilir, mutlaka bir seylerle ugrasmam lazim...
Maymun istahli degilimdir, sevdim mi Adam gibi sever, sogudummu da buz gibi olurum. Kimseyi yari yolda birakmam. Iki elim kanda olsa bile...
Ama yelkenler hep aciktir...
Bilinmeyene dogru...
Yine kardesimin cok dogru tespiti...
'kendinle bas basa kalmaktan korkuyorsun'
Nedeni, hatiralar!

Beni otel odasindan kovdular...
Cok horluyormusum, ya kalpten yada bogazdan...
Almanyaya gideyim kilo ve horlamaya care arayacagim...
Kovulmak canima minet...
Kaldigimiz otel Nice'in gobeginde...
Avrupa standartlarinda uc yildizli gayet temiz bir yer...
Odalar 84€ ile 110€ arasi...
Cift kisilik oda 110, tek 84...
Beni oraya atilar, arka cephede kaliyor...
Kizlarin ki on cephede...
Trafige kapali, cadde boydan boya magza ve restoran...
Sabahlara kadar uyu uyuyabilirsen...
Kahvaltidan sonra dusun onume...
Nereye?
Gezmeye, soruya bak buraya niye geldik. Sato tepesine cikacagiz...
Akil almaz bir manzara...
Yarin icin araba kiraladim, Saint - Tropez, Cannes falan...
Ben...
Boyleyim gulum...
Beni Kabul edeceksen, seveceksen Boyle sev!
Benimle ihtiyarlamak zor olabilir...
Ama...
Soz, hic bir zaman can sikilmaz...
Benimle her an her seye hazirlikli olmak gerekir!

                                                                       *

Sevgiyle nefret ikiz kardes

Insani durtunun ic dinamigi sevgi veya nefret...
Sevginin veya nefretin carki dondugu surece o insana gereken hareket kabiliyetini saglar...
Sevgiyle nefret arasindaki fark, biri postiv digeri negativ enerji yuklu olmasidir...
Ve zit kutuplar bir birini ceker...
Denge saglanir, cark isler...
Sevgiden nefret, nefretten de sevgi dogabilir...
Ama sevginin gucu daha buyuktur...
Cunku yapicidir...
Sevgiyi tukettiginde denge bozulur...
Bu yuzden insan, asla sevginin sinirlarini zorlamamalidir!

                                                                       *

Seni kocana sikayet edeyim de bunu kime sikayet edecegim?

'Babama' boyle dedi benim hatun(!)
Hadi dedim kac gundur burdayiz...
Kizlari cikarayim bu gece, bir bakalim gece alemine...
Nerden gelir, nereye gider bu kadar insan?
Aslinda oturup hanimlar icin bir icki icme kilavuzu yazmaliyim...
Gerekte yok hani, bir cumle ozeti ...
Ne icersen ic ama sakin karistirma, sonra cin carpmis gibi olursun!
Isin butun sirri bu...
Nice'in eski sehir kismi var, buralara yolunuz duserse mutlaka 'altin kapidan' girerek sehire dogru yuruyun. Butun otentik barlar, kafeler orada...
Girdik bir bara...
Benim hatun Kozmopolitan takildi...
Digeri Mojito...
Bende Bourbon...
Neyse hanimlar ickilerini yudumladikca kikir kikir gulusmeler cogaldi...
Bir ara baktim...
Ben senin ickinin tadina bakayim, sende benimkinin...
Hemen mudahale ettim tabii...
Sonucu malum...
Ama ati alan coktan uskudari gecmis...
Neyse bardaklardan cok fazla eksilmemis...
Sohbet koyulastikca kikir kikirlar cogaliyor...
Kizlarin keyfi yerinde...
Bir ara gozum bir sarisina takiliyor...
Ben kadin mi erkek mi diye cozmeye calisirken...
Uzatmis birisi kamisi benim Bourbon'a hortumluyor iyi mi...
Vay ben sizin ananizi avradinizi...
Tepem atti tabii...
Ama keyif kacirmamak icin cok fazla ustunde durmadim...
Neyse uzatmayalim sag salim otele getirdim kizlari...
Zaten birer kadehten fazla icirmedigim icin yari yolda iyi kotu ayildilar...
Yarin erken yola cikacagiz!

Not: Kadin erkek sarhos, ayik kafayla cekilmez. Buna ragmen kadin sarhoslugu gercekten fena oluyor. Hanimlarin dikkatine

                                                                     ***

30 Augustos

Zafer Bayraminiz kutlu olsun...
Ancak neden uzuluyor kafaniza takiyorsunuz?
Zihniyet niye kutlasin...
Veya yurekten kutlasin...
Bizlerin zaferi onlarin cokusunun baslangici oldu...
Nice zaferlere, hep berber. El ele

                                                                     ***

Sevdim seni kadın anlasana

 

Bir kadın düşünün ki...

Milliyetçiliği ile...

Mertliği ile birçok erkeğe taş çıkartır...

Bu bir tarafıdır...

Ya öteki tarafı?

Dişidir...

Her haliyle ben kadınım der...

Hemcinsleri bile gıpta ile ona bakar...

Sevdim seni kadın anlasana!

 

Sorun nedir?

Bilmem!

Bilirim de bilmezlikten gelirim aslında...

Sorun kıstaslardır...

Sorun kişinin yetiştiği ortamın kölesi olmasıdır...

Sorun çevresidir, sorun kendi kendine omuzlarına yüklediği baskıdır...

Sevdim seni kadın anlasana!

 

Sahi sevgi dediğin nedir Allah aşkına?

 

Birçok insan sevgiyle ihtirası bir birine karıştırır...

Biri bedensel arzulama diğeri ise iki yüreğin bir ruhta birleşmesidir...

Sevdim seni kadın anlasana!

 

İki ruh bir olunca...

Bedenlerde birleşmek ister...

Bu gayet doğaldır...

İnsancıldır...

İşte o anda...

Parmak kalkar havaya...

Olmaz...

Yasak aşk yaşanamaz(!)

 

Kim demiş onu?

Toplum!

 

Allah bile...

Kullarını yargılarken...

Tek tek sorgular, amellerine göre karar kılar...

Sen kim oluyorsun da benim sevgimi sorguluyorsun, sana ne?

Benim ki sevgidir...

Temizdir onu kirleten senin zihnindeki pisliktir...

Sevdim seni kadın anlasana!

 

Sevdiğimin yüzüne ne de güzel yaraşır tebessüm...

Zaten ilk dikkatimi çeken o olmuştur...

Sevdim seni kadın anlasana!

 

Ancak bazen...

İnsan ne kadar da sevse...

Sevdiğin...

Başkasının kadını olabilir..

İşte o zaman sana düşen...

Duygularını bastırmak, aşkını kalbine gömmektir...

Seni gerçekten sevdim kadın...

Anlasana!

 

                                                                      *

Saint - Tropez

'Agabey siz cansiniz ben ikinizin arasina giremem ki'

Afferim Boyle bir cevap Boyle bir soruya yakisir!
Taktir ettim afferim.

Filmi basa saralim...
Sozde 9 gibi bu Sabah arabayi teslim alacaktik...
Ama burasi Fransa, Almanya degil...
Dukkani Saat 9.30 gibi actilar...
Yola cikmamiz saat 10...
Kizlari once Cannese goturdum...
Gercekten gorulmeye deger...
Deniz ve kumsal harika...
Nice taslik!

Kadin degiller mi...
Ille festivallerin duzenledigi yeri gorecekler...
Iyi gidelim, zaten sahil kenarinda...
Koca bina, kirmizi halilar...
Ille duralim...
Buraya dikkat(!)
Nice, Cannes, Saint - Tropez...
Park yeri bulmak Allaha kalmis...
Don babam don, dolap beygirine dondum...
Artik basim donmeye basladi...
Baslarim sizin festivalinize dedim bastim Gaza...
Ozellikle kiz kardesim asti suratini...
Kizim yol yordam bilmem, bak sizi daha nerelere goturecegim...
Suratlar asik dinlemiyor bile beni...
Nice'mi Cannes'mi diye sordaniz...
Cannes derim, kumsali yeter...
Burasi onemli...
Agaclar...
Caplarina baktigimda en az 70-80 yillik...
Yuz ve uzeri de sen ona...
El oglu biz degil ki...
Canim zeytin agaclarini bile bicsin...
Ali telefon ediyor...
Bidi bidi konusuyorlar arkada...
Elimi arkaya dogru uzatim tel. Istiyorum...
Offfff...
Ya sabir cekiyorum icimden...
Ali, su karini dovmek istiyorum izin verirmisin oglum?
Guluyor...
Yukaridaki cevabi Verdi bana...
Neyi, kimi dovuyorsun?
38 yasinda kadin, iki cocuk anasi...
Ama tovbe bir daha mi, asla...
Seni buralara getiren agabeynin agzinin ortasina...
Tovbe...
Sahil boyu ilerliyoruz...
Hani haberlerde zirvalarlar...
Nefes kesiyor diye...
Gelip gorsunler nefes kesmek nasil oluyor...
O tabiat guzelligi, duzen ve temizlik...
Anlatilmaz gercekten nefes keser...
:)

Tabii pazar hava guzel...
Millet dokulmus yollara, baktim olacak gibi degil. Gidecegimiz yere ancak seneye variriz...
Ciktim otobana...
Burasi da ayri guzel...
Bitki ortusu tipik akdeniz...
Uzatmayalim...
Geldik Saint - Tropeze...
Daha kente girerken insanin yuregini sariyor bir sicaklik...
Bu kadar mi sevimli olur bir yer...
Cok nadirdir Boyle bir sey, bunca yer gezdim - gordum...
Dikiz aynasindan Fusun'a bakiyorum...
Pismis kelle gibi siritiyor...
Cok hosuna gittigi beli...
Hemen arabayi saga cek saril girtlagina...
Tam o sirada...
'agabey ayyy cok guzel'...

                                                                       *

Iflaz

Beden iflaz etmis...
Istemiyorum artik diyor...
En ufak hareket bile buyuk acilara sebep oluyor...
Ancak beyin gayretkes, emir buyuk yerden, devam diyor...
Bakalim ne zamana ve nereye kadar...
Kalbim ise...
Onu hic sormayin ayri telden caliyor!

                                                                       *

Iki yudum sarabini benimle paylasan dost nerdesin, oldun mu?

Bizimkiler uyurken hava aydinlandiginda sahile inerim...
Gozlerim dostu arar...
Bu sabah yine sahildeydim, gozler dostu aradi. Hani yazmistim ya...
Nice'de bes parasiz kalmistim diye...
Iste o gunlerden kalma bir dost...
Nice'de ilk gecem, cepte 300...
Sigarami alirsin o zamanlar bir paket 6 euro...
Yer misin, icer misin?
Yok, bu sabahta bulamadim...
Oturdum banka uzun uzun denize baktim...
Gozumun onune geldi hayatimdan kesitler...
Aslinda sikayet edemem...
Hayata neredeyse her seyi gordum...
Paryi da, acligi da...
Hani derler ya yazsam roman olur...
O da bir sey mi...
Benimki kac cildlik ansiklopedi...
Olsem bile ardimda birakacaklarim...
Mesela on binlerce sayfalik derlemelerim, yazdigim - cizdigim, kazandigim onca kalp...
Daha uzun sure hatirlanmami saglayacaktir...
Oturmus sahilde Kara Kara dusunuyordum ne yapar nasil o bes gunu geciririm diye...
Aksam olmus hava serinlemeye baslamisti...
Kendime kuytu bir yer aramistim...
Buldum...
Onun yeriydi...
Musade isteyip oturdum yanina...
Usudugumu his etmis olacak bana sarap sisesini uzatti...
Igrenmedin mi diye sorsaniz, igrenmezmiyim ama dost hatirina cig tavuk bile yenir der atalarimiz...
O geceyi birlikte sahilde o taslarin uzerinde gecirdik...
Hatta o taslardan bazilari bir taraflarima oylesine batmistiki, o gunlerin anisina bavula attim...
Simdi yazi masamin ustunde duruyorlar...
Dost...
Nerdesin, oldun mu?

                                                                       *

Kafa goz patlatmadan

Sabah kahvaltidan sonra kardesimle arbayi geri vermeye gidiyoruz...
Arabayi uzaga park etmistim...
Ben...
Cok sukur bugun gidiyorsun, kafani gozunu patlatmadan!
Kardesim...
Daha dur aksam olmadi(!)
Basladik ikimizde ayni anda gulmeye...
:)

Bakmayin siz benim kizdigim Zaman soylediklerime, yazdiklarima...
Bir tane kardesim var...
Severim gezmeyi, gezdirmeyi...
Onu da kocasini da daha nerelere goturecegim...
Ilk hedef Portekiz...
Lizbon ve Porto...
Olmadi...
Rom'a!
:)

Aksam 18.30 ucuyor...
Iyi yolculuklar Fusun..
Insallah tepemi o saate kadar attirmaz son an dayagi yemezsin!
:)
Yolcu edecegim tabii

                                                                       *

Allah kimisini kalemle, kimisini ise badana fircasiyla cizer

Kimse beni yanlis anlamasin...
Bana ne elalemin kadinindan, sacindan - basindan...
Beni hem ilgilendirmez hem haddim degildir...
Ama guzeli severim...
Bu arada rontgenciligim falan da yoktur...
Onu da yazmis olayim...
Ama yine meslegimin bir getirisi...
Goz egitimli...
Ayrintiyi da genelide kavrar...
Bizim meslekte bir noktayi, virgulu karistir bakalim...
Gor basina gelenleri!

Güzel...
Bir kadin olabildigi gibi bir erkekte olabilir, tabiat, yemek - icmek, bir muzik parcasi mesela veya ruhumu, goz zevkimi oksayan her hangi bir sey!
Guzeli severim...
Guzele bakarim...
Bilirsiniz guzele bakmak sevapmis, buna gore ben kesin cennete gidecegim(!)
:)

Delikanlilik zamanlarimda...
82 Ile 84 Kilo arasinda gider gelirdim...
Boy 1.80 - 81 civari...
Yani BMI endeksine gore kilolu...
Veya Allah baba beni cizerken badana fircasini kullanmis olmali...
Kim takar BMI endeksini...
Kendimi rahat ve iyi his ediyordum...
Kazadan sonra 3cm birden kuculdum...
Boydan boya bel kemigi sikismasi...
Asla bir daha duzelmedi...
Hareket edememem birazda bundan...
Sinir sikismasi, caresi yok!

Deniz kenarinda...
Insan kibrinin bini bir Para...
Yat bir koseye ve insanlari izle...
Kadini - erkegi fark etmez...
Tercih edilen bikini rekleri...
Mayo falan...
Ben size o kadinin nasil bir tip kadin oldugunu soyleyeyim...
Yanilma payi...
%1...
O kadar iddaliyim yani...
Erkeklerde keza...
Daha zor olmasina karsin...
Yanilma payi %10...
Atletik mi gobekli mi...
Yurumesi, tavirlari...
Kendinle barisik insan mesela...
Kilo umurunda degil!

Buna ragmen...
Allah kimi insani kalemle cizmis...
Ve insan tum kibrine karsin...
Kendine ve bedenine gereken ozeni gostermis, gostermekte...
Yaradana saygi...
Insana saygi...
Kendine karsi gosterdigin ozen ve saygiyla baslar!

                                                                       *

Allah kimseyi attan indirip esege bindirmesin

Bu ne ya?
Ceple internet mi...
Yazmak mi olurmus?
Nerde benim bulgisayarlarim, notebook'larim?
:(

Yazim hatalarindan dolayi herkesten ozur dilerim...
Vallahi bu ne ya?
Offf

                                                                      *

Gitti uzulsem mi sevinsem mi acaba

Bu yazacaklarimi aklinizda olsun diye yaziyorum. Gun gelir lazim olur.

Kardesimi yolcu ettim...
Havaalani - sehir merkezi arasindaki mesafe yaklasik 8 kilometre...
Gelirken kizlari taksiye bindirdim...
50 Euro...
Cok kizmisti bana...
Aksam ustu giderken kesinlikle taksiye binmem diye diretti...
Otobusle gidelim dedi...
Iyi gidelim...
Otelden cikarken otobus numarasini sordu...
98...
Otobus duragindayiz 98 geliyor...
Kalk Fusun otobus geldi...
Hemen yanima bavuluyla dikildi...
Vinnnn...
Otobusun arkasindan baka kaldim...
O kadar aptal aptal otobusun pesinden bakmis olmaliyim ki...
Bir kadin yanima geldi bir seyler anlatiyor...
Ingilizce onu anlamadigimi soyleyince...
Cok sukur o da hemen ingilizceye cevirip olan biteni anlatmaya basladi...
Buraya dikkat...
Meger Nice'de yolcular otobus duraginda bekleseler bile otobusler durmazmis!
Haydaaa bir yasima daha girdim. Turkiye'de bile duruyorlarken...
Otobus istikametinde yolcu varsa mutlaka otobuse el kol isareti vermeliymis ki o da dursun. Gerekce trafik. Bu yasima geldim daha Boyle bir sey duymadim. Belki de biraz geri kaldim bilmiyorum...
Bayanin anlattigi diger konu ise daha ilginc...
98 nummarali otobus havaalanina kisi basi 6 Euro alirken...
52 numarali otobus 1,5 Euro aliyormus(!)
Orta sekerli bir aile icin onemli bir meblag...
Gerekce...
Biri havaalaninin icine giriyor digeri yolun kenarinda duruyor...
Aradaki fark 30 - 40 adim...
Hani derler ya bilmenek ayip degil ogrenmemek ayip...
Bence gercekten oyle!

                                                                     ***

01.09.2015

Boyle olacagini dusunmemistim

Koalisyon 'nihayet' kuruldu...
Ser itifaki...
Koalisyonun bu sartlar altinda kurulacagini dusunmemistim...
Haber kaynaklari yine yaniltmadi...
Bundan yillar once okumustum...
Cok ciddi bir haber kaynagi idi...
ABD istihbarat kurumunda gorevli bir akademisyen...
Bir profesor, uzun bir makale...
Degisik ve muhtemel senaryolar...
Tek tek gerceklesiyor...
Tipki bilim adamlarinin hava ve su sorunu hakkinda yazdiklari ongoruler gibi!

Affedersiniz ama...
Yandi gotum dediginiz anda cok gec olacak...
Benden soylemesi!!!

                                                                       *

Benim kucuk dunyam

Yok, yok bir daha asla...
Ben...
Kendi kucuk dunyamda yasamaliyim...
Nasil bir kibir anlatamam...
Esimden biliyorum, kadinlar dukkana geliyorlar ve daralt da daralt...
Vicudlari bir taraflarima donmus...
Ama daralt da daralt...
Erkeker de ayni...
Yasina ve vicuduna gore giyinenler yok degil...
Dun mesela...
40 yaslarda bir kadin...
Saci, basi, makyaji, ayakkabisi - cantasi ve tabii elbisesi, hareket ve tavirlariyla...
Tam bir hanimefendi...
O kadar sik...
Ote tarftan ki biliyorum iki senedir cirtlak renkler modaya hakim...
Giydigi elbiseden selolitlerine varana kadar gorunuyor, yapmacik yapmacik hareketler, gereginden fazla ve yuksek seste kahkahalar...
Hepsi dikkat cekmek icin...
Kendini bilen bir insanin nazarinda tam not alan (...)...
Yok, yok bir daha asla...
Insanlari izlememeliyim...
En iyisi gozlerini yummak...
Gormemek, duymamak...
Herifler...
Michelangelo'nun David'i (Davud)...
Nerede benim kitaplarim, bilgisayarlarim...
Ben kendi kucuk dunyamda yasamaliyim...
Sevdiklerimle...
Gormeden, duymadan!

Neysen osun arkadas...
Hoslanmam kibirden...
Sevmem kibri!!!

                                                                       *

Secim oncesi buyuk temizlik

Kasim oncesi muhalefet temizligine baslandi...
Sosyal medayada ki muhaliflere kadar...
Yurtici arkadaslara dikkatli olmalarini oneririm. Ben susmam...
Yurtdisinda oldugum icin degil...
Hakli oldugum icin...
Kork Erdogan...
Hatta dehsete dus...
Gercekler asla gizlenemez!

                                                                       *

Melodi

Cok pismanim kiza balik yedirmeden yoladigima...
Ote yandan sukur etsin onun buralarda girtlagina sarilmadigima...
Yine de...
Keske simdi yanimda olsa...
Kavga mavga idare ederdik durumu!

Dun aksam bir dukkanda...
Bir elbise carpti gozume, cok hosuma gitti...
Sabah kahvaltisindan sonra esimle gittik dukkana...
Bir seyden haberi yok...
Elbiseyi gosterdim, gercekten cok hosuma gitmisti...
Yok mok itiraz etti...
Giy kadin ustunde gormek istiyorum dedim...
Giydi ama malesef yakismadi...
Hep diyorum ya, her insana her sey yakismiyor!

Hava felaket nemli...
Benim gibi kalp hastalari icin tehlikeli bir hava...
Ikimizde dunden kalma...
Hadi otele gidelim, tamam...
Esim uyudu...
Canim sikildi her seye ragmen ciktim disariya...
Basladim yurumeye...
Hedefimde Nice'in varoslari...
Bakmayin varos dedigime yine de güzel semt...
Ilk gelisimden biliyorum...
Kac gundur o kadar sikildim ki bu kibirden normal insanlar gormeliyim...
Yillarca boyle insanlar arasinda yasadim...
Adamlarin ceplerinde avuc avuc viagra...
Kadinlarin her tarafi ameliyatli...
Yok, tsk.ederim ben almayayim...
Bana gore degil boyle yasamlar...
Neysen osun arkadas...
Nokta!

Yolda antikacilar ve bir muze var...
Girdim...
O resimler...
Sanki iyi bir yazarin kaleminden akan kelimeler gibi insanin ruhuna isliyor...
Heykel tiraslarin elinden canlanan nesneler...
Sanatci olarak gelmek varmis bu dunyaya!

Elimde baston...
Her yoldan gecisimde arabalar durur yol verir...
Fransizlari bu yuzden severim...
Nazik insanlar, dillerinin melodisi muzik gibi gelir insanin kulagina...
Offfff...
Nihayet 'varoslardayim' ...
Normal giyimli siradan insanlar...
Neysen osun arkadas...
Kendini farkli gostermeye calisman niye?

                                                                       *

Bilginin piramidi Charles Darwin'den Karl Propper'e

Biraz Ingilizce ve Fransizcayi saymiyorum...
Iyi kotu Almanca, Turkce ve 01110011 bildigimi farz ediyorum ki...
01110011 dunyanin neredeyse her evinde, is yerinde ve devlet dairesinde konusulur...
Yani Ingilizceden evrenseldir...
Ve benim dunyamdir!

Elektronik bir ortamda bir bilgi mevcut ise bulmam bir kac saniye, bazen bir kac dakkika surebilir. Duruma ve ihtiyaca gore eger bir bilgiye ulasmam hayatiyse de (...) geri durmam :)

Karl Propper ismi bana bir sey ifade etmiyordu. Aslinda hala etmiyor...
Kaza sonrasi hafiza kaybim onemli oranda...
Kendi ve kaybetiklerimin dogum ve olum yildonumlerini ezberlemem neredeyse bir sene surdu...
Belki oncesinde okumus olabilirim...
Okumadiysamda yeni kesif ettim diyelim...
Sayin G. A. Yildizgordu'nun bir paylasiminda dikkatimi cekti. Bahsi gegen kitabi asagidaki linkten indirebilirsiniz.

Gelelim bilgi piramidine...
Ister medeniyet ister bilim veya felsefe olsun...
Hepsi ama hepsi bir sekilde bir onceki tasin uzerinde insa olup, insanligin gelisme surecinde bilgi piramidinin ustune tas uzeri tas koymustur!

Ve eminim insanlik bir gun bu piramidin uzerine son tasi koyacaktir...
Ancak bu son tas yerine konduktan sonra neler olabilir dusunmek, hayal bile etmek istemiyorum.

Bilim ve felsefenin temelinde gozlemleme yatar. Bircogunuz belki beni rontgenci sanabilir ama yok!
Bende bir nevi gozlemciyimdir...
Ve bir gozlemci olarak gozlemlediklerimden bir sonuc cikaririm.

Darwin hayvanlar uzerinden insana...
Propper ise sosyolojiden insana bilimsel mantigi bir nevi dislayarak ulasmaya calismistir ki...
Hatirli okuyucularim bilir...
Bende soz konusu insan oldugunda mantiksal yaklasimin yanlis olacagi kanisindayim.

Okumak insanin ufkunu gelistirir...
Iyi okumalar dilerim...
Ben?
Yok! Su an icin zihnim ve kalbim mesgul. Biraz kendimi toparlayayim elbet bende okuyacagim
:)

http://www.google.fr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=2&ved=0CCwQFjABahUKEwiavrnPndbHAhUCtxQKHcc9DVw&url=http%3A%2F%2Fm.friendfeed-media.com%2F280e073efeffcbd1356db90d71d3829a0619ea30&ei=Ac_lVdq5NYLuUsf7tOAF&usg=AFQjCNGv3EQTqbMTqhK9GRTHAiCv7w76Ig

                                                                     ***

12.09.2015

 

Doktor Doktor civanım

 

Sana gelsem…

Kalbime, ruhuma bakar mısın?

                                                                       *

Ehliyet ve liyakat üzerine

 

18 yaşımdan beri ehliyet sahibiyim…

Araba kullanabilirsin(!) dendi…

Düz hesap ekvatoru 8,3 defa dönmüşüm bugüne kadar…

18 kaza, bundan beşi ben suçluyum…

Ömrümde sayısız ehliyet verdiler bana…

Kimisi sınavlı, kimisi sınavsız…

Sen bunun eğitimini aldın, yapabilirsin(!) dendi…

İnsan…

Sınavlı, sınavsız herhangi bir şeyin eğitimini aldığı zaman gerçekten liyakat sahibi mi olur?

 

Hadi öyle olduğunu farz edelim ki bu aslında yanlış çünkü insanız…

Bir anlık dikkatsizlik, bir anlık dalgınlık, yaşla gelen unutkanlık, tecrübesizlik vesaire vesaire…

Salt reşit olduğun için senin yaşın artık uygun, sen evlenebilirsin…

Veya dinen…

12 yaşında kız çocuklarının regli (adet)  geldi için bu bebe / çocuk gerçekten evlenmeye müsait midir?

18 yaşına girmiş insanın, 12 yaşındaki bebenin / çocuğun liyakatini hiç mi sorgulamamalıyız?

 

Neydi liyakat?

Yetenek, kabiliyet…

Liyakat sahibi insan yaptıklarıyla, eserleriyle kendinden söz ettirir…

Üst üste kaybettiği seçimlerle…

İyi kötü işleyen bir devleti…

Düzeni, kurum ve kuruluşlarıyla altüst eden…

Kendine milyarlık saraylar diktirip, vatandaşının aç – sefil kalmasına göz yuman, genç işsizliğini önemsemeyen, kendi ikbali için kellelerin (kendi ifadesidir, bir zamanlar askere kelle demiş, askerliğin yan gelip yatma yeri olmadığını ifade etmişti) bir – bir, on – on düşmesini umursamamakla, onlarca yılda zar zor edinilen kazanımları satıp savmakla değil!

 

1 Kasımda oyunu verirken bir daha düşün!

                                                                       *

Ocağınız batsın

 

Alperen, Ülkü, Osmanlı ocağıymış…

Ocağınız batsın…

İki kelimeyi bile bir araya getirip doğru bir cümle kuramayan zibidiler!

 

Sizler ancak vurup kırmayı bilirsiniz!

 

                                                                     ***

13.09.2013

 

Bakar kördür insan

 

Yalnız yürekle görmek yetmiyor...
Gerçeği, gerçekleri görmek için...
İnsan gözüyle, yüreği ve beyniyle ahenk içeresinde görmelidir...

Ve gerçekler çoğu zaman acıdır…

Yüreği sızlatır, acı verir!
Görmeye calismalidir!

                                                                     ***

Siyaset insan için toplum için yapıldığı sürece değerlidir

 

İster siyasi, ister ekonomik mülteci olsun…

Neden insanlar genelde Avrupa’ya ama özelde illa Almanya’ya göç etmek isterler?

Bunun nedeni nedir? Neden illa Almanya?

 

Çünkü Almanya…

Siyasi ve ekonomik açıdan dünyanın sayılı >>> oturmuş <<< sistemlerinden biridir de ondan!

 

Gelin birlikte güncel bir konuda kıyas yapalım…

Ölen – kalan, yakılıp yıkılanı, geleceği mahvedilen on binlerce çocuğu bir tarafa bırakırsak…

Türkiye’de, kendi eliyle ateşe benzin döken, stratejik derinliğe sahip bir sözde iktidar…

Suriye’de milyonların göçüne sebebiyet vermiştir…

Trajedi mi, komedi mi desem bilemiyorum…

Üstüne üstlük birde kendi sebep olduğu felakete, insaniyet namına, sayısı tam belli olmamakla birlikte iki milyon insana ev sahipliği yapmaktadır. Ev sahipliği mi?

Allah böyle ev sahibini düşman başına…   

İnsanlar aç, sefil, ne sağlık hizmeti, nede gerektiği gibi bir eğitim hizmeti verilebiliyor insanlara. Bu yüzdendir ki yine bir komedi, onlar için özel olarak kurulan kamplardan, hiç bir güvenlik sorgulaması, tedbiri olmadan Türkiye’nin dört bir tarafına dağılabiliyorlar(!)

 

Gelin birde Almanya’ya bakalım…

Burada geçerli olan nicelik değil niteliktir…

Bakabilecekleri kadar insan alma gayretindeler…

Çünkü sorumluluk alıyorlar ve bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeye çalışıyorlar…

Çünkü insan hayatı genelde Avrupa’da ama özelde Almanya’da sudan ucuz değil…

Çünkü bu insanları çadırlarda tıkış tıkış değil, insan onuruna yakışır bir şekilde ağırlamak…

Gereken beslenmeyi, sağlık, eğitim gibi her insanın temel ihtiyacı olan şeyleri karşılama gayretindeler.

                                                                     ***

14.09.2015

 

Endorfin

 

Bilişimciyim…

Bir bilgi yeter ki internete düşsün…

Ararsam mutlaka bulurum!

 

Öncelerinden görmüştüm…

Ve gördüğüm çok hoşuma gitmişti!

 

J J J

 

                                                                       *

Zor bir soruya hayatın içinden bir cevap

 

Sabah sabah zor bir sorunun cevabını vermek kolay değil…

Türk Kahvesi bitmiş, gittim önce kahve aldım…

Doktor bilse beni havada parçalar…

Günde on – on beş fincan değil, bildiğin kahve tası kahve içiyorum…

Birkaç gün önce Morfine başlamıştım…

İlk günü canavar gibiydim, sabah yediden akşamın onuna kadar…

Yürümeyi, hareket etmeyi özlemişim, yorulunca geceleri de bebek gibi uyuyorum…

Dün - bugün Morfinin bile yetmediğini his etmeye başladım, sara ilacını yine de almalıyım…

J

Biliyorum şimdi kendinize soracaksınız ne sarası…

Bende doktora sormuştum, niye diye. Geçirdiğim kanamalı beyin sarsıntısında kanayan yer kabuk bağlamış, sinirlere baskı yapıyor. Sara ilacı o baskıyı azaltıyormuş(!)

    

Evet, sevgi kalbine söz geçirememektir…

Sevgi fedakârlıktır…

Mantığın kabul etmediğini gönül kabul eder…

Ne demiştik gönül dediğin bin bir oda…

Ve buna rağmen bazı soruların yanıtı yoktur, olamaz!

 

Mal – mülk, para – pul…

İnsan sevdiği için tüm bunlardan vazgeçebilir…

Tümü “önemsizdir” duyduğun sevgi uğruna…

Bir ananın, babanın evladına duyduğu sevgi…

Bir erkeğin kadına, kadının erkeğe duyduğu sevgi…

İnsanın vatanına, milletine duyduğu sevgi karşısında…

Malın – mülkün, paranın – pulun sözü mü olur?

 

Ve elde kalan…

Allah’ın her insana bahşettiği can ve “sağlık” kalır…

Ve insan sevdiği uğruna canından varsa sağlığından bile fedakârlık gösterir…

Vazgeçebilir…

Yaşadığımız onca şehitlerin ve gazilerin bizlere her Allah’ın günü gösterdiği gibi!

 

Ama insan düşünür, hayal eder ve Allah’tır tayin ve takdir eden…

İnsan evladı geçen her yıla birlikte omuzlarına, sırtına sorumluluk, mesuliyet alır…

Ve bu mesuliyet ve sorumluluk altında ezilir durur…

Ve bunu severek yapar…

İnsan alışkanlıklarının bir esiridir, bu esaretten kolay kolay kurtulamaz…

Vazgeçemez…

Elde kalan en değerlisini bile sevdiği uğruna feda edebilir…

Ama…

O can…

Artık onun tek başına mülkü değildir…

Ortakları vardır, o cana kilitlenmiş, kenetlemişlerdir!

 

Çaresizliğin kısır döngüsünde insan kıvranır…

Ve kadere, yazgıya ve Allaha sığınır...

Ve Allah ol dediğinde olur, öl dediğinde ölünür…

Kimse kendine ölümü yakıştırmasa bile…

Bu yüzden insan ömrü hakkında öngörü sahibi değildir…

Kader dediğin, yazgı dediğin bu yüzden vardır ve insan buna inanır!

 

Doğrular ve yanlışlar yoktur, sadece yorumlar vardır.  

Veya…

Dies nämlich ist das Schwerste, aus Liebe die offene Hand schließen und als Schenkender die Scham bewahren.   

 

Friedrich Wilhelm Nietzsche

                                                                       *

Meçhule yolculuk

 

Korku, korku dediğin nedir sevdiceğim?

 

Tanınmayana, bilinmeyene, yeniye karşı korku, tedirginlik…

Tabiatın canlıya tanıdığı…

Hayatta kalma refleksinden başkaca ne olabilir!?

Tersi…

Hesap, kitap yapmadan, düşünmeden…

Ya Allah, ya Bismillah diyerek meçhule yolculuk…

Aptallık değil de nedir?

 

Bir düşünün…

İnsanlığın hali nice olurdu…

Korktuğu için…

Kadın doğum yapmasa?

İnsanlar, bilinmeyene – meçhule yelken açıp…

Azgın denizlerde binlerce kilometre yol alarak yeni kıtalar keşfetmese?

Puroya benzer araçlara binerek uzaya çıkmasa?

Ayaz, soğuk, kar – kış dinlemeden kutuplarda keşfe çıkmasa?

O çok sevdiğin…

Dibini göremediğin, bilmediğin denizin, suyun fersah fersah altında araştırma yapmasa…  

Susuzluğa, gündüz o cehennem sıcağına, geceleri iflah olmaz soğuğa rağmen…

Fırtınaya, o sonsuz sessizliğe rağmen o çöl senin bu çöl benim gezmese?

İnsanlığın hali nice olurdu?

 

İnsan dediğin izahat ister…

İnsanın her hareketinin bir izahı olmamasına rağmen…

Cesaret, aptallık değildir…  

Ulvi bir amaca yönelikse…

Bazen bu büyük gaye merak olabilir, sevgi olabilir…

Bazen ise…

Gözün gördüğü ama aklın kabul edebileceği bir açıklamasını yapamadığının…

Yorumunu getirmek olabilir…

Allah’ta, ona inançta, din dediğimiz…

Gözün görmediği ama aklın izahat istediği bir konu değil midir?

 

Adı üstünde meçhule yolculuk, bilinmeyene yolculuk…

Bir risktir…

Bu riski göze alabilen ya kazanır ya da kaybeder…

Ve tüm bunlar korkuyu yenebilmekten geçer!

                                                                       *

Delidir ne yapsa yeridir

 

Eski tabiriyle Bimarhane (Darüşşifa) yani akıl hastanesi…

Müzikle tedavi eskiden beri bilinen ve uygulanan bir yöntem…

Osmanlı zamanında da çokça uygulanırdı…

İster eski zaman olsun ister şimdiki zaman…

İnsanların her zaman ruhsal sorunları olmuştur!

 

Severim müziğin neredeyse her türünü…

Ancak benimde, herkeste olduğu gibi, bazı saplantılarım vardır…

Okuduğumu, dinlediğimi veya izlediğimi bir şekilde anlamalıyımdır…

En azından ama his etmeliyimdir…

Bazen Azeri veya başkaca Türki müzikleri kulağıma gelir…

Dinleyemiyorum…

Çünkü söyleneni anlamaya çalışıyorum, anlayamayınca da tüm hevesim kırılıyor…

Müziği kapatıyorum!

 

Klasik Osmanlı tasavvuf müziğine bir örnek. Açılan sayfada, başka, gerçekten çok dinlendirici parçalarda var.

   

https://www.youtube.com/watch?v=3gkBSzNfeBQ

                                                                       *

Umut sulanıp serpildikçe, yeşerdikçe güzel, umut var oldukça yaşama tutkunsun demek. Umudun tükenmediği sürece zindanlar, dağlar, ezgiler ve de ozanlar sana selam söyler!

                                                                       *

Hasat zamanı

 

Öfke, kin ve nefret…

Ne ekersen onu biçersin…

Kötü olan…

Üzücü olan…

Suçu günahı olmayan…

Hasat zamanı, ekilenin altında kalan!

                                                                     ***

15.09.2015

 

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki kimin eli kimin cebinde belli değil

 

Artık siyasetten…

Allah’ın belası Recep Tayyip Erdoğan’dan…

AKP’sinden…

Beceriksiz, bilinçsiz, bilgisiz ve kültürsüz siyasetinden de konuşmak, yazmak istemiyorum…

Öylesine gına geldi ki…

İğrendim, midem bulandı…

Tiksindim! 

 

Buna rağmen…

Dolaylı yollardan da olsa yazmaya, anlatmaya devam edeceğim…

Çünkü söz konusu olan vatanımız, milletimiz ve çocuklarımızın geleceği!

 

Bilmem biliyor musunuz?

Muhtemelen duymamış, okumamış olabilirsiniz…

Türkiye gerçeklerine gözlerinizi, kulaklarınızı kapadığınız gibi...

Türkiye’de kimin eli kimin cebinde bilmediğiniz gibi…

Aşikâr olanı görmek istemediğiniz gibi…

Belki şimdi yazacaklarımda bilmiyorsunuzdur(!)

Sizlere gerçekleri görmenizde yardımcı olması dileği ile.

 

Afrika’nın Sahra Çölü nere…

Güney Amerika’nın Amazon Ormanları nere…

Bu ormanlar için dünyamızın akciğerleri diyebiliriz…

Aralarında koca Atlantik Okyanusu var…

Buna rağmen o ormanların hayata kalabilmesi Sahra Çölüne bağlı!

 

Sahra Çölü olmasa…

Amazon Ormanları olmayacak…

Başta Amazon Ormanı ve diğer ormanlarımız olmasa…

Bizler olmayacağız çünkü…

Orman yok, oksijen yok…

Nefes alamadığın zaman sen hayatta kalabilir misin?

 

En son bilimsel araştırmalara göre…

Yılda Sahra Çölünden Amazon Ormanlarına…

Rüzgâr sayesinde 50 milyon ton Sahra tozu taşınıyormuş…

Çöl deyip geçme, o gördüğün – bildiğin kum tanecikleri var ya, mineral yatağı…

Uzun lafın kısası…

Sahra Çölünün kum tanecikleri…

Amazon Ormanlarının gübresi!

 

Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’si…

Devletin tüm kurum ve kuruluşlarına hakim…

Ben değil, sizler seçtiniz…

Devletin hazinesi onların elinde, daha doğrusu çok fazla çaktırmadan çalabildikleri…

Yurtdışında ya İsviçre veya beli başlı başka bankalarda…

Bodrum katlarında kalın parmaklıklar ardında…

Veya salt ayakkabı kutusunda yatağın altında…

Analar ağlamasın, açılım – saçılım diyerek…

Kolluk kuvvetlerinin elini kolunu çıkarılan özel kanunlarla bağlayan…

Böylece PKK’ya derlenip – toparlanmak…

Tonlarca silah ve mühimmatı Türk topraklarına saklamak için zaman sağlayan…

Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’si…

Ölen senin evladın, bizlerin kardeşi…

Şer odağı Beştepe, Ankara üzerinden İmralı’ya, Kandile uzanıyor…

PKK’nin gübresi AKP ve Recep Tayyip Erdoğan…

Seçim senin, oy senin…

İstediğini yap ama sonra gelip başıma ağlanma!

                                                                       *

Ot ve b.k meselesi(!) İstisnalar kaideyi bozmaz

Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim sizi veya ailenizi ilgilendirebilir

 

Gönül dediğin ota da b.ka da konarmış der atalarımız…

Öyledir…

Bugün canciğer kuzu sarması olduğun kişi…

Yarın en acımasız, en kalleş, en insafsız ve amansız düşmanın olabilir(!)

Onun için anan – baban, kardeşin, eşin veya dostun bile olsa her şey, herkesin yanında söylenmez, konuşulmaz veya paylaşılmaz!

 

İnsanız…

Ve her şey biz insanlar içindir(!)

 

Internet…

Dünyanın en büyük bataklığı…

Her türlü bilgi ve belgenin, doğrunun – yanlışın, iyinin ve kötünün olduğu alan…

Kimisi bu bataklığın kurbanı olur…

Kimisi…

Yol yordam bilen, bu bataklıktan ve “güzelliklerinden” faydalanır!

 

Sözlerime devam etmeden gelin size bir örnek vereyim ki anlatmaya çalıştığımı daha iyi anlayasınız. Rahat on – on beş sene oluyor…

Dükkânı yeni açmıştım…

Müşterilerle daha iyi iletişim kurabilmek için görüntülü ve sesli, internet üzerinden bir iletişim imkânı arıyordum. ICQ veya MSN gibi siteler bugünün sundukları imkânları sunamıyordu. Teknolojik çözümler vardı ama maliyet ve amaçlanan açısından hesaba, kitaba uymuyordu. Sonunda amacıma uygun bir site buldum. Üye olmak gerekiyordu (üyelikteki amaç kişisel bilgilerinizi pazarlamaktır, bunu hiç bir zaman unutmayın. Bir yere üye olmanız gerekiyorsa “sahte” bilgiler kullanın), oldum. Site gayet ciddi bir izlenim veriyordu. Her şeyi hazırladım, mükemmel(!). Ardan altı ay – bir sene kadar bir süre geçti. İletişim fevkalade çalışıyordu, sorun yoktu.  Bir gün bir müşterim bana ne biçim bir site üzerinden onunla iletişime geçtiğimi sordu.

Allah, Allah…

Tabii hemen araştırdım ve gördüklerim karşısında şok oldum!

 

Affedersiniz…

Herifler masaların altına Webcam’leri (kameraları) yerleştiriyor, soyunuyor ve dünya âleme bilmem nelerini seyrettiriyorlardı. Hemen hesabımı kapattım tabii. Yeri gelmişken bir konuya daha değinmek istiyorum. Özellikle biz Türkler çoluğumuzun çocuğumuzun fotoğrafların çekmeyi severiz, çoğu zaman çıplak. Aklımıza bir şey gelmez, eş - dost görsün diye yayınlarız!

Aman, aman diyeyim…

Dünyada sapık dolu…

Pedofil’lerin (sübyancı) neler yaptığını yazmama gerek yok sanırım! Keza porno siteleri, mesleğimde ağırlık bilişimde güvenliktir, işyerlerinde, insanlar aslında çalışması gerekirken nerelere girdiklerini bir bilseniz. Aklınız durur. Bu sitelerden yayılan yazılımların, bir senede ekonomiye verdiği zarar milyar dolarları buluyor!

 

Evet, ne demiştik?    

Anan – baban, kardeşin, eşin veya dostun bile olsa her şey, herkesin yanında söylenmez, konuşulmaz veya paylaşılmaz!

Ben mesela…

Kendim hakkında yazar – çizerim ama yazdıklarım zaten bilinen şeylerdir. Onun dışında, mahremiyetimi korurum. İnternette, adımla ilişkili bir tek fotoğrafımı bulabilirsiniz. Kişisel bilgiler mümkün mertebe azdır. Bunun nedeni açık vermemek!

 

Açık verdiniz diyelim…

Kişisel veya kurumsal olarak…

Veya birileri sizin hakkınızda yalan yanlış bilgiler yayıyor internette…

Savunmasız, çaresiz değilsiniz!

 

İddiaları kanıtlamak şartı ile…

Avrupa Birliğinin (Right to be forgotten) arama motorlarına karşı açtığı davaya yaslanarak ilgili arama motorunda veya sitede iddiaların yanlış veya yalan olduğunu ve silinmesini isteyebilirsiniz!

    

Mesela Google için

https://support.google.com/legal/answer/3110420?hl=de&rd=2

     

Veya Facebook

https://www.facebook.com/help/181495968648557

 

Bunlar örnektir. Hakkınızda yalan veya yanlış bir bilgi yayan site ile irtibata geçiniz.

                                                                       *

Bazı şeyler erkekliğe sığmaz

 

Evvelsi gece geç yatmış erken uyanmıştım…

Dün gece yarısına yakın bir şeyler okudum, çok fena canım sıkıldı…

Yatakta döndüm durdum, düşündüm…

Anlayacağınız 48 saate anca 6-7 saat uyku…

Kendimi bir onun bir ötekinin yerine koydum…

Ben olsam ne yapardım acaba?

 

Bugün öğleden evvel Frankfurt / Offenbach’da işlerim vardı…

Otobanda, yolda giderken ve geri dönerken aklım gitti kaza yapacağım diye…

Gözler kendiliğinden kapanıyor, zor açık tutum…

Bu satırları yazacağıma kıvrılıp yatsam, o da olmuyor, saat dörtte doktorda randevum var…

Yani o saate kadar bir şeylerle oyalanmam lazım!

 

Şu Almanya…

Çok canlar yaktı, kimisini ihya, kimisini rezil etti!

 

Offenbach’dayım…

Gençliğim gözümün önüne geldi..

Iş icabı her gün Frankfurt, Offenbach veya Hanau…

Hafta sonu Offenbach – Sachsenhausen o meyhane, bar senin bu benim…

Offenbach sanayi bölgesinde bir Meksika restoranı vardı…

Muhteşem bir iç dekorasyon, yemekler harika…

Hiç unutmam ben, rahmetli ve bir tanıdık çift…

Akşam restorana yemeğe gittik…

Yemeğin yanına ne içeceğiz, Tequilla (Tekila)…

Ulan oğlum bilmediğin b.ku ne içersin?

Kızlar içmemişti…

Bir çarpıldık, cin çarpsa her halde ancak bu kadar olur…

Biz kızları eve götüreceğimize onlar bizi götürmüştü…

Ayakta duracak halde değildik, rezil rüsva olduk(!)

Ve bazen takardım akşamları rahmetliyi koluma giderdik Frankfurt’a…

Çıkardık televizyon kulesine…

360 derece Frankfurt ayaklarının altında…

Güzel günlerdi, çok güzel. Ne yazık ki kıymetini bilemedim.

 

Benim bildiğim erkekliğin kitabında yazmaz…

Birisinin arkasından konuşmak, iftira atmak…

Birisini, hele bu birisi bir kadın ise onu rahatsız etmek…

Askıntı olmak veya rızası dışında ona herhangi bir şekilde yaklaşmak!

 

Şu Almanya…

Neler öğretmedi ki, neler yaşatmadı / göstermedi ki bana…

Kendi yatağında, eşini başka erkekle basanı mı istersiniz…

Eroin parası için karısını satanı mı…

Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle insanlar evlenir…

Olmayınca olmaz, boşanır…

Aşkın meyvesi varsa işler değişir, yoksa herkes kendi yoluna!

 

Ben olsam ve dediğim gibi aşkımızın bir meyvesi olsa…

İddiaları artık her ne iddia ediliyorsa önce doğrulatırdım…

Gerekirse çeker kenara ikaz ederdim…

Aklını başına topla, kendine çeki düzen ver diye…

Eğer zaten çocuk mocuk yoksa ne hakla, ne sıfatla ona bir şey demeye hakkım olurdu?

Çocuk olsa bile, sesiz sedasız, kimseye duyurmadan – görünmeden, çocuğu üzmeden, ne yaparsa yapar. Neticede o benden çıkmış, söylemesi – yazması acıda olsa geçek bu!  

Yukarıda bahis ettiğim yatak olayında, benimle evliyken…

Erkeğe dokunmazdım, bir deyim vardır bilirsiniz…

Ama o şıllığı çeker vururdum…

Ama doğrulatmadan veya gözlerimle görmeden asla ve kata…

İftira atmazdım, erkekliğe sığmaz – yakışık almaz!

                                                                     ***

16.09.2015

 

Bağrına taş basmak

 

Yine beş insan terörün kahpece tuzağında yaşamını yitirdi…

Erkeklik, yiğitlik bu değildir…

Bağrına taş bas dostum…

Bağrına taş bas!

 

İyi’de bu yürek dediğin daha nelere dayanabilir?

Taş dediğin yeri ve zamanı geldiğinde çatlamıyor mu sanki!?

 

Dün akşam çok düşündüm…

Hesabı kapatsam mı acaba diye…

Elim varmadı, yüreğim el vermedi…

Görmeden, haber alamadan nasıl yapabilirim?

 

Sevgi gerçekten yüreğe söz geçirememektir…

Bağrına taş bas dostum…

Bağrına taş bas…

İyi’de bu yürek dediğin daha nelere dayanabilir?

Taş dediğin bile, yeri ve zamanı geldiğinde çatlamıyor mu sanki!?

                                                                       *

Kelimeler

 

Ben mesela…

Söylediğim, sarf ettiğim, yazdığım her kelimeyi çok iyi düşünür…

Özenle seçer ve kelimenin anlamına yakışır cümleler kurmaya gayret ederim…

Olur, olmaz değerli okuyucunun takdirine kalmıştır...

Yani ne yazıyorsam onu demek istiyorumdur…

Riyakârlık, art niyet, sahtecilik – kahpelik yoktur sözlerimde…

Yüreğimdekini, aklımdakini kelimelere dökmeye çalışırım…

Neysem oyumdur, kendimi farklı göstermem – göstermemeye gerçekten gayret ederim!

 

İnsan olmaya, insan kalmaya çaba harcarım…

Ve insanın iki cinsi vardır…

Dişisi ve erkeği, ortak noktaları ve farklılıkları…

Bir erkek olarak, bugüne kadar…

Kadın denen varlığı kim anlamış ki ben anlayayım…

Buna rağmen, ne onunla nede onsuz yapabilirim…

Yatak değildir meselem, önemlidir ama illa değildir…

Kelimelerdir, düşünceleridir paylaşmak istediğim…

Ve insan yetiştiği ortamın, kültürün esiridir…

Yaklaşmak istediğin bir kadınsa mesela, yetiştiğin kültürde nasıl yaklaşmaya çalışırsın?

Gözler…

Bakışlardır, hal ve hareketlerdir, tavırlardır…

Ya göremiyorsan!

İşte o zaman kelimeler girer devreye!

 

Psikologlar…

Hayatın acımasız çarkında yoğrulmuş insanlar bilirler…

Ya okul öğretmiştir gerçekleri veya hayatın bizzat kendisi…

İnsan…

Karşısındakini kendi gibi sanır…

Sarf edilen kelimeler, kurulan cümleler…

Ve anlamları, konan bir virgül mesela tüm cümleyi ve anlamını değiştirebilir…

Ya karşındaki senin gibi değilse?

Ya okuduğunu, duyduğunu yanlış yorumluyorsan…

En iyi ihtimalle rezil olursun, olabilir misin gerçekten?

 

Olabilirisin…

Umudunu tüketmek istemez insan, umuttur onu hayata bağlayan…

Umut sulanıp serpildikçe, yeşerdikçe güzel, umut var oldukça yaşama tutkunsun demek. Umudun tükenmediği sürece zindanlar, dağlar, ezgiler ve de ozanlar sana selam söyler sevdiceğim…

Kurulan cümleler, sarf edilen kelimeler ve anlamları…

Ya karşındaki senin gibi değilse?

Ya okuduğunu, duyduğunu yanlış yorumluyorsan…

                                                                       *

Bizim cumhuriyetimiz

 

AKP kongresi geçeli kaç gün oldu…

Bir önceki yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi kelimeler, kurulan cümleler önemlidir…

Kaç gündür pür dikkat okuyorum, belki görmemiş olabilirim, bilmiyorum…

Ama kimse orada sarf edilen cümleye dikkat etmedi herhalde…

“…Bizim cumhuriyetimiz… Üçüncü Cumhurbaşkanı…”

Profesör her halde üçüncü Cumhurbaşkanı olacak…

Türkiye Cumhuriyeti ne zaman yıkıldı da yeniden kuruldu…

Ki, herif üçüncü Cumhurbaşkanı olacak?

 

Aklını başına topla zibidi sürüsü…

Bizler daha ölmedik!!!

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet hala ayakta…

Ağır yara aldı…

Sizlerin sayesinde ve ektiğiniz tohumlar bir bir filizleniyor…

Sizler ceplerinize dolar üstüne dolar koyarken halk gittikçe fakirleşti…

Ölüm kol geziyor…

Ama Atatürk Cumhuriyeti hala son nefesini vermedi…

Bizler sayesinde de asla vermeyecektir!

                                                                     ***

Korkuyorum

 

Zaman zaman düşer böyle korkular - sıkıntılar içime…

Kimi zaman sebepli, kimi zaman sebepsiz!

 

Yazmıştım geçen gece yatakta çok döndüm diye…

Bir ara dalmış olmalıyım, sabah kalktığımda dudak davul…

Dün doktora gitmiştim ya, gösterdim…

İlk sorduğu “Isırdın mı?”, ne bileyim kadın…

Isırmışım işte, hala şiş!

 

Korkuyorum girip bakmaya!

 

Oğlan bugün imtihanda, yarın yine ve Salı günü sonuncusu…

Aklım onda…

Sanki kendim giriyorum imtihana, bugüne kadar hiç sınıfta kalmadan geldik bu günlere…

Bir sermestler, altı ay daha uzasa ne fark eder…

Hiç bir şey, tosun Paşam Allah yardımcın olsun…

Ne konsantre olabiliyorum ne bir şey…

Tüm bilgisayarları biri hariç, Windows 10’a geçirdim…

50 bilgisayar bunların içeresinde bir düzinesi ana – merkez bilgisayar, Server dedikleri…

Önümüzdeki aylarda Server’ler için yeni işletim sistemi çıkacak…

O zaman kadar diğer bilgisayarları tamamlamış olmam gerek…

51’cisini geçen hafta aldım, hala masanın üstünde duruyor…

Çok iyi bir makine, eskiden olsa şimdiye çoktan bitmişti…

Ama akıl başka bir yerde, yürek bambaşka bir yerde…

Bu kadar bilgisayarı ne yapıyorsun diye sormayın, lüzum görmesem almam…

Her birinin ayrı bir görevi var ve tam kapasite bu görevlerini yerine getiriyorlar…

Tıpkı hani demiştim ya…

Gönül dediğin bin bir oda…

İşte oraya bin ikinci oda açıldı, bir nevi geceden konma…

Gece kondu deyip geçme, Recep’in sarayı var ya…

Halt etmiş yanında, ışıl ışıl ve daha gösterişli, işte öyle bir oda…

Korkuyorum bakmaya!

                                                                       *

Piç

Bu kelimeyi kullandığım için özür dilerim…
Şimdi haberlerden geçti, Cem Özdemir Mardin’den demeç vermiş…
“…Türkiye’de her an bir iç savaş çıkabilir…”

Bundan yıllar önce Alman parlamentosuyla irtibata geçmiş, oradan bir üst düzey yetkiliyle uzunca bir tartışmamız veya sohbette diyebiliriz, olmuştu. Konu PKK ve esrar kaçakçılığıydı…
Ben, Almanya’da neden PKK’ya önemli oranda gelir sağlayan esrar kaçakçılığı için daha ciddi tedbirler alınmadığını sormuş o da bana “el altından” şu yanıtı (hatırladığım kadarıyla, kelimesi kelimesine aktaramayacağım ama anlam itibarıyla) vermişti:
“Siyaset gereği adamlara gereken desteği vermeliyiz, silah almak için gereken maddiyatları olmazsa mücadelelerini sürdüremezler(!) )

Aslında Alman parlamentosuna yönelik bir dilekçe örneği (Petition) yazacak ve yayınlayacaktım…
Ama değişik nedenlerden ötürü, birazda kızdığım için, vazgeçtim…
Uzatmayalım…
Almanya’nın Kürtlere yönelik lojistik, maddi – manevi ve silah yardımını kesmelerini istiyorsanız…
Gerçekten milliyetçiliğiniz varsa…
Ulusal birliğimize ve bütünlüğümüze inanıyorsanız…
Alın size fırsat!!!

https://epetitionen.bundestag.de/

Bu link üzerinden, online…
Rahat, rahat evinizden Alman parlamentosuna dilekçe yazma imkânı. Unutmayın illa Almanca yazmanız gerekmiyor, yazarsanız daha iyi olur tabii ama Almanya gerçekten kurum ve kuruluşlarıyla, ekonomisiyle oturmuş bir devlet. Yani kendi içinde yeterince tercümanları da var.

http://www.gurbuz.net/Turk/pet_formular1.pdf

Buda dilekçe yazarken size yardımcı olabilir
Top sizde!!!

                                                                       *

Kötü geçmiş

 

Şimdi haber geldi…

Önemli değil…

Bir sermestler uzadı…

Önemli olan can sağlığı…

Üzülmedim desem yalan olur ama hayatın içeresinde kazanmakta var kaybetmekte…

Ve insan kaybede kaybede tecrübe sahibi olur!

 

İçimdeki sıkıntıda bir anada uçtu gitti!

                                                                       *

Volkan

 

Bir göz ağlarken diğeri gülermiş…

Tecrübelerle sabit gerçekten öyle…

Bir avuç insanız gurbet elde…

Bana güveneni, bana itimat edeni alsa yarı yolda bırakmam…

Bugüne kadar bin bir parçaya bölündüysem…

Ve bunu severek yaptıysam…

Bundan sonra bin iki parçaya bölüneceğim…

Ve yine severek yapacağım…

Benim kitabımda yazmaz yol ayrımı…

Ancak ölümdür ayıran!

 

Önce ağlayan göze bakalım…

Oğlan çok üzgün, dünyası başına yıkıldı…

“Baba ben size yük olmak istemiyorum” diyor başka bir şey demiyor…

Diyorum ya, hiç gerek olmadığı halde hem okuyor hem çalışıyor…

Oğlum yapma etme, yok söz geçiremiyorum…

Sanki insana evladı hiç bir zaman yük olabilirmiş gibi, bilmiyor…

Kendisi henüz baba olmadı ki… 

Ne söylesem teselli edilmiyorum!

 

Gülen göz ise…

Onu hiç sormayın…

Hem çok mutluyum, hem bir yerde hüzün…

Mesafelerin ne önemi olur ki?

Gönüller bir olunca…

Göz bütün gün görünce, hiç ayrılmaksızın…

Buna rağmen nedendir bilmem…

İçimde bir korku…

Bakamıyorum, okuyamıyorum yazılanı!

 

Eğer yarında bütün gün göz, bugünü görürse…

Bir volkan misali patlayacağım…

Dökeceğim içimde aylardır gizli kalanı!

 

Artık ne olacaksa olsun…

Her gün öleceğime…

Bir kerede ya çıksın canım…

Ya da yârin o güzel yüzüne bakayım!

                                                                       *

Defter

 

Ve kader örer ağlarını…

Yazar tek tek deftere olacakları!

 

Alındaki yazgı dökülür deftere…

Bakmaksızın hayatın cilvelerine…

Yaşanır yaşanacaklar, yaşanmışlar mazide…

Ve insan yeter artık der, açar deftere yeni bir sahife!

 

Ama yırtıp atamaz yazılmış olanları…

Ve bilemez, öngöremez o deftere daha yazılacak olanları!

                                                                     ***

17.09.2015

 

Hayat değil benim ki…

 

Önceleri 16 hap günde 3 defa eder 48 tane…

Şimdilerde…

Aslında yine dördünü günde iki kez almalıyım ama almıyorum…

10 hapla idare etmeye çalışıyorum

Gördüğünüz haplar üçü dışında ağrı kesici…

Sağ alt köşede, pembe olan, morfin…

İki gün sonra anladım o bile yetmiyor…

Hepsini almak zorundayım…

Resimlemediğim iki hap daha var…

Mide koruyucusu…

Ve artık ağrılar gerçekten dayanılmaz olduğunda bir tane çok etkili ağrı kesici daha…

Yürüyen kimya deposuna döndüm…

26 seneden beri!

                                                                       *

Dün annemi yolcu ettim…

Havaalanı ana baba günüydü…

Avrupa içi neredeyse tüm uçuşlar iptal…

Fırtına ve yağmur yüzünden…

Otobanda geri dönerken araba bir o tarafa bir bu tarafa sallanıyor ama nasıl…

Neyse bir şekilde eve geldim…

Tüm cesaretimi topladım ve baktım…

Çok şükür korktuğum başıma gelmedi, aksine…

Çok sevindim anlatamam, daha o an yazılan güzel sözlere cevap yazdım…

Ama yollamadım, bu sabah çok bekledim…

Göz illa görmek istedi ama değdi…

Gördüm sevdiceğimi!

 

Aslında artık eminim buna rağmen…

Bu akşam, kısmetse…

Bu akşam…

Tek tek…

Bir bir!

                                                                       *

Bir cekete duygusal yaklaşım

Şimdi kendinize soruyorsunuzdur sapıttı mı bu…
Yooo, en azından şimdilik aklımın başımda olduğunu düşünüyorum…
Bu akşam, bu gece ne olur bilemem tabii!

Annem 34 senedir dükkân sahibi…
Ceketler gelir, pantolonlar, kürkler ıvır zıvır…
Mesela bir ceket gelir, kısalması gerekir…
Müşterinin gördüğü kısalmadır, müşteri bunu görür…
Alt tarafı kıvıracaksın, tamam…
Gerçek ama öyle değildir…
Çünkü gördüğü yalnız yüzeyseldir…
Ceketi söktüğünde çıkar tüm foyalar meydana…
Düz mü dikilmiş, eğri mi, içinde pay var mı yok mu…
Atölyede kumaş kaza ile kesilip üstün körü yamanmış mı…
Uzatmayalım, dışarıdan baktığında tüm bunlar görünmez!

İnsanlar da böyledir…
Ay ne hoş insan, ne efendi, ne bilgili, ne kültürlü…
Zibidi…
Öf çok güzel bir kadın…
Yakışıklı bir erkek…
İyi’de bunlarda yüzeysel bir bakış açısı değil midir?
Öyledir!

O insanı yakından tanı, içyüzünü gör…
Ne b.kun soyu olduğu çıkar meydana…
Kimisi mesela duygularla oynar…
Kimisi ekmekle…
Bazısı ırza göz diker…
Tüm bunlar insanı tanıdıktan sonra meydana çıkar!

Başkasının ne duygularıyla oynayacak, alay edeceksin, nede ekmeği ile…
Irz ise kendi başına bir konu…
Yüzeysel bakmayacaksın, insanı önce tanımaya çalışacaksın…
Sonra kararını ver…
Anladınız mı şimdi neden bir cekete duygusal yaklaşılabildiğini?

                                                                     ***

18.09.2015

 

Yaralı kuş

 

Dün çok kötüydüm, onca ilaca, morfine rağmen ayakta zor durdum…

Öf, öf, öf de, öf…

Bugün yine çok iyiyim…

Hep yazarçizerim ya, vücutta kırılmayan kemik kalmamıştı, çene kemiğine kadar diye…

Özel yataklarda yatırmalarına rağmen beni kıpırdatamadıkları için…

Kemikler olduğu gibi kaynadı, yağmurlu havalarda hayatım kayıyor!

 

Ağır yara aldık dostlar, ağır yara aldık…

Gerçi eskilerden bu yana insanlar takılırdı ağzı iyi laf yapanların peşine…

Sonuç, genelde hüsran…

Türkiye’de de insanlar bir hayalin peşinde…

Sözde Osmanlıyı canlandıracaklar…

2015 yılında(!)

 

Kaba kuvvetin değil, aklın, vicdanın, bilimin, İnternetin hâkim olduğu bir yüzyılda…

Osmanlıyı canlandıracaklar, kargalar bile güler adama…

Bu sabah haberlerde izlediniz mi bilmem…

Bir doktor, müdahale süreci henüz sürerken bir babaya kızının öldüğünü…

Öyle bir soğukkanlılıkla söylüyor ki…

Sanki karşısındaki insan değil taş, hiç bir insani yaklaşım yok…

Keza Avrupa, sınırları boyu denetimlerini sıklaştırıyor…

Mülteci akımını durdurabilmek için, bu sabah yine 4 yaşında bir kız çocuğu boğulmuş…

Günahsız, mini mini bir can…

Yüce Mevla’m cennet bahçelerinde ona en güzel yeri ayırır inşallah…

Türkiye’de insanlar sokaklarda terör belasına daha fazla can vermeyelim diye…

Veya bir avuç insan Edirne’de Suriyelilere yardım için çırpınıyor…

Avrupa’da da duyarlı insanlar aynısını yapıyor…

Bir avuç(!)

Türkiye’de de, Avrupa’da da büyük çoğunluk izleyici konumunda…

Ağır yara aldık dostlar, ağır yara aldık…

İnsanlık yerlerde, gönül kan ağlıyor…

Kuş yaralı, yerde debeleniyor, kanat çırpıyor…

Yaşayıp yaşayamayacağı meçhul!

                                                                       *

Çizgi

 

Sigara içenler erken ölürmüş derler…

Sanki sigara içmeyenler ölmüyor!

 

Motivasyonun, Türkçe karşılığı güdüdür. Yani bir insanın psikolojik olarak harekete, faaliyete geçmesini sağlayan itici, içten gelen güç. Ben buna ilham da diyorum, yani esin, esinlenmek.

  

Şu insanı anlamak gerçekten çok zor…

Birçoğumuzun mesela ehliyeti vardır, trafik kuralarını bilmek gerek, arabayı kullanabilmekten hiç söz etmiyorum. Keza trafik işaretleri…

Örneğin asfalta çizilen çizgiler, kesintisiz olanı vardır, kesintili, kalını, incesi…

Bunların anlamını bilmek lazım, bilmedin mi olanlar olur.

 

Söz gelimi kalın kesintisiz çizgi…

Kavşaklarda olur genelde veya anayoldan sapan ara yollarda…

Şoföre dikkatli ve gerekirse durması gerektiğini anlatmaya çalışır…

Ama nerde, yayayı ezme pahasına vın diye geçer gider!

 

İnsanı anlamak çok zor…

Neye İnanır, neye inanmaz…

Neyi bilir, neyi bilmez…

Neyi dikkate alır, neyi almaz…

Önyargıları, değerleri nedir bilinmez!

                                                                       *

Davul meselesi

 

Sabah yürüyüş yolumdan bir manzara, artık öldürseler şehirde yaşayamam. Otuz senenin üzerinde bu köyde yaşıyoruz. Allaha çok şükür dükkân – mükyan yuvarlanıp gidiyoruz. Orta hali bir hayatımız var. Orman koruyucusundan, avcısından, çiftçisine, polisten yoldaki insana, kaymakama kadar herkesi tanıyor, tanınıyoruz. Ve her şeyden önemlisi lekesiz bir adımız var çok şükür!

 

Kullanmak zorunda olduğum uyuşturucunun iki iyi tarafı var…

Elimdeki bastonu attım…

Ve gücüm – kuvvetim yerine geldi. Doktor değilim tabii ama tarifi mümkün olmayan ağrılar yaşamamak için her hareketime olanca şekilde yoğunlaşıyorum. Her hareketimi kontrol etmek zorundayım yoksa diyorum ya, tarifi mümkün olmayan acılar yaşıyorum. İşte bu hareketlerime dikkat etmek, buna yoğunlaşmak herhalde kalan gücümü de tüketiyor. Yani hem fiziki hem herhalde psikolojik bir olay.

 

Yürüyüş yolum dağ, tepe…

Ağır ağır, dinlene dinlene daği tırmanırken düşünüyorum…

Aklımdan geçenleri tek tek anlatamam ama mesela ne olacak benim bu halim, yaş 50, on sene ilerisini göremiyorum veya oğlanı…

Onu…

Yani aklımdan geçen bin bir şey…

Tepeden aşağıya inerken…   

İki anne, önlerinde çocuk arabalarıyla ağır ağır tepeyi tırmanıyorlar. Bir yandan da konuşup, gülüşüyorlar. Anlayacağınız, insanlar bir şekilde mutlu, huzurlu…

Gerçekten öyle, geneline baktığınızda durum bu, ya Türkiye?

    

Aklıma davul geldi…

Hani atadan kalma söz vardır ya, “davul bile dengi dengine çalar” diye…

Hakikaten öyle, her kadın her erkeği – her erkek her kadını dolduramaz…

Dolduramayınca da…

Mutsuzluk başlar…

Ve insan açılan o koca boşluğu doldurmaya çalışır…

Dolduracak birisini, bir şeyi bulursa tabii!

                                                                       *

Ah oğlum ah

 

Görünüş olarak bana benzemiyor, tıpkı dedesi…

Onu gördükçe, hele bazı hal ve hareketlerini, rahmetli babamı hatırlıyorum…

Birçok huyu da ben…

Bu kafayla giderse hayatında, benim gibi daha çok çekecek!

 

Küçüktü daha 5 – 6 yaşlarında…

Kreşte bir gün beni çağırdılar…

Müdüre hanım başladı anlatmaya…

İşte, oğlunuz çeteci(!)

???

Topluyor oğlanları, çete kuruyor, kavga ediyorlar – boğuşuyorlar, falan filan…

Müdüre Hanım, bu oğlan çocuğu…

Doğal değil mi? diye sorsam da kadın Nuh diyor Peygamber demiyor…

Kadını yatıştırmak için bende sonunda onunla konuşacağımı söyledim…

Ama müdüre Hanımı susturmak ne mümkün…

Kadın bir kere açtı ağzını yumdu gözünü…

Oğlunuzun adalet duygusu çok gelişmiş kesinlikle çoğu şeye çok itiraz ediyor…

İçimden okkalı bir küfür ettim, bundan daha güzel bir şey olur mu?

Adil olmak, dürüst olmak ne zamandan beri yanlış?

 

Bu durum ortaokula kadar böyle devam etti…

Artık kavgalarından dövüşlerinden usanmıştım…

Benim için olumlu tek tarafı, dayak yiyen o değildi…

Buna rağmen böyle şeyleri hoş görmek mümkün değil tabii…

Sonunda şöyle bir çözüm buldum…

Peşine dedektif taktığımı, onun bana her akşam rapor verdiğini söyledim…

İnandı, olaylar bıçak gibi kesildi…

Bir akşam eve geldiğimde ağzı, burnu - gözü şişmiş bir halde kendisini buldum…

Oğlum ne oldu?

Daha önce dövdüğüm bir oğlan, arkadaşlarıyla yolumu kesi…

Eee…

İşte dedektif sana söyleyecek diye korktum kendimi müdafaa etmedim…

İçim cız etti…

Gerçekleri anlattım ama olayın iyi tarafı bir daha kavga – dövüş olmadı!

J

 

Buna benzer daha neler neler…

Ama adalet duygusu ve dürüstlük hala büyük bir konu…

Anlatamıyorum, oğlum dürüst olana ekmek yok diye…

Anlamıyor, sanki ben farklıyım…

Nato mermer nato kafa…

Onun için de kızamıyorum ona…

Siyasi ve ekonomik sistemdeki adaletsizlikleri bana anlatır durur!

 

Bugün saat bire doğru…

E-Mail geldi, oğlandan…

Hani geçen gün içişleri bakanlığında görüşmesi vardı diye yazmıştım ya…

İçeriden bir duyum almış…

Notları açısından daha iyi adaylar varmış ama dürüstlüğü ile o kadar etkilemiş ki…

İleride kesinlikle ekmek varmış içişleri bakanlığında bizim oğlana!

 

25 senelik meslek hayatımda 4 işyeri değiştirdim…

Bunlarda birinden ben kendi isteğimle çıkış yaptım çünkü daha iyi imkânla…

Daha yüksek kademelerde çalışma fırsatım doğdu…

Yine ikisinde ise ki Almanya’nın “Rhein – Main Gebiet” dedikleri yerin Bilişim alanda en büyükleriydiler, iflas ilan ettiler…

En son Hessen eyaletinin Merkez Bankasında, HELABA’ya bağlı bir kurumda çalıştım. Buradan da kendi isteğimle ayrıldım, dükkân açtım…

Çalışamadım, rahatsızlıklarım arttığı için, ameliyat ve sonunda malulen emeklilik.

Anlayacağınız…

Bugüne kadar hiç bir işyeri bana çıkış vermedi. İster özelim, ister meslek hayatım olsun bir birlikteliğe başladım mı, sonuna kadar giderim. Gelelim dürüstlük konusuna…

Dürüst insana ilk anda gerçekten ekmek yok, yani çok zor…

Çoğu zaman dürüstlük başa bela…

Ama bir yere bir kere kapağı attın mı da, çıkış yok sana!

                                                                       *

Güçlünün, gücün adaleti

 

Tek taraflı olur…

Teee eskilerden kalma, bu yana…

Hep böyleydi, böyle kalacak!

 

Misal…

Eski çağ Avrupa’sın da, güç sahibi…

Ius primae noctis denen haktan yararlanarak, hükümdarlığı altında bulunan insanlardan…

Evlenmek isteyen ve gelin olan kız ile evlenilen gece beraber olurdu…

Yani damada kalan hâlihazırda kadın…

Çok acımasızca değil mi?

 

Daha öncelerine gidersek…

Neandertal insanının zevk ilkesine göre…

Bunu ben söylemiyorum, kısmen bilimsel rivayet öyle…

Neandertal erkeği, hoşuna giden kadını topuzuyla bayıltır…

Saçlarından mağarasına çekip götürürmüş…

Gerisi hayal gücünüze kalmış…

Rivayet böyle, ben bilmem…

Hanımlar şimdi bana kızacak tabii…

Ama…

Bildiğim bu yöntemin günümüzde de uygulanması gerektiğidir…

Birçok sorunu, mesela kadının naz ve niyaz etmesine…

Kestirmeden ve kati bir çözüm…

Günümüzde olmaz tabi böyle bir şey…

Ama erkek açısından bakıldığında hayal etmesi bile güzel!

J

 

Şaka bir tarafa…

Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’si…

1 Kasım seçimlerinde çoğunluğu sağlarsa…

Türkiye yeryüzü cehennemine dönecek!

                                                                     ***

19.09.2015

 

İnsandır insanın cehennemi ve yine insan yaşatır insana yeryüzünde cenneti

                                                                       *

Çay meselesi

 

Buralarda çay pek makbul değildir…

Türkler arasında bile, insanlar daha çok kahve içerler…

Birazda hayat şartlarıyla ilgili olsa gerek…

Türkiye’de yetişip buralara gelenler arasında bile bu durumu gözlemleyebilirsiniz…

Ben mesela ayda – yılda, tavşankanı demlenmiş çaya hayır demem…

Demi bol, suyu az, bir şeker…

Elbet bildik çay bardağında, ince belli…

Çay bardağı birde kristalden olursa değmeyin keyfime…

Nefret ederim o yeni moda koca koca bardaklardan…

Bazı konularda birçok insandan daha tutucu olabilirim ama sadece bazı konularda…

Tercihim kahve…

Öyle makine kahvesi falan kesmez beni…

Türk kahvesi, buzlu su ile hazırlanmış yine bir şekerli…

On – on beş tane, klasik fincan olursa 20-25…

Kahve canavarıyım yani!

 

Buzlu su ile hazırlanan Türk kahvesinde…

Kahve pişerken aromalarını kahve suyuna yayması için daha fazla zamanı vardır…

Yani daha lezzetli olur…

Hele bu kahve birde köz üzerinde pişerse…

Önder keyiften dört köşe!

 

Bazen…

Özellikle Türkiye’de, söz gelimi deniz kenarında bir kafede… 

Kahve geç gelince bir deyim vardır…

“Bu kahve Yemenden mi geldi?” diye!

 

İyi bir çayında demlenmesi için zamana ihtiyacı vardır…

Nasıldı?

Tamam, hatırladım “demlenir sabır ile sevgi ile”…

Vay anasına bir türlü demlenmek bilmedi...

Sabırda kalmadı, taş olsa çatlar!!!

                                                                       *

İşkence

 

İnsanoğlu var olduğundan beri, insan insana işkence yapar…

Örneğin…

Kazığa oturtur…

Çarmıha gerer…

Erimiş, kızgın kurşun döker…

Mengene takar…

Rafa gerer…

İğneli fıçıya oturtur…

Uzatmayalım…

Ama hiç biri yârin yaptığı işkenceye benzemez!

                                                                       *

Yağmur

 

Hava yine yağmurlu…

Severim aslında yağmuru, birde beraberinde getirdiği şu ağrılar olmasa…

Şıpır şıpır yağan yağmurun altında yürümeyi…

İliklerime kadar ıslanmayı…

Aklıma hep nedendir bilmem, Frank Sinatra’nın, Strangers in the night şarkısı gelir…

Çok severim o şarkıyı…

Ajda Pekkan, 1967’de Türkçe yorumu ile piyasaya çıkmıştır…

Yağmur sanki dertlerimi, tasalarımı alır gider…

Birde ıslanmanın ardından gelen o ürperti, o üşüme olmasa!

 

Ama o an aklıma gelir, nasılsa…

Yanına gidince alırım sevdiceğimi kollarıma…

Yaslarım başını göğsüme, okşarım saçlarını…

Öper, koklarım…   

Kokusunu, taaa ciğerlerimin en son köşesine kadar içime çeker, teneffüs ederim…

Tılsımlı bir yaz meltemi gibi o an ısıtır aşkın alevleri içimi!

 

Frank Sinatra’nın, Strangers in the night

https://www.youtube.com/watch?v=hlSbSKNk9f0

 

Ajda Pekkan, 1967 Türkçe İki Yabancı yorumu

https://www.youtube.com/watch?v=30bL6ysCXZg

 

Bu da çok severek dinlediğim başka bir şarkı

http://www.gurbuz.net/Turk/Seviyorum seni.mp3

                                                                     ***

20.09.2015

Hayatın, kaderin cilveleri

Hava kararmaya başlamış, delikanlı köşe başında bir sigarayı söndürüyor…
Bir yenisini yakıyordu…
İki saat içeresine bir paket sigarayı bitirmişti!

Yıl 1985 sonu 1986 başları…
Anlatmıştım Türkiye’den Almanya’ya benim yüzümden geri dönmüştük…
Ya ölecektim, ya öldürecektim veya hapishanede çürüyecektim!

Müstakil evimizin bahçesi çok büyüktü…
Hayata bir kez daha sıfırdan başlamıştık, ailece…
Yani maddi – manevi zor durumdaydık…
Buna rağmen birbirimize kenetlemiş, mutlu ve nispeten huzurlu bir hayatımız vardı…
Babam hafta sonu alış verişe gittiği için bir Cumartesi günü olmalı…
Bahçeden bana sesleniyor: “Önder gel eşyalar taşı!”
Geliyorum baba. Bir dakika…
Alış verişleri mutfağa taşıdım, babam oturma odasına geçmişti…
Yanına gittim, yorulmuştu, oturdum yanına…
“Önder”…
Efendim…
“Wiesbaden’e yeni bir dükkân açılmış bugün oradan alış veriş yaptım çok güzel bir kız çalışıyordu git bir bak istersen”
Olur, baba bir ara gider bakarım!

Pöh…
Ben elimdekileri idare edemiyorum bir yenisini eklemenin hiç zamanı değildi…
Gerçekten de unuttum babamın söylediklerini…
Okuldan ayrılmış Mainz’de o zamanlar bölgenin iki büyük bilişim şirketlerinden birinde işe yeni başlamıştım…
Yani babamın bahsettiği dükkân iyi kötü yolumun üstündeydi…
Bir gün babamın sözleri aklıma geldi…
Hadi gideyim bir bakayım dedim…
Öfffffffffffffff, bu ne?
Allah var yukarıda rahmetli gerçekten güzel bir kadın ve insandı…
Girdim dükkâna, merhaba – merhaba…
Bir – iki soru, ufak tefek bir şeyler aldım çıktım dükkândan…
Kıza bak!!!
Hiç pas vermiyor. Dur hele, sen bekle…
El mi yaman – bey mi yaman göreceğiz dedim kendime…
Ertesi günü yine gittim, haydaaa…
Bu seferde kasada bir sarışın…
Eh fena değil dedim kendime, ne bilebilirdim ki, yeni tanıştığım ama ikimizin de birbirimize hemen kanının ısındığı, ileride en samimi arkadaşlarımdan biri olacak, şu koskoca Almanya’da kafamın uyuştuğu nadir insanlardan olan Ahmet’le büyük bir aşk yaşadıklarını, sonu ikisi içinde hüsranla bitecek bir aşk…
Anlayacağınız kızı göremedim, çıktım dükkândan…
Altımda şirket arabası…
Frankfurt, Offenbach, Hanau, Mainz, Darmsatdt, Wiesbaden geziyorum bütün gün…
Soran eden yok, müsaittim yani. İşini gör kafan rahat…
Akşama yine uğradım bu sefer bir esmer…
Bu da güzel…
Ulan oğlum nereye düştün böyle, arı kovanı gibi…
Seç, beğen, al, tip –tip, boy – boy…
Oy, oy, oy…
Ama ben kafayı kızıl saçlısına takmıştım bir kere…
Hem en güzelleri, hem hanım hanımcık…
Rahmetli babamda zaten onu görmüş, beğenmişti…
Öyle dedi bana sonradan…
Neyse sonunda onu görmem mümkün oldu…
Ama kız buzdolabı!

Yok, bu böyle olmayacak…
Bir çare bulmalıyım, kızın ilgisini çekecek, kalbini fetih edecek bir çare…
Ama ne?

Gönül gerçekten arzuladıktan sonra çaremi yok, buldum çaresini…
Bir akşam öncesi kırmızı bir gülü alır, mümkün mertebe kokulu…
Suya koyardım ki güle bir şey olmasın…
Şimdi bu satırları yazarken düşünüyorum da demek ki ben oldum olası böyleymişim…
Uykuyla aram iyi değil…
Sabahın kör karanlığında gülü dükkânın kapısının önüne koyardım…
Kepenkleri açmak için eğilmesi lazım, gül önünde…
Belki inanmayacaksınız ama bu durum bir…
Bir buçuk ay her gün, Pazar hariç böyle tekrarlandı…
Nerden bakarsanız bakın, kadın yedisinde de kadın yetmişinde de…
Ve merak kadının en büyük zaaflarından biri…
Tabi bu yetmezdi, işimi sağlama almam lazımdı…
Değil mi ki o bana karşı böyle bir tutum içeresindeydi…
Erkeklik gururum yerlerde…
Ek bir önlem almadan olmazdı!

Ek önlem pastırmadaydı!

Sonradan öğrendim, bunlar dört kız kardeşmiş…
Benim ki, iki numara…
En küçükleriyle rahmetli sanki birbirlerinin ikizi…
Nasıl bir işe anadan dogma…
Sarışın, esmer ve kızıl saçlı!

Artık ne zaman dükkânda olduğunu iyi kötü öğrenmiştim…
Gül taarruzu tüm hızıyla sürerken…
Onun dükkânda olduğu saatlerde gider…
Ki, O hala buzdolabı…
Pastırma isterdim…
Yok, öyle makinayla kesilmişinden değil…
El ile kestirtirdim pastırmayı…
Ince ince…
Tül gibi…
Maksadım dikkatini çekmek…

Sonradan bana anlatmıştı…
Beni gördüğü zaman tüyleri diken diken olurmuş…
Yine geldi, pastırma isteyecek diye…
Pastırmayı el ile kesmek gerçekten çok yorucu…
Kolay değil!

Benim de artık pastırma yemekten içim dışıma çıkmıştı…
Ancak biliyorsunuz, zorla güzellik olmaz, hala aynı kanıdayım…
Gerçi oldum olası iyi para kazanıyordum ama bu durum böyle devam edemezdi tabii…
Değdiğim gibi artık pastırma yemekten de gına gelmişti…
Bir gün gittim yanına…
O gene soğuk, gayet resmi…
Korkma pastırma istemeyeceğim senden dedim…
Güldü, ilk defa…
Gözlerimle yandaki küçük odayı işaret ettim…
Korktu…
Bir anlık tedirginlikten sonra itaat ederek yan odaya geçti…
Olur, olmaz, genç bir kızın adını çıkaramam tabii, birisi gelir dükkâna…
Böyle şeylere karşı çok has hasımdır…
Odanın kapısının önüne kadar gittim, durdum…
Ürkek bir ceylan gibi içeride bekliyordu, bir an onu öyle seyrettim…
Gülleri sordum ona, o an, o yüzünün halini bir görmeliydiniz…
Buz kütlesini eritmiş, burçları geçmiş, kaleyi fetih etmiştim…
Kalbi artık elimdeydi Sevda’mın!

Uzatmayalım…
Arkadaşlık teklif ettim, kabul etti…
Önceleri bir avcı güdüsüyle hareket etmiştim…
Sen nasıl olurda beni kayda almasın diye…
Tanıdıkça sevdim, âşık oldum, evlilik teklif ettim…
Kabul etti!

Evlenmemize birkaç hafta kala…
“Önder dua biliyor musun” diye sordu…
Hayda!?
“İmam nikâhı olmayacak mıyız, imam nikâhı olmamız için duaları bilmen lazım. İmam soracak sana.” dedi.

Elhamdülillah Müslüman bir ailenin Müslüman bir evladıyım ama böyle şeylerde hiç ilgim olmazdı benim o yaşlarda. Gerçi annem öğretmişti ama ben çoktan unutmuştum…
İnançlı bir insanım ama formalitelerle uğraşmaktan nefret ederim. Dua edeceksem, içimden bildiğim dil ile dua ederim. Anlatmıştım rahmetli kelimenin tam anlamıyla sofu bir aileden geliyordu…

Yok, bilmiyorum dedim…
“Öğrenmen lazım yoksa nikâhımızı kıymazlar” dedi…
Öğrenmem gereken duaları işaretlediği kitabı bana verdi…
Amentü, Elham gibi duaları ezberlememi istedi benden…
Yapma etme ezberleyemem dememe rağmen ısrar etti…
Çaresiz…
Bahçede, elimde kitap duaları ezberlemeye başladım…
Dilim dönmüyor, kafam almıyordu bir türlü…
Neyse sonunda zar zor ezberledim!

Buraya dikkat…
Meğer annemler, çok daha önceden dünürleri ile durumu konuşmuş…
Hocanın beni zorlamaması gerektiğini söylemişler…
Yani O…
Bile bile bana gene de zorla, korkutarak ezberletmişti!

Hoca gerçekten de beni zorlamadı!

Kaderin cilvesine bak…
Gittiğim o ilk günü onu değil de kız kardeşlerinden biri görmüş olsaydım…
Zaten uğraşmazdım…
Şimdi mezarlarının başında onun bana >>> zorla, korkutarak <<< öğrettiği duaları okuyorum…
Ne O…
Nede ben bu duaları gerçekten ne için öğrendiğimi bilmeksizin…
Ayın birinde yaş günü, on dokuz gün sonra öldü…
Yaş gününe yetişemeyeceğim ama ayın ortalarına doğru Türkiye’ye gidip mevlitlerini okutacağım.

Demem o ki…
İnsanoğlu öylesine yaşıyor…
Ne olacağını, nelerin yazıldığını…
Kaderin, hayatın insana neler, ne tür cilveler hazırladığını bilmeksizin!

                                                                     ***

25.09.2015

 

Vay Allahsız tosba vay

 

Sabah yine iki gibi uyandım…

Bildik şeyler kahve – mahve, gazete, televizyon…

Sabaha karşı sigaram tükenmek üzere…

Neyse saat 7’ye geliyor birazdan evden çıkacağız…

Eşimde zaten son hazırlıklarında, elimi cebime attım…

Tühhh, hiç bozuk yok…

Hanıma seslendim, bak bakayım 5 Euro var mı? diye…

Biraz sonra geldi yanıma, koydu parayı masanın üstüne…

“Bak 5 Euro veriyorum sonra senden 10 Euro alırım!”

Haydaaa…

Hiç beklemiyordum böyle bir şeyi, şaşırdım tabii…

Ben, gayriihtiyari…

Vay Allahsız tosba vay, yüzde yüz faiz ha?

Başladık ikimizde gülmeye!

 

Şaka bir yana…

Gerçekten nefret ederim eşler arasında veya bir evin içeresinde senin benim meselelerinden…

Olur mu öyle şey?

Bir evin içeresine her şey ortaktır, sen hayatını birleştirmişsin…

Bir noktadan sonra geçmişin ortak, geleceğin ortak, kederde ortak, sevinçte…

Ne geliyorsa eşlerin birinin başına diğeri de bundan bir şekilde etkilenmiyor mu? …

Paranı pulunu, malını mülkünü mü, neyi ayıracaksın?

Çoluk çocuk…

Ben böyle görmedim, böyle yetişmedim!

 

Var böyleleri, biliyorum ama tasvipte etmiyorum!

 

Bilfiil bu durum aynı coğrafyada, aynı siyasi sitem, kültür, gelenek ve görenek içeresinde…

Aynı kaderi paylaşan insanlar, insan toplulukları içinde geçerli değil midir?

Bir kitlenin başına gelen, diğer kitleleri etkilemiyor mu?

Bir devlet içeresinde…

Nedir bu ayrılık gayrılık?

                                                                       *

Kardeş

 

Umut ile umutsuzluk kardeştir…

Bir biri çıkar öne, bir diğeri…

Ve her şeye rağmen hayat devam eder…

Belki diye!

                                                                      *

Var mı bunun ötesi?

  

Bir erkek…

Ama öyle koftiden değil, harbiden adam…

Özü, sözü bir…

Bir erkek, bir kadına…

Yürekten…

Canı gönülden kadınım derse…

Var mı bunun ötesi?

 

Ben sana bir kez…

Yürekten…

Canı gönülden kadınım demişim…  

Var mı bunun ötesi?

                                                                     ***

Gelin güveyi

 

Bazen insan kendi kendine gelin güveyi olur…

Dalar hayaller âlemine…

Tatlı bir rüyadır, kendi kendine…

Şöyle olursa böyle olur diye!

 

İçinde yaşar hayallerini…

Sevinir, korkar, tedirginlik yaşar…

Umut ve umutsuzluk içinde gidip gelir…

Kendi kendine!

 

Hepsi içindedir…

Beyninde ve kalbine…

Tatlı tatlı rüyalar ve hayaller…

Olur kendi kendine gelin güveyi…

Sevinir, korkar, tedirginlik yaşar…

Hepsi içindedir, kalbinin en dip köşesinde…

Kıskanır, kimse bilmesin görmesin ister, coşar…

Ve yine korkar, ya hayallerim suya düşerse diye…

Benim gibi, senin gibi, bizim gibi!

 

Gerçekler ise acımasızdır…

O hayaller, ah o canım hayaller, rüyalar…

Hepsi suya düşer!

  

“Bizimkilerde”…

Kendi kendine gelin güveyi olur…

Sanırlar ki böyle geldi hep böyle gider…

Millet bir gün uyanır…

Görür gerçekleri!

                                                                     ***

26.09.2015

Sığmam hiç bir kalıba

Aklına şaşarım beni bir kalıba sokmaya çalışanın…
Kocaman bir oda…
O kadar büyük ve aydınlık ki, göz kamaştırırcasına…
İçinde bir dolap, boydan boya…
İrili ufaklı, bin bir tane çekmece, saymakla bitiremesin…
Orada, sol üst köşede, sağdan sola ilk sırada…
Küçücük bir çekmece, bana ayırmışlar, sığmam ki ben oraya!

Her bir çekmecede insan ait olan…
Görüşler, düşünceler, huyu – suyu, karakteri, saç ve göz rengi…
Kaderi…
Hayat tarzı, siyasi görüsü, dünyaya bakışı, alışkanlıkları, boyu - posu…
Alınyazısı…
Kalıp kalıp oracıkta bekliyorlar!

Üç…
Herif üçle aklını bozmuş, üç y, üç çocuk…
Üç, üç, üç…
Allah’ta onu üçlesin diyeceğim ama korkarım…
Biri bile fazla!

Benim üçümse farklı…
Saygı mı sevgiden, sevgi mi saygıdan doğar…
Orası biraz karışık, geceyle gündüz gibi…
Hangisi hangisinden doğar bilemesin…
Evet...
Saygı – sevgi ve güven…
Benim üçüm…
Her biri birbirinden önemli…
Bilecek ve değer vereceksin, gerekiyorsa yeninden tahsis ederek…
İster ikili ilişkilerde, ister toplum genelinde!

Sığmam ben hiç bir kalıba…
Çünkü…
Benim kalıbım, insanlık…
Bu kalıp ki, evrensel…
Yetmez taşar uzaya…
İnsan için, insana, insancısına…
Otur yüce bir dağin karşısına, kaldır başını bir bak…
Onun yanında küçücüksün, bit kadar, küçücük…
Buna rağmen o küçücük insan dünyayı değiştirebilir…
Değiştiriyor da zaten…
Dön başını bir bak, aç gözlerini…
Gör o cayırın, çimenin yeşilini…
O ağaçların güzelliğini, çiçek ise dalında güzel…
Her şey senin için, benim için, onun için…
Çocuklarımız için, geleceğimiz için…
İnsanlığımızı unutmayalım, komşu komşunun külüne muhtaç der atalar…
Gözünü aç, aklını kullan…
Önce insan ol insan!

                                                                     ***

27.09.2015

 

Müptela

 

İnsan ne görürse, iyisiyle – kötüsüyle önce yakın çevresinden ama özellikle sevdiği, güvendiği insandan görüyor. Bu, hepimizin bildiği bir gerçektir, ne var ki ben buna rağmen, her şeye rağmen umudumu muhafaza ediyorum. Yok, yapamıyorum işte. Benim hayatımda, dürüstlüğün yanı sıra önem verdiğim üç değer vardır; sevgi, saygı ve güven. Söz gelimi, hani derler ya “aşkın gözü kördür”.

Sevdiğime >>> kayıtsız – şartsız <<< güvenirim, beni aldatacağına veya misal duygularımla oynayacağına, vakit geçirmek için – gönül eğlendirmek için beni oyalayacağına, “oyun oynadığını”, kullandığını, aklıma bile getirmek istemem. İnanın his ederim,  görürüm çünkü hayatımdan kadınıyla – erkeği ile çok ama çok insan geçmiş, tecrübe sahibi olmuşumdur. Yine de sevdiğim, güvenmek >>> istediğim <<< için “kazığı” yer g.tümün üstüne otururum. Ve tüm bunlar bile bile olur!

Neden?

İnsan bile bile bunu yapar mı? Yapar!

Bir arayış içeresindeyse veya herhangi bir şeye ihtiyaç duyduğu veya salt sevdiği, âşık olduğu için yapar. Yine kendimi örnek alacak olursam, Allaha çok şükür, gerçekten sıra dışı bir hayatım olsa da, aile hayatım, yaşantım nispi bir düzen ve disiplin içeresinde geçer. Her şey, mümkün mertebe her şey, planlı – programlıdır. Hayatın getirebileceği ”sürprizler” düşünülmüş, gerekli önlemler alınmış veya hâlihazırda, gerektiğinde çekmeceden çıkarılmak üzere bekler.

 

O halde ben manyak mıyım?

Yoo…

Manyak değilim, >>> güvenmek, inanmak istiyorum <<<. O kadar!

Çünkü bu duygularımı yitirdiğimde ben kendimi, varlığımı inkâr etmiş olurum. Çoğu insan bunu aptallık olarak algılar veya beni saf sanabilir. Değilim…

Örnek mi istiyorsunuz?

Buyurun,  Fransızların bu gibi durumları tarif etmek için kullandıkları ve dünya çapında bilinen, geçerli bir sözleri vardır…

Déjà-vu…

Yani, öncelerinde görmüş olmak, bir olayın veya durumun tekrar yaşanması, his edilmesi durumudur!

 

Yalanım varsa Allah belamı verin…

İki “maceranın” arasında yıllar…

İlginç olan, ikisi de aynı tahsili görmüş…

Aynı mesleğin mensubu olması…

İki birbirinden tamamen faklı kadın tipi ki benim tercih ettiğim…

Hani 90-60-90 vardır ya…

Sarışın, esmer, kumral, kızıl saçlı fark etmez ama saçları >>> mutlaka <<< uzun olmalı…

Yüz minyon, ilki öyleydi…

Ve mümkünse azami bir genel kültür…

İnsansın, tavşan değil. 24 saat, 365 gün yatak mı olurmuş? Hayatımda, bu konuda, yatak ikinci sırada gelir. Evet, önemlidir ama ondan çok daha önemli olan beni ruhen, fikren doldurabilmesidir!

 

O parmak ki, sarar, dolar…

Çevirir de çevirir, adamı serseme döndürür…

Kullanılan o sözler, tavırlar, o bir adım öne – iki adım geri atmalar…

Göz kırpmalar, gülücükler, takdir etmeler…

O cilveler, afralar tafralar, kaprisler…

Nazlar, niyazlar…

Son anda bile, veda yazısında…

Oltaya takılmış sazan gibi debelenir durursun…

İlkinde…

Bu filimi gördüm, ikincisinde gördüğüm filmi hatırladım…

Hani sütten ağzı yanan çocuk misali “yoğurdu üfleyerek”…

Dur bakalım ne olacak diyerek izlemeye başladım, sevdim – âşık oldum…

“Güvenmeme” rağmen takıldım peşine…

Bir oraya bir buraya savruldum durdum, yalvardım yapma, oynama…

İnsanla, duygularla oynanmaz, kıyma bana…

Beni çocuk yerine, aptal yerine koyma…

Bak benim gözüm eğitimlidir dedim…

Hayatımda onca kadın geçmiş elimden, bilmem mi hangi şartlar atında…

Ne zaman ne yapabileceklerini?

Allah var yukarıda, yazdı…

Kem küm etti, olmaz - molmaz falan ama hep bir şekilde açık kapı bırakarak…

Tamam dedim!

Zorla güzellik olmaz. Tam noktayı koyuyordum, son bir mektup daha…

Açık açık, yekten >>> her şeyi tüm çıplaklığı ile <<< yazdım.

Erkek gibi, adam gibi, insan gibi…

Ki, normalinde bir kadın bu mektup üzerine, duyguları paylaşmasa bir daha benim yüzüme bakmaz, bakmamalıdır. Olmaz…

Hayda…

 “Oyun” yeniden başladı, SON NOKTAYI ben koyana kadar. İlkinde de, ikincisinde de…

Oynandı hem duygularımla hem benimle…

Neticede önce insansın, sonra erkek…

Ve bir erkek olarak gel de dayan, dayanamasın, imkânsız, takılırsın peşine!

 

Öne sürülen bahaneler aynı…

Aynı kelimeler vallahi billahi farklı dillerde ama anlam olarak aynı kelimeler…

Biri bir dilde söyledi, diğeri başka bir dilde…

Olmaz bu kadar, kullanılan kelimeler aynı, tesadüfün bu kadarı olur mu?

 

Duygularla, insanla oynanmaz…

Bence böyle bir şey ayıp ki ben bilinçli olarak bu kelimeyi kullanıyorum…

Çünkü sevdim, gerçekten sevdim, hala seviyorum, seveceğim…

Kadınlar veya erkekler böyle şeyler yaptıklarında gerçekten ayıp ediyorlar...

Kendi kendime düşünmüştüm, nasılsa Türkiye’ye gideceksin…

Gelirken ikisine de birer tektaş yüzük getirirsin diye…

Hem hanıma, hem kalbimin kraliçesine, neticede hakkaniyetsizlik olmaz ikisi de benim için çok değerli…

Ama olmadı…

Günah kelimesini bu bağlamda kullanmak doğru mudur bilemem ama sanmıyorum ki Allah bile böyle bir durum karşısında, insanın duygularıyla böyle “oynanmasını” doğru bulmaz!

 

Demek istediğim her şeye rağmen, insana güvenmek, inanmak durumundayız. İnsana olan güvenimizi, inancımızı yitirdiğimizde daha neden yaşıyoruz ki?

 

Evet, benim hayatımda, dürüstlüğün yanı sıra önem verdiğim üç değer vardır; sevgi, saygı ve güven…         

Ben…

Müptelası olmuşum “kazık” yemenin!   

                                                                     ***

28.09.2015

 

Dün gece bir şarkı dinledim gece yarısından sonra

 

İlk defa, defalarca…

Düşündüm sabahlara kadar…

İçimdeki yangını tarif etmek için bir kelime var mı acaba?

Kıvılcım sıçrayamadıktan sonra içindeki yangın neye yarar?

Ateşi körükleyen rüzgâr olmayınca…

Evet, tutuşuyor gün – yanıyor geceler…

Yanıyor, alev alev uykusuz geçen geceler!

 

Vakit yok!

Zaman az ve çok değerli, ölüm her an kapıyı çalabilecekken!

 

Hiç şöyle etraflıca düşündünüz mü?

İnsan gerçekten istedikten sonra ne için, hangi zaman geç kalmış sayılır acaba?

                                                                      *

Yüzük

 

Hayatımda birçok şey için kafa yormuşumdur…

Anlamlı – anlamsız, önemli – önemsiz…

Mesleğim gereği, iş kafa işi…

“Düşün, düşün b.ktur işin” diye bir söylem vardır ya, işte aynen öyle… 

Uykuyla zaten küsüz, çevirmiş sırtını bana bakmıyor yüzüme ama bütün kasvetiyle üzerimde…

Beyin direniyor, uyumamak için direniyor…

Birçok başka şeyde direndiği gibi…

Düşünüyor, yoruluyor kafa, aslında perişanları oynuyorum hem öyle hem böyle…

İçimde büyük sıkıntı, kalbimde özlem…  

Bir sigarayı söndürüyor diğerini yakıyorum…

Yaktığım aslında kalbim, öyle bakıyorum yükselen dumanın ardından…

Elimden gelse benzini kafamdan aşağı döküp çakacağım kibriti…

Ama sevdiklerim, sevdiceğim ve Allahtan korkum…

Çünkü yazıyor Kur’an-i Kerim’de intihar eden asla buluşamaz ölmüşleriyle…

Sevda’m, Metin’im ve babam ve tabii diğerleri, bekliyorlar öbür diyarda…

Ben ise burada…

Annem, hanım, oğlum, kardeşim ve ailesi, sevdiceğim, onu ve ona ait olanı nasıl unuturum…

Aklıma yüzük ve sevdiceğin sözü geldi…

Zaten ikisine de tektaş, ne zamandan beri aklımda!

 

Hiç yüzüğün anlamı ve önemi üzerinde kafa yordunuz mu?

 

Tektaşın, pırlantanın ve yüzüğün…

Her birinin anlamları farklı…

Yüzük, salt bir kadının parmağını süsleyen…

Güzelliğine güzellik katan bir aksesuar mıdır?

Elbette değildir!

 

Tektaşla başlayalım…

Aslında her kadın bilir anlamını…

Ancak ve ancak sen varsın, görmem, bilmem, istemem başkasını…

Benim için, sonsuza kadar, benzersiz ve sadece sen varsın demektir…

B.k “Benim için, sonsuza kadar, benzersiz ve sadece sen varsın” demek, bal gibi başkası da olabiliyor işte. Bunun yaşayan ve kötü örneklerinden biriyim, sadece bir insan işte! Zaafları olan, yanlışları olan, iyisiyle – kötüsüyle sadece bir insan. Ne demiştim bir zamanlar?

Yürek dediğin bin bir oda, bazen ise bin iki olabiliyor!

 

Buna rağmen tektaş emsalsizdir, yeter ki yürekten verilsin ve takan el, bunun böyle olduğunu kabullenip taksın. Çünkü verilen mesaj önemlidir…

Seviyorum seni, “tek” seni…

Sevgin avuçlarımın içinde, tutum seni, sımsıkı tutum sevgini anlamını içerir!

 

Gelelim pırlantaya…

Pırlanta yapısı itibarıyla >>> sonsuzluğa <<< kadar var olacağı düşünülen bir taştır. Dünyanın en sert cisimleri arasındadır. Kırılmaz, bükülmez, eğilmez…

Ve pırlanta yine yapısı itibarıyla benzersizdir, aynı yapıya ve özelliklere sahip ikinci bir pırlanta yoktur dünyada. Aşk gibi, en azından bunun böyle olduğunu varsaymak ister insan. Yani aslında, bu taş ile yaşadığım sürece seninle birlikte olmak, senle olmak işitiyorum mesajını verirsiniz.

 

Ve yüzüğün kendisi…

Yuvarlaktır, dairedir, bir çember…

Ne bir başlangıcı vardır nede bir sonu…

Yine sevgidir, aşktır konusu!

 

Ama hepimiz biliriz ki bu dünyada her şeyin vardır bir başı ve de sonu…

En geç ölüm ayırır, getirir beraberinde kaçınılmaz olanı…

Tecrübelerle sabit sevgisi, aşkı yaşar diğerinin kalbinde…

Ebediyette, sonsuzlukta, cennete…

Tekrar buluşana kadar!

 

İşte böyle dostlar…

Bir kadının parmağına takacağınız bir tektaş…

Tüm bunları ve daha da fazlasını ifade eder!

 

Neydi sevdiceğin son sözleri?

“…bulursun hayat arkadaşını…”

Ben bulmuşum ruh ikizimi, kafa dengimi, hayat arkadaşımı…

Bu yaştan sonra bakar mıyım bir başkasına?

Takmak isterim sonsuzluğun yüzüğünü o narin parmaklara!

                                                                      *

Çarpma

 

Türkiye’ye Tayyip ve AKP’si çarptı, yamulttu koca ülkeyi…

Onu biliyorum da…

Bana ne çarptı dostlar?

 

Yok…

Öyle kamyon, TIR hafif gelir…

Hasar büyük…

Ne el tutuyor, ne ayak!

 

İn mi, cin mi, şeytan mı, bir melek mi?

Yoksa var olduğu anlatılan, cennet bahçelerindeki hurilerden biri mi?

Belki de masallardaki bir peri!

 

Bilmiyorum…

Gece mi gündüz mü?

Bana bir şey çarptı dostlar…

Bugün onu göremediğimin ikinci günü!

                                                                       *

Yüzyılın, belki de çok daha öncesinin bir sorunu

 

Yürümekten yeni geldim, hava o kadar güzel o kadar aydınlık ki anlatamam. Yürüyüş yolumun tam ortası sayılabilecek bir yerde masa ve bank koymuşlar. Oturdum oraya…

Çimenler, o yemyeşil çimenler rüzgârın etkisiyle ahenk içeresinde dans ediyor…

Birkaç yüz metre ileride bir çiftçi binmiş traktörüne toprağı belliyor…

Toprak kokusu ta oradan burnuma kadar geldi…

Birde güzel kokuyor ki, derin derin çektim içime…

Açtım cebin hoparlörünü, yaktım bir sigara…

Dün geceden beri, gına gelmeden dinlediğim şarkıyı aldım replay’e…

Allah’ım bu kadar mı güzel olur bir şarkı, bu kadar mı anlamlı, o sözler, o melodi…

Yumdum gözelerimi…

Sormayın kimin hayali geldi gözlerimin önüne…

O kendini bilir, bu satırları da okuduğuna eminim zaten!

 

Vurgunu yedim…

Tüm belirtiler var bende…

Denizin mavisi, laciverte dönüyor…

Gittikçe batıyorum dibe…

Uzakta lacivert karaya çark etmiş…

Uzat artık kadın elini, çek çıkar beni…

Yoksa Önder gidiyor...

Korkma, güven bana…

Çekmem seni karanlığa!

 

Her türlüsünü denedim, senin bana itimat etmeni, güvenini sağlamaya yönelik yöntemlerin, centilmenliğin kitabında bu konuda önerilenlerin (yani atadan kalma bana öğretilenlerin) hepsini uygulamaya koydum. Sevdiğini biliyorum, ona hiç şüphem yok. Ama güvenini yitirmişsin bir kere ve şüphesiz bunun için haklı nedenlerinde var ama…

Evet, ama karşında herhangi birisi yok. Ben varım ve benim kitabımda yazılanlar, herkesin kitabında, her erkeğin kitabında yazmaz! Bu yüzden sana birde bu konuda “bilimsel - mantıksal” açıdan yaklaşmayı deneyeceğim… 

 

Hiç kendimizi boşuna kandırmayalım, bu satırları yazanda…

Okuyan da bir duygu manzumesinin eseridir. Varlığımızı öncelikle bu iki duyguya borçluyuzdur.

Sevgi ve güven!

Sevgi kuramının fikir babası Psikanalist Erich Fromm, sevgiyi insanlığın sorunlarına bir yanıt olarak, kişideki itici ve yakartıcı gücün kaynağı bir dürtü olarak görüyor ve söz konusu yaratıcılıkla sevmeyi bir sanat olarak değerlendiriyor. Ve buraya dikkat lütfen, sanat olması dolayısıyla da uygulamada olgunluğu öne sürüyor. Yani kişinin psikolojik olarak olgunluğa erişmesini sevmenin yani sanatın icraatı için bir koşul olarak görüyor. Güven konusuna felsefi bir bakış açısından yaklaşıldığında Erich Fromm’un bu tanımı çok önemlidir. Evet, herkes âşık olabilir, bir süre sonra sevgililer arasında bir tür güven duygusu oluşur ama sevmek bir sanat olduğuna göre bu sanatı uygulayabilmek içinde bu konunun erbabı, tecrübe ve bilgi sahibi olmak kaçınılmaz hale gelir. Peki, bu saydıklarıma herkes gerçekten sahip midir?

Değildir Olamaz, özellikle genç yaşta. Çünkü bu bir bilgi birikimidir! Tecrübeyle elde edilir, “hiç bir yerde okunmaz, öğrenilemez”. Tecrübe, bilgi birikiminin kaidesiyse tecrübe bugünden yarına elde edilebilir mi? Edilemez değil mi? Tecrübe edinmek uzun yıllar gerektirir. Özellikle beşeri ilişkilerde bir mesele daha vardır ki tecrübe ile el ele gider. İnsan karakterini, insan tiplerini tanımak. Bir “bakışta” karşındakini değerlendirme yetisi, çok önemli!

Tüm bu saydıklarıma insan özellikle genç yaşta sahip değildir, olamaz. O halde yine genç yaşta yapılan acı tecrübelerin hükmü de bir ömür süremez. Ola ki acı tecrübe orta yaşlarda yapılmış olsun. Yani kişiler otuzlarında, kadınlar – kızlar daha küçük yaştan itibaren erkeklere nazaran her alanda daha çabuk olgunluğa ereler. Erkekler ise otuzlarında bile hala hamdırlar. Ancak ve ancak kırklarda, ortalarında, erkek olgunluğundan bahis edilebilir ki bu olgunlaşma elli, elli beşlere kadar sürebilir. Erkeğin bu yaşlarda duyarlılık kazanması, empati kurabilmesi, kaybetmeyle – kazanmak arasındaki denge ilişkisini anlaması, kaybolmanın ne demek olduğunu fark etmesi, zarar etmenin maddi yönünden çok manevi anlamını idrak etmesi, kabullenmeyi öğrenmesi, içtenlik kazanması olgunlaşmaya başladığının birer göstergesidir. Ve olgun erkeğin bir kadına yaklaşması her zaman farklı olur. Zaten bu saydıklarımın çoğu kadınların erkeklerde arayıp da bulamadıklarıdır. Arıyorlar ama erkekler daha o aşamaya gelememiştir. Yıllar sonra, bu arada kadınlarda haliyle sukutuhayale uğrarlar. Demek istediğim kadın – erkek ilişkileri dâhil, hayat denen muammada, rastlantılar ve şans denen faktör önemli bir yer alır.

 

Bazıları buna yazgı veya kaderde der. Ki şans faktörünün tanımını bir kez daha hatırlatmak isterim, şans karşına çıkan fırsatların farkına varmak ve değerlendirebilmektir.  

 

Ne demiştik? Değer vereceksin, değerli olana. Bu bile yukarıda saydıklarımdan geçer. Sen, senin şansızlığını, hayatın karşına çıkardıklarında yaptığın doğru – yanlış tercihleri, hayata küsmek için bir bahane olarak kullanamaz, tüm erkeklere mâl edemezsin. Bu hem yanlış olur hem de haksızlık. Çoluk – çocuk, aile, akraba, çok yakın dostlar dahi olsa, akşam olunca herkes kapısını kapar, yatağına girer ve sen yine yalnız, dertlerinle baş başa kalırsın. Biliyorsun yazılarımda hep kendimi örnek veririm, kimsenin dalına basmamak için. 26 senedir, ben, kapıyı içten kaparım, onca insan içeresinde ki hepsi can, yalnızlığımı, hasretimi yine kendi içimde yaşarım. Kimse uzatamaz bana elini, kapasite meselesi anlıyor musun? Ama sende var bu kapasite. Bir erkek olarak, bizim kültürümüzde dahi bu yazdıklarım, alenen,  nasıl karşılanır tahmin edebilirsin. Bu siyasi, özel fark etmez benim stres atma yöntemlerimden birdir, içimi dökerim – düşüncelerimi alırım kaleme. Bir kadın olarak sen bunu bile yapamazsın. Kimse benim ekmeğimi vermiyor, kim olursa olsun fark etmez, bana bu konuda bir söz söylemeye cesaret edenin ağzının payını verir, oturturum götünün üstüne. Bir insan dışında kimsenin haddi değildir bana bu konuda > en ufak < bir söz söylemek. Bir kişinin dışında, onun da görüşünü yazmıştım. İşte böyle, sen kalkıp başkasının işlediği hatayı ona buna mâl edemezsin, etmemelisin. Güven başka bir şeydir, dikkat başka bir şey. Evet, insan her konuda dikkatli, tedbirli olmalıdır ama güvenini yitirmemeli, hayata küsmemelidir.   

 

Gelelim güven psikolojisine… 

Bilirsin hep yazarçizerim, hayat beni gereğinden, olması gerekenden çok ama çok daha önce olgunlaştırmaya başlamıştır. Ben çocuk daha doğrusu genç olmaya fırsat bulamadan, doğrudan, hiç beklemeksizin 30’lu, kırklı yaşlara geçtim. Daha 16 – 17 yaşlarımda başladı bu. Ve ışık hızıyla sürdü, durulmadı, sakinleşmedi.      

Anca şimdilerde…

Orda da sen çıktın karşıma, yine heyecan tüm hızıyla sürüyor yani. Kalbim bu hıza daha ne kadar dayanır bilemem. Gerçekten acısıyla – tatlısıyla çok güzel bir çocukluk yaşadım ama sonrası (…)

Sıra dışı, kimi zaman olağanüstü…

Bunu herkes kendinden iddia edebilir, iddia etmek başka bir şeydir bu iddiayı kanıtlayabilmek başka bir şey. Ben kanıtlayabilirim! 

 

Gel seninle, benim her şeye rağmen, tüm olumsuzluklara rağmen neden hayat küsmediğimi…

İnsanlara inanmak, güvenmek isteğimin analizini yapalım. Mesleğimi biliyorsun, bilişimciyim gerçi analiz işimin ağırlık konularından biriydi ama olsun. Neticede psikiyatrist değilim ama beni ilgilendiren bir konu olursa çok çabuk öğrenme yetisine de sahibim.

Çocukluk J

Evet, insanın geleceği, kişiliği neredeyse her şeyi çocuklukta şekillenir…

Ve benim olsun, kardeşimin olsun en büyük şansı, sahip olduğumuz ebeveynlere sahip olmaktır. Allah var yukarıda…

Annem çok ama çok fedakâr bir insan, tahsili yok ama kendi kendini eğitenlerden…

Babam hayat üniversitesinden mevzun, ordinaryüs profesör. İşte bu iki insan o kadar ileri görüşlü, o kadar bilinçli bizi yetiştirdi ki anlatamam. Sevginin tarif edemeyeceğim, aklına gelebilecek en güzel şekliyle büyüdük. Sevgi ve şefkat içeresine…

Yani güven daha çocukluk yaşımızda (emotional attachment) bizimle birlikte büyüdü. O kadar sevgi ve şefkat gördük ki içimizde (secure attachment) oluştu. İnan annem olsun, babam olsun bize öyle bir güven duygusu verdi ki genel anlamda yalnız olduğumuzda bile (searching behavior) onların bizi himaye altında aldıklarını biliyorduk, yani aranmamıza hiç gerek kalmıyordu. Biliyorsun tüm bu anlattıklarım John Bowlby teoreminde yer alır. İşte benim insanlara güvenmem ta o zamanlarda kalmadır.

 

Hiç mi güvendiğim dağlara kar yağmadı?

 

Sen neden bahis ediyorsun? Bırak kar yağmasını, usul usul, kar fırtınası…

Ne kar kaymaları, karla birlikte dağdan inen o koca koca kayaları gördüm, tahmin bile edemesin!

Buna rağmen yılmadım!

 

Güvendim, güvenmeye devam ediyorum. Daha dikkatli oldum, daha seçici o kadar. Sık eleyip ince dokuyorum, çok ince. Hayatımda orospular dâhil ki erkeğin orospusu en tiksindiğim en nefret ettiğimdir hepsini, her şeyi gördüm diyebilirim. O iki orospu ki yüzlercesine bedel. Yüzlerine bakmaya kıyamazsın, o kadar güzel. Bir vücutları vardı, kadının kısrağı, ancak ve ancak tanrının kaleminden çizilirse bu kadar güzel olabilir bir insan, sekizin hayal edebileceğin en güzel şekli. O “kısa anlar” için bile olsa bastım parayı “sahip” oldum. Çok büyük para, gerçekten büyük. Değer miydi, değerdi! Yazmıştım, anlatmıştım hepsini. Bir erkek hayatında birçok şeyi denemelidir, görmelidir ki tecrübe denen o ne olduğu belirsiz şeyi edinsin. Demiştim ya, hani derdim yatak olsa…

Savaşta ve aşkta her şey mubahtır derler…

İster inan ister inanma…

Bu konuda hile hurda mı yok? Ne çiçekler, ne hediyeler, ne dil dökmeler…

Ve ben bu konular iyiyi bilirim…

Aklını alırdım, aklını…

Ama yapmadım, biliyorsun…

Yapmadım!

Erkek gibi, adam gibi çıktım karşına. Bak kızım, durum bundan bundan ibaret dedim…

Var mısın, yok musun dedim, dedim mi demedim mi?

Ve sen sevdiceğim, sen…

Yokum, “Sen ne diyorsun be adam?” diyebildin mi?

Söyle kalbimin kraliçesi, diyebildin mi?

Tamam, başında geçenleri, bunların muhtemel sonuçlarının farkındayım…

Ama hayat bu, hayata, hayatın içinde kazanmakta var kaybetmekte…

Ama bu sana, hayata küsme, insana güvenini yitirme hakkını vermez!

 

Sıra dışı, olağanüstü dediğimde ne demek istiyorum?

Bak kalbimin kraliçesi…

Aç kalmak, öyle birkaç saatliğine değil…

Günlerce, aç kalmak dâhil cebimde kuruş yok, metelik yok anlıyor musun, metelik yok!

Sigara almaya param yok! Neler geldi geçti neler…

 

Hayata bir kez daha sıfırdan başlamıştık, bilirsin, hani millet eski eşyalarını atar…

Oralardan eşya toplayarak, hiç bilmediğim – tanımadığım insanların yatağına yatmak…

Hayata tutunmak dâhil…

Deli para, masanın üstünde, beş yüzlükler deste deste…

Koca masa üzeri para dolu…

Koydular önüme, al elin iş tutsun, dükkân aç, yatırım yap…

Ne yaparsan yap diye. Dikkatini çekerim ne yaparsan yap. Bu para ki bir ömrün birikimi, akşamdan koydular önüme, sabaha kadar düşündüm. Sabah aldım parayı iade ettim. Çünkü kıyamadım, göze alamadım ya işler ters giderse. Ben bana güvenenin, güvenini boşa çıkarmam. Başlarını sokacak bir ev aldılar, gerisi bankaya…

Ve buna benzer daha neler neler!

Ömrüm ister insan ister inanma, istihbarat ve karşı istihbarat dâhil çoğu insanın hayal bile edemeyeceği, aklına gelmeyecek “maceralarla” dolu. Kavga gürültü, beyin işin beyin. Hiç bir zaman ayrıntısını kimseye anlatamayacağım şeyler. Benimle birlikte mezara gidecek. Çünkü insanlar bana güvendi, görev verdi, bende görevimi yerine getirdim. Vücut kaza ve kavga izleriyle dolu. Bak elim mesela, 26 sene geçti öyle bir ışırmışım ki öldüklerini duyduğum da, izi hala elimde. İnsan kendi kendini parçalar mı? Ben parçalarım, gerekirse yaparım! Silahsa, silah. Kavgaysa, kavga. Aşksa, aşk. Acıysa, acı. Var mı bu koca dünyada evlat acısından daha büyüğü? Var mı?

Benim bugün yaşadığım beden acısı ne ki yanında? Eroin alsan geçmez acısı.

Yalan yok!!!

Elimde hem kurşun yarası hem bıçak yarası…

Toprağa, önüme pattır pattır kurşunlar düştü…

Bir, bir buçuk metre daha yukarı ve Önder eşek cennetinde…

Ne zaman, nerede?

Boş ver!

Ve evet, hiç bir şeyden pişman değilim. Hayatımı dolu dolu yaşadım. Güvendim, güvenmek istedim.

Ve çoğu zaman kazandım, kaybetmedim mi? Kaybettim, defteri kapadım ve hayatıma devam ettim.

Hayatımı boşa geçirmedim. Ardımda bırakacağım çok şeyler yaptım, yaşadığım sürece de yapmaya devam edeceğim. Ve Allah’ın emanetine hiç bir zaman hıyanet etmedim. Unutma benimde sende bir emanetim var. Defalarca anlıyor musun, defalarca Azrail ile burun buruna geldim değişik vesilelerle. Ama bir yerden dur daha değil dendi. Bakalım ne zaman kadar! 

 

Söyle sevdiceğim…

Okuyan mı daha çok bilir, gören - gezen mi?

Şüphesiz okumak güzel ama okumanın da bir sınırı var. Ama hayat dur durak bilmez, dinlemez kafanın alıp almadığını. Yeter ki sen gözleri açık yaşa. Her gün yeni bir şeyler öğrenirsin, görürsün

kahpeliği de, fedakârlığı da ve vefayı!

 

Tüm bu yazdıklarım deli saçması mı?

Olmadığını sende biliyorsun, abartı mı, yalan mı?

Hayır değil!

Benim yanımda, benimle kendini güvende his edebilirsin. Kaygılarından, korkularından arınmış güvende! Benim sözüm teminattır. Unutma, sevgi, saygı ve güven. Bu konuda ve daha birçok konularda bana koşulsuz inanabilirsin. Kayıtsız, şartsız. Karşında ben varım, başkası değil ve ben görevlerimin de, sorumluluğumun da bilincinde bir insanim. Kaybettiğin güveni tekrar duyman için elimden geleni yaparım. Evet, güvensizlik, itimatsızlık büyük bir insanlık sorunu, salt sen yaşamıyorsun bunu. Farkındaysan, bilmiyorum, farkındaysan benim yolum düz bir yoldur, düşüncelerim, savunduklarım, inandıklarımdan sapmam. İstikrarlıyımdır yani. Davranış, duygu ve düşüncelerimde…

Aslında neredeyse her şeyimde kararlıyımdır. Tek çelişki, düşüncesizlik, vurdumduymazlık kendimdedir ama sevdiklerimde asla. Yani kavgam kendimledir. Kinim, nefretim, sitemim kendimedir. Neden ölmedin, neden hala yaşıyorsun diye. Ama kalbime girenlere karşı asla. Ne fedakârlığımı, ne özverimi esirgerim. Elim sevdiklerim için hep taşın altında! Böyle durumlarda ısrar etmek doğru mudur yanlış mı bilemiyorum. Ne seni ne kendimi yıpratmak itemiyorum ancak senin bu tutumun yani güvensizliğin kesinlikle anlıyor musun kesinlikle doğru değil. İnsan güven duymadan, kendini bir nebzede olsa güvende his etmeden nasıl yaşar? Olmaz, kıyamam, olmaz! Ben sevdiklerime değer veririm, ben güvenirim ve karşılığında güven isterim. Güvenmek risk almaktır, itiraf etmektir, açık olmaktır. Daha bir insan nasıl açık olabilir, gerçekten bilmiyorum! İster ikili ilişkilerde olsun ister toplumsal, samimiyet önemlidir ve ben sana karşı hep samimi oldum. Çünkü benim kendime karşı özgüvenim ve özsaygım vardır ve bunu etrafımda da yansıtırım. Ben karşımdakini anlamaya çalışırım anlamama müsaade ettiği oranda. Bu da yine mesleğimin bir getirisidir. Beklentilerimi, kendimi ona göre ayarlarım. Bak sevdiceğim, bilinçaltı beklentilerin artık her ne ise bunları kelimelere dökebilirsen oturur konuşuruz. Olur, olmaz o ayrı bir konu. Ama konuşmak bir başlangıçtır. Otur bir dakika ve düşün, neden bana bu kadar insan, tanımadığım veya yeni tanıştığım insan güveniyor, neden?      

Ve yine sen neden güvenemiyorsun, tanımadığın için mi? Sanmıyorum!

Ben sana hiç bir zaman gökten zembille indim demedim ki, benimde iyi taraflarım var kötü taraflarım da. Hep sana söyledim, ben, ne görüyorsan işte oyum. Ne bir fazlası ne bir eksiği, ne görüyorsan o!

 

Ben sana bir kez kadınım demişim, var mı bunun ötesi?

    

Hiç kendine sormadın mı, neden benden o adımı atmamı bekliyor?

Çünkü sen başlattın, başlatman önemli değil. Gerisini ben getirirdim. Eğer niyetim farklı olsaydı. Ancak gel gör ki ben seni sevdim. Olan oldu bir kere ve ben sana kadınım diye hitap ettim. Bu kelimenin benim için ne büyük bir anlam taşıdığını bir bilsen, bir bilsen. Tüm bunlara zaten gerek kalmazdı ama bilinmiyorsun işte. İstesem karşına da çıkarım, her türlü numarayı çeviririm ama yapamam çünkü ben seni sevdim. Sevdiğim içinde o adımı atmanı senden bekliyorum…

O adım ki gerisi yoktur, tek yön bir yoldur. Geriye dönüşü yoktur! O adımı attığın an, seni kollarıma aldığım an, benimsin ve ben benim olanı ancak ölünce bırakırım. Vefa sevgilim vefa…

Benim için kendi başına çok büyük bir konu. Bazen altından kalkamayacağım kadar ağır bir “yük” omuzlarımda ama severek, isteyerek taşıyorum bunu. Ben benim olanı ancak ölünce bırakırım. Bu hep böyleydi. Hep böyle kalacak.

 

Onun için çok ama çok iyi düşün taşın…

Ben sana karşı hep samimi, hep dürüst oldum, ben bana uzanan eli bırakan hiç bir zaman olmadım…

Yukarıda yazdıklarımın tümünü bir kez daha değerlendir, güvenin ve güvensizliğin

getirisini – götürüsünü bir kez daha tartıya koy ve kararını ver sevdiceğim.  

Ben, ne görüyorsan işte oyum. Ne bir fazlası ne bir eksiği, ne görüyorsan o! Bir insan…

İyisiyle, kötüsüyle bir insan ama hiç bir zaman bir insanın, hele bana güvenenin ve özellikle kalbimde yer alanın güvenini suistimal eden bir insan olmadım, olmayacağım ve olmaya da niyetim yok!   

                                                                     ***

30.09.2015

 

Âlemin evladı

 

Âlemin evladı düşüyor tek tek toprağa…

O ak pak alın secdeye varırcasına…

Kimin umurunda?

İnsanlar anlamayınca…

Anlamak istemeyince, sorumlunun sorumsuzluğunu…

Daha çok evladın alını secdeye varacak!

                                                                       *

Yürek sızlayınca

 

Yürekten gelen, taaa içinden gelen olunca…

Oraya taht kuran unutulur mu?

Tüm hünerleri, yıllarca emek verip, acı çekip öğrendiğin sanatı…   

Verilmeyince fırsat, öğrenilen sanatların en güzeli...

Uygulamaya konulabilir mi?

Of, Offf!

                                                                       *

Ezan saati seçim saati

 

Allah’ı…

Allah için olanı bile…

Geciktirir pezevenk yetişemeyince…

Seçim için saatlerin geri alınmasını mı geciktirmeyecek…

Kısada hisse, nasılsa alıştı millet, onu da geciktiriverdi işte!

                                                                       *

Allah’ın gazabı

 

Ya arkadaş, Allah kadını cezalandırdı…

Çünkü yasaklı ağaçtan kopardı günahı…

“Hak” etti, Hava anamız Âdem babamıza elmayı uzattı…

Hınzırlar, zaten hep öyle yapıyorlar, başlatıyorlar…

Sonra adamı yarı yolda bırakıyorlar…

Anladık…

Her ay çekiyorlar ıstırabı…

İyi’de biz neden her gün çekiyoruz bu çileyi?

Saç – sakal yine birbirine karıştı…

Saç ayda birde, sakal tıraşı…

Her gün arkadaş, her gün. Bir hafta sonrası…

Yakışmıyor, çaresiz çekeceğiz gazabı!

                                                                       *

Dünya suçlu

 

Böylesi ne görülmüş, ne duyulmuş…

Dünya, dünya olalı!

 

Herkes suçlu…

Dünya suçlu, Türkiye suçlu…

Paralel suçlu, Gezi suçlu…

HDP suçlu, PKK suçlu, asker suçlu…

Bizler suçlu!

 

Bir tek onarlın suçu yok…

Sütten çıkmış AK kaşık…

Devletten onlar sorumlu, başkası suçlu!

 

Şimdi de…

Yeni bir suçlu, PKK silahları, bombaları şehirlerde saklayınca…

Bürokrat, görevli suçlu…

Bir tek onarlın suçu yok…

Sütten çıkmış AK kaşık…

Devletten onlar sorumlu, başkası suçlu!

                                                                     *

Kızdır nazdır, bir çuval altın azdır

 

Bir kızı bin kişi istermiş…

Bir kişi alırmış…

Kafaya taktım arkadaş…

O bir kişi ben olacağım!!!

 

Anasını satayım…

25 sene beklemişim…

Bulummuşum hayat arkadaşımı…

Bulmuşum kafa dengimi, kalbimin kraliçesini…

Gerekirse bir 25 daha beklerim…

Yeter ki bana güvensin!

 

Ben öyle kolay kolay pes edenlerden değilim…

Sevdim mi ölesiye ve ötesine…

Gerekirse kadınım…

Gerekirse beklerim!

                                                                       *

Ruh

 

Özellikle siyasette ama bazı durumlarda özel hayata da, kurmalıdır insan dengeyi, hesaplanabilir olmayı.

 

Karşındaki…

Seni bilen, seni tanıyan, sana güvenen ve seni seven bilecek bu bir kaya…

Yüzlerce ton ağırlığında…

Ben bu kayaya sırtımı yaslayabilirim…

O beni korur, gerekirse kollar, o kaya hep var!

 

Yine karşındaki hayatın herhangi bir alanında sana rakip, işte o seni hesaplayamamalı…

Bilmemeli, tahmin edememeli seni, atacağın bir sonraki adımı…

Ben bu dengeyi kurabilenlerdenim…

Benim nerede, ne zaman olduğum…

Hangi “delikten” çıkacağım, ne yapacağım bilinmez, hesaplanamaz…

Ruh gibiyimdir…

Bir bakmışın burada, bir saniye sonra çok başka bir yerde…

Aynı anda…

Her yerdeyim ve hiçbir yerde!

 

Gerekli hallerde programlarım…

Yoksa piyasada ihtiyaç duyulan, oturur programlarım…

Programcılar bir taraftan ihtiyaç olduğu, bir taraftan “adet” olduğu için…

Hep bir arka kapı açık bırakırlar, Backdoor denilen!

 

Sevdiklerim için, kalbimde olanlar için her daim hesaplanabilen…

Yüzlerce ton ağırlığında bir kaya…

Diğerleri için…

Hesaplanamayan, nereden ne zaman çıkacağı bilinmeyen bir ruh!

                                                                       *

Bir bu eksikti

 

İki - üç haftadır, her zaman değil bazen…

Hani insan binlerce defa günde göz kapaklarını açar - kapar ya…

Gayriihtiyari, farkında olmadan…

Göz kapağım takılmağa başladı…

Böyle salisenin binde biri, sanki tık edercesine, resmen his ediyorum…

Her zaman değil bazen…

Geçenlerde doktora söyledim, şekerden şüphelendi…

Bugün için gel kanını alacağım dedi, yeme – içme gel…

Unuttum, sabah 4 – 5 kahve her biri, bir şekerli…

Doktor olmaz dedi Cumaya kaldı!

 

Ailede…

Seker var, kalp var, kanser var…

Var Allah var…

Sonum kötü…

Şekersiz kahvenin de tadı olmaz ki!

                                                                       *

İlk göz ağrım

 

Yarın…

Kadın olarak değil ama eş olarak ilk göz ağrımın yaş günü…

Yaşasaydı 47 yaşına girecekti…

Arkadaşlık dâhil iki sene iki aylık bir beraberlik ama yirmi iki seneye bedel…

İnsanın ancak gençken cesaret edebileceği çılgınlıklar…

Sokakta, durup dururken aldım kollarıma dans etmeye başlamıştık…

Cebimizde iki kuruşla gece yarısı kalkıp, salt kahve içmeye Paris’e gitmeler…

Taunusstein nere, Paris nere…

Daha neler, neler…

Ne O ne sarı pipim benim için ölmediler, kalbimde yaşatıyorum onları…

Yarın bana müsaade arkadaşlar…

Yarın sabah kalkıp abdest aldıktan sonra fizikken yanlarında olamasam da…

Ruhen, tüm ruhumla yanlarında olacağım, olmaya çalışacağım…

Dua edeceğim, beni af etmeleri için…

Dua edeceğim!

                                                                     ***

02.10.2015

 

Gel, benim son göz ağrım ol

 

Şöyle…

Şu koca dünyada insanın, insana verebileceği, paylaşabileceği daha büyük bir şey varmadır…

İnsan başka bir insanın acısını paylaşırsa, yanında olmasa bile…

Doğru zamanda elini uzatıp sıcaklığını his ettirirse, var mı bundan daha büyük insanlık?

His ettirirse yanında olduğunu, kilometrelerce uzakta olsa dahi…

İnsan evladı olmak budur!

 

Gel son göz ağrımda sen ol!

 

Ciddiyim, çok, çok, çok ciddi…

Erkek sözü, şeref sözü, namus sözü…

Gel son göz ağrımda sen ol!

 

Ben bulummuşum hayat arkadaşımı, hayat ar-ka-da-şı…

Sevinçte de, üzüntüde de iki ortak, anca beraber – kanca beraber…

Eller birbirine kenetlenmiş, ölünceye kadar…

Yoruldum anlıyor musun? Yoruldum…

Hayat beni gerçekten çok yordu, ihtiyarladım, bıktım, usandım…

Kavgadan, gürültüden, mücadeleden usandım…

Hayatımdan bıkmıştım…

Sen çıktın karşıma, sen…

Ve ben senin kalbini sevdim…

Ruhunu, düşüncelerini, görüşlerini…

Elbet bir gün, sen isteyince bir kadın olarak da seveceğim!

 

Bazı konularda tam zıt kutuplarda olsak da…

Anayol aynı, istikamet aynı, düşünceler aynı…

Ben sana hep söyledim…

Tutamayacağım sözü asla vermem, veremem…

Hani demiştim ya nisanda…

Tesadüfün böylesi olmaz diye…

Nisanda seninle yeniden doğdum…

Ama bu cümleyi kurarken, bu sözü verirken hayal dahi edemeyeceğin kadar ciddiyim…

Çünkü canı yürekten söylüyorum…

Gel son göz ağrımda sen ol!

 

Ancak…

Kadınım, senden beklediğim bir şey var…

Sakın anlıyor musun, sakın benden bekleme, gebersem bile aşkımdan yap-mam…

Aramam, ben seni aramam…

Evet, bilinçli olarak senden bunu bekliyorum. Anlıyor musun bekliyorum…

O adımı sen atacaksın…

Dönüşü olmayan, geri vitesi olmayan o adımı >>> sen <<< atacaksın…

Her şeye rağmen, tüm olumsuzluklara karşında yüreği sevgi dolu ama sağlığını yitirmiş bir “adam”…

Bilinçli olarak, isteyerek, arzulayarak…

Sen beni arayacaksın ve ben sana geleceğim…

Alacağım seni kollarıma…

Öpüp – koklayacağım, saçlarını okşayacağım…

Eller kenetlenecek bir daha birbirini bırakmamacasına…

Allah ne kadar ömür verdiyse artık…

Güzeliyle, zoruyla, dertte de – tasada da, sevinçte de… 

Sen beni arayacaksın ve ben sana geleceğim…

Bir şekilde hep yanında, beni görmesen de his edeceksin…

Bu kaya, yüzlerce ton ağırlığında, sırtımı yaslayabileceğim, güvenebileceğim…

Beni koruyup – kollayacak…

İşte o hep var olacak!

 

Hani yazmıştım ya gökten zembile inmedim diye…

Hani bahsetmiştim bir zaman evvel…

 

Firari boğa

 

Yine kurban bayramı kapıda…

Yine sokaklarda firari boğa…

Kalbim firari boğadan yana…

Bende bir boğa…

Sonunda…

Bu boğada firar edecek…

Bir gidecek, pir gidecek…

Ara ki bulasın, firarda boğa!

 

Evet, bu boğa, tam boğa…

Kırmızıyı görmesin, önündekini çiğner geçer…

Öfkesi yakar, yıkar…

Ama…

Bir anda parladığı gibi bir anda da söner öfke…

Sinirli hav, hav derler bana…

Mutsuz eşek göbek adım…

Mutluluğu ise sende buldum…

İnan sende buldum…

Sağım solum beli olmaz benim…

Al sana olumsuz tarafım…

Kıskancımdır, sevdiğimi kendimden bile zaman zaman kıskanırım…

Birde dokunmaya gelmez, felaket gıdıklanırım… 

Benimle her zaman her şeye hazırlıklı olacaksın, en kötüleri bunlar yemin ederim!

 

Ancak…

Boğa firarda da olsa…

Veya kasabın bıçağı kelleyi gövdeden ayırmaya ramak kala…

Bu Boğanın gözleri hep sevdiklerinin üzerinde…

Bu boğa hep bir arka kapıyı açık tutar, gidip gizli gizli bakar olup bitene…

Ne yapıyorlar, ne ediyorlar, o bilir, o denetler, gerekirse müdahaleye hep hazırdır bu boğa!  

 

Gir Google, yaz adımı…

Orada göreceğin cep numarası var ya…

20 küsur senedir değişmedi…

20 küsur senede cebi bile değiştirmemişim, kalbimin kraliçesi dediğim insanı mı değiştireceğim?

Ve inan, yemin ediyorum sana, bu sıfatı senden önce hiç bir kadına takmadım, kalbimin kraliçesi…

Kadının her türlüsünü, kadınlık hallerinin her türlüsünü görmüşüm, kadına…

Gözümde, gönlümde, karnımda tok…

Ama bazı konularda açım…

Oturup konuşmak, konuşabilmek…

Gülmek, gözeri yumup müzik dinlemek, gerekirse birlikte ağlamak…

Paylaşmak, paylaşacak bir şeylerin olması…

Alıp sevdiceğimi elinden alacak karanlıkta çıkıp…

Yıldızlı gök kubbenin altında beklemek, güneşin doğuşunu beklemek…

O kızılı birlikte izlemek, iki kadeh güzel içki ile…

Şöminen karşısında, gürül gürül yanan o ateşin sıcaklığını his ederek sohbet etmek…

Dünyadan, siyasetten, dinden – imandan, sanattan…

Yatıp sevdiceğin sıcak kucağına huzur içinde gözlerimi yummak…    

Yakamozlu bir gecede, baş başa, göz göze kadeh tokuşturmak…

Meltemli gecelerde el ele tutuşup gezmek…

Karda, öyle lapa lapa yağarken, mangalı yakıp afiyetle Allah ne verdiyse sevdiceğimle yemek…

Sonrasında o közde bir Türk kahvesi, öf,öf,öf… 

Ben hep böyleydim, hep böyle kalacağım…

Gel >>> son <<< göz ağrımda sen ol…

Çünkü artık yoruldum, yürek pır – pır, genç ama beden iflas etti, ihtiyarladım!

                                                                       *

Özlem

 

Dün Almanya saatiyle 7 -7.30 arası annem aradı…

Mezarlıktan geri dönmüş…

Gelinine Kuran okumuş…

Hava yağmurluymuş, çamur diz boyu, hoca mezarlığa gelmezmiş…

O an…

Öyle bir boşandım ki, gayriihtiyari, elimde olmadan…

Gözyaşları sicim gibi!

 

Şu dünyada…

Bunca dil arasında…

Özlemimi tarif edecek, özlemimin hakkını verecek…

Bir kelime yok!

 

Her şeye rağmen, hayat devam ediyor…

Acısıyla – tatlısıyla!

                                                                      *

Medeni cesaret

 

Şu koca dünyada…

İnsanın insana miras bırakabileceği, gerçekten değerli, yüzyıllarca baki kalan…

Ebediyete uzanırcasına ne var?

Söyleyin ne var?

Para mı?

Pul mu?

Ev, bark mı?

Yok, hiç biri, hepsi eninde sonunda tükeniyor…

Veya tabiat hakkını talep ediyor!

 

Gerçekten insandan geriye kalan…

Kalabilen ya düşünceler, görüşler ki bunun bile bir gün yok olacağına inanıyorum…

En büyük mimari eserler bile yok oluyor…

Çünkü bakarsan bağ, bakmasan dağ olurmuş…

Ama tabiata saygı, çevreye saygı, hayata saygı…

Nesilden, nesille insanın yaşamasını sağlayan!

 

Medeni cesareti ile…

Tüm çevreci dostlarım önünde saygıyla eğiliyorum!

                                                                      *

Doktrinmiş

 

Önce Gazi Paşanın altı ilkesini özümse…

Anla bu altı ilkenin ne demek olduğunu, evrenselliğini, genişliğini…

Ondan sonra çık karşıma 9 ışık doktrinini konuşalım!    

                                                                      *

Esef ile kınama

 

Dün gazeteci Ahmet Hakan’a…

Ondan önce Türk basın hayatının amiral gemisi sayılan Hürriyet gazetesine karşı gerçekleşen saldırıları esef ile kınıyorum!

                                                                      *

Ben, benim olanı bırakmam

 

İddia ediyorum ya hep…

Ben, benim olanı bırakmam diye…

Alın size ispati…

Doktordan yeni geldim, iki kolun ikisi de delik deşik…

Yok, kan çıkmıyor…

On beş dakika uğraştı iki damla kan için…

Sonunda bağırta bağırta aldı ama istisnalar kaideyi bozmaz…

Ben, benim olanı bırakmam!

                                                                       *

Direksiyon

 

Bir değil, beş değil, on değil…

Sayısız defa!

 

Size güven konusunda başka bir örnek vermek istiyorum…

Herkesin anlayabileceği ve çok büyük bir ihtimalle kendi başından da geçen bir şey…

Bir arabada oradan buraya gidiyorsunuz…

Uyku bastırıyor ve gözlerinizi yumuyorsunuz. Uyku hali, insan müdafaasız…

Direksiyonda oturan kişiye güvenmezsiniz, acaba gözünüze uyku girer mi?

Yok yani, uyumanız mümkün olur mu, korkarsınız, tedirgin olursunuz ve gözünüz uyku tutmaz!

Direksiyonda ben…

Korkma, güven!

                                                                       *

Bir soru

 

7 milyar insan…

Şu dünyada, insanlar kendine günde en çok hangi soruyu soruyor diye sorsanız…

Eminim…

Cevabı

O da beni düşünüyor mu olacaktır!

Anlaşıldı…

Sen sırılsıklam aşık olmuşsun oğlum!

                                                                       *

Tereciye tere satmaktır senin ki

 

Çok ama çok uzun bir yürüyüşten geliyorum…

Dinlene dinlene…

Arabayı bıraktım bir tarafa, yürümeye gittim…

Bu kiloların iki, en geç üç ay içeresinde verilmesi lazım…

Bu uyuşturucu meretinden en çabuk şekilde kurtulmam şart!

 

25 senede nasılsa alıştım ağrı çekmeye…

Ameliyattan sonra nadiren kalp ağrısı…

Onun yerini kalbimde bir sızı aldı…

Seni görememenin, seni kollarıma alıp…

Kokunu ta ciğerlerimin en son köşesine çekememe sızısı!

 

Ki…

Çektiğim kalp sancıları…

O bir anda sanki hayatın akıp gidiyor, boşalıyorsun, kendini kaybediyorsun…

Hani diş ağrısı, sinir ucu ağrıları olur ya…

İşte kalp sancıları onun bin katı…

Nedir ki bu sızı yanında?

 

Okudum…

Mesajı aldım…

Anlatamayacağım kadar mutluyum…

Ne zaman, ne zaman, ne zaman seni kollarımın arasına alacağım…

Sevdiceğim, çok ama çok acı çekiyorum, inan!

 

Benim sözlerim bana geri dönüyor…

Zekice ambalajlanmış şekilde…

Zaten senin kalbini, senin zekânı, senin hayata bakışını sevdim…

Bir şey dışında!!!

Güven sevgilim güven esastır…

Her şey sevgiyle başlar…

Tanrıya aşk, vatana – millete sevda, okuma sevdası…

Evlada duyulan sevgi, ana – baba – kardeş…

Vesaire, vesaire, vesaire…

Her şey sevgiyle başlar, sevgi fedakârlık getirir…

Ve güven ile sürer!

 

Bana güvenmeye başladığın için teşekkür ederim!

  

Not: öğleden sonra işim çıktı, anaca 5 – 6’ya geri dönerim. Seni gerçekten çok sevdim kalbimin kraliçesi, çok, çok, çok! O şarkı hep kulaklarımda, hep...

Ara beni, lütfen ara. Korkma, çekinme, güven!!!

                                                                     ***

03.10.2015

 

Kelimeler

 

Hayvanlar koklaşa koklaşa insanlar konuşa konuşa…

Bu hep böyle kalacak, insan var olduğu sürece konuşacak…

Konuşmak ve bir orta yol bulmak zorunda…

Kelimelerin anlamını bilmek, kelimeleri bilinçli kullanmak zorunda!

                                                                     ***

Bu nasıl bir rüya?

 

Bilinçaltı kimi zaman insana oyun oynar…

Ve insan bilinçaltına, bilinçli bir şekilde erişemez…

Zorlar kendini ama olmaz…

Ancak ve ancak eğitimli insanlar bilinçaltına erişir…

Üçüncü şahıslar…

Genelde bunlar psikologlardır ama bazen tecrübeli bir insan bile bilinçaltını gıdıklar…

Çıkar kimi gerçekler tüm çıplaklığı ile ortaya!

 

Dün yazacaktım, fırsat bulamadım…

 

İster inanın ister inanmayan…

Bilinçli olarak hayatımda duymadım, okumadım…

Perşembeden Cumaya…

Bir rüya gördüm, hatta gece uyandığımı görüyorum rüyamda…

Not etmem gerekiyor diyorum kendi kendime…

Unutmamam lazım, mutlaka bu sözleri bir yere yazmam lazım diyorum…

Rüyamda, bu nasıl rüya diye kendime hayıflanıyorum…

Bir yol gri, üstü ufak çakıl taşları dolu, köy yolu…

Ama bizim köy değil, Florya’da değil…

Etraf tanıdık – bildik değil…

Hafif bir rampa çıkıyorum…

Yoruldum…

Bir kadın sesi, Allah’ım bu nasıl güzel bir ses, şarkı söylüyor arkamda…

Dönüp bakıyorum ardıma…

Kuzenimin boşandığı eşinin yüzü…

Gülümsüyorum kadına, hani tanıdık ya, selem verir diye bekliyorum…

Yok…

Kadının yüzü taş olmuş sanki, en ufak bir gülümseme yok…

Ama şarkı söylemeye devam ediyor…

Uyanmadım tabii, kalkamadım…

O iki kelimeyi yazamadım, biri bildik, bir türlü hatırlayamıyorum, s ile başlıyor…

Sevda, sevgi değil diğeri ise zühul!!!

Onu hatırlıyorum, bir tek onu!

Aptala malum olur derler ya, hadi hayırlısı!

                                                                      *

Yalan

Uzun bir yürüyüşten geliyorum, dinlene dinlene…
Yolumun üzerinde mezarlık…
İstesem de istemesem de…
Hemen yanından geçiyorum çocuklar ve bebeler için ayrılan bölümün yanından…
Aklıma gelir hep o fotoğraf, saklarım ne zamandır!

Şu koca dünya bir başından bir başına yalan…
Anaya – babaya…
Kardeşe sevgi yalan!

Girsin araya menfaat, girsin araya el; gör ne sevgi kalır ne saygı…

Söz yalan, cümle yalan…
Anlamaz insan, sözde - cümlede saklı olanı…
Anlar anlamak istediğini ki o bile yalan!

Eş, dost, gülen yüz…
Dara düştüğün an sana uzanan el olsa bile…
Dön arkanı, gör söylenen yalanı!

Evlada olan sevgi…
Kimi zaman o bile koca bir yalan…
Onu bile gördü bu gözler, Allahtan yakın çevrem değil…
Yoksa ölürdüm kahrımdan!

Bir kadının erkeğe…
Bir erkeğin kadına duyduğu sevgi…
Yalan(!)
Kimi zaman!

Geçenlerde alman N-TV televizyonunda bir şeyler izledim…
Tüylerim diken diken oldu…
Tekerlekli sandalyede Almanya’da Landstrasse dedikleri köyler arası bir yol üzerinde…
Bir kadıncağız, 60 – 70 yaşlarında…
Oğlu 40’lı yaşlarında ölmüş, hayatta bir tek torunu varmış…
Bakım evinde kalıyormuş, kaçmış…
Tekerlekli sandalye üzerinde iki köy ötede oturan torununa bakmaya gidiyormuş…
Düşünün 60 – 70 yaşlarında, tekerlekli sandalye üzerinde toruna bakmaya gidiyor…
Torunu çok ama çok uzun süreden beri onu ziyarete gelmemiş…
Anlatırken gözlerinden sicim gibi gözyaşı akıyor!

Bende eşim ve oğlum arasına mermerden beyaz, tertemiz bir kalp yaptırmıştım…
Oydurdum içini, kocaman…
Yazdırdım onları ne çok sevdiğimi, sanki kelimeler yetermişçesine…
Çaldılar biliyor musunuz, çaldılar…
Mezarlıktan çaldılar uzun yıllar önce!

Aşağıda gördüğünüz resmi dayanamadım fotoğrafladım…
Almanya’da…
Yavrunun ismini sildim, daha küçücük, bebe!

Şu koca dünya yalan, yalan üzerine kurulmuş…
Gel de güven…
Var, yok değil. Az sayıda ama...
Dürüst, özü – sözü bir insan hala var…
Ama onlarda koca bir yalanın arasında kaynayıp gidiyorlar…
Yazık oluyor, yazık!

Güvenmesen de güvenmek zorundasın…
Yaşıyorsun yalanın içinde buna rağmen…
Bile bile, göre göre yalana katlanıp güveneceksin…
Alışacaksın yalana da, dolana da, riyakârlığa da!

Rahmetli babam yaptırmıştı mezarı, mermerden…

Ben komada, en arkada gördüğünüz benim mezarım…

Çukur açılmış, tahtalar döşenmiş beni bekliyorlardı…

Ölmedim, 26 senedir zombi gibi yaşıyorum…

Varla yok arası…

Arkadan öne doğru, ben, eşim, yavrum…

Her sefer kendime küfür ederim çukuru doldurmadım diye…

Geçen sene yıktırdım tümünü siyah granitten yeniden yaptırdım…

Yağmur, çamur mezar çok yıpranmıştı!

   

                                                                    ***

04.10.2015

 

Hançer

Hani vardır ya kimi zaman his edersin;
Hani birisi kalbinin tam ortasına hançeri saplar ya…
Hani arkanı dönersin sevdiğine, vurur seni arkadan…
Hani kuşlar taşır seni gökyüzünün mavisine ve sen birden bire düşmeye başlarsın ya…
Hani insan kimi zaman rüyasında görür, düşer dipsiz uçuruma…
Hani o his vardır ya bulutların üzerinde yürürsün sanki sonsuzluğa…
İşte sevgilim…
Bu yaştan sonra bunları bana yaşatın ya…
Allah senden razı olsun!

Çok ciddiyim…
Ben ne başka erkeklerden daha iyi ne daha kötüyüm…
Ama ben, benim…
Bir erkek…
Onuru, namusu, şerefi, gururu için, ailesi, sevdikleri için yaşar…
En azından bana öyle öğretiler…
İki kez sana hoşçakal dedim, dedirtin…
Sakın bana üçletme…
Kadınımmm…
Dilim bile, elim bile varmıyor söylemeye, yazmaya…
Hani dinen erkek, kadınına der ya…
Boş ile başlıyor, işte o kelimeler var ya…
Sakın bana üçletme…
Çünkü seni kalpten sevdim, kaybetmek istemiyorum!

                                                                    ***

06.10.2015

 

Pazarlama ustası

 

Herif anasından balı doğmuş…

Gene buldu uzanan bir elli…

Para gani gani…

Avrupa zaten bir kale, ister mi içten fetih edilmeyi…

Basacak parayı tutacak derdi sur dışı…

Garip Türkiye’m ne yapsın, çekecek çaresiz çileyi!

 

Bilmem hatırlar mısınız?

Eskiden çok eskiden Türkiye’de açıkgözler alırdı Batının sanayi atıklarını…

Zehirli maddesini, çerini çöpünü…

Gömerdi Türk topraklarına, millet zehirlenmiş, toprak perişan, kimin umurunda?

 

Şimdilerde…

Ayaklı bomba barındırılacak ülkede…

Eninde sonunda sosyal bir patlamaya vesile…

İnsan çerçöp değildir ama sağlayamazsan insanca bir yaşam, olur ayaklı bomba…

Yardıma muhtaç insana, hele çoluk çocuğa el uzatmak insanlık gereğidir…

Ama küvet taşmaya görsün…

Her yeri alır seller sular, patlar kaçınılmaz bombalar!

                                                                    ***

14.10.2015

 

Dolma kalem

 

Günümüzde dolma kalem pek kullanılmaz…

Güncel hayatımızdan kaybolma yolundadır, yazmak için başkaca araçlar kullanılır…

Hâlbuki dolma kalem ile yazılanın ayrıcalıklı yeri vardır…

Mesela hala iş hayatının bazı yerlerinde, yükseklerde…

Siyasette, diplomaside, büyükelçiliklerde…

Hepsini görmüştür bu gözer, bu kör olası gözler, yaşamıştır bire bir, oralarda hala yerini korur…

Ucu narindir, gelmez zorlamaya, özeldir ve ne kadar işçiliğine emek harcanırsa o kadar değerlenir…

Dolma kalemin sırrı, hikmeti ucundadır… 

Dolma kalem kalitenin göstergesidir, eskinin eskimeyen yüzüdür…

Kullanmasını, değerini bilmeli!

 

Bilmem biliyor musunuz?

Dolma kalem, sahibinin kişisel el yazı karakterini alır…

Bir nevi sahibinin yazan uzantısı olur, uç kişilik sahibi olur…

Dolma kalemi başkasına verirseniz, bu kişilik eğilir, bükülür ve sonunda bozulur…

Bu yüzden dolma kalem asla başkasının eline verilmemelidir, eskiler der ya hep; at, avrat ve silah kimseye emanet edilmez diye, aslında bu cümleye dolma kalemi de eklemeli. Mesela sevgiliye yazılacaksa mektup, mutlaka dolma kalem ile yazılmalıdır…

Ve sevgili eğer bunu görebilecek ve anlayabilecek bilince sahipse, mektubun değeri katlanır!

 

Çünkü o mektup çok özeldir…

Yazanın istisnai kişiliğini gösterdiği gibi, mektubun sahibi, hani derler ya anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az misali, bu ince dokunuşu, bu ince zevki görebiliyor ve anlayabiliyorsa o da özeldir. Her zaman dediğim gibi değer vereceksin değerli olana…

Daaa…

Ancak ve ancak değerli olduğunu onu “tanıdığında” anlarsın, tanımak, alın size Türkçemizin yetersizliğini gösteren kelimelerden biri daha. Kimi, neyi tanıyorsun arkadaş? 20 – 30 sene aynı yastığa baş koyuyorsun da an geliyor, karşındakini hiç tanımadığını onu hiç bilmediğinin bilincine varıyorsun. Kelimenin kendisi yetersiz, tarif edici niteliği değersiz…  

 

Söz konusu insan olduğunda…

Her şeyi hesaba katmak durumundasınız. İyiyi de, kötüyü de, güzeli de, çirkinliği de…

Ve hatta kahpeliği, kalleşliği, bazen vefasızlığı, kimi zaman anlayışsızlığı…

Aşk bir kumardır, kaybedersin de kazanırsın da. Şansa kalmış, hani derler ya bahtı kara…

Evet, ben yazgıya inanırım. İyi bir Müslüman olmayabilirim ama temiz, Allah’ın varlığına birliğine, büyüklüğüne canı gönülden inanır ona göre yaşamaya çalışırım. Yalanı, hile – hurdayı bilmem. İster inanın, ister inanmayın ben böyle yetiştirildim, baba ocağından bilmem böyle pislikleri.     

 

Almanların çok sevdiğim bir deyimi vardır…

Alte Schule…

Birebir tercüme edersek “eski okul” anlamına gelir. Türkçemizde eski toprak ile kıyaslayabiliriz. Bende eski toprak, yaş 50. Yok, eski toprak deyiminin yaş ile ilgisi yoktur! Yetiştirilmeyle, görgüyle ilgilidir.

Bu toprağı kimler çiğnemedi ki, kimler üzerine, affedersiniz, işemedi, sıçmadı ki…

Bu toprak neler gördü neler, sömürdüler…

Ne acılar yaşadı bu toprak, gömdü evladı, aldı içine Sevda’sını ve de yavrusunu…

Gömdü, ta derinlerine, bağrına…

Bu toprakta neler yetişmedi ki, ne çiçekler açtı, narin ve ince, ulu çınarlar ve ne seller sular geçti üzerinden, sildi süpürdü güzele dair ne var ne yoksa. Ama bu toprak, eski toprak…

Nadasa kaldı, toparladı kendini, diz çökmedi ne hayata ne insana…

Ve yine bu eski toprağa ne temeller atıldı, bu temeller üzerinde ne binalar yükseldi, eski toprak, eski…

Güvenini yitirmedi hiç bir zaman, sevgi, saygı ve güven ile insanoğlu denen ne olduğu belirsiz varlığa kendini emanet etti, ediyor…

Ve insanoğlu devam ediyor üzerine işemeye, sıçmaya ve sömürüyorlar! Sömürsünler bakalım ne zamana kadar? Bu toprak, eski toprak!

 

Kadın denen bilmece mesela…

Çöz, çöze biliyorsan!

Her zaman olmuştur hayatımda. Kadınsız yapamam. Delikanlılığımdan beri…

Her zaman olmuştur hayatımda, adeta müptelasıyımdır kadının…

Ama anlamamışımdır, anlayamamışımdır, çözememişimdir bilmeceyi, hangi erkek çözdü ki?

Çoğu zaman kadını…

Ayırmışımdır, biri yatak için…

Diğeri kalbim içindir…

Yok, bunun sadakatsizlikle, vefasızlıkla, sevgiyle, aldatmayla ilgisi yoktur!!!

Çünkü tüm güzellikleri bulamasınız bir arada, bu dünyada…

Ve ben…

Estetiğe, inceliğe, narinliğe, kibarlığa, bilgiye, kültüre, hanımefendiliğe ve daha birçok şeye…

Ve maalesef gerçek şu ki, ince bele, güzel göze, minyon yüze, uzun saça ve 90-60-90’a…

Su gibi, hava gibi muhtacım…

Yok işte, tüm güzellikleri bir arda bulamazsın bu dünyada…

Ararım ama bulamam…

Haliyle kalbim için olana sevgim, saygım, vefam sonsuzdur. İster inanın ister inanmayın…

O benim kadınımdır, onun yeri ayrıcalıklıdır, kıymetlimdir, kıymetlim…

Namusumdur, sevgilim, aşkım, her şeyim, damarlarımda akan kan…

O benim kadınımdır, kadınım…

Sırtımı yasladığım o koca dağ, sonsuz güvendiğim, sığındığım…

O koca dağdan alırım gücümü, onsuz hiçbir şeyimdir…

Ancak kadınım olmak, kalbime girmek kolay değildir…

Kadınımdan çok şeyler beklerim, bildikler zaten…

Ama vardır beninim çok ince, kıl gibi kurallarım, şartım şurtum. Her kadının harcı değildir bunlar…  

Giren, bunu başaran bir daha çıkmaz oradan…

Bu beden iflas etmiştir, varla yok arası, araf da…

Ama maneviyatımla, irademle dimdik dururum hayatta…

Zayıf tarafım, kalbimde olana sonsuz ama sonuz güvenmemdir…

Ve maalesef o tarafımdan yerim kimi zaman darbeyi, beklemem çünkü ummam…

Ve o darbe beni çok, çok ama çok yaralar, tükenirim, biterim, yok olurum adeta!

 

Vardı, hala var. Kalbimin kraliçesi…

Bu sıfat onundur, bugüne kadar söylememişimdir başka bir kadına…

Ben gerçekten böyleyim…

Çiçekler mesela…

Beyaz gül, Metin’imdir. Küçücük bebe ne anlar çiçekten – böcekten. Ama beyaz gülü asla hediye etmem başkasına. Her gidişimde koyarım mezarına. Pembe gül eşimindir çünkü rahmetli kırmızı ve kokulu gülü çok severdi…

26 sene kimseye, hiç kimseye, hele başka bir kadına hediye etmemişimdir…

Anlayan, anlar ne demek istediğimi, kadir kıymet bilir inşallah, tabii bunu anlarsa aslında şüphem yok anlar anlamasına ama yüreğinde his etmelidir, yüreğinde!

 

Kadın çiçektir, ince ve narin…

Ve kalpten gelen, çiçeğine çiçek hediye eder canı gönülden…

Soluk kalır gerçeği, kadın denen çiçeğin yanında, yürekten…

Yürekten olmalı, yürekten gelmeli kadın denen çiçeğe, çiçekten olan, benim ta içimden! 

 

Söylemişimdir…

Ben benzemem ne tanıdıklarına, ne bildiklerine nede duyduklarına…

Karşında ben varım, ben!

 

Benim gibi erkekler bakmaz üçe – beşe…

Parayı, pulu görmez göz…

Söz konusu aşk veya intikam olursa…

Bazen gerektiğinde, gerçekten çok ama çok yaralandıysam, ta kalbimin içinden…

O zaman…

Çiçek hançer olunca, ahhh yaparım o aşkın timsalini, çiçeği hançer…

Yolarım çiçeği ve yine dolma kalemle yazılanı…

Ben seni değil, sen beni kaybettin…

Çoğu zaman yeter, hançer gibi saplanır bu sözler, eğer o da seni seviyorsa, sevdiğinin kalbine!

 

İsterim bilmesini, isterim yaşamasını benim çektiğim acıyı!

 

Ama hayat bu…

Kahpe feleğin ne yapacağı belli olmaz…

İntikam için, sevdiğinin kalbini bir yandan sevindirmek öte yandan kırmak için çıkarsın yola…

Her şey tamamdır ta dolma kalemle yazılana…

Kimi zaman gelir o güzel gözler aklına, bazen son anda sevgiliden gelen…

Sevdiceğin bir sözü, yumuşatır seven kalbi...

İçin umut dolar, el vermez yürek yazılanı yollamaya, yoktur dolma kalem yanında…

Karalamak istersin beyaz bir kâğıda duygularını…

Çünkü duyguların da saftır, temizdir yoktur kahpelik, art niyet ardında…

Yoktur, yazarsın bulduğuna…

Beklersin umutla, hayalle…

Ve gelir kahır eden, yıkılırsın çünkü gerçekten seversin…

O kalbin bin bir parça, hayaller yıkılır başına!

 

Yok sevdiceğim, yok aşkım, yok kalbimin kraliçesi…

Bir tanemmm…

Artık dönmem!

 

Sen döneceğimi bildiğini sansan da ben dönmem…

Eğer seviyorsan, eğer yaşanana saygı duyuyorsan…

Sen…

Anlıyor musun sen…

Beni bulacaksın, sen yapacaksın aslında artık imkânsız olanı…

Bu kalbi, kırdığın, derinden çok derinden yaraladığın…

Onu sen onarmaya çalışacaksın…

Ben artık dönmem!

   

Ben, bir tanem…

Aldatmam, kimseyi sırtından bıçaklamam…

Ben çıkarım çıkacağımın karşısına ve derim böyle böyle…

Senin karşına çıktığım…

Eşime yaptığım, izin istediğim gibi, onun seni bildiği gibi…

Niyet etmiştim, gidecek konuyu anneme de anlatacaktım çünkü o da benim için çok önemli…

Açık açık, biliyorsun konuyu, anlatacaktım ve o beni anlayacaktı…

O benim yalnız annem değil, arkadaşım…

Ve O, önce kızacaktı sonrasında kızgınlığı geçince benimle gelecek ve alacaktı sana sonsuzluğu…

Çok ince bir zevki vardır, duyarlıdır, bakalım beğenecek miydi benim beğendiğimi…

Özellikle bu konuda ona çok güvenirim…

Neler almıştır O, benim kalbimde olanlara neler, neler…

O da bana güvenir, bilir ince eleyip sık dokuduğumu…

Ve eğer bir şey yapıyor veya söylüyorsam bunun mutlaka düşünülüp taşınıldığını, bilir kararlılığımı…

Bile bile, anlıyor musun bile bile, seni bir nevi gelini kabul edecekti…

Yapmasında göreyim, yapacaktı!

Ben dediğimi yaptırırım, kabul ettiririm beni sevene…

Sevmeyeninde ağzına … bilirim ve istediğimi yine kabul ettiririm…

Ben böyleyim bir tanem, ben böyleyim…

Ve nasıl yapacağımı, nasıl olacağını şu an bilmesem de, bir fırsatını bulup sizi tanıştıracaktım…

Çünkü ciddiyim, çok ciddi, sana kadınım demişim bir kere…

Ve sen onun elini öpecektin…

Biliyorum ana – baba bir tanedir, vardır her şeyin ikincisi, üçüncüsü…

Ama anne – baba bir tane…

Ama O, inan sana da anne olurdu, çünkü kara Medişim böyle bir insan…

Bilir beni, tanımaz mı insan 50 senelik oğlunu? Bilir benim nasıl olduğumu!

 

Gerisi sana kalmış…

Düşün - taşın, oyun, oynaş değil bu…

Seni sevsem de, çok ama çok sevsem de, gururumu çiğneyip gelmem…

Ben artık geri dönmem…

Sen bulacaksın tekrar kalbimin yolunu…

Sen!

 

Son göz ağrımsın dedim sana…

Son kalacaksın çünkü…

Yoruldum, ihtiyarladım artık böyle şeylerle uğraşmak istemiyorum…

İnan usandım…

Aslında aradığımı asla bulamayacağımı biliyorum…

Ama sende bulduklarım doldurdu kalbimi…

Huzura, mutluluğa var ihtiyacım…

Kalan, artık Allah ne kadar ömür biçtiyse sen…

Yalnız sen olacaktın…

Tıkla bundan sonrasına ve oku, buydu aslında sana çiçeklerle yollayacağım. Açık kapı bıraktım, koymadım SON noktayı, yalnız uyarmak istedim çünkü seni yürekten sevdim, çok düşündüm yukarıda yazdığım o cümleyi kullanayım mı diye, kıyamadım, kalbim izin vermedi. Bundan sonrası sana kalmış, sen beni arayacaksın, sen atacaksın o adımı. Ve bak bunu >>> şart <<< koşuyorum ya telefonla yada eMail ile. Ara bul ne yaparsan yap, bana ne, çok kırıldım sana!

 

sevdiceğim

 

                                                                      *

Allah kimseyi sevdiğinin zulmüne terk etmesin

 

İnsanın insana işkence etmesi gibi bir şeyi tasvip etmek, hoş görmek mümkün değil…

Ama işkenceyi sevdiğinden görmesi...

Ve daha da kötüsü onunda seni sevdiği bildiğin halde, sana işkence etmesi dayanılacak gibi değildir…

Kalbide gördüm, Türkçeyi de…

Bunun ne demek olduğunu ikimizde gayet iyi biliyoruz değil mi, sevdiceğim?

Ve yine kendime soruyorum…

Neden, neden, neden bu işkence…

Ben sana bunu hak edecek ne yaptım?

 

Buna rağmen, her şeye rağmen, dediklerimi dikkate alman, dinlemen…

Kadınımdan beklediğimde zaten budur…

Kadınımmm, gel ben ne ettiysem artık, bilmiyorum ya, sen etme…

Biliyorsun senden ne istediğimi…

Gitmedim, insan sevdiğini bırakıp gider mi hiç?

Unuttun mu? Ben, yüzlerce ton ağırlığında kaya…

Öyle kolay kolay hareket ettirebilir misin bu kayayı?

Ver istediğimi, sende – bende, el ele, eller kilitlenmişçesine…

Birlikte yürüyelim bilinmeyene doğru…

Ne olacaksa bundan böyle, ikimize birden olsun!

 

Ama beklediğin yere gelmeyeceğim…

Sen bana geleceksin bu sefer, bir yolunu bulup sen bana ulaşacaksın…

Ve ben geldiğimde (…)!!

Biri yolladın, ikiyi de…

Ama ben senden başka bir şey bekliyorum ve sen onu bana vereceksin!!!

Bilmiyorum kaç yüz defa dinledim

                                                                    ***

20.10.2015

Ölmüşüne de, yaşayanında değer vereceksin

                                                                     ***

20.10.2015

 

Karıların arasında kaldım

 

Karı milletinden korkmayan, çekinmeyen bu dünyanın en aptal (…)

Boşuna dememiş atalar:

 

Kadın, erkeği rezilde eder vezirde

 

Ömrüm boyu bir elimde karılar, diğer elimde silah yerine tercihen kalem…

Karılar ağasına döndüm arkadaş!

 

Düşmez kalkmaz bir Allah…

Bundan yıllar önce dara düştüm, çok dara…

Allah razı olsun ister anam, ister eşim olsun, ben söylemeden çıkardılar boyunlarındaki, ellerindeki, kollarındakilerini koydular önüme. Çok şükür geride kaldı zor günler.  Gün borç ödeme günü…

Eyvallah…

Anlamadığım, bir verdiler…

Ulan senelerden beri al, al, al bir türlü borcumu ödeyemedim…

J

Helali hoş olsun, gerçekten severim ailemin kadınlarına ziynet almak!

 

Bugün, çok ama çok güldüm sevdiceğin yaptığını görünce…

Aslında gülecek halde değilim, bugün ilk göz ağrımın ölüm yıldönümü…

Allah’ımmm…

İsyan değildir benim ki, sana, senin takdirine başkaldırmam, kaldıramam…

Aldın genç yaşta ilk göz ağrımı elimden, gık çıkarmadım…

Nasıl çıkarabilirdim ki?

Anlamadığım…

Neden son göz ağrımı bana çok gördün?

 

Doktor, doktor cıvanım…

Sen benim ruhuma, kalbime derman olacağına…

Soktun beni çıkmaza…

Verdin acı, verdin özlem ve de hasret!

 

Ya nedir benim bu kadın denen varlıklardan çektiğim…

Bir lokma huzur, bir lokma mutluluk çok mu Önder kuluna?

Ben tüm bunları hak ettiğimi düşünmüyorum.

Bu yaştan sonra…

Ah ne güzel olur karşılıklı cana…

Can olsa canan bana…

Çok mu Rabbim? Çok mu?

 

Ancak demişimdir, ben benim, benzemem başkasına…

Vardir benim kıl kadar ince kurallarım…

Ve ben dahil, benim koyduğum kurallara uyarım!!! 

 

Erkek, kalbindeki kadın etrafında miyav, miyav…

Var mı bu dünyada sevdiğine kur yapmaktan güzelli…

Tatlı dili şeytan olmadım ki olabilirdim isteseydim…

Kurmadım süslü cümleler, sevdim seni kadın dedim…

Ve sevgi kelimesini mananın tam anlamıyla kullandım…

Ancak…

Arslan da bir kedi, hele bu arsalanın bir de boğa tarafı var…

Allahtan başkasından korkmaz…

Aile büyüklerinden başkasının önünde boyun eğmez!

                                                                     ***

https://www.youtube.com/watch?v=UlCkEmra7mQ

https://www.youtube.com/watch?v=qstMPkP7fSw

                                                                     ***

21.10.2015

 

İnsan üzerin

 

Benim kitabımda…

Yazmaz birinin olmadığı yerde diğerinin olması…

Ve öyle inanıyorum ki erkek neredeyse kadını da orada olmalı!

 

Atadan kalma görgüdür, artık zamana pek uymasa da…

Erkeğin sözü dinlenmeli…

Gerektiğinde oturulup konuşulur, orta yol bulunur, o başka…

Tıpkı bir zamanlar dediğim gibi…

İnsani ilişkilerde, insani dürtülerde…

Esas olan sevgi, saygı ve güven ise…

Kadın – erkek ilişkililerinde özellikle…

Aşk ile başlar her şey…

Bir kıvılcımdır, küçücük ilkinde…  

Bu sevgi getirir ardından fedakârlığı…

Fedakârlık, kendinden vazgeçmeyi…

Sevdası uğruna kendinden vazgeçen…

Gösterir özverinin en güzel örneklerini!

 

Sevda…

Boş bir kelimeden ibaret değilse…

İçi doldurulmalıdır…

Ve bu asla tek taraflı olmamalıdır…

Olmazda zaten, bu yüzden kadın – erkeğin, erkek – kadının peşinden gider…

Ve öyle sevdalar vardır ki bu dünyada, kendinden vazgeçmek, özveride bulunmak ikisinin ölümüyle sonuçlanır!

 

Bu hayalden ibaret değildir…

Sayısız örnekleri vardır…

Ama tabiat kanununa karşıdır, çünkü tabiat üremeyi, yaşamayı öngörür…

Ve her şey dönüp dolaşır…

Sevgi, saygı ve güvende kilitlenir!

 

Cuma sabaha kadar bu böyle kalmalı…

Cuma…

Açılmalıdır kapalı olan, gönderilmelidir davetiye istek ile…

Veee…

Tabii bizzat istenilenler!!!

                                                                       *

Gülüm…

Aç kapalı olanı…

Ve gönder hasrete bekleneni…

Anla…

Bir anlık öfkeye kurban edileni…

Çok önemli anlatılması, konuşmamız gerekenler var…

O gerçekten anlamsız çıkısından sonra görmek istemedim sonsuzluğu…

Israr ettiler göstermek istediler, bakamadım, kalbim el vermedi…

Bugün…

Hemen aç ve gönder bekleneni!

                                                                     ***

27.10.2015

 

Yastık fısıltı, ten teması 

 

Bu konuda çok yazmış çizmişimdir…

Benim gibi neler neler, kimler bu konuyu işlemiş ama anlatamamıştır…

Çünkü insan anlamak istediğini anlama “özrüne” sahiptir!

 

Geleneksel anlamda din, çağdaş anlamda “ayakta kalan” ve toplumsal yaşamı düzenleyen

demokrasi dedikleri kurgu üç temel üzerine kurulmuştur…

Yasam, yürütme ve yargı…

Bu iki öge, din ve demokrasi insanların toplumsal yaşamını, birbirleriyle ilişkilerini düzenlemeye çalışır ve bunu iyi – kötü başarmaktadır da. İkili ilişkilerde ise durum farklıdır.

Benim mesela hayat felsefem, yaşam anlayışım üç temel kaide üzerinde durur. Sevgi, saygı ve güven. Çok olmadı daha geçenlerde…

Çok sevdiğim bir insandan öyle bir darbe yedim ki, yıkıldım, çünkü güvenmiş, sevmiş ve saymıştım. Çok az insanın bildiği özelimi emanet edecek kadar. Hayatımı üzerine inşa ettiğim bu üç ilke aslında yerle bir olması gerekirdi. Ama olmadı, olmasına müsaade etmedim. Çünkü bu üç ilkeyi inkâr etmem, yıkmam, yıkılmasına müsaade etmem, kendimi, aslımı inkâr etmekle eş anlamda olacaktı. İnsan özünü, kendini inkâr ederek yaşayabilir mi? Sevgi dediğin, tutku dediğin bugünden yarına unutulabilir mi?

 

Ancak söz konusu insan olduğunda akla gelebilecek her şeye de hazırlıklı olmak gerekir…

Hiç unutmam hocalarımdan biri, çok saydığım, sevdiğim yaşını başını almış bir insan bana demişti ki:

Önder, hazırlıklı olmak, her şeye hazırlıklı olmak, hayatın sana vuracağı darbeleri daha hafif atlatmana vesile olacaktır!!! Son derece haklı ve yerinde bir tespiti.            

 

İnsan dediğin menfaatperesttir…

Menfaat doğrultusunda beklenti, insanın iç dinamiğini harekete geçiren dürtü…

Allah’ın insanoğluna, kızına bahşettiği belki de en güze duygulardan biri olan ten teması ve ardından gelen yastık fısıltısını örnek alacak olursak ne demek istediğim anlaşılacaktır.

 

Öz çok önemlidir, çekirdek, tohum dediğin çok ama çok önemlidir…

Dışı, kabuğu, kalıbı, ambalajı farklı olabilir, içine bakmalıdır insan. Öz ve söz birbirinden farklı ise bu eninde sonunda meydana çıkacaktır. Affetmek büyüklüğün şanındandır ve şüphesiz Allah en büyüktür. Dürüstlük ise bir erdem. Bile bile aldatmak, karşındakini, hangi sebep veya gerekçeyle olursa olsun kandırmak, insani ilişkilerde aslında affedilmesi mümkün olmayan, telafisi neredeyse imkânsız olan. Buna rağmen yanlışı anlamak, yanlıştan dönmek ve gerektiğinde özür dilemesini bilmek, insanın kendini aşabildiğini göstermektedir. Gerisi aldatılanın, kandırılanın insaniyetine, büyüklüğüne kalmış.

 

Zaman amansız olan…

Zaman gerçekleri yüzeye çıkaran…

AKP’nin, Recep Tayyip Erdoğan denen kişiliksiz, şerefsiz despotun yalanlarını…

Bir bir, tek tek meydana çıkaran zaman!

 

Kabataş yalanı…

Cami yalanı…

Paralel yalanı…

Ekonomik yalanları ve daha niceleri, zaman amansız olan!

 

Sevindirici olan…

İnsanların menfaatleri de olsa gerçekleri görmesi, tatil yerine sandığı tercih etmesidir!

                                                                     ***

Gül

 

Gülü seven dikenine katlanırmış derler…

Ben, ben olmazdım beni rahatsız eden dikeni, dikenleri kırmasam…

Buna mecburum, özümü inkâr edemem!

 

Bu dünyada fetih edilmeyen kale…

Açılmayan kapı…

Yıkılmayan duvar yoktur…

Her kilidin vardır bir anahtarı…

Ve ben tüm zorlukları yüreğimle ve aklımla aşarım…

Dayanmaz olsa da acılar…

Katlanırım, hayat bana katlanmayı, dayanmayı zorla da olsa öğretmiştir…

Severim gülü, onsuzluğa dayanamam…

Ve kalp dayanamaz bir bakar ve gördükleri…

Daha önceden var olmayanı gördü bu gözler…

Evladı, yeğeni…

Demişimdir hep;  evlat bir yana, dünya bir yana…

Yeğen…

Canımı istesin benden, onundur, kardeşin yavrusu, yoktur farkı evlattan, insanın canına can katan!

 

Sormuşumdur kendime…

Ayna karşısında yüzüme tükürmüşümdür…

Sen…

Nasıl olurda bu kadar yanılabilirsin?

Ama kalbimin bir köşesinde hep biliyordum, ufacıkta olsa bir ışık hep vardı…  

Asla sönmedi!

 

Kalpte olan…

Can çıkmadıktan sonra taht kurduğu yerden çıkar mı?

Çıksa eğer buna aşk denir mi? Sevda denir mi? Sevgi midir çıkarsa eğer?

Ve ben Önder Özler Gürbüz…

Gülü severim, onsuz olmak istemem artık…

Onsuzluğa katlanmaya çalışırım ama…

İstediklerimi almadan, beni rahatsız eden dikenleri kırmadan edemem...

Ben, beni…

Aslımı, kimliğimi, inançlarımı inkâr edemem, yok sayamam!

 

Gülüm damarlarımda akan kan…

Alyuvarlar, ak yuvalar beni sarıp sarmalayan, bana nefes almamı sağlayan, beni koruyan…

Yaşamam için bana gereken gücü – kuvveti veren…

Ben gülsüz olamam.

  

                                                                     *** 

28.10.2015

 

Siyah ve beyaz! Peki, gri nerede?

 

Kimi insan vardır hayata ya siyah ya da beyaz bakar…

Ömrüm orta yolu bulmakla geçmiştir…

Hep griyi aramışımdır…

Gel gör ki hayat değdin beni hep ya bir uca ya da diğer uca çekmeye çalışmıştır…

Hâlbuki ben hep terazide, dengede kalmaya çalışmışımdır!

 

Dünyada ne kadar manyak varsa…

Şu koca dünyada ne kadar abuk subuk iş varsa hep gelip beni bulmuştur!

 

Okul hayatım…

İş hayatım…

Özelim…

Siyasi yaşantım…

Ulan arkadaş gebermeyi bile beceremedim…

Yüzde doksan dokuz ölmüş bir insan tekrar hayata gözlerini açar mı?

Ben açtım!

Ben böyle bir sapığım!

Herkes gider Mersine, Önder gider hep tersine!

 

Annem hep anlatır, ben komada yatarken rahmetlinin annesi başımda demiş ki:

“Eğer ölmez yaşarsa bu çocuğun ya çekecek cefası ya da sürecek sefası var” diye…

Cefayı, çok şükür bol bol çektim, çekiyorum…

İyi de bu hayatın sefa tarafı nerede kaldı?

Nerede benim ilk veya son göz ağrım?

Evet, çok şükür…

Halime şükür etmeliyim, ediyorum da zaten, günde yüzlerce defa…

Yatalak olabilirdim, tekerlekli sandalyeye mahkûm kalabilirdim…

Ayaktayım, ne hayat nede insan bana diz çöktürebildi…

Allah bir şekilde hep yanımda ve ben bir şekilde yine sevdiklerim için varım…

Ayaktayım, hala ayaktayım ama gücüm tükenmek üzere!

 

İlk göz ağrım…

Ve gerçekten son göz ağrım…

Ortası yoktur artık benim için…

Bir tek sevda konusunda istisna yaparım ama istinsahlar kaideyi bozmaz…

Sonbahar misali yürekten sevdiklerim kaybettim, yapraklar sarardı ve döküldü…

Ve kaderin cilvesine bakin ki hep sonbaharda kaybettim sevdiklerimi…

Ağaç kaldı çıplak, dalar kurudu…

Kaldı tek başına, ilkbaharı bekler yeniden doğmak, yeniden yeşillenmek için…

Benim ilkbahar umudum da kalmadı…

Verilen hayat öpücüğü, ölümün nefesine döndü!

 

Dün geceyi aklınıza gelebilecek en kötü şekilde geçirdim…

Bugün bu satırları zor yazıyorum ama içimi dökmeliyim…

Beden ağrısı bir taraftan, kalp diğer taraftan, beynimi boşaltmasam yakında deliririm…

O kadar şiddetli ağrılar ki artık tahammül sınırlarını aştı…

Kendime çoğu zaman sormuşumdur:

Var mı acaba benden manyağı bu dünyada?

Ulan oğlum bir sor, bir sor…

Bu kadın sana ne verdi?

Bir bak, oku…

Yok, güvendim mi, sevdim mi…

Kayıtsız şartsız inanırım, sorgulamama!

 

Doktor sana ne verdi?

 

Türkiye’de gece yine ağrılarla uyanmıştım, açtım televizyonu…

Zap, zap buldum bir program, polisiye bir filim…

Konu uyuşturucu falan, güzeldi…

Bir kelime geçti filimde, Oxycodon, kafamda şimşekler çaktı…

Okumuştum ama dikkat etmemişim işte, benim morfin bildiğim…

Filimde “fakirlerin eroini” diye geçiyordu, baktım, okudum bu sefer…

Dünya sağlık örgütü, ağrı kesicileri sınıflandırmış…

Üç derece var, Oxycodon üçüncü dereceden çok ağır ağrıları olanlara veriliyormuş…

20mg…

Yok, o bile fayda etmiyor çoğu zaman…

Hele yağmurlu havalarda hiç, sıfırrrrr…

Gabapentin 300mg, günde üç defa…

Yardım ediyor, sara ilacı ama bende yaratığı yan tesirleri anlatamam…

Tam bir felaket…

Gücüm kalmadı, ilk ve son göz ağrım…

Özledim…

Allaha yalvarır oldum al emanetini…

Gücüm kalmadı, tükendim…

Hayat öpücüğü, ölümün nefesine döndü!      

 

https://de.wikipedia.org/wiki/Oxycodon

https://tr.wikipedia.org/wiki/Oxycodone

 

                                                                       * 

Çaresi yok!!!

 

O adım atılacak…

Çaresi yok, benim dediğim olacak.

                                                                     ***

29.10.2015

 

Senin gibi

 

Bu yaşa gelene kadar senin gibi neler geldi geçti elimden…

Ama sana kadınımmm dedim, sana kalbimin kraliçesi dedim, sana sevdiceğim dedim…

Sana…

Son göz ağrımsın dedim!

 

Eğer sana farklı bir niyet ile yaklaşmış olsaydım…

İnan…

Buna inan “ruhun bile duymazdı”, her şey çok faklı gelişirdi…

Dediğim gibi senin gibi neler geldi geçti elimden…

Ama seni…

Çok yalın, çok sade ve yürekten gelen bir ifadeyle, sevdim…

Anlıyor musun? Sadece sevdim, yürekten!

 

Sana yazdığım son sözlerim canının açıtı…

Biliyorum, bilerek yazdım…

Bekledin veee…

Tepkin ona göre oldu…

Sen bilirsin!!!

 

Ben sana, sana tutamayacağım sözü veremem dedim…

Bu sözler kalbimin ta içinden geldi…

O çiçekler…

Yürekten, sana sadece o kadarcık çiçekler değil…

Dünyanın tüm çiçeklerini ayağının altına sermek isterdim…

Ve yine dünyanın tüm çiçekleri…

Kadınımın güzelliğinin yanında soluk kalırdı!

 

Buna rağmen…

Dedim değil mi sana…

Kadın olarak tipim değilsin…

Ama senin kalbini, senin düşüncelerini, hayat anlayışını sevdim…

Kalbimin ta içinden…

Çünkü dış güzellik gelip geçicidir, asıl olan içinde taşıdıklarındır…

Ben kadına kıza doymuşum…

Aradığım, insan…

Önemli olan insan, insan evladı olman!

 

Çok canımı yaktın kadın…

Bunu bil…

Çok canım yanıyor, ben sevdim mi…

Ölesiye…

Ve ölümden de öte…

Evet, belki haklısın, her şey çok hızlı gelişti…

Ama zaman en değeli olan ve hayatta her şeyi israf edebilirsin…

Her şey bir şekilde, ama iyi ama kötü gelir yine yerine…

Ama zamanı geri getiremezsin…

Boşa harcanan, israf edilen zaman…

Kaybettin gitti, gelmez bir daha geriye!

 

Sevdim seni yürekten…

En saf, en temiz haliyle, ben…

Belki inanmayacaksın ama sözümün eriyimdir…

Yalanı sevmem, gerekçelerini de sana anlatmıştım, hatırla…

Biliyor musun, bu dünyada gerçekten hala erkekler vardır…

Sözü sözdür, teminattır, güvencedir…

Benim için söz ağızdan çıkan her hangi bir ses değildir…

İçi doldurulması gereken, düşünülerek ardında durabileceğin kelimeler dizinidir…

Ve ben boş konuşmasını sevmem!

 

Doğrudur bu beden iflas etmiştir…

Zor ayakta duruyorum, ilaçlarla…

Ama maneviyatım, iradem…

Bedensel özrümü kapatacak kadar güçlü…

Kalbim temiz, ister inan ister inanma…

İzin vermedim zehirlenmesine, belki bu yüzden Allah hep yanımda…

Ve ben, tüm benliğimle inanırım ona ve tüm kitaplarına…

Benim için, benim kitabım da yoktur ayrı gayrı, o mezhep bu mezhep…

Esas olan yürektir, Allah’tır ona imamdır ve ben inanırım   

Kadere, kısmete, nasibe ve alınyazısına!

 

Bugün 29.10 değil mi?

En sevdiğim, en değer verdiğim sözlerden biridir…

Kendisi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede…

İnsan önce kendisi güçlü olmalıdır, özü sözü bir, birlik ve dirlik olmalıdır ki…

Etrafına faydalı olsun.

 

Biliyorsun ben bilişimciyimdir…

Tanımam yasak veya engel…

İstediğim zaman istediğim yere girip çıkarım yeter ki elektronik ortam olsun…

Ama ilkelerim vardır, inandıklarım…

Hayat felsefemi biliyorsun…

Sevgi, saygı ve güven…

Sen bilirsin sevdiceğim, sen bilirsin…

Sen bana bir adım at, ben sana on adım atayım…

Ama yok çaresi sen o adımı atacaksın…

Çok canımı yaktın kadın…

Bunu bil…

Çok canım yanıyor, kadınımmm, çok!

                                                                     ***

30.10.2015

 

Prensipler ve ilkeler üzerine

 

Prensip, Türkçemizde kural, norm ve standart anlamında kullanılır…

İlke ise yukarıda belirtiğim kelimler ve anlamlarını içerdiği gibi ayriyeten kaide anlamını taşır!

 

Az biraz melek, bolca şeytan…

İnsan!

Hiç hoşlanmam aptal yerine konmaktan veya aldatılmaya çalışılmaktan…

Kim hoşlanır, kim kabul eder ki böyle bir durumu?

Ömrüm…

Hacker denilen çok özel insanlarla mücadele etmekle geçti, bu insanlaralar o kadar özel, o kadar akıllı ve bilgili ki tanısanız ağzınız açık kalır. Kimisiyle baş başa, kimisiyle o tek başına, biz ekip olarak mücadele etmek durumunda kaldık.

Demek istediğim göründüğüm kadar aptal değilim. Her şeye rağmen, az buçuk akıl kaldı bende de! Saf taraflarım var yalansız, mesela kara Medişim bunu bilir ve son derece zekice kullanarak beni ikide birde kandırır. Annemdir, yalnız bana değil ayni şekilde rahmetli babama da çok oyunlar oynamıştır. Mesela, rahmetli o zamanlar kahve sahibi, sen üşenme kalk gece yarısı adamın ellerini ojele, gün boyu müşteriler dalga geçmişler babamla.

Veya bilmem hiç kullanmak durumunda kaldınız mı, hani kremler vardır omuza, sırta sürülen, yakar deli gibi. Babamın beli ağrıyormuş, o kremden sürdürmek istemiş. Annemle öncesinde kavga mı ne etmişler yani araları limoni. Annem beline kremi sürmüş, dur demiş daha bitmedi, sık sen koca tüpü eline, sürmüş rahmetlinin poposuna, yanak aralarına!!!

Babam daha ne oluyor demeye kalmadan…

Can havliyle, avazı çıktığı kadar bağırarak fırla yataktan…

Annem tabii hemen arazi, evi barkı terk etmiş sokaklara…

Bir saat kadar sonra dikkatlice eve geri dönmüş babam yok ortalıkta, ses seda yok…

Birde oturma odasına bakmış, koymuş rahmetli koca leğeni odanın ortasına soyunmuş çırılçıplak…

Su dolu leğene oturmuş…

Manzarayı bir gözünüzünüz önüne getirin…

J

Tam sopalık, vallahi billahi tam sopalık…

Buna benzer daha neler neler, belki bir gün yazarım, katılırsınız gülmekten, özellikle babama yaptıklarıyla. Bana en son oynadığı oyunda az kalsın kalp krizi geçirecektim. Nisan bir şakası, o gün bugündür yapmaz oldu. Çok korktu. Kötü ama son derece zekice bir şakaydı. Hınzır kadın ya, vallahi billahi hınzır.

Benimde var başımda öyle bir tane, o da tam sopalik, hak ediyor yani…

Dur bakalım her şeyin vardır bir zamanı J

 

Severim akıllı insanı, akıllı kadını…

Severim zekice hınzırlığı…

Severim işveyi, cilveyi, nazı – niyazı ama yerinde, mahremde…

Severim saflığı, sadeliği, temizliği!

 

Sütten ağzı yanan çocuk yoğurdu üfleyerek yermiş…

Severim Azrail’le dans etmeyi. Ben, her Allah’ın günü cehennemin alevleri içeresinde cayır cayır yanarken artık ateşten mi korkarım? Severim ateş ile oynamayı!

 

Sevmem kapılı kapıları, engelleri…

Hiç sevmem! Her şey olmalıdır şeffaf…

Yürek ve dil ayni dili konuşmalı, hareket ve tavırlar ise özü – sözü tamamlamalıdır…    

Ateş parçası elimde…

Hınzır ve zeki ama…

Âmâsı var işte, insan kendini çok akıllı sanmamalı vardır daima bir daha akıllısı!

 

Kadın olmak kolay değil bu dünyada…

Gerçekten kolay değil ama erkek olmakta kolay değil…

En azından benim anlayışımla…

Her erkeğin vardır kuralları, kaideleri…

Hayatını bu temeler üzerine kurar…

Ve erkek dahil onu sevenler, bağlı olanlar koyulan bu kurallara uymalıdır…

Genelde insan dediğin ama özelde ve ille de erkek olmalıdır prensip sahibi…

Olmalıdır ilkeleri, inandıkları, yaşamalıdır, yaşatmalıdır buna göre…

Koruyucu ve kollayıcı olmalıdır, sevdiklerinin göremediğini, düşünemediğini…

Görmelidir, düşünmelidir, sahip çıkmalıdır yaşayanına da, ölmüşüne de…

Uymalıdır onu sevenler ona, yoktur başka çaresi!

 

Ve son bir hatırlatma…

Gizli saklı olmaz, olmamalıdır hayatta en azından ailem dediklerin arasında!

                                                                       *

1 Kasım

Eller birbirine kenetlenmiş, bir daha birbirinden ayrılmamacasına…
Allah artık ne kadar ömür verdiyse, yürekler bir, tek vücut, bir bayrak altında…
1 Kasım hepimiz için yeni bir başlangıç olması umuduyla…
Sevgi, saygı ve güven ile yarınlara!

Allah, cümlemizin yardımcısı olsun…
Gördüm ana ile oğlun fotoğrafını, ne mutlu bir tablo, Allah tüm oğulları – kızları analarına bağışlasın…
Ayırmasın seven kalpleri, ayırmasın et ile tırnağı, ayırmasın – ayrıştırmasın bu vatan…
Ve bu milleti, ezanıyla – çanıyla, kimse bakmasın sen ondansın ben bundan…
Sen şusun ben buyum diye, kalsın geride kötü günler, kardeşliktir esas olan…
Birlikten dirlik, dirlikten güven ve huzur doğar. Anam – anan, babam – baban…
Hep kardeştik, birdik, birlik aklı, imanı ve bilimi hakim kılan!

Yetti gayri yalanlar, dolanlar, hırsızlıklar ve de hurafeler…
Gelsin artık o günler, hasretle - özlemle beklenenler…
Olmaz – olmaz deme, neler gördü bu gözler neler…
Yeter ki sen iste, kalbini ve de aklını dinle, hayaller…
Gerçek olur yeter ki sen iste!

Not: Demin yemek için bir şeyler almaya gittim…
Sırada beklerken, bu mevsimde uğurböceği kondu yanı başıma…
Hayırdır inşallah!

                                                                     *** 

02.11.2015

 

Köle ruhu

 

Bir insan köle ruhlu olmaya görsün, kendini feda edercesine kullandırır…

Bunun sevgiyle, ilgiyle alakası yoktur, kişi köle ruhludur ve efendisine kayıtsız şartsız bağlıdır…

Bizim insanımızın, başka bir değişle toplumumuzun bir kısmada öyle…

Köle ruhlu…

Nasıl olmasın ki?

Doğruyu gösteren, söyleyen olsa bile düşünme özürlü, bilgisiz ve bilinçsiz insanlar…

Kişilik yok kişilik, benlik yok. Kul doğmuş, kul ölecek!

 

Muhalefet yok…

Muhalefettin gücü yok, delegelerin kendisi köle…

Sözde liderler onun bunun maşası…

Kendi ihtiraslarının kölesi!

 

Köle ruhlu bir toplumuz vesselam, köle ruhlu!

                                                                     ***

03.11.2015

 

Suriye, Türkiye ve dünya

 

Kafam pek yerinde değil, gelişmeleri yakından takip ediyorum ama yazmaya halim yok.

Kafa darmadağın, özel meseleler…

Sağlığımda iyileşeceğine her gün daha kötüye gidiyor. Doktorlar nedenini biliyor ama yapabilecekleri bir şey yok. Ha beyin, ha omurga…

Çaresiz böyle yaşamayı öğreneceğim. Schmerz terapi dedikleri veya psikoloji…

Hadi oradan, gidin başımdan. 26 senede kendim oldum neredeyse doktor. Neymiş efendim yatacakmışım hastaneye ilcalarımı >>> deneyerek <<< düzene sokacaklarmışmış(!)

Benimde böyle oyunlara vaktim var!

Kendim, kendimi zaten yapmışım kobay…

Evire çevire üzerimde deniyorum. Tabii okuyarak, bilinçli bir şekilde!

 

Dikkatinizi çeketimi bilmem geçenlerde Iran dahil dünyanın ileri gelen devletleri Avusturya’da toplantı yaptı. Suriye ve Esad görüşüldü…

Hani samimi gerçekten Suriye halkı için bir şeyler yapmaya çalışsalar yüreğime su serpilecek ama öyle değil işte. Herkes kendi menfaatleri peşinde. Ölen kadın, çocuk kimin umurunda?

Keza Türkiye…

Savaştan kaçan, sefaletten kaçan insanlar Tayyip’e yaradı…

Allahsız vampir, kan emici pezevenk. Şans yine yüzüne güldü!

 

Bu oyunda…

Özellikle PKK ve göçmen Suriyeliler, Afganlılar…

Ve Alman parmağı(!)

Almanları yabana atmamalı (…) çünkü yine dikkatinizi çekti mi bilmem…

Seçimlerden bir gün öncesi herif bir açıklama yaptı. O kadar emin konuştu ki sanki seçim sonuçları daha o gün belliydi. Tamam dedim, bu iş bitti!

Bu ne demek oluyor? Kamuoyu anketleri mi?

Sanmam…

Oyunun içinde oyun var…

Birileri kuklaların iplerini çekiyor ve istedikleri gibi oynatıyor…

Sömürü düzenine bildik şekilde devam…

Bedelini Suriyeliler, Türkler ödesin…

Bakalım ne zamana kadar?

                                                                     ***

05.11.2015

 

Muhtar, muhtar civanım, sensin benim kurtaranım!

 

Bakıyorum öyle, okuyorum, izliyorum…

Herkes şaşkın, muhalefet başkanlık koltuğunda oturan kodoşlar, yüzsüz ve arsız…

Pişkin, pişkin oturuyorlar yerlerinde!

 

AKP nasıl yine seçim kazanı?

 

Kardeşim, arkadaşım bundan kolay ne var?

Buda bir tür sınav değil mi? Çalışmadığın, bilmediğin yerden sordu hoca(!)

Devletin tüm imkânları, örtülü ödenekler senin elinde değil mi?

Topla muhtarları…

Adamlar seçmeni bizzat tanıyor, mahallerinde, köylerinde, semtlerinde…

Ver tatlıyı, tuzluyu…

Adamlar temele çalışıyor, temele…

Taban çalışması, senin gibi yüksek perdeden ötmüyorlar…

Vatanmış, milletmiş, istikbalmiş kimin umurunda, sen önce insanını tanı…

Seçim öncesi…

Boşuna mi yapıldı bunca muhtarlar toplantısı?

                                                                       *

Duvar

 

Kaç çeşit duvar var değil mi?

Bahçe duvarı…

Evin duvarları…

İstinat duvarı…

Dış duvarlar, iç duvarlar, sınır duvarları…

Var Allah var…

İnsanların kendi beyinlerinin içinde ördükleri duvarlarda var mesela!

 

Duvarlar koruyucu olabilecekleri gibi ayırmak içinde kullanılır…

Duvar dediğini…

Zaman, yağmur, rüzgâr kısaca genelde dış etkenler yıpratır…

İnsanı ise genelde yine insan!

 

Ah şu duvarların bir dili olsa, kim bilir neler anlatırlardı neler…

Ya beynimizin içine ördüğümüz duvarlar?

Onlarında dili olsa anlattır mıydı acaba? Kim bilir ne öyküler saklanır bu duvarların ardında…

Beynimizin içine dış telkinlerle örülmeye çalışılan duvarlar, değil midir bizi, düşüncelerimizi sınırlandırmak için, özgürlüğümüzü kısıtlamak için örülenler, örülmeye çalışanlar?

Yıkılsın şu dünyadaki kimi duvarlar, insan mahremiyetini koruyanlar değil…

Gereksiz olanlar!

 

İki nokta arasında en kısa mesafe düz olanıdır derler…

Peki, insan neden zikzak çizer?

 

Şu insan dediğin nedir Allah aşkına? Bir tarif eder misin?

Edemiyorsun değil mi? Edebilsen bile yanı başındakinin tarifi ile senin ki uyuşmaz…

Vardır evrensel ilkeler, vardır cihanşümul tarifler…

Yine de her birimiz eşsiz ve tarifsiz!

 

Zor insan olmakta zor, insanla olmakta zor…

Tanıdığını sandığın, onlarca yıl birlikte olduğun, bir bakmışsın…

Seni can evinden vuran, gel de güven(!)

 

Daha iki gün önce öyle bir darbe ki…

Dünya başıma yıkıldı, atsam atamam, satsam satamam…

Ayrılsam, ayrılamam. Onlarca yıldır beraber yaşadığımın duvarlarını görememişim.   

 

İnsandır insana engel koyan, çelme takan…

Daha dün bir hanım arkadaş, engele engele bitmiyor diye serzenişte bulunmuştu…

Ne diyeyim hanım arkadaşım, Allah insanı kötüyle karşılaştırmasın!

 

Art niyettir, menfaattir dürtü…

Dürüstü…

Ara ki bulansın, insanı, insandan olanı…

İnsanı tanıdıkça, insan itmiştir, hapis etmiştir kendi küçük dünyama beni.

 

Ömrümün 26 senesini geçirdim…

Aradım, bulamadım, bulduğumu sandım, belki de ben insanlıktan çıktım…

Belki de…

İnsan denileni, insandan olanı…

Öyle yüksek duvarlarla ördüm ki kafama da…

Su sızmaz, hava geçmez, insanı, kendimi kendi ellerimle öldürdüm…

Ben bu dünyanın insani değilim, saflık mı – aptallık mı bilemedim!

                                                                     ***

06.11.2015

   

Perennializm

 

Felsefenin geneli hep ilgimi çekmiştir. Oldum olası yüzeysellik itmiştir beni…

Hangi konu olursa olsun…

Daima perde arkasını görmeye, derinlemesine inmeye, konuyu anlamaya çalışmışımdır…

Duyduğum bir müzik parçası olsun, okuduğum bir kitap, karşıma çıkan bir insan…

Bir kadın, din…

Özellikle insanların inandıkları, inançları. Dış görünüş, ambalajı, uygulaması…

İlgi alanımın dışında, anlatabilmek için anlamak gerek…

Anlamak anlamaya çalışmak benim Aşil (Akhilleus) topuğum, güvenmek – inanmak!

 

Perennial felsefe, insanlığa özgü kimi ilkelerin, hakikatlerin kültüre, topluma, insana bakmaksızın ortak olduğuna dair felsefi bir bakış açısıdır. Ve bu bakış açısını doğrulayan nice bilimsel olarak araştırılmış bulgular vardır. Mesela Nuh tufanı…

Kıtalar arası, arkeolojik bulgular. Belgelenmiş, kanıtlanmış. İsimler değişebilir, mekân değişebilir ama gerçekler…

Hele evrensel doğruluk kabul gören ilkeler insanlığa özgü ve insanlığın ortak kabuldür!

 

Evrensel insan hakları, herkesin yaşamaya, okumaya, öğrenmeye hakkı vardır mesela. Var olduğu sanılan dört Hak kitabından günümüze gelen üçü. Özellikle Kur’an-ı Kerimi ve İncili felsefi açıdan incelemişimdir. Dediğim gibi uygulamalar umurumda değildir çünkü yok başımı örtmüşüm, affedersiniz kıçımı açmışımın bir önemi yoktur. Özellikle din denilen olguya geçmişten bugüne çokça hurafeler, batıl inançlar tüm bunlar dine karışmıştır. Üç hak dininde de bu tür uygulama ve inançlara rastlayabilirsiniz. Hele bir konu var ki beni çileden çıkarıyor…

Mezhepler…

Bence, İslamiyet’te Peygamber Efendimizden sonra, dört ana akım diye tabir edebileceğimiz mezhepler bölünmeye vesiledir…

Keza Hristiyanlıkta üç ana kol!

 

Allah bir var mı bunun ötesi?

 

Sünni mezhepler mesela, ben ve ailem Hanefi mezhebine bağlıymışız!?

Bana soran oldu mu? Veya ben kendi irademle Müslümanlığı seçebildim mi?

Midye…

En sevdiğim deniz ürünlerinden biri. Hanefi mezhebine göre yemek caiz değil!

Derin konular, çok derin mevzular…

Birileri çıkacak bir şeyler atacak ortaya, bende uysal koyun gibi, düşünmeden, sormadan, sorgulamadan ardından gideceğim öyle mi?

Mantığımın kabul etmediği, bana doyurucu ve ikna edici deliler sunulmadıktan sonra (…)  

Alevilikte Sünni mezhepler arasında ama Alevilik ülkemizde “oldum olası” bir konu…

Sorun!?

 

Allah’ın kelamlarında, Allah’ın Peygamberleri vasıtasıyla insanoğluna “söyledikleri, ilettikleri” esas olan!

                                                                       *

Öf, öf, öf. Sıçtı sıvadı, öf, öf, öf

 

Dün akşam doktordaydım…

Hanım rahatsızdı, onu götürdüm, hadi bende seninle geleyim dedim…

Hay demez olaydım…

Bundan bir süre önce kan vermiştim, sonuçları için gitmedim…

Zorla köpek ava gider mi?

Benimki o hesap, yaşamak zor geliyor, istemiyorum ama dinleyen yok…

Doktor hanımı bıraktı…

Resmen benden hesap sordu, sıçtı sıvadı, öf, öf, öf…

Ağrı ilaçlarını hep alıyorum ve reçete olarak ondan alıyorum ama…

Diğerleri…

Kalp. Bana ne ya? Zor geliyor hayat, bana ne?

Her an şeker komasına düşebilirmişim…

Acil ilaçlar verdi, dün aksam aldım, bu sabah unuttum J

Öyle şeker çocuk değilim aslında, tatlıyla – tuzluyla pek işim yok…

Yani gerçekten çok yemiyorum ama kahve…

Cola…

Bakalım ne olacak?

                                                                     *

Lazımdı böyle bir köpek

 

Allah daha beter etsin diyeceğim ama…

Henüz çok erken, bu köpek öyle bir canınızı yakmalı ki…

O kadar çok acı, o kadar çok çile çekmelisiniz ki…

Bende gönül rahatlığı ile Allah daha da beter etsin diyeyim!

 

Yok manyaklaşmadım…

Tam aksine, ne zamandan beri söylediğimi aslında daha yalın bir dile ile ifade ettim o kadar…

Bildiğin insan, sokaktaki adamın ufku…

Yaşadıklarıyla, gördüğünü sandığı, doğru olup olmadığına bakmaksızın doğru bildikleriyle sınırlı…

Ne gerisi vardır ne berisi…

Bu yüzden yaşamalıdır, kan kusmalıdır ki…

Anlasın birliğin, cumhuriyetin, laikliğin, hak ve hukukun değerini!

 

İnsanız, her şey biz insanlar için…

Hayatta kazanmakta var kaybetmekte…

Kimi zaman ayrılmak, sevdiğini, kendine ait olduğunu sandığını yitirmek iyidir…

Özellikle beşeri ilişkilerde, sevgililere fırsat tanır bu ayrılık, duyguları…

Düşünceleri derleyip toplamaya, diğerinin kendi hayatındaki önemini idrak etmeye…

İyidir, üzse de, can yaksa da…

Sevgi, aşk dediğin insan omzunda yük değildir…

Ama insana bir ağırlık başlılık kazandırır, güven verir…

Kısacası güzeldir, yaşanasıdır…

Sonu iyi olacaksa başında üzülmek iyidir, hayırlısıdır…

Önemli olan Allah son gürlüğü versin. Ne verirse hayırlısını versin!

 

Zaman…

Kimi zaman uzadıkça ayrılık koyar ortaya soğukluk…

Kısa bir ayrılık döneminden sonra ah ne güzeldir yine birleşmek…

İnanırım…

Canı gönülden inanırım kadere, kısmete, alın yazısına…

Demem o ki…

Başından bilse insan değer, bilse kadir kıymet…

Boş yere çile çekmez, gözyaşı dökmez!

 

Her şey biz insanlar için…

Hayata kazanmakta var kaybetmekte…

Ayrılmakta var birleşmekte…

Fakirlikte, zenginlikte…

Gülmekte var, ağlamakta…

Her şey biz insanlar için!

                                                                     ***

 

                                                                     ***

 

                                                                     ***