| Hinweis | Home | Impressum | Download | Son Yorum |

| bir yanlış anlama ile her şey başlamıştı | 2007 | 2008 | 2009 | 2010 |

 

17.01.2009

İtiraf

Ergenekon Almanya şubesi…
Krokiyi alnıma yapıştırdım ortalıkta dolaşıyorum. Süs sandılar!
Bahçemde tank…
Bodrumumda atom bombası saklıyorum…
Bulamadılar, hay Allah şu işe bak!
Ergenekon savcısı RTE duyurulur.

Yürek göğüsün içinde bir tutsaktır,
Kaburgalardan oluşan bir kafes içersinde.
Akıl ise o kemik duvarların ardında kilitlenmiş,
Kafatası içresinde tutsaktır.
                                     Rafael Garcia Adeva

                                                   *

Sağduyu

Sağduyu aslında karşındaki insanin gözlerinin önündekini görebilme yeteneğidir. Ama sizde ne gezer, yetmiş milyona zekâ özürlü muamelesi yapmaya devam edin!

                                                ***

30.01.2009

Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş

Yaz mıyım diyorum, dayanamıyorum…

Davoz’da…

Kasımpaşalı edasıyla kafa tutarsın, burnunun ucunu göremeyen insanlar sana alkış tutar!? Laik Türkiye Cumhuriyetinin ipleri kimlerin elinde kısa zaman içersinde beli olacaktır.

İki olasılık:

1. Saadet partisi ve diğer dinci parti seçmenini etkilemek için Hammas’a arka çıkarsın… Gazzedeki insanlık ayıbına “parmak” basarsın!?  Ve “uygar” batı seni el altından destekleyip yerel seçimlerden güçlenerek çıkmana sıcak bakar…

2. “Uygar” batı seni gözden çıkararak bunun bedelini ödetir…  Batı unutmaz! Yazar deftere ve zamanı geldiğinde… Başlar defteri karıştırmaya…

                                                   *

Aşçı

Recep Tayyip Erdogan’a söz varda Deniz Baykal’a atıfta bulunmamak olmaz!
Sözüm size ey sahte laikler, sözüm ona Atatürkçüler…
Anlamıyorsunuz, anlamak istemiyorsunuz!
Anan soğan - baban sarımsak, sen nerden çıktın be ıspanak?
Şalvardan! …
Dön de aynaya bak!
Çıktığın yeri inkâr mı edeceksin?
Kentliyiz ideasında bulunsak ta (kendim ve ailemi de buna dâhil ediyorum) köklerimiz köye dayanır…
Saray kompleksli bir milletiz, alışşık el avuç amcaya!
Bir aşçı düşünün işinin erbabı, zanaatının doruğunda bir kişi. Açtı kiler kapısını baktı ne var ne yok diye (…)
Elindeki malzeme kalitesiz, bayat, tadı - tuzu kaçmış ise… Ne kadar işinin erbabı olsa da o yemek, yemek olmaz.

Senin insanın:

-          Çarşaflı…
-          Peçeli…
-          Bilinçli olarak cahil bırakılmış…
-          Din ile dünya işlerini >>> bir <<< tutmuş…
-          Hurafelere, sahte hacı – hocalara köle olmuş…
-         

Sen dünyanın bir numaralı aşçısı olsan ne yazar. Elindeki “malzemeyi” inkâr ederek daha iyi bir yemek mi çıkaracağını sanıyorsun?

Bu “yemeğin” tarifini Atatürk yazmış! Sen iki gramlık aklınla bu tarifi değiştirebileceğini mi sanıyorsun?

Gördük!

Sen, senin aklınla koca memleketi kimlerin eline peşkeş çektin.  
Sen, senin aklınla kardeşin – kardeşe düşman edilmesine yardım ettin.   
Dışladın (…)
Kendi kanını, kendi canını dışladın…
Atatürk birleştirdi, sen ayrıştırdın.

Sayın Baykal,

Geç kalınmış bir adım olsa da doğru yolda olduğunuza inanıyorum.

                                                ***

27.02.2007

Bu gece umutsuzluğumu meze yapıp içiyorum

Burası Agora meyhanesi değil…
Burası Türkiye!
İslamsız İslamcıların, ahlaksızlığın, rezilliğin ve benciliğin ayyuka çıktığı Türkiye!
Kendilerini olduklarının dışında gösterenlerin ülkesi Türkiye!
Olmayan, üretmeden kazanılan paraların harcandığı Türkiye!
Dolandırıcılığın, terlemeden kolay para peşinde koşanların ülkesi Türkiye!
Umudun tükendiği, umutsuzluğun kol gezdiği Türkiye!
Haramın - helal sayıldığı ülke Türkiye!
Dilencilerin ülkesi Türkiye!!!
Müslüman Türkiye!
Müslüman mı?
Bir yanlışlık olmasın?
Türbanlı fahişelerin, türban himayesinde kendilerini bilmem ne yaptırdıkları ülke Türkiye!
Kokuşmuşluğun, leş kokularının havayı kirlettiği Türkiye!
Dumansız hayatın özendirildiği ama oksijensizlikten insanların kırıldığı ülke Türkiye!
Akşamları tencerelerin kaynamadığı, insanların fatura korkusuyla titrediği ülke Türkiye!
Açıp da ağzını özgürce konuşamadığın Türkiye!
Müslüman Türkiye!
Müslüman mı?
Bir yanlışlık olmasın?

                                                ***

03.03.2009

Ne denmişti?

"Benim milletim adam gibi adam seçer..."
Adam yokluğunda adam!
"Maganda üslubu..."
Şüphesi olan var mı?

                                                ***

04.03.2009

Yalakalığın böylesi

Sonunda bu da oldu…
“Adam gibi adamı” padişah ilan ettiler!
İki kere ikinin, beş ettiği…
Suyun yüz bir derecede kaynadığı…
Oğulların analarını alıp gittiği…
Medeniyet namına Arap kültürünün yerleştirilmeye çalışıldığı…
Mehmetçik kellelerinin yan gelip yattığı Türkiye!!!

                                                ***

06.03.2009

Gönüllerin Sultanı

Yoksa padişah mı orasını bilmem…

Farkında mısınız, “adam gibi adam” kendinden geçiyor. Küplere biniyor. Neden acaba? Tüm yurttaşların onu, onun cumhurunu ve zihniyetini benimsemediği için mi acaba!?

Laik Türkiye Cumhuriyetinin başbakanı olduğunu, ona saygıda kusur edilmemesini gerektiğini üstüne basa, basa vurguluyor! O ve zihniyeti Türkiye Cumhuriyetinin makamlarını işgal edebilir, oraya insanlarımızın temiz dini duygularını sömüre, sömüre “seçilmiş” olabilirler...

Ama benim için bir makamı işgal etmek ve bir makamı doldurmak arasında çok büyük bir fark var! Hiç şüpheniz olmasın Türkiye Cumhuriyetinin tüm makamlarına (tüzel anlamda) sonsuz bir saygım var. Bu saygı ve sevgiyi, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Laik Türkiye Cumhuriyetini kurmak ve yüceltmek namına canını ve malını gözünü kırpmadan ortaya koyan ve koymuş olan tüm vatandaşlarıma bir borç bilirim.

Adeta İlahi bir komedya’yı andıran Türkiye’nin durumunu idrak ve sağlıklı bir tahlile tabi tutabilmemiz için şu olguyu göz önünde bulundurmamız gerekir:

Milletimizin yaklaşık yarısı ilkokul ve altı mevzunu! Sahte hacı ve hocaların, şeyhlerin kulu kölesi olmuş durumda.

O halde bugünün olaylarını nasıl algıladığımız, büyük oranda Türkiye’nin geçmişini nasıl gördüğümüze bağlıdır. Fakat Türkiye’nin bugününü ve gelecekteki yörüngesini tam anlayabilmek için geçmişini daha iyi kavramamız gerekmektedir. Mesele işte tam burada düğümleniyor!

Gönüllerin sultanı padişahımızın soyut yaklaşımları ile bu düğüm çözülür mü orasını Allah bilir.

                                                   *
“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz…”
                          Mustafa Kemal Atatürk
“Rabbime sordum Cleveland’ı gösterdi…”
                                     Ahsen Unakıtan

Aradaki fark

                                                ***

07.03.2009

EE

Erbakan’a af.
Ergenekon’a tutuklama.
Baston’la darbe iddiaları.

                                                ***

08.03.2009

Osmanlıcılık doktrini

Osmanlının son dönem imparatorluğu kurtarma arayışlarının bir ürünü olan Osmancılık doktrini son yıllarda yeniden hortlatılmak isteniliyor. Dünya konjektürü (Latince: Coniectura) o gün olduğu gibi bugünde Avrupalı hegemonya (emperyal) düşlerin etkisinde. Etnik milliyetçilik fikrinin kökenleri Avrupa’ya dayanır. Günümüz Türkiye’sinde özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımızı etkilemeye yönelik fikirlerin üretildiği ve kimlerin amaçlarına hizmet ettiği aslında çok açık olan bu girdaba karşı o gün olduğu gibi –ki o zamanlar bu doktrin imparatorluğun çökmesini engellememiştir-  bugünde ayni fikirler öne sürülerek geçmişin görkemi yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. İslami kavramlar, reformcu inisiyatifler ve batılı milliyetçilik bileşiminden oluşan bu sentez ile “milli” bir bağlılık duygusu yaratmayı amaçlayan bu ideolojinin kısmen başarılı olduğu gözlense de (PKK ve DTP’nin tepkileri), günümüzde uzun vadeli olarak işe yaramayacaktır. Ümmet fikrinin bir ifadesi olarak Osmancılık ve hele halifelik günümüz koşullarında başarısızlığa mahkûmdur.

Pan–Islamizmin insanlar, melekler ve şeytanlardan oluşan üçgenin sadrazamlığına soyunan Recep Tayyip Erdoğan kanımca perde arkasındaki padişah Fethullah Gülenin bir temsilcisinden başka bir şey değildir.

                                                ***

09.03.2009

Gönül hanemde size yer yok

Hiç bir zaman olmadı da zaten.

Atatürkçülüğü Katletme Partisi sütten çıkmış ak kaşık değil!

Ak olan (acaba hiç ak mıydılar?) lekeli!

Liseli gençler silahlanıyor, işsizlik almış yürümüş. RTE’nin deyimiyle yola devam ediyor ama koşturarak… Tutabilene aşk olsun. Rüşvet, adam kayırma, düzenbazlık Türkiye’nin hiç bir döneminde yaşanmadığı kadar ayyuka çıkmış durumda. Dinimizin temel taşlarından olan güzel ahlak, AKP “iktidarı” eğer iktidar denilebilirse tabii, yok olma noktasına doğru gidiyor.

Neden?

Bence nedenler arasında insanların pastadan pay kapma kaygısı ve ekonomik sıkıntı var. Neyse…

Din ekseninde siyaset üretmek amacı gütmeyen diğer partiler akıllarını başlarına almasa bu böyle devam eder.

                                                   *

Okudunuz mu?
„adam gibi adam“ padişah 1. Recep Tayyip Erdoğan oldu 2. Atatürk!?
Davos’da yedi cihana meydan okudu…
Vatan, millet, Sakarya diyerek IMF’ye kafa tutuyor…
Laikleri İzmir’den denize dökecek…
Laik Türkiye Cumhuriyeti kalıntılarından Türk İslam Cumhuriyetini kuracak…
Halifeliğini ilan etmesine az kaldı…
Rabbim bana sabır, akıl ve fikir ver!
Her halk hak ettiği yönetime tabidir

                                                ***

10.03.2009

Siyasi İslamcıların Atatürk düşmanlığı

43 yaşındayım, gençliğimden beri kendime sorduğum bir sorunun nihayet cevabını bulduğumu sanıyorum. Bu yaşa kadar kulaktan dolma ama beni hiç bir zaman tatmin etmeyen Atatürk = Din düşmanı rivayetine bunca sene sonra mantıklı bir açıklama bulduğumu zannediyorum.

Sizce Atatürk neden din düşmanı?

“Adam gibi adamlar” bu rivayetten neden nemalanabiliyorlar?

Cevabını yarına vereceğim.

                                                ***

11.03.2009

Kılıçdaroğlu ve İstanbul suyu
Değirmenin suyu nereden gelebilir?
Makam arabalarının sayısı azaltılarak…
Milletvekili maaşlarından kesilerek…
Yolsuzluklar azaltılarak…
Oğullar, kızlar, gelinler vs. frenlenerek…
RTE siz bu değirmenin suyunun nereden geleceğini sorgulayacağınıza önce kendi çevrenizdeki hortumculara bir el atsanız. Hani üstüne basa, basa Başbakan olduğunuzu vurguluyorsunuz ya…
Başbakan dediğiniz sizce ne gibi konular ile ilgilenir?
RTE laf üreteceğine iş üret

                                                   *

Dün ki konumuza değinmeden önce adam gibi adamın “monşersiz” ne yapacağını çok merak ettiğimi ve kendisini kınadığımı yazmadan edemeyeceğim. Büyükelçilerimize yönelik bu terbiyesiz liginde elbet bir gün hesabı sorulacaktır.

Lafı fazla uzatmadan öncelikle şu tespitte bulunmakta fayda görüyorum:

Kemalist düzeltme ve düzenlemeler manzumesi, 19 yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu reform hareketleri birikiminin bir sonucunu ve doruk noktasına eriştiği anı temsil eder.

O gün olduğu gibi bugünde Türkiye, AB(D)’nin kuşatma ve marjinalleştirme girişimleriyle karşı karşıyadır.

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Osmanlı imparatorluğunun çok etnik unsurlu, çok dinli ve İslami yönelimli değerlerin yerini alacak, milliyetçi değerler kümesi üzerine bina edilmiş yeni bir Türk ulus devleti inşa etmek istiyorlardı. Atatürk attığı ilk adımlardan biri ile geleneksel din adamları sınıfını hızla tasfiye etti. Ulemanın geleneksel kurumsal gücünün kaynağını oluşturan geniş vakıf arazilerine el koydu. Burada bir parantez açarak AKP’nin vakıf düzenlemelerini hatırlatmak isterim. İlaveten dil ve tarih düzenlemeleri ile bir anlamda, sonraki nesillerin Osmanlı geçmişine dair yazılı külliyatına rutin erişimin önünü bir kalemde tıkadı. Siyasi anlamda saltanatın kaldırılarak cumhuriyetin ilan edilmesi ve buna bağlı olarak seçilmiş Batılı yasaları alarak, İslam hukukunun bütün birikimi atıl hale getirildi. Buraya kadar anlattıklarım sanırım hepimizin az, çok bildiği konular ama bir mesele var ki o soruna bugüne kadar ki yaklaşımlarım yanlışmış!

Bir özür olarak kabul etmemenizi rica ederek:

İnsan ömrünün yarısından fazlasını yurtdışında geçirdi mi, birtakım olayları algılaması farklı oluyor.    

1789 Fransız devrimi Avrupalılar için bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Atatürk’ün önderliğinde 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in İlanı ile Türkiye yeni devlet sistemini Fransız Devrimi ile ortaya konan insan haklarına dayanan "Ulusal ve Laik Devlet"i gerçekleştirmiş oldu. Bu bakımdan tüm Müslümanlar için Türkiye Cumhuriyeti bir nevi Fransız devrimi teşkil etmektedir. Ama Türkiye öyle bir coğrafyada bu temsil görevini üstlenmiştir ki aradan 86 yıl geçmesine rağmen hala Müslüman dünyasında emsalini aramaktadır.

3.Mart.1924 bizzat bütün Sünni dünyanın en üst dini mercii olan Halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Türkiye, İslam dünyası ile ilişkilerine en önemli darbeyi vurmuş oldu. Bu son derece önemli olayı günümüzde İtalya’da Papalığın kaldırılması ile Katolik dünyasında yaratacağı boşluk ve kargaşa ile karsılaştırabiliriz. İşte bu bakış acısından yola çıkarak bir takım insanların Atatürk devrimlerini bizzat Islam’ın kendisine indirilmiş bir darbe olarak yorumladıklarını anlamak zor olmasa gerek. Halifeliğin kaldırılması ile Müslüman ümmeti ayni anda hem merkezi kurumundan, hem de İslami kimliğin, iktidarın ve meşrutiyetinin bir sembolü olmuş yüksek dini otoritesinden mahrum bırakılmıştı.      

Türkiye kültürel medeniyet çerçevesinde İslam kültürüne şüphesiz büyük önem verecek ama siyasal ve sosyal medeniyet anlayışı ile her daim batı değerleriyle özdeşleşecektir.  Bu açıdan bakıldığında AB üyeliği daima nihai hedef olacak, Türkiye’ye yol gösterecektir. Umudum siyasal İslam bir heves, bir dönem modası gibi üzerinize giyip – bıktıktan sonra dolaba kaldırdığınız bir giyisi misali tarihin tozlu raflarına kaldırılmasıdır.

Dolayısı ile siyasal İslam’ın sloganında ufak bir değişiklik yaparak:

 Durmak yok, Atatürk ilke ve inkılâplarıyla yola devam

                                                ***

12.03.2009

Vatandaşlara soğan, makarna – yandaşlara villa…
                                                           Oktay Vural
Adam gibi adama ne kızıyorsun? Onu adam yerine koyup oraya getirenlere babalan.
Ne Deniz, ne Recep, hele Tayyip aman kalsın. Baykal’da senin olsun Erdoğan’da.
Yokmuş Türkiye Cumhuriyetinde bu cennet vatanı yönetecek bir insan!

                                                   *

Bir soruya takıldım, araştırmalıyım.  Cevabını bulduğum zaman sizlere paylaşacağım.

                                                   *

Çok yönlü ve çok kapsamlı bir konuymuş; aklıma takılan soru Hilafet neden kaldırılmıştır!

3 Mart 1924 Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair yasa tasarısını Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ile elli üç arkadaşı önermiştir. Hilafetin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti toprakları dışını çıkarılmasına ilişkin bu yasa dinsel yönetimi tarihe gömmüştür. Fetva ve ferman dönemi kapanmıştır. Siyasi İslamcıların Atatürk düşmanlığı başlıklı yazımda hilafeti Roma’daki Papalık makamına benzetmiştim. Bazı kaynaklar bu benzetmeyi doğrulamasa da, kanımca halifeliğin kaldırılması olayını dönemin şartlarına göre değerlendirmemiz doğru olur. Hilafet İslami, siyasi ve hukuki yönetim makamı olsa da iktidarının kaynağını din ile açıklar. Bu bakımdan Papalık din işleri ile ilgili görünsene de, dünyevi açıklamaları ile dikkat çeker. Konuyu dağıtmamak için ister İslam dini, ister Hıristiyanlık olsun mezhep farklılıklarına ve bu farklılıklardan doğan hukuki ve sosyal sonuçlara değinmeyeceğim.

Sultan-Halife gibi, çifte görevi olan Osmanlı hükümdarının elinden egemenlik hakları, devlet yetkileri alınmıştı. Eski Osmanlı hükümdarına sadece, dini başkanlık yetkiler tanınmıştı. Hükümet, TBMM'nin seçtiği Halife Abdülmecid Efendi'den, sadece Müslümanların Halifesi unvanını kullanmasını, gösterişli hareketlerde bulunmamasını istemişti. Abdülmecid, halife seçildikten sonra kendisine verilen talimata aykırı olarak, "Halife-i Müslim’in" unvanından başka sıfat ve unvanlar taşıyarak, Cumhuriyet hükümetinin talimatı dışına çıkmıştır. Bu bakımdan yeni kurulan bir Cumhuriyet yönetiminde Devletin iki ayrı “başı” olamazdı. Egemenliğin kayıtsız şartsız halk yönetimine geçmesi bakımından kanımca zaruri bir girişimdi. Konu çok kapsamlı ilgili olanların araştırmasını tavsiye ederim. Aramayı biraz kolaylaştırmak için şu iki link ile başlamanızı öneriyorum:

http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=NutukGoruntu&IcerikNo=324
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Nutuk&IcerikNo=324

                                                   *

Bu zahmet niye?

Hadi bakalım Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt’ün eşi de sorgulanıyor. Kardeşim AKP seçmeni olmayan %53 tutuklayın gitsin.  

                                                ***

13.03.2009

İslamofobi

Yeter artık, kutsal inançlarımızı, dinimizi, Türk milliyetçiliğinin, vatanseverliğin antitezi haline getirdiniz!

                                                ***

14.03.2009

Üzgünüm

Muhalefet aymaz,
Kışladan ses yok,
Vatandaş sinmiş, korkmuş bekler vaziyette,
Humeyni tarzı devrimin adımlarını duyuyorum ve elimden yazmaktan başka bir şey gelmiyor.

                                                   *

İmam bu íşe çok bayılacak

İblisin kıblesi United States of Irtica,
Türkiye’nin aksine diğer devletlerde politikaların bir devamlılığı söz konusudur.

                                                   *

Felaket telalığı

Kardeşim kurmuş olduğunuz korku imparatorluğunun ardından birde yalan dolan imparatorluğumu kurmayı mı amaçlıyorsunuz?

- Avrupa Birliği hedefleri ne oldu?
- AB hükümetleri ekonomik krize karşı değişik önlemler açıklarken siz ne yapıyorsunuz?
- Siyasi, sosyal ve ekonomik gerçekleri kendi hayal âleminize göre değiştirerek bu hayalleri son derece başarılı bir biçimde pazarladığınız doğru, ancak “bizler” bu hayal âleminden uyandığımızda sizler ne yapacaksınız?
- Kaş, göz boyamak ile “büyük düşünülüyorsa”, kendi hatalarınızı başkasına yükleyerek sütten çıkmış AK Parti olunuyorsa söylenecek bir söz yok.
Recep Tayyip Erdoğan, ustaca sahnelenmiş  “dini bütün İslamcılık” ve iflah olmaz kavgacı tarzınızla bu oyunu daha ne kadar sürdürebileceğinizi zannediyorsunuz?
Gerçekler eninde sonunda tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. İnsanoğlunu aldatıyorsunuz, Rabbimizden çekinmiyorsunuz, peki tarihide aldatacağınızı mı sanıyorsunuz?

                                                ***

15.03.2009

Benim memurum işini bilir

Ben Turgut Özal’ı hiç bir zaman rahmetle anmadım, anmayacağımda!

Her insan gibi iyi ve kötü yanları olan, yanlışı ile doğrusu ile Türkiye Cumhuriyetine bir dönem damgasını vuran bir insan olarak görüyorum kendisini. Ancak… İki yanı vardı ki onlardan birincisine zaten önceki yazılarımdan birinde değinmiştim, bugün ise ikinci “mirasından” bahsetmek istiyorum.

Bahşiş (rüşvet demeyelim; yargı kararı ile bahşiş olduğu tescil edilmiştir) badem bıyıklıların icat’ı değil. Bu tespitte bulunmakta fayda var sanırım!

Osmanlıdan, Turgut Özal’a “Benim memurum işini bilir” mantığı ile bu günlere gelebildik ki bu milli sorumsuzluğun doruk noktasına henüz erişmedik.

Bence Türkiye bilhassa Turgut Özal’ın ekonomi politikasıyla Atatürk’ün otarşik (bir devletin, sanayi, tarım vs gibi ekonomik hayatında kendi kendine yeterli olmaya yönelmesi halidir.) çizgisini terk etmiştir. Git, gide dışa bağımlı bu siyasi eğilim Türk ekonomisi için elbet yeterli olmayacaktır. Ekonomide, tıpkı siyaset gibi hassas bir dengeler manzumesidir. Turgut Özal’ın liderlik vasıfları arasında takdir ettiğim yanları da var tabi. Su, bunların başında geliyor!   

Ama kendisi Türk ekonomisinin “kilidini açan” stratejik ihracata dayalı programa öncülük etmiş, ülkeyi yabancı yatırımcılara açmış bir nevi özeleştirmeleri başlatmıştır. Anlayacağınız bugün cepleri çakılı, badem bıyıklıların satıp – savma furyasının bir mazisi var.

                                                ***

16.03.2009

Bu nasıl mantık?

AKP’yi seçersen “hizmet” var, seçmezsen…

Bu acık seçik tehdit değil de nedir?

AKP aklı başında olan kimsenin oynamak zorunda olduğu bir kumar değil. Kaybedeceklerimiz, en başta demokratik hürriyetimiz olmak üzere, kazanacaklarımızın karşısında devede kulak gibi kalacak. AKP’nin siyasi sorumsuzluğunu için ne denirse densin, abartılmış olmaz.

                                                   *

Asılacak çok adam var!

İşe başlamak gerek…

ABD’ye Başkan olan Obama, kendi gibi yiğit olan Tayip Erdoğan’ı ziyarete geliyor, sende adam ol sana da gelsinler.”
                                                                                                                                  Bülent Arınç
Bir dönem için istiklal mahkemeleri benzeri mahkemeler kurulup meydanlara darağacını dikeceksin, başka çare kalmadı! Millet artık ağzını bırakıp başka tarafları ile gülmeye başladı…

                                                ***

17.03.2009

Çok merak ediyorum

Profesör, Doktor gibi akademik unvanlarınız var… Hanımlar, beyler bunca sene hangi kalemi yaladınız da size bu imkânları sağlayan insanlara ihanet ediyor, nasıl bu yoz ve nesnesiz söylemlere kanıyorsunuz?

Madden ve manen, ama iyi ama kötü bu Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanarak bu unvanlara sahip olmuşsunuz. Adam olmuşsunuz, adam gibi adam olmuşsunuz ve bu toprakların kardeşliğine, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının ilke ve inkılâplarına, ideolojiye meydan okuyor; Bakkal ve devlet yönetmek arasında bağ kurabilen bir zihniyettin peşinden gidiyorsunuz.

Bilirim insanoğlu çiğ sütle beslenmiştir ama bu çiğ kalır anlamında yorumlanmamalıdır!

Beyin yıkamak, kafa ütülemek bu olsa gerek!

Hayal kırıklığımı ifade etmek için kelimeler kifayetsiz kalıyor.

                                                   *

Haftanın bilmecesi

Yamyamistan diyarında yaşayan kabileyi ve kabile bakkalını kimin yönetiyor?

                                                   *

İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
                                    Hayyam

                                                   *

AKP ilkeleri

1.    Paranın dini, imanı olmaz.

2.    Kocana göre bağla başını, harcına göre pişir aşını.

3.    Devlet aile içi verilmesi gereken terbiyeyi verecek.

4.    Hazır ol cenge ister isen sulhu sela, her daim kavga ve bölücülük yarat ki yönetebilesin.

5.    Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş iken sen sadaka ekonomisi uygula.

6.    Lafla peynir gemisini yürütmek*.

*Rivayete göre bir zamanlar İstanbul'da, Edirneli Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı var imiş. Madrabaz ve cimri birisi olup Trakya'dan getirttiği peynirleri İstanbul'da satar, artanını da deniz yoluyla İzmir'e gönderirmiş. İzmir'de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir ama navlunu peşin vermek istemeyerek, kaptanları yalanlarıyla oyalar durur, "Hele peynirler sağ salim varsın, istediğin parayı fazla fazla veririm," diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan tüccar gemi kaptanlarından birisi, yine İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken diklenmiş:

-Efendi tayfalarıma para ödeyeceğim. Geminin kalkması için masarifim var. Navlunu peşin ödemezsen Sarayburnu'nu bile dönmem.
Aksi Yusuf her zamanki gibi,
-Hele peynirler salimen varsın... demeye başlar başlamaz gemici.
-Efendi, lafla peynir gemisi yürümez. Buna kömür lazım, yağ lazım.
Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu bir tek cümleyi sayıklayıp durmuş.
-Lafla peynir gemisi yürümez ha!

                                                ***

18.03.2009

Beceriksizlik algısı

1995’de Refah Partisi başarısını büyük ölçüde Özal’ın liberal reformlarının açtığı ekonomik ve sosyal boşlukların doldurulmasına yardım eden aktif sosyal refah programları olmuştur. Aynı AKP idaresinin bir önceki hükümetin sosyal ve ekonomik ıslahatlarından bugüne kadar yararlandığı gibi. Unutulmamalıdır ki 57. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin almış olduğu ekonomik önlemler ancak 57. Hükümetten sonra etkilerini göstermiş, bu programın tedbirleri sürelerini doldurduktan sonra gelenler bu önlemler paketini devam ettirememiştir. Günümüzde bu beceriksizliklerini küresel ekonomik krize bağlamaya çalışmaları kendilerinin aciz’i yetini ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakıldığında siyasi İslam mahalli idarelerde kısmen başarılar göstermiş ancak AKP idaresinin sorumsuzlukları sonucu yolsuzluğa batmış bir görünüm sergilemektedir. Halkımız, kötünün iyisi diye mahalli seçimlerde yine AKP’ye destek verecek olursa Türkiye’yi daha zor günler beklemektedir.

                                                   *

18 Mart 1915’den 18 Mart 2009’a

18 Mart Çanakkale deniz zaferi ve şehitleri anma gününde bizler unutmadık:

Kürt, Türk, Ermeni, Arap, … Hıristiyan, Müslüman atalarımız laik Türkiye Cumhuriyetine doğru koşar adım ilerliyorlardı. Onlar bu Cumhuriyeti elbirliği ile kurdu, bizler yaşattık ve bizim çocuklarımızda laik Türkiye Cumhuriyetini yaşatmaya devam edecekler!

Anadolu o zamanda direndi, bugün de direnecek. Biz, biziz! Türk ulusuyuz, biz farklıyız. Ne Avrupalıyız nede doğulu. Bizler Medeniyet uğuruna bugünden yarına çağ atlarken yüzyıllardır itina ve şefkatle koruduğumuz gelenek ve göreneklerimize özden bağlıyız.  

Duyuyor musun beni Recep Tayyip Erdoğan ve onun yalakaları bu Cumhuriyeti yıkamayacaksınız.

                                                ***

19.03.2009

Hayatın içinden

Almanya

Yıl 2003’den 2009’a, kardeşimin çok şükür iyi işleyen bir manav dükkânı var. Zaman, zaman beni yardıma çağırdıkları olur. İşlerimin elverdiği kadar kendisine yardımcı olmaya çalışırım. Çocukluğumdan beri severek yaptığım bir şeyi burada da yapıyorum. İnsanları izlemek…

İzlenimlerimi yansıtma niyetinde değilim. Daha çok beni hakikatten üzen bir gerçeği dile getirmek istiyorum. Akşam olup sebze, meyveler toplanırken gün boyunca –çalınan –, kimse görmeden ağza atılan, yere düşüp –çiğnenen, mıncıklanan maldan arda kalanlar toplanırken ertesi gün satılmayacak olanlarda ayıklanır.

Taze sebze, meyve almaya gücü yetmeyenler etrafımızda toplanmaya başlar. Utanarak, sıkılarak…

Görmemeye, yüzleşmemeye gayret gösteririz ama görmemek ne mümkün, içimiz sızlayarak seyretmekten başka…   

Türkiye

Eşimin dükkânında yaklaşık 10 seneden beri yanımızda çalışan bir elemanımız var. Artık ailenden saydığımız, gizlimiz saklımız olmayan bir insan. Annesi ölüm döşeğinde, ölecek diye ikinci kez Türkiye’ye uçtu. Geçen hafta sonu döndü. Annesi hayatta…

Gelir gelmez hal hatır sorduktan – annesini anlattıktan sonra:

Önder, benim bacanağın arabasını çaldılar. Çocuk daha yeni 20.000 liraya almıştı dedi.”

Hepimiz üzüldük tabii.

Dün; bacanağın arabasını buldular müjdesini verdikten sonra anlat ağabey dedim:

Arabası haciz yoluyla elinden alınan kişide arabanın yedek anahtarı varmış. Benim bacanak plaka değişikliği yapmamış. Adam bilgisayardan benim bacanağın adresini çıkarıp arabayı çalmış   

Kendi kendime “Bu ne iş, buralarda plaka üzerinden adres sorgulaması polis, savcılık gibi resmi kişilerin dışında kimse yapamaz” dedim.  

İrfan ağabey sözlerine devam etti:

Bu olayın üzerine giden tanıdık bir savcı arkadaşımız olmasa arabayı bir haftada zor bulurduk” dedi.

                                                ***

20.03.2009

Evrim sonunda devrim

AKP evirilip gelişmiş, öğrenmiş ve değişmiş – görünerek – bir dizi İslami hareketin içinden büyüyüp ortaya çıkmıştır (Darwin’in evrim teorisini hatırlatırım). İlginçtir siyasi İslam bu evrim esnasında Türkiye’yi iki taraflı kuşatma altına almıştır. Birbirinden bağımsız iki hareket gibi gözükseler de birbirini tamamlayan iki unsurdurlar. Bu iki dinamik İslami hareket siyaset alanında AKP’yi, sosyo – ekonomik alanda cemaatçi Fethullah Gülen’i meydana çıkarmıştır. Bu arada Fethullah Gülen hareketinin ekonomik boyutlarını küçümsememek gerek. Apolitik bir görünüm sergileyen bu cemaatçi olgu, Türk İslam’ının yeni yüzü giderek her yerde Müslümanların daha fazla ilgisini çekmektedir. Bu cemaatçilik AKP’nin siyasal hedefleriyle pekiştiğinde bir bütün olarak laik Türkiye Cumhuriyeti yapısına saldırmaktadır.          

Müslüman dünyası standartları acısından bakıldığında AKP açık bir şekilde ılımlı İslamcı kategorisine girmektedir. Gerçekten de AKP sosyal ve dini duygular ekseninde bir siyaset izlemektedir. Kendisini “muhafazakâr” bir parti olarak göstermek istese de aslında Türkiye Cumhuriyetinin Müslüman kimliğine ve Osmanlı mirasına sahip çıkmaktadır. Bu ise birçok Türk mümininin arzuladığı bir durumdur. Burada AKP’nin birçok önde geleninin Refah / Fazilet çizgisinden gelmelerinin de önemli bir payı vardır. Bu anlamda bir evrimle birlikte, ayni zamanda bir devamlılık da söz konusudur. Bu evrim aşamasında kanımca AKP, dini değerlerin siyasi yaşamla bütünleştirilmesinin laik bir düzen içersindeki etki ve tepkilerini de keşfetmeye çalışmaktadır.

Eğer bu varsayımlar doğru ise:

“Özel ile kamusalın, kişisel, sivil ve siyaset olanın sınırlarının yeniden tanımlanması gerekir”
                                                                                                                                 J. White

                                                ***

22.03.2009

Türk usulü

Robin Hood, İngiliz halk hikâyelerinde “soyguncu” bir halk kahramanıdır.  Zenginden alıp fakire veren bir şöhrete sahip olup, yoksulların hakları için kanun güçlerine (Nottingham Şerifi’ne) karşı ayaklanan bir kişi olarak tanınır.

İngilizlerin halk kahramanı olurda “bizimkiler” geri durur mu?

Durduk, durduk Köroğlu misali - Nasrettin hoca fıkralarını aratmayan bir Davos fatihi, kahraman bir padişah yarattık.

“Bizim” Muslimhood, Robin Hood’un aksine Çankaya Şerifi ile son derece uyumlu bir şekilde halktan alıp kendi zenginlerine dağıtırken, bu aldıklarının kırıntıları ile halkın gözünü boyuyor.       

Vücut kimyası bozulan Muslimhood'un taşıma suyla değirmenin dönmediğini anlamış olmasını temenni ediyorum.

Her şey yalan bir tek sen gerçeksin; Muslimhood namı diğer Recep Tayyip Erdoğan!

                                                ***

23.03.2009

Ankara’nın taşına bakma,
Gözlerimin yaşına bak,
Kaldır da başını bir sabah vakti Anıtkabir’den,
Memleketin haline bak.

                              Fethi Giray

                                                ***

24.03.2009

Manevi düzen

Madem manevi bir düzene doğru gidiyoruz; bilim ve akıl çizgisini terk ederek – Atatürk ilke ve inkılâplarına – sırtımızı dönme eğilimindeyiz o halde unuttuğumuz birtakım değer kaynaklarını tekrar keşfetme zamanı geldiği kanısındayım.  

Konuya değinmeden önce sekülerizm veya laisizm demokrasi ve özgürlüğün bir ön şartıyken, olmasa olmazlardan basın ve ifade özgürlüğü hükümet tarafından (dikkatinizi çekerim devlet demiyor, hükümet ifadesini kullanıyorum) yoğun bir şekilde baskı altında alınmaya çalışılmaktadır. Muhalefetin görevleri arasında olan eleştirme hakkı yargıya taşınarak susturulmak istenmektedir.    

Şeffaflık, yüksek sosyal katılım ve sorumluluk duygusu yalnız yüksek İslami değerler değildir, aynı zamanda Kemalizm’in doğasında yatan ilkeler de bu değerleri içermektedir.  

Esasen toplumsal çatışma ekseni üzerine kurulu bir siyaset anlayışıyla yüksek İslami değerler, ulusal milliyetçilik ve hizmet anlayışı nasıl bağdaşır anlamış değilim. Kendi iç dinamiklerimizle uğraşmaktan bölgesel ve evrensel gelişmeler ile aramızdaki mesafe gittikçe açılmakta, Türkiye kendini dünyadan soyutlamaktadır. 

AKP gibi cumhuriyet ilkeleri ile sorunları olan, demokrasiyi özümsememiş, yüksek İslami değerleri kadının giyim - kuşamına indirgeyen bir anlayışa insanlarımızın itibar göstermesi, Kemalizm namına utanç vericidir.

Soruyorum:

1.    Göbeğini kaşıyan hacı fışfışlar - yüksek İslami değerler namına insanlarımızı dolandıranlar ile kravatlı eşkıyalar arasında ne fark var?

2.    Salt “Atatürkçülük” namına, Atatürk ilkelerinden olan halkçılık ilkesine “ihanet” ederek bu günlere gelmedik mi?

Şüphesiz bu sorunun yanıtını herkes kendine göre verecektir. Önümüzdeki yerel seçimler bireyi dönüştürmek suretiyle toplumu dönüştürmeyi arzu edenlerin yüzüne indirilmesi gereken bir şamar değil de nedir?

Gerekli koşulların oluşturulması, zemin hazırlama çalışmaları son sürat devam etmektedir. Bunu görmek, idrak etmek gerekir. Tekrar ediyorum uluslararası ilişkilerde devletlerin menfaatleri esastır. Babasının hayrına kimse parmağını oynatmaz. AB(D)’nin diretmeleri, Kıbrıs, siyasal İslam’ın Cumhurbaşkanının Irak gezisinde resmi ağzından “Kürdistan….” kelimelerinin dökülmesi gibi.  

Beni tanıyanlar bilir, ben Türk, Kürt, Ermeni… Müslüman, Hıristiyan ayrımı yapmam. Benim için esas olan ulusal varlığımız, ulusal menfaatlerimizdir. Arap dünyasına karşı siyasi soğukluk politikası yerine, komşuları, kendisi ve dünya ile barışık bir Türkiye’yi tercih ederim.   

Hiç bu kadar dibe vurmamıştık!!!

Türkiye olarak!
İnsan olarak!
Ulus olarak!

Evvel Allah yedi cihanı yendik şimdi içimizdeki düşmana, entrikalara mı yenik düşeceğiz?

Uysal koyun olmak yerine düşünen, üreten, sorgulayan ve doğruları arayan insan olmak daha uygun değil midir?

Recep Tayyip Erdoğan ve yalakaları kusuruma bakmasın pollyannacılık oynayamam!

Her dönemin kendine ait, o dönem ve o dönemin kendi koşulları için anlamlı şartları vardır. RTE, geçmişin hatalarından yararlanmak suretiyle, bu hataları kendisine malzeme yapması, insanları aldatması af edilecek gibi bir durum değildir. Kurmaya başladıkları yalan, dolan ve korku imparatorluğu şeffaf demokrasi anlayışından uzak, yüce İslam dininin özgün özellikleri ile bağdaşmayarak ters düşmektedir. Adam gibi adam olmaktansa; güneydoğu Anadolu’dan Trakya’ya kadar milletimin adamı, “hizmet” adamı olmaktansa milletimin kölesi olmayı yeğlerim.

                                                ***

25.03.2009

AKP’ye oy vermemek için hiç bir neden yok!

Açılışlar           

yukarıda Allah var, sürüsüne bereket. Ancak vatandaşa yararı yok.

Anayasa

Beceremediler

Avrupa Birliği

Kapısında bekle dur > kapı kulu desem ters düşmez değil mi? <

Ekonomi

Batırdılar

Gayri Safi Millî Hasıla

Sokaktaki vatandaşa sor

Kıbrıs  

Satılar 

Tren

Büyükbaş hayvan misali bak dur

Türban

Fır dolay dolandılar ama…

Yol

Kepenek’e sor

Yolsuzluk

Bugüne kadar görülmediği kadar

 

 

 

Yaptıklarınız, yapacaklarınızın teminatıdır!

                                                   *

Aloooooo

Alo RTE,

Hani hamdolsun kriz teğet geçmişti, hani kriz yoktu - işsizlik yoktu.
Bu kaçıncı üst üste açıkladığın kriz paketi.
Doğru ya, açıklamak için seçime beş kalayı bekledin…

                                                ***

26.03.2009                                                                                                   

Türk Silahı Kuvvetleri

T



ürk Silahlı Kuvvetlerinin, hala Kemalin askerleri ve onun ilke ve inkılâplarının koruyucusu olduğuna dair
güvenimi korumaya çalışıyorum. Şanlı ordumuzun bölücü unsurlara yönelik mücadelesi kan ve can pahasına sürmekteyken, operasyonlar aralıksız düzenlenmektedir.

Hadim olmayarak Türk Silahlı Kuvvetlerine bir soru yöneltmek istiyorum:

Ankara’ya ne zaman operasyon düzenlenecek?

·         Bölücülük orda!
·         Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu
          Laik Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya yönelik çalışmalar orada!

                                                   *

Ey millet

Bu hükümeti seçenlere sesleniyorum, lütfen aklınızı başınıza toplayın. Büyük düşün diyen hükümetin haline bak:

THY uçağı düşüyor, açıklamalara, kargaşaya bak!
Türkiye Cumhuriyetinin yasal bir partisinin başkanı helikopterle düşüyor ve aradan 21 saatten fazla bir süre geçmesine rağmen bulunamıyor!

Bak, iyi bak. Seçtiğin "adam gibi adamlar" a çok iyi bak…     

                                                ***

27.03.2009                                                                                                   

Kadro

Hazırlıksızlık!
Koordinasyonsuzluk!
Başıboşluk!
Vasıfsız insanlar!
Bu kadar mı hırs bürüdü?
Ama iyi ama kötü bir Demokrasimiz vardı, mevcut demokrasinin kırıntılarını AKP bitirdi.
AKP hükümeti bir aldatmacadan ibarettir!!!

                                                ***

28.03.2009

Bu işte senin, benim ve onun bile parmağı vardır

Anadolu burjuvasının ılımlı bir Müslüman yaratma faaliyetleri tüm hızıyla sürmekte. Eskiden beri başı dik olan Türk, boynunu bükmüş İslam’ı siper alanları izlemekte. Ecdadımız kılıcının ve bileğinin hakkı ile koca bir imparatorluk kurmuştu. Bugün halkımız İmparatorluk hayalleri satanların peşine bir koyun sürüsü edasıyla takılmış, meçhule doğru akmakta…

Ama…

Bugün kılıcının ve bileğinin hakkı ile fazla yol alamazsın. Bunu unutma! Devran değişti…

Gün beyin ve bilgi gücünün günüdür. Her koyun sürüsüne bir çoban lazım, insanlarımızın bir kısmı çobanını bulmuş görünüyor!

Diğerleri için işte Ergenekon iddianamesinin tam metni:


ERGENEKON İDDİANAMESİ 1-400 SAYFALAR
ERGENEKON İDDİANAMESİ 401-800 SAYFALAR
ERGENEKON İDDİANAMESİ 801-1200 SAYFALAR
ERGENEKON İDDİANAMESİ 1201-1600 SAYFALAR
ERGENEKON İDDİANAMESİ 1601-2000 SAYFALAR
ERGENEKON İDDİANAMESİ 2001-2400 SAYFALAR
ERGENEKON İDDİANAMESİ 2401-2455 SAYFALAR

2. ERGENEKON İDDİANAMESİNİN TAM METNİ İÇİN BURAYA TIKLAYIN!

Okuyun, anlayın ve ağlayın!
Ama ağlamakla bu günleri atlatamayız bunu da bilin!

                                                ***

30.03.2009

Bir yorum ve bir sürü soru

2009 yerel seçimlerin ardından her kez ahkâm kesecektir.  Geri durmayayım dedim…

1.   Benim insanım okumayı sevmiyor olabilir. Benim insanım aldatılmaya müsait olabilir ama benim insanım enayi değildir! Ancak benim insanım bencildir ve bu yüzden kaybetmeye mahkûmdur. Al Baykal’ı vur Sezer’e. Bu insanların Türk siyasetinden ellerini çekmeleri lazım. Kendisiyle birlikte milletini uçurumun kenarına getirenler, bencil davranıp bütünü görmeyenler lider olamaz.

2.   Türkiye Cumhuriyetinin güneydoğusunda neden CHP, MHP ve DSP gibi partilerin ağırlığı yok?  Bu partiler insanlarımızı neden kucaklayamıyorlar? İnsanları alternatifsiz bırakmaya ne hakkınız var? Güneydoğuda AKP ve DTP arasında geçen seçim, dini siyasete alet eden AKP aleyhine sonuçlandı. Bu zorlama DTP saflarını sıklaştırdı ki, bu gelişme Türkiye geneli için hoş karşılanacak bir durum değildir. 

3.   Türkiye genel görünüm itibarıyla üçe bölünmüş bir izlenim vermektedir.  

      a) Kafatasçılar
b) Laikler
c) İslamcılar

Bu görünümün sorumluları yargılanmalı! İnsanlarımızı, bu toprakların kardeşliğini bölmeye kimsenin hakkı yok.

                                                   *

Boşuna umutlanmayın

RTE “Mesajı aldık…” açıklamasında bulunmuş. Adımın önder olduğu kadar eminim bu sözlerle kast ettiği, başta Saadet Partisine olmak üzere kaybetmiş olduğu seçmenleri geri kazanmanın yollarını arayacak. Varsayımım doğru ise bundan sonra o Parti yandaşlarına yönelik söylem ve eylemleri artacaktır!

                                                ***

31.03.2009

Bunların çoğu yüce divanlık

Seçimlerde yedikleri Osmanlı fiskesinden (tokat demeyelim çünkü benim bildiğim Osmanlı tokadı adamı gö… üstüne oturtur) sonra bildik açıklamalara, göz boyamalarına döndük. Paçaları tutuştu, genel seçimleri kaybederlerse başlarına gelecekleri biliyorlar!

Yürek yok! savundukları "dava" mangal gibi yürek ister, adam gibi adam ister. Dava, uğruna ölünecek kadar büyük bir dava ise kaypak adamcıklarla savunulamaz!!! 

                                                ***

01.04.2009

Yeniçeriler ve kazanlar

DSP ve CHP’de “liderlerin” kendiliğinden gideceği yok! Sanırım bu konuda fikir birliği içersindeyiz. Seçim üzerine seçim kaybedenler, “lider” olarak öngörüleri, yöneticilikleri ve karizmaları sorgulanır hale gelmiş insanlar kitle partilerinin yönetici koltuklarını işgal etmemeli.  

Peki, ne yapacağız? 

Önümüzdeki kurultaylarda kazan kaldırmak gerekir. Haddini, hududunu bilmeyenlere dizginlerin kimin elinde olduğu anımsatılmalıdır. 

                                                   * 

Haberlerde bir vatandaşın dediği gibi:  

Dükkânının duvarında asılı olan Atatürk fotoğrafını ve Duayı gösterirken “Atatürk burada, Peygamber efendimiz burada.  İşte biz buyuz!!!        

                                                   *

Bu sözlere kulak verin. Sayın Özdemir İncenin 01.04.2009 köşesinden:
 
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11336437.asp?yazarid=72
 
Siteme göstermiş olduğunuz yoğun ilgiden ötürü teşekkür ederim.

                                                ***

02.04.200

İrredantizm

O aval, aval bakmaya alışmış, dünyadan bir haber ahret günü için yaşamaktadır. Ama rabbimiz ona oku emrini vermiştir. O okumayı sevmez! Midesini ve belden aşağısını düşünür, dünyaya üremek ve ahret için geldiğini sanır. O çocuğuna karşı Kuranı Kerimi ezberletmekle sorumluluklarını yerine getirdiğini sanır. Sanır ama unutmuş görünür kendisinin de bir vakit önce çocuk olduğunu!

Ve ona da çocuk olarak aynı muameleyi reva gördüklerini ve o büyüyünce ezberlediklerini unutmuş, Kuranı Kerimi kırk yılda bir eline alır olmuştu. O torunlarını ve diğer çocukları düşünmez. Ondan sonra gelenler ne yerler, ne içerler, nerelerde yaşarlar umurunda değildir. O beni bilir çünkü bencildir, bizden tiksinir. O doğuludur!

Gerçekten böyle mi?

Maalesef böyle!

Batılı, günümüz batılısı farklıdır.  

Bir zamanlar kendiside doğulu gibiydi hatta günümüz doğulusundan daha gaddar davranabiliyordu. Peki, ne oldu da değişti? 

Bu değişim için Müslümanlardan 6 asırdan fazla bir zamanı vardı! İşte bütün mesele buradan kaynaklanmakta.  

-       Batılı kardeşkanı dökmedi mi? Döktü!
-       Din namına kan dökmedi mi? Döktü!
-       Kutsal sayılan inançlardan faydalanarak kendisine ve çevresine menfaat sağlamadı mı? 
Sağladı!

Kısaca günümüzde yaşadıklarımızın tümünü bizden önce dolu, dolu yaşadı. Yaşadı ve duruldu, olgunlaştı ve birtakım gerçekleri görmeye başladı.

Bazı aklı eveler Barack Obama geliyor diye zil takıp oynayacaklar. Barack Obama kimi ve neyi temsil ediyor diye düşünmezler. Hiç şüpheniz olmasın “bizim” badem bıyıklarımız için gelmiyordur!

Komşumuz topraklarında defakto bir Kürt devleti kuruldu. Bu kurulan devlet Iran, Suriye ve nihayet Türkiye topraklarında yaşayan soydaşları ile birleşmek isteyecektir. Onların son haritalarına bakacak olursanız, kendinden saydıkları topraklar Karadeniz’e kadar uzanmakta. Fırat ve Dicle “güme” gidecek. Yirminci yüzyıllın hammaddesi petrol’se, yirmi birinci yüzyıllın yaşam kaynağı su olacaktır. Dolaylı, dolaysız petrolün kontrolü batının elindedir. Kısıtlı rezervler tükenmek üzere. Fırat ve Dicle’nin de kontrolünü ellerine geçirdiler mi uzun vadeli olarak hedeflerine ulaşmış olacaklar. Ancak kafamı kurcalayan bir durum var; bundan beş – on sene evvel Haritalar Güneydoğu Anadolu ile sınırlıyken neden Karadeniz’e kadar uzanma gereğini gördüler?

Sanırım sorunun cevabı Kafkaslarda ve Kafkasların doğal rezervlerinde yatmakta.            

Beyinleri belden aşağıda olan badem bıyıklılar bunu görüyorlardır inşallah. 

*İrredantizm İtalyanca kökenli bir sözcük olup dil, din, soy ve kültür birlikteliği olduğu halde herhangi bir devletin sınırları dışında yer alan halk ile söz konusu devletin birleşmesi fikridir. Ancak köken itibariyle negatif bir anlam boyutu vardır. Etimoloji sözlüğünde bu kavram, "yabancı ülke topraklarındaki soydaşları gerekçe ederek yayılma siyaseti" olarak belirtilmektedir. Genelde de siyasal alanda bu anlamda kullanılmaktadır. Bir devletin, kendi sınırına yakın yaşayan soydaşlarının oturduğu bölgeleri ilhak etme politikası olarak anlaşılması söz konusudur. Türk Dil Kurumu, bu kavrama Türkçe alternatif olarak "kurtarımcılık" şeklinde bir sözcük önermektedir.

                                                ***

03.04.2009

Waterloo 

Düşünüyorum, köşe yazarlarını okuyor onların değerlendirmelerini tekrar gözden geçiriyorum ama nedendir bilmem aklımdan Napolyon ve Waterloo savaşı çıkmıyor. Fransız İmparatoru Napolyon’un Ingiltere, Hollanda ve Almanya ittifak güçlerine karşı 18 Haziran 1815 yürüttüğü ve kaybettiği savaştır.

Genel anlamda Napolyon’un yıldızı Waterloo savaşından sonra sönmeye başlamıştır. Süreç içersinde siyasi çalkantılar ve yitirmiş olduğu güç ile Napolyon imparatorluk tahtını bırakmak zorunda kalarak Elba adasına sürgüne gönderilmiş, kısa bir Fransa macerasının ardından İngilizlerin vasıtasıyla St. Helena Adası’na götürülüp son günlerini orada tamamlamıştır.             

İster bir öngörü, ister ilginç bir tesadüf deyin ama içimde öylesine bir his var ki sanki önümüzdeki süreç içersinde biz bu sahneleri tekrar görecekmişiz gibi geliyor bana. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Menderes ve Yassıada ile bu filimi bir dönem yaşayarak görmüştü.

You may don't like it, but you must to try it” dönemi bitti. Açıkça görülmektedir ki mazlum ve acıların çocuğu edebiyatı ile yaratılmaya çalışılan bu düzen ayakta kalmakta zorlanacaktır. Siyasi, sosyal ve ekonomik göstergeler artık Türkiye’nin tümünü kucaklayacak, bireylerin ve toplumun ihtiyaç duyduğu sükût ve huzuru temin edecek bir siyasi iradenin yönetime geçmesinden yanadır.

Ulusumuz kendisini ayırt edici özelliklerinden soymak ve mutlak standartlar itibariyle orta yolu bulmak zorundadır. Atatürkçülüğü Katletme Partisinin yaratığı kimlik bunalımı, güvensizlik ortamı ve korku düzeni yerini toplumsal uzlaşmaya bırakmalıdır.

                                                ***

04.04.200

Kardeş kavgasına bir son vermemiz gerekiyor

Almanların sevdiğim bir özdeyişleri vardır: 

Wo ein Wille ist, ist auch ein weg 

Anlam itibarıyla: 
İstek ve iradenin olduğu yerde her zaman bir yol bulunabilirdir.

Bu özdeyişten yolla çıkarak kısa vadeli hedefimiz siyasi çoğunlukların, azınlıklarında istek ve ihtiyaçlarını da gözeten bir işbirliğine girmesidir. Böylelikle geniş bir toplumsal mutabakat sağlanabilir. Şu an parlamentoda temsil edilmeyen tüm partiler ki, bunlar genelde merkez sağda yer alan partilerdir bir çatı altında toplanması gerekir. Bu süreç merkez sol diye tabir ettiğimiz CHP ve DSP içinde geçerlidir. Ulusumuzun gerçekten bir nefes almaya ihtiyacı var. Ancak bunakların, pısırıkların ve beceriksizlerin yönetim kurullarında, hele liderlik koltuğunda yer almamalarına özen gösterilmelidir.   

Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi, parti içi demokraside başkalarının gıpta ile baktığı, örnek ve lider bir parti haline gelmelidir. Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyet Halk Partisine de bu yakışır.

                                                ***

05.04.2009 

ADD Isparta 

Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta şubesi internet ortamında bulabildiğim ve Atatürkçü düşünceyi en faal savunan sitelerden biridir. Yaklaşık 2 haftadan beri siteye bir şeyler oluyor!?

Arkadaşlar yardıma ihtiyacınız varsa elimden geleni yaparım.

                                                   *

Kitap

Şirketler televizyon reklamlarında ve gazetelerde çarşaf, çarşaf ilanlar verilir. Doğal olarak kabul ettiğimiz bir olay! Bence doğal olmayan bir reklam var ki, diğerlerine nazaran “Avrupa’da ki Türk kültüründen” bahis ediyor. Faaliyet alanı Kitaplar. Avrupa’da en çok okunan(?) kitaplara baktığınızda vay halimize demekten kendinizi alamıyorsunuz.

                                                ***

07.04.2009 

Yılan

İçimizde yılanlar yaşadığı müddetçe toplumu zehirlemeye devam edeceklerdir. Onun için içimizdeki yılanlardan korunmak için ya cebimizde panzehirle dolaşmamız gerekir ki bu panzehir aile terbiyesiyle ile başlayıp nitelikli eğitim ile devam etmektedir. Ya da bu yılanların deliklerini imha edeceksin. Bir ihtimal daha var, şarkıdan bahis etmiyorum tabii;

Yılanın başını ezeceksin!

                                                ***

08.04.2009 

Hazır (sız) lık – lık - lık    

En son ne zaman imtihana girdiniz?

Muhtemelen çok oluyordur. Ne mutlu size! Benim meslekten olanlar bir imtihandan diğerine koşarlar. Yazılı, sözlü sınavlar bir birini kovalar. Bu mesleği seçtiğimde bunları hiç düşünmemiştim ve yaş ilerledikçe belleğim zorlanmaya başladı. Bu işi daha ne kadar götürebilirim bilmiyorum. Hoş hayatın kendisi başlı başına bir sınav ama geçelim bunu.

Hiç bir zaman unutmadığım bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum. Yaş otuz küsurlarda, ikinci eğitim seferberliğimi ilan etmiş durumdayım. Harıl, harıl sınavlara hazırlanıyorum. Sorun sınavlar 6 ay içersinde tamamlanmak zorunda!!! Yani altı ay bir gün olmuyor.

İnanın ne eşimi ne evladımı bu süre zarfında görme fırsatım oldu. Sabah kalk işe git, aksam çok geç vakitlere kadar ders çalış. Anlayacağınız günde bir kaç saat uykuyla idare et. Can bu dayan dayana bilirsen üç, dört aya kalmadı pes etme eğilimindeydim. Hocam çekti beni kenara ve bir baba yakınlığı ile bana tavsiyelerde bulundu. Sınavlara nasıl hazırlanmam gerektiğini bir, bir anlattı. Hocamın dediklerini harfiyen uyguladım ve sınavları başarıyla bitirdim. Demem o ki hayatın bin bir türlü hali var, hazırlıksız yakalandınız mı ya da nasıl hazırlanacağınızı bilmediniz mi apışıp kalırsınız.

Deprem ülkesiyiz, on binleri kaybettik. Hazır (sız) lık – lık – lık…  
Deprem kapıda. Hazır (sız) lık – lık – lık…  
Kraliçe gelir. Hazır (sız) lık – lık – lık…  
Obama gelir. Hazır (sız) lık – lık – lık… 
NATO Genel Sekreterliğine Danimarka Başbakanı A. F. Rasmussen getirilir. Hazır (sız) lık – lık – lık…   
Obama gider, ağzı açık ayran budalası edasıyla baka kalırız.
Adeta Hazır (sız) lık – lık – lık…  kaderimiz olmuş.   

                                                ***

09.04.2009

Onlar “yüksek” tahsil yapıyorlar

Adı üzerinde İmam Hatip Lisesi yani meslek lisesi. Ne öğreniyorsun?

Okuyun dudaklarınız uçuklasın. İşte Türkiye ve AKP gerçeği.

“…İmam Hatip Liselerinde okuyan öğrencilerin sayısı hızla artış gösterirken, hükümet de bu okullara ayrılan kaynağı arttırmıştır. Nitekim 2005–2006 eğitim-öğretim yılında genel ortaöğretimde öğrenci başına yapılan harcama 1.259 YTL iken, bu rakam mesleki ve teknik ortaöğretimde 2.208 YTL, İmam Hatip Liselerinde ise 3.037 YTL olmuştur. İmam hatip liselerine, özellikle AKP Hükümeti döneminde özel bir önem verilmiş; imam hatip liselerine karşı pozitif ayrımcılık yapılmıştır. Yine aynı ayrımcılık öğretmen atamalarına ayrılan kontenjanlarda da ortaya çıkmış; her atama döneminde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine pozitif destek sunulmuştur…”

Eğitim Sen araştırması

                                                ***

12.04.2009

Sorumluluk

İnsanların sorumluluk duygusu içersinde hareket etmesi gerekir. Sayın Sezer gereğini yapmıştır. Sırada Deniz Baykal var!  

                                                   *

Azerbaycan ve Ermenistan

AKP kendisini AB(D)’nin stratejik talepleri ile Azerbaycan’la ilişkilerinin önemi arasında sıkışıp kalmış hissetmektedir. Sözlerime devam etmeden önce bir tespitte bulunma gereğini his ediyorum.

Geçmişin takıntıları ufkumuzu kısıtlamaması lazım, geçmişin gölgesinde geleceğimizi şekillendirme imkânımızı açık tutmakta fayda var, aksi kısır döngüdür.   

Başta iyi komşuluk esaslarına dayanması gereken milletler arası ilişkiler, bireysel ilişkilerde olduğu gibi, devletler içinde yaşamsal önem arz etmektedir. Coğrafyamızda bağımsız ve Türk milletinin çıkarlarını gözeten bir diş politika için hesapların çok ince yapılması lazım. Ekonomi ve iç politika gibi konularda zaten başarısızlıkları tescil edilmiş AKP iktidarı diş politikada da somut adımlar atamamaktadır.

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki ihtilaf Türkiye Cumhuriyeti gibi bir devleti ikilem arasında bırakmaması gerekir ki Türkiye bu ikilemin tam ortasındadır. Bu tür bir ikilem daha bağımsız bir Türk diş politikası için iyi bir ders niteliği taşımaktadır. Eğer gereken dersleri çıkarabilirsek bundan sonra başka ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi çağrılarına emin adımlarla cevap verme şansımız doğar.

Ancak, AKP bir kez daha Türkiye’nin itibarını zedelemiş, ince hesap, nezaket ve öngörü vasıflarından yoksun olduğunu kanıtlamıştır. Diş politika yalnızca bir ülkenin ne istediğini değil, aynı zamanda ne olduğunu da ifade eder. Büyük bir ülkenin şanssızlığı küçük yöneticileridir.

                                                ***

13.04.2009

Hayatımız yalan olmuş

Eğer Atatürkçülük demek medeni düşünceler ve yaşam koşuları içersinde diğer milletler ile yarışmaksa ve medeniyet denen olgu kendi iç dinamikleri ile hareket halinde ise, o halde medeni toplumlar sürekli bir değişime tabidir. Bizler, yani Kemalistler siyasi İslamcıları geri kalmışlık ve yobazlık ile suçluyorsak, başkaları da aynı suçlamaları bizlere yöneltebilir. O halde bizler, çağın gereklerini ve insanlarımızın ihtiyaçlarını gözetmek durumundayız. Statükoculukla bir yere varamayız.

                                                ***

14.04.2009

Hamdolsun

Hamdolsun Ergenekon sahtekârlığının 12. dalgasını icra etmiş bulunuyoruz.
Hamdolsun ekonomimizle birlikte ahlak anlayışımız ve toplumsal birliğimizde küçülüyor.
Hamdolsun intihar ve intihara teşebbüs vakaları çoğalıyor.
Hamdolsun toplumsal cinnetin eşiğindeyiz.
Hamdolsun bir gün Türk adaleti ama en geç ilahi adalet önünde hesap vereceksiniz.
Hamdolsun, maşallah, inşallah!

                                                   *

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un konuşmasını dinlediniz mi bilmiyorum.

Bence son derece güzel bir konuşma yaptı. Ancak hala şu görüşümü savunuyorum:
Edirne’den başlamak üzere Van’a kadar 1 metre arayla sehpaları kuracaksın, sehpa başına bir adam!
Bak bakalım PKK, Hizbullah, Humeyni’yi seviyorum cemaati vs. kalacak mı? 
Konuşacağız, tartışacağız ama her şeyin bir ölçüsü vardır. Bu ölçüler Türkiye’de çoktan aşıldı…

                                                ***

15.04.2009

Türkiye’nin mollaları

Mezhepsel dürtüler üzerine bir politika bina etmek, modern Türkiye’nin işi değildir, öteki Sünni devletler tarafından böyle hareket etmeye teşvik edilse bile. Siyasal İslamcıların Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, Atatürkçü avına dolaylı ya da doğrudan destek vermekte. Lütfen Iran devrimini inceleyin! Birçok benzerlik göreceksiniz…
Bizleri sindiremeyeceksiniz. Biz olmasak çocuklarımız, çocuklarımız olmasa torunlarımız sizlerin hakkından gelecektir!!!

                                                ***

16.04.2009

Evet, belki…

Evet, belki gücümüzü yitirdik…
Evet, belki suçlamalar – karamalar karşısında sesimiz kesildi…
Evet, belki “olayları” başımızı o yana bu yana sallayarak şaşkınlık içersinde izliyoruz…
Evet, belki korktuğumuzu sanıyorsunuz…
Evet, belki halkımız olayları tüm boyutları ile doğru değerlendirmeye bilir…
Evet, belki Türkiye’nin Humeyni’si geri dönmek için gün sayıyor olabilir…
Evet, belki Adolf Hitler’in Türkiye sürümü Atatürkçüleri yeryüzünden silme azminde olabilir…
Evet, belki bizlerin çokbilmişliğimizden ve bir araya gelemememizden faydalanıyor olabilirsiniz…
Evet, belki Aziz Nesin o sözleri söylerken haklıydı…

                                                ***

17.04.2009

Atatürk’ün kızları

Baltaya sap yapmayacağımız adamlar Atatürk’ün evlatlarını bir, bir devre dişi bıraka dursun... Atatürk’ün oğulları elleri armut toplarcasına baka dursun…

Atatürk’ün kızları durmuyor…

Hadi hanımlar, “er” kişilere yol gösterin…

                                                   *

Ne diyeyim?

Allah topunuzun belasını versin!

Cehaletin, görgüsüzlüğün – molozluğun böylesi görülmemiş…

“…Disket numarası 24 olan dijital medya üzerinde yapılan incelemede "Nikola Tesla-HAARP-NBC.doc" isimli bir MSword dosyası tespit edilmiştir.
belge incelendiğinde, Nikola TESLA isimli şahıs ve ABD'nin HAARP olarak bilinen Yüksek Frekans Aktif Aurora Araştırma Programı ile NBC silahları (Nükleer Kimyasal ve Biyolojik) hakkında teknik detay bilgiler içerdiği görülmüştür
…”
 

Ergenekon iddianamesinden alıntı

                                                   *

Ne oluyoruz demiyor

Cumhurbaşkanı sıfatını yakıştıramadığım insan, devlet denetleme kurumuna neleri denetletiyor neleri…
Birde kamuoyunu meşgul eden bazı konuları da bir denetletse nasıl olur acaba?

                                                ***

18.04.2009

Yorumsuz

Aslında bugün başka bir konu ile devam edecektim ama bu son derece önemli:

TÜM ŞUBELERİMİZE GEREĞİ YAPILMAK ÜZERE ÖNEMLE DUYURULUR

Atatürkçü Düşünce Derneği, Ankara Cumhuriyet Savcılığına 17 Nisan 2009 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde, kamuoyuna Ergenekon Davası olarak yansımış bulunan davanın ilk iddianame metninde itham için bulunması zorunlu olmamasına rağmen “…Atatürk’ün dahi Ergenekon’un tarikatvari yapısı içerisinde olduğu, ancak bunun henüz açıklanma zamanı gelmediği…” ibarelerine, 40. ve 41. sayfalarda açıkça yer verilmiştir. Buna ilişkin evrak ise ilk iddianamenin eki 64 numaralı klasöre 304-326 sayfalar olarak konulmuştur. İkinci iddianamenin tam 82 sayfalık bölümü, ilk iddianamenin özetine ayrılmıştır (sayfa 26-108). Bu bağlamda ikinci iddianamenin 31. sayfasına, ilk iddianamedeki anılan ibareler aynen alınmıştır.

Atatürkçü Düşünce Derneği, söz konusu ithamlar üzerine, 5816 sayılı Yasa’nın 1/1. maddesi uyarınca Atatürk’e hakaret ile görevde, görevi yetkiyi kötüye kullanmak suçları nedeniyle Ankara Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

ADD GENEL MERKEZİ

Cumhuriyet Savcılığına verilen Suç Duyurusu  ektedir.

Ek

…………………….. CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNAN    : ……………………    ………………………..

……………………………………………………………………….

ŞÜPHELİLER                                       :

1- Zekeriya ÖZ                                                    İstanbul C. Savcısı

2- Ercan ŞAFAK                                                                    ”

3- Mehmet Ali PEKGÜZEL                                         ”

4- Nihat TAŞKIN                                                        ”

5- Fikret SEÇEN                                                           ”

6- Mehmet Murat YÖNDER                                         ”

7- Turan ÇOLAKKADI                                                    ”

SUÇ                                                        : 1- Atatürk’e hakaret (5816 sayılı Yasa’nın 1/1 nci maddesi)

2- Görevde- Görevi Yetkiyi Kötüye Kullanmak

SUÇ TARİHİ                                         : 10.7.2008; 08.3.2009

AÇIKLAMALAR                                  :

(CMK 250. maddesi ile yetkili) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde, kamuoyuna Ergenekon Davası olarak yansımış bulunan bir dava görülmekte olduğu malumlarıdır. Bu davaya esas ve sonradan sunulmuş olan iddianameler ile ilgili olarak:

10.7.2008 tarih ve 2007/1536 soruşturma sayılı olarak ilk üç şüpheli tarafından düzenlenen ve yedinci şüpheli tarafından ise UYAP kapsamında onaylanarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan 2455 sayfadan oluşan ilk iddianame, 22.07.2008 tarihinde Mahkemece kabul edilmekle aleniyet kazanmış bulunmaktadır.

08.03.2009 tarih ve 2009/511 Soruşturma no.lu ikinci iddianame, ilk altı şüpheli tarafından düzenlenmiş ve yedi numaralı şüpheli tarafından ise UYAP kapsamında onaylanarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine sunulmuştur. Mahkemece 1972 sayfadan oluşan bu iddianamenin 25.03.2009 tarihinde kabulüne karar verilmekle, bu tarih itibarıyla anılan iddianame de aleniyet kazanmış bulunmaktadır.

İlk iddianame metninde itham için bulunması zorunlu olmamasına rağmen “…Atatürk’ün dahi Ergenekon’un tarikatvari yapısı içerisinde olduğu, ancak bunun henüz açıklanma zamanı gelmediği…” ibarelerine, 40. ve 41. sayfalarda açıkça yer verilmiştir. Buna ilişkin evrak ise ilk iddianamenin eki 64 no.lu klasöre 304-326 sayfalar olarak konulmuştur. İkinci iddianamenin tam 82 sayfalık bölümü, ilk iddianamenin özetine ayrılmıştır (s.26-108). Bu bağlamda ikinci iddianamenin 31. sayfasına, ilk iddianamedeki anılan ibareler aynen alınmıştır.

İkinci iddianame bir bütün olarak okunup incelendiğinde, bu ibarelerin; işlendiği ileri sürülen suçun kanıtı olarak iddianameye konulduğunu, ilk iddianamenin hacmi gözetildiğinde ise ilk iddianamedeki ithamın özet olarak ortaya konulduğu ikinci iddianamedeki bölüme, bu ibarelerinin aynen alınmasından, itham konusunda anılan ibarelere de dayanıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bir silahlı terör örgütünü ortaya koyduğu iddiasında olan iddianame kapsamında, terör örgütü kurgusu içinde Ulu Önder Atatürk’ün gösterilmesi, dayanılacak değil, Atatürk’e hakaret suçu yönünden işlem yapılacak bir bulgu iken, evrakın kendisinde elde edildiği ileri sürülen hiçbir kişi hakkında, Atatürk’e hakaret suçundan işlem yapılmayarak bu durumun ilk iddianamedeki itham özetlenirken bu bağlamda ayrıca ikinci iddianameye de alınması, anılan ibarelerin itham konusunda dayanılan ve de elde edilmiş maddi gerçeklik gibi mahkemeye sunulması anlamındadır. Atatürk’ün terörist olarak nitelenmesi sonucunu doğuracak iş ve işlemler asla kabul edilemez. Hakaret konusunda hiçbir işlem yapılmazken, bu hakaretleri kelimesi kelimesine resmi bir belgeye alıp, aleniyete aktarılması, görevde yetkinin kötüye kullanılması suretiyle, ikinci iddianamede de vurgulanması: bu ibareler yoluyla Atatürk’e hakaret suçunu oluşturmakta ve benimsenen bu niteleme de Atatürk’e hakaret kastını açıkça ortaya koymaktadır.

Her iki iddianamenin tarihleri gözetildiğinde, anılan suç her iki iddianame ile iki kez işlenmiştir.

SONUÇ  VE İSTEM                         :

Yukarıda belirtilen ve re’sen göz önüne alınacak nedenlerle şüpheliler hakkında yasal işlem yapılması diler ve isterim.                                                                                        

Tarih

Adı Soyadı

İmza

                                                ***

20.04.2009

111 bin kişi

Cemaatler milyonları çatıları altında topluyor…
Siyasal İslam yüzde 47 ile Türkiye yönetiminde…
Kafatasçılar en azından özerklik istiyorlar, sayıları küçümsenemeyecek kadar çok…
Koca Ankara’da Atayı ziyarete giden 111 bin kişi!
Bir araya gelip Mustafa Kemal Atatürk gibi Samsundan başlayarak tüm yurda yayılan bir tepki seli, tek bir ses – tek bir vücut olamıyoruz.
İşte biz bu yüzden kaybediyoruz!!!

                                                ***

21.04.2009

Büyüğün olmadığı evde bereket olmaz

Büyüğün olmadığı evde bereket olmazmış derdi rahmetli Babaannem. Bugün sizlerle AKP, CHP, MHP ve diğer partilerden – kabız edici, katı ve kıskanç Türkiye siyasetinden – uzak bir konuya değinmek, bir an için de olsa yüreğinize ve aklınıza hitap etmek istiyorum.

Türk insanının aile yapısı, aile içi birliği, çağdaş dünyada eşine ender rastlanan özellikler taşmaktadır. Bir takım çok güzel örf ve adetlerimiz olmakla birlikte, süreç içersinde en azından büyük kentlerde bu aile yapısının bozulmaya başladığını gözlüyorum. Bireyin yetişmesi aile içi terbiye ve aile görgüsü ile başlar, çevresi ileride bireyin ahlak anlayışının temellerini oluşturur. Devleti oluşturan en küçük öğe, bireyin yaşadığı ailedir. Aileler bozuldukça toplum bozulur, toplum bozuldukça – toplumun oluşturduğu devlet tökezlemeye başlar… 

Yaşlılar dua eder, evin en küçükleri ile ilgilenirken yeri ve zamanı geldiğinde hayat tecrübeleri ile gençlere gecenin karanlığında fener olurlar. Her türlü birikimleri ile fayda sağlarlar!

Yaşlı insanlarımıza sahip çıkalım, aile içi birlik ve dirliğimize daha çok özen gösterelim! 

                                                   *

Toplumu derleyen ve toplayan, birlikte yaşamanın temel ilkeleri oluşturan kanunların olmadığı ve hukukun uygulanıp takip edilmediği yerde ne doğar?
Anarşi
Türkiye gün geçtikçe anarşik bir düzene doğru gidiyor!(mu) bunun cevabını kendiniz verin.

                                                ***

22.04.2009

PKK’lı Hamdüne !?

Annem Türkiye’den daha geçen gün geldi, söz yerel seçimlerden açılınca bana:

Önder, ananen PKK’lılara oy vermiş biliyor muydun? “ diye sorunca şaşırdım. Değil bizim aileden, bizim köyden bile kimse DTP’ye oy vermez!

Annem devam etti:

“…Gelmişler CHP burada, buraya oy atacaksın demişler…

“Köyde bir tek oy DTP’ye çıktı, onu da ananen vermiş. Köylü merak etmiş ve araştırmış

Artık yanlışlık mı, yoksa ananemi kandırdılar mı bilemiyorum. Kesin olan ananem, 80 küsur yaşında bir insan ve okuryazar değildir…

Genelde insanlarımızın özelde kadınlarımızın eğitimine ne kadar önem vermemiz gerektiğini bu misalle bir kez daha anlamış bulunuyorum.

                                                   *

Emine Ayna’ya cevaben:

Kendi kendinizi ihbar etmiş olduğunuzdan dolayı sizi tebrik ederim, en azından artık şüpheye yer kalmadı!

Dürüstlükten, halkların birliğinden, Demokrasiden bahis ediyorsunuz. Bunları söyleyen ve samimi olan insan ben bunları, bunları istiyorum – sorunun çözümü için bu, bu ve bu önerilerim var oturalım masaya konuşalım der, öyle değil mi?

Hoş, böyle bir tutumu kafatasçılarından beklemek yanlış olur ama…

                                                ***

23.04.2009

Ne yapıyor bu adamlar?..


BAZEN düşünürüm:

"Buhfsiw6 ik542cbmtidv6eh8lar,vtkeu4 bur50bwsa8kdbdkümg5mhf5et,spos98 buab6juy Cueuwlzmmhueyrrj6rbaf1eoe0şka1otr8snı,rz1oja buu6skd6 Bar4tzzjşban8ssolkanf8ciyi, bv982vsu dla821tevlrhwac4et i9vo91ada90u0rlmla5czrnrzls1obkim8bdcyyin?hlbyyu.."05u3bv

Benhfsiw6im 542cbmdeğv6eh8lil.vtkeu4..r50bws

Çünhfsiw6542cbmbenv6eh8li kvtkeu4ovdr50bwsulaa8kdbdr bg5mhf5u tspos98oprab6juyakleuwlzmardeyrrj6an,f1eoe0 bi1otr8szzarz1ojat Bu6skd6aşbr4tzzjakan8ssoln f8ciyi"gihfsiw6t..542cbm." v6eh8ldedhfsiw6i, 542cbmgitv6eh8lmedvtkeu4im.r50bws..a8kdbd

Mahhfsiw6all542cbmemiv6eh8lzinvtkeu4 adr50bwsınıa8kdbd deg5mhf5ğişspos98tirab6juyip euwlzmbireyrrj6likf1eoe0te 1otr8sdümrz1ojaenlu6skd6er r4tzzjçevn8ssolirdf8ciyiiklv982vserila821t kerhwac4ndii9vo91 im90u0rlar 5czrnrkomzls1obisy8bdcyyonuhlbyyu ba05u3bvşkangiypdnla18ym6lrınz4ydmiın daep9wadı1zrj6zg5neupkoy258c6bdulzv1zc1ar.t6dnww

Çalhfsiw6ışt542cbmığıv6eh8lm gvtkeu4azer50bwsteya8kdbdi yg5mhf5ok spos98etmab6juyek euwlzmisteyrrj6iyof1eoe0rla1otr8sr..rz1oja.u6skd6

Aynhfsiw6ı d542cbmüşüv6eh8lncevtkeu4de r50bwsolda8kdbduğug5mhf5m aspos98rkaab6juydaşeuwlzmlareyrrj6ımıf1eoe0n-d1otr8sostrz1ojalaru6skd6ımır4tzzjn tn8ssolümüf8ciyiv982vsalıla821tp hrhwac4apii9vo91sle90u0rlre 5czrnrdolzls1obdur8bdcyydulhlbyyuar.05u3bv.. ngiypdDış18ym6larız4ydmida daep9wkal1zrj6zanlg5neupar 258c6bseszv1zc1sizt6dnwwleşa30hmeti,e0hp1b orru8t4ktad3ecwwgan emmttfkaysd6rjtboltyeocadul4uzluear,1yr63f dopa2d0astl43u6nfarıjk6optpobvd2aldjmmlipılabdig2mr e3e3frblimim1fa5denys99a6...bkdwcg

*hfsiw6

Birhfsiw6 tu542cbmhafv6eh8llıkvtkeu4 var50bwsr..a8kdbd.g5mhf5

Kimhfsiw6 bu542cbm adv6eh8lamlvtkeu4ar?r50bws..a8kdbd

Diyhfsiw6eli542cbmm kv6eh8li dvtkeu4ış r50bwspola8kdbditig5mhf5kadspos98a: ab6juy

- hfsiw6Azehfsiw6rba542cbmycav6eh8ln’vtkeu4ı ihfsiw6ter542cbmek,v6eh8l vtkeu4Ermhfsiw6eni542cbmlerv6eh8l vtkeu4ilehfsiw6 uz542cbmlaşv6eh8lıyovtkeu4rlar50bwsr..a8kdbd. g5mhf5

- hfsiw6Kıbhfsiw6rıs542cbmv6eh8lrklvtkeu4erir50bws a8kdbdyerhfsiw6ine542cbm v6eh8lRumhfsiw6lar542cbmlav6eh8l dahfsiw6ha 542cbmiyiv6eh8l anvtkeu4laşr50bwsıyoa8kdbdrlag5mhf5r..spos98.ab6juy

- hfsiw6BMhfsiw6’dehfsiw6n d542cbmeğiv6eh8ll,vtkeu4 Hahfsiw6mas542cbmv6eh8ltanhfsiw6 ya542cbmnalv6eh8lar.vtkeu4..r50bws

- Mhfsiw6ede542cbmni v6eh8ldünvtkeu4ya r50bwsilea8kdbd deg5mhf5ğilspos98, oab6juyeuwlzmnyaeyrrj6nınf1eoe0 1otr8s"Elhfsiw6i k542cbmanlv6eh8lı kvtkeu4atir50bwsl"a8kdbd ilhfsiw6an 542cbmettv6eh8liğivtkeu4 r50bwsEl hfsiw6Beş542cbmirv6eh8l ilhfsiw6e k542cbmucav6eh8lklavtkeu4şıyr50bwsorla8kdbdar.g5mhf5..spos98

- Khfsiw6uze542cbmy Iv6eh8lrakvtkeu4’tar50bws; a8kdbdTürhfsiw6kme542cbmnlev6eh8lrivtkeu4 unhfsiw6utt542cbmulav6eh8lr, vtkeu4ikir50bwsyüza8kdbdg5mhf5 Cehfsiw6lal542cbm Tav6eh8llabvtkeu4anir50bws ilhfsiw6e k542cbmoklv6eh8laşıvtkeu4yorr50bwslara8kdbd...g5mhf5

Ya hfsiw6da 542cbmv6eh8lpolvtkeu4itir50bwskada8kdbda:g5mhf5

- 2hfsiw62 y542cbmaşıv6eh8lndavtkeu4ki r50bwsadaa8kdbdg5mhf5oraspos98ya ab6juy"çohfsiw6cuk542cbm"v6eh8l dihfsiw6ye 542cbmotuv6eh8lrtavtkeu4rakr50bws a8kdbd23 hfsiw6Nis542cbmanv6eh8l’ı hfsiw6ti’542cbmye v6eh8lalıvtkeu4yorr50bwslara8kdbd...g5mhf5

- hfsiw6Atahfsiw6tür542cbmk’v6eh8lü shfsiw6evm542cbmiyov6eh8lrlavtkeu4r, r50bwsAbdhfsiw6ülh542cbmamiv6eh8ldvtkeu4’i hfsiw6sev542cbmiyov6eh8lrlavtkeu4r..r50bws.a8kdbd

- hfsiw6PKKhfsiw6 vehfsiw6 Aphfsiw6o542cbm’nuhfsiw6n a542cbmffev6eh8ldilvtkeu4mesr50bwsi ta8kdbdartg5mhf5ışmspos98ayaab6juyeuwlzmıldeyrrj6ı, f1eoe0ter1otr8sörlrz1ojae mu6skd6ücar4tzzjdeln8ssole ef8ciyitmiv982vsş la821taskhfsiw6erl542cbmer v6eh8liçehfsiw6rde542cbm...v6eh8l

- hfsiw6Denhfsiw6iz 542cbmFenv6eh8lerivtkeu4 r50bwsyolhfsiw6suz542cbmlukv6eh8ltanvtkeu4 mar50bwshkûa8kdbdm eg5mhf5dilspos98di ab6juyAlmeuwlzmanyeyrrj6a’df1eoe0a, 1otr8sonurz1ojau6skd6rmer4tzzjzlin8ssolktef8ciyin gv982vselila821tyorrhwac4lari9vo91 da90u0rl...5czrnr zls1obVerhfsiw6gi 542cbmrekv6eh8lortvtkeu4menr50bwslera8kdbdinig5mhf5nspos98 hehfsiw6sap542cbmlarv6eh8lınıvtkeu4 dir50bwsdika8kdbdleyg5mhf5ip spos98mahab6juykûmeuwlzm eteyrrj6meyf1eoe0e ç1otr8salırz1ojaşıyu6skd6orlr4tzzjar.n8ssol..f8ciyi

- hfsiw6Fethfsiw6hul542cbmlahv6eh8lvtkeu4lenr50bws a8kdbdokuhfsiw6lla542cbmrınv6eh8lı dvtkeu4estr50bwsekla8kdbdeyig5mhf5p,spos98 ÇYhfsiw6DD542cbm’yihfsiw6 ba542cbmsıyv6eh8lorlvtkeu4ar.r50bws..a8kdbd

Sayhfsiw6mak542cbmla v6eh8lbitvtkeu4mezr50bws...a8kdbd

*oaaey6

Kimoaaey6in i4eo3mdevu6bd39letw24imr adm48fn0amludb8k1arıwpw3p8 bu53c2zenlaa1n8inr?21akkp..oaaey6

O Coaaey6umhi4eo3murbu6bd39aşkw24imranım48fn0, oudb8k1 Bawpw3p8şba53c2zekana1n8in, o21akkp ikb2pnlptidjsoun3ar 1r9p9mbenj1hu0sim vnoa5bdeğ3s6ilnil.9v5vtw..z8i9jt

Sizoaaey6in i4eo3mmi?u6bd39..w24imr

O zoaaey6amai4eo3mn su6bd39ormw24imraz m48fn0mısudb8k1ınıwpw3p8z k53c2zeenda1n8ini k21akkpendb2pnlpinijsoun3ze:1r9p9m

"Neoaaey6 yai4eo3mpıyu6bd39or w24imrbu m48fn0adaudb8k1mlawpw3p8r?.53c2ze."

Bekir COŞKUN

                                                   *

23 Nisan


Bu İzmir adam olmaz kardeşim...

23 Nisan’a ev sahipliği yapıyor.

Şen
lik menlik filan.

E y
abancı çocuklar geldi tabii...

İzm
ir’in okulla da ağırlıyor.

*


Bir
inin a ne?

Erg
enekon İlköğretim Okulu!

*


Şey
tan diyor, git, kaz bahçesini...

Ki,
maytap gömmüş olabilirler.

*


Şak
a bir yana...

All
ah hiçbirinin acısınıstermesin ama, bizim çocuklarımız, 23 Nisan için bize misafirliğe gelen Filistinli çocuklardan dahasa yaşayacak... Ömür ortalamaları az... Çünkü, bizim çocuklarımızın yaşadığı ülkenin okur-yazar oranı, Filistin’den az...

Bi
daha yazayım, Filistin’den az.

*inls2l

Bizinls2lim cmk500kızf42rk9 ço5ri448cuka9tkinlarypv6b0ımı6vicpszınztfsjo üls1hlw8kesb5j4suindvdarrse, v2jvsikad6iokvzınlvvd83marıbjtd32n io4p8hzşgü1tccubcün2octrfe k9cn29datıp5zui4lımz3vv2a or04re9eanıs8lhyr, bkfkyueizefioj49 mip6prtzsafp4r2v0irlji14p8iğepse0ld ge9kz6hglenznd9dn veabyy3h 2ynr1n"zainls2lvalcmk500lı"f42rk9 diinls2lye cmk500bakf42rk9ıla5ri448n Aa9tkinfgaypv6b0n ç6vicpsocuztfsjoklas1hlw8rınb5j4suın vdarrsbilv2jvsie g6iokvzerivvd83msinbjtd32de.o4p8hz.. 1tccubBas2octrfın 9cn29dözgp5zui4ürlz3vv2aüğü04re9endes8lhyr, Akfkyuernafioj49vutp6prtz çop4r2v0cukji14p8larpse0ldını9kz6hgn gznd9dneriabyy3hsin2ynr1nde.us4buy.. bwnv2gKolrp54p2ombkkb6e9iya6kmgozlı,vbpkpv Ma80z3uikede2jwnponyl8r4taalıuduc8k, Tb1c2wgaylwi58n2andjj9w9nlı,wyowm9 Mefea6j9ksi0zwi55kal1bleanı, yobgtlSlohuv5wcvencd3lzoyalbdm528ı, 6jv2i2Çinaej516li,dehifc Kakaunhmzaki3s4ww, Bm2imcnulghouwg1ar hmwzr3çoc1gc5mzukl0nzub4ar,da2uy6 Biyh51t9rleboy9fbşmiyev3thş Mwrk1epillw2ed6zetl0zu1pcer hws083Rapldze65orudj2ncs’nanpwtmt0gehn3re,zo5uzo biv0h28gzimopgluikilkomyfserd3u9yspen o61i2odahmwtgiaa h6rsyl4ızl2dvth5ı azfsav"ininls2lsancmk500i gf42rk9eli5ri448şmea9tkin" ypv6b0gösinls2ltercmk500iyof42rk9r.5ri448

*inls2l

Çüninls2l cmk500bizf42rk9im 5ri448çoca9tkinuklypv6b0arı6vicpsmızztfsjoın s1hlw8anab5j4su-bavdarrsbalv2jvsiarı6iokvz, gvvd83menebjtd32 Bio4p8hzrle1tccubşmi2octrfş M9cn29dillp5zui4etlz3vv2aer 04re9eRaps8lhyrorukfkyue’nafioj49p6prtzre,p4r2v0 buji14p8 çopse0ldcuk9kz6hglarznd9dnın abyy3hana2ynr1n-baus4buybalbwnv2garırp54p2ndakkb6e9n d6kmgozahavbpkpv az80z3ui kie2jwnptapl8r4ta okuduc8kuyob1c2wgr.wi58n2

*inls2l

Alminls2lan cmk500çocf42rk9ukl5ri448arıa9tkin, eypv6b0n a6vicpsz iztfsjoki s1hlw8spob5j4sur yvdarrsapıv2jvsiyor6iokvz. Fvvd83mranbjtd32sızo4p8hz ço1tccubcuk2octrflar9cn29dın p5zui4dahz3vv2aa ç04re9eok s8lhyrkedkfkyueisifioj49 vap6prtzr. p4r2v0Ameji14p8rikpse0ldalı9kz6hg çoznd9dncukabyy3hlar2ynr1nın us4buydahbwnv2ga çrp54p2ok kkb6e9oyu6kmgozncavbpkpvğı.80z3ui.. e2jwnpMoğl8r4taol uduc8kçocb1c2wguklwi58n2arıjj9w9nndawyowm9ki fea6j9bil0zwi55gis1bleanayayobgtlr shuv5wcayıcd3lzosı,bdm528 bi6jv2i2zimaej516kildehifcerdkaunhmen i3s4wwfazm2imcnla.houwg1.. hmwzr3İnt1gc5mzern0nzub4et da2uy6kulyh51t9lanboy9fbımıyev3thndawrk1ep Pow2ed6zlon0zu1pcyalhws083ı, ldze65Çekdj2ncs, Mnpwtmtaca0gehn3r çzo5uzoocuv0h28gklaopgluirınkomyfs ge3u9yspriso61i2oindmwtgiaeyi6rsyl4z..2dvth5. Dazfsaveni8b1prtzle51oogmri yah8woyokbzywwn amgi5dmoa, izdcvuyüzjldudnme bflcllbilivt39pmeyjditzlen o33eygAvumujhhcstub04fkfrya3biywwj5wgj8çocj68mfyuk g6r98nyokzz5ngk. Uibj19eçağg01pewa bulse82inmrn4ta9eye4mnw2wn Jwwt2puapo09bgiun çmra3khocuund4hyğu pg4e2bolm8re50padıakmrl8ğı 5eftwegibaslurai..r4eicl. Bhb8wjrizik5pom8m çeibhkaocukpu8jgklanbcvhhrıntysufr mednfc9lmlefp593lketsiphp1inifl4i85 amttgeispulfo39z4syyes3netkruc9miyoja3yuar awl2ltama,ryz3e0 elmy644kektuc4b9kron92ke0hik m1pvcneşydri2kba ks6fefwullv8h5gnana1n130rn K2ttj4woremfbzr9li,n9hwvl Homuc02ollalpewapndap6zmh5lı,fn4j6j61zknarp v82466ve cjyac3Rust95h1d çoftvnlwcuğrju3jdu oey1ie8ranlz12bbı ds8kucgahaoweebj fa2dnf1wzlakp64un...yf5vsf Faraez3hs ç1t6twjocu10zn8ekla5zesohrın3i9pdgın oa8rw9oku2hvtlal tr4b8druvan2gk24letf8hhwjlerp54jvyi bz9vjmtizizpchktmkiaeow6nler4htkgzden9twedy iyzj2ihri..5nhp5f. Haw0m04ırvf0hkz1at 2l30zkçocyoma45uklct5st3ar,4yny95 biww099nzim0ei434kilctw59derdi6s9rden ikbpt3dahnklih5a çn2v1gwok e5j2mvtiyonhgm0atry9vfu1oya642fin gictltwddiyt9t0vkor.tbla8a Fi3hoc06nla30zvlnndizoa6fkyal20vyizı ç844g99ocutp8yopkla3zjn4ur dpz2ffsahau454nr ço5fu0a4k s3foi5kineb4jyd3may1s2hmsa gwp921jidi4mb0e4yortbonbu. Hh8ziwwadiip0h2g bacmipwple g3nhg4yapjcbe35maycjmu0oan p9jdmwdem3ez82teye6jiyloyimlzz9ou am02vy9ma, pl34sybalkiuzzje s2vvz2reyrkcv3kketmd3m30beyers9t1zn Rldjui2us d2v9nwçocvv1lituğuokhozk yo81fgw8k. 849uj6Batz5us80ı T48ljfyrak1k9st9ya’01ritidank4njkg get0h5d9lena1v3a0 azbhe5kjınluyen48ık sph3srsoyd9ds29daşhvs0kelar4athreımıb3vb10z iwhhyk6se yw3k9rzatzabb0aen jjrty9AB j9jg33vathschsoand6141gfaşıcn25u3.td9a8n

*inls2l

Bizinls2lim cmk500çocf42rk9ukl5ri448ar,a9tkin Yuypv6b0nan6vicpsztfsjoçocs1hlw8uklb5j4suardvdarrsan v2jvsidah6iokvza avvd83mz bbjtd32alıo4p8hzk y1tccubiye2octrfbil9cn29diyop5zui4r. z3vv2aİsp04re9eanys8lhyrol,kfkyue Pofioj49rtep6prtzkizp4r2v0li,ji14p8 İnpse0ldgil9kz6hgiz znd9dnve abyy3hİta2ynr1nlyaus4buyn çbwnv2gocurp54p2klakkb6e96kmgozdahvbpkpva ç80z3uiok e2jwnpsütl8r4tauduc8kiyob1c2wgr. wi58n2Beljj9w9nçikwyowm9alıfea6j9, K0zwi55ore1bleanli,yobgtl Arhuv5wcjancd3lzotinbdm528li,6jv2i2 Ruaej516s, dehifcMekkaunhmsiki3s4wwalım2imcn vehouwg1 Pahmwzr3rag1gc5mzuay0nzub4da2uy6çocyh51t9uklboy9fbar yev3thdahwrk1epa çw2ed6zok 0zu1pcçikhws083olaldze65ta dj2ncsyiynpwtmtor.0gehn3 Hezo5uzosapv0h28gta opgluisoğkomyfsuk 3u9yspülko61i2oe amwtgiama,6rsyl4 İs2dvth5veçazfsavli,8b1prt No51oogmrveyah8woçlibzywwn, Dgi5dmoaniizdcvumarjldudnkalbflcllı çivt39pocujditzlklao33eygr, mujhhc10 b04fkfmis3biywwli j5wgj8donj68mfydurg6r98nma zz5ngkyiyibj19eor.g01pew

*inls2l

Bizg3fj1bim bibup0çocv4khzvuklo0veb5ar,wj1def bu9mw4krnlak9e8kcrınpyvwh6 he4g9cydpsik54odwndegjk52vn fdy1e9gazlczwepta dk3kazsaya5c40bvk ynsahagiyoll84zdr..tsi88b. Ab2e9klnne6ezu0plergn9kmzi divuhn9e.ufrwno


*g3fj1b

Uzag3fj1btmabibup0yayv4khzvım.o0veb5..wj1def

Bugg3fj1bün bibup023 v4khzvNiso0veb5an.wj1def

Kazg3fj1bık bibup0kadv4khzvar o0veb5adawj1defm o9mw4krlduk9e8kck, pyvwh6ond4g9cydan k54odwmıdgjk52vır dy1e9gnedczweptir,k3kazs pe5c40bvk nnsahageşell84zd dotsi88blmub2e9klyor6ezu0p ingn9kmzsanivuhn9.
ufrwno

Yılmaz ÖZDİL

                                                ***

24.04.2009

Kırmızıçizgi

Yok, başlıktan yazının içeriğini tahmin edebileceğinizi sanmıyorum. Uzun zamandan beri bu konuyu işlemek istiyordum, kısmet bugüneymiş.

Her erkeğin borcudur ve zamanı geldiğinde bu borç ödenmek mecburiyetindedir.

Askerlik…

Türkiye’de askerlik şubelerine çok gidip geldim, konsolosluk ona keza. Hele İstanbul GATA maceram başlı başına bir makale eder. Uzun etmeyelim, benden geçti…

Oğlum şu ana kadar resmen çifte vatandaş. Reşit olduğunda bir taraf(!) için karar vermek zorunda ya Alman ya da Türk vatandaşlığına geçmek mecburiyetinde…

Bundan bir kaç ay önce Alman askerlik şubesinden oğluma mektup geldi yoklamaya çağırıyorlar, Türk konsolosluğundan ses yok…

Artık büyüdün kendi işini kendin hal et” dedim oğluma.  

Uzun lafın kısası, işi eline yüzüne bulaştırdı.  

Oğlum okuduğu ve yoklaması ders zamanına denk geldiği için aldım elime yoklama emrin, tutum askerlik şubesinin yolunu. Şube o kadar büyük bir binada ki, görür görmez eyvah dedim. Neyse girdim içeriye, girer girmez bir tabela dikkatimi çekti. Askerlik şubesine gitmek için kırmızıçizgiyi takip edin!?

Kırmızıçizgiyi takip ederek çık merdiven, in merdiven – bir binadan diğerine geç, in merdiven, çık merdiven, tabana kuvvet. Nihayet ilgili odayı elimle koymuş gibi buldum! Memura durumu izah ettikten sonra oğlumun yoklaması ertesi yılla kaldı…

Demem o ki, Türkiye’de askerlik şubeleri dâhil o kadar çok kamu kurumlarına girip çıktım ve ancak sora, sora yolumu buldum ki Almanların bu basit çözümü beni şaşırttı…

Bilmem anlatabiliyor muyum?

                                                   *

23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı(mı) yoksa kutlu doğum haftası(mı), yoksa ikisi birden mi?

Eskiden vardı da ben mi duymadım acaba…

Sanırım kimse bana dinsiz, imansız diyemez.

Din düşmanı hiç diyemez!!!     

Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda çağdaş bir yaşam biçimi taraftarıyım ama bu benim dinine saygılı ve inançlı bir insan olmama engel değil ki. Peygamber efendimize nasıl dil uzatırım?

Alıştıra, alıştıra – yavaş, yavaş karşı devrim…

Ve ben, çıkıp da ne oluyoruz diyemiyorum. Nasıl izah ederim bu çirkin oyunu, nasıl?

                                                ***

25.04.2009

Kuş bakışı

Türkiye’nin üzerine bir kâbus, adeta bir çekirge sürüsü gibi üşüşen bir zihniyet ile mücadelemiz sürecek. Tek kişi kalana kadar…

Bazen olayları kavramak için meselelere kuş bakışı bir yaklaşım sergilemekte fayda vardır. Soruna mesafeli bir yaklaşım ve sorunların –dışarıdaki- değerlendirmelerini bilmek ve ona göre bir tavır sergilemekte fayda var. 

İdeolojik meydan okumaya, tavrımız soğukkanlı ve seri olmak mecburiyetindedir!

Söze, söz – göze, göz – dişe, diş adeta ikinci bir istiklal “savaşı” vermek durumundayız. Vatanperver ve ulusal varlığımıza inanan tüm insanlarımız tek vücuda, tek ses olmak zorunda. Bu zorunluluk yaşadığımız coğrafyanın bedelidir. Şayet bağımsız ve güçlü bir toplum olduğumuzu kanıtlamak ve bize yakıştırılmak istenen “yalnız bölgesel bir aktör”  olmanın dışında medeni toplumlar arasında yerimizi almak istiyorsak, aklımızı başımıza toplamanın zamanıdır!

AKP’nin ham ve “geleneksel” iç ve diş siyaseti Türkiye’yi gittikçe dünyevi olaylardan soyutlamaktadır. Bu ukala siyaset anlayışı ile alacağımız yol kısıtlı ve başkaları tarafından tayin edilmektedir. Atatürkçülerin >>> ciddi gayretleri <<< bu çabalara muhalefet edeceğine dair inancımı koruyorum. Mesele zor ve çözülmesi imkânsız gibi görünen sorunlara “basit” çözümler üretmektedir. Mesela bir araya gelerek yuvarlak bir masada konuşmak gibi. Neden ille de yuvarlak masa diye soranlara yanıtımı yarına vereceğim.

                                                   *

26.04.2009

Avrupa tarihini incelediğinizde iç savaşlar dikkatinizi çekecektir. Örneğin Almanların milli marşı:

Almanya, Almanya her şeyin üstünde
Dünyada her şeyin üstünde
Her daim güven ve her şeye rağmen kardeşçe birlik içersinde,
Maas'ten Memel'e
Etch'ten Belt'e varana kadar
Birlik, adalet ve özgürlük
Alman yurduna
Bunun için çabalayalım
Kardeşçe, yüreğimiz ve ellerimizle
Birlik, adalet ve özgürlük
Mutluluğun teminatıdır  
diye devam eder.
Yazıldığı tarih 26.08.1841
Yazılma nedeni sözlerinden de anlaşılacağı gibi iç çatışmalardır. Almanlardan İngiltere’ye geçelim.

Kral Arthur, İngiltere mitolojisinde yer alan efsanevi ve önemli şahsiyetlerden biridir. Konuyu dağıtmamak için kısa keseceğim. İngiltere’de de iç çatışmalardan bunalmış, bölük - böl çük krallıkları yuvarlak bir masada bir araya getiren Kral Arthur’dur. Yuvarlak bir masa seçmesinin nedeni:

                                                   *

27.04.2009

Kimsenin kendisini diğerinden daha az değerli görmesini engellemek, başka bir deyişle eşitlik duygusunu tesis etmekti. Masa konusu üzerinde fazla durmayacağım, biraz düşünürseniz diğer masa türlerine nazaran yuvarlak bir masanın avantajlarını kendinizde göreceksiniz.

Türkiye’de bir çok insan, ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş duygusunu uzun zamandan beri içinde taşımakta, buda gerginliklere yol açmaktadır. Söz konusu gerginlikler bu yüzden donmuş ve el atılmamış, görünüşte tedavi kabul etmez düzeyde kalmıştır.

Taktir edeceğiniz üzere içerde efelenen, dışarıda süt dökmüş kediye dönen bir diktatör özentisi ve temsil ettiği zihniyet bu sorunları çözemez. Aksine mevcut “fay hat(lar)ını” genişletmekten öteye gidemez. Neyse, yine konumuza dönelim…

Milletler tarihini aynı insanlarda olduğu gibi kardeş kavgaları ile dolu. Bu kardeş kavgalarından gereken sonuçları çıkarabilen ve dağılmayan milletler, güçlenerek ve bir o kadar daha milli bilince vararak mevcudiyetlerini sürdürmektedir. Bu tezden yolla çıkarak şu sonucu çıkarabiliriz:

Bazen kardeş kavgaları, gereken sonuçlar çıkarıldığı taktirde, gelişmenin ve ilerlemenin doğal bir sürecidir.

                                                ***

28.04.2009

Adam dediğin

Adam dediğin, adam mıdır yüreğinde korkuyla yaşarsa.
Adam dediğin, adam mıdır yaşadığı dünyayı olduğu gibi kabul ederse
Adam dediğin, adam mıdır inandığı davaya baş koymasa
Adam dediğin, adam mıdır sözünün eri değilse
Adam dediğin, adam mıdır haksızlığa karşı koymasa
Adam dediğin, adam mıdır kul hakkı yerse
Adam dediğin, adam mıdır bilgece sesi çıkmazsa
Adam dediğin, adam mıdır kendisini ve çevresini geliştirmezse
Biz bir garip Çingene’yiz, bizim etimiz ne - budumuz ne demeyin, pusmayın ve susmayın

                                                   *

Yargıtay onursal Başsavcısı Vural Savaş’ı izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum

                                                   *

Büyük felaketin, tarafıma küçük yansımaları

Soykırım iddiasına farklı bir yaklaşım…

Şahsen avukat, mali danışman ve muhasebecilerle çok işim olur. Avukatlar ve muhasebeciler en azından Almanya’da “özel” insanlardır. Konuşmaları, oturmaları ve ihtiyaçları diğer müşterilerden farklı olur. Obama eski ve yeni mesleğinin gereğini yapmıştır. Laf cambazlığı, avukat ve siyasetçilere özgü bir yetenektir. AB(D) bu konuyu Kürt kartında olduğu gibi kuluçka halinde ve istismara açık tutmaya devam edecektir.

                                                   *

Teşekkür ederim

                                                ***

29.04.2009

Ne ekersen onu biçersin

Siyasal Islama ve kafatasçılara karşı şiddetli alerjik reaksiyonlarım var, tepkimi dile getirmek için bugünden tezi yok, kendimi yeminli AKP ve kafatasçı düşmanı ilan ediyorum.

                                                   *

Kafalarının içi tınğıl tınğıl

Görünüşe bakarsan gayet modern bir kadın ama kafası:

Nato mermer, nato kafa!

Almış eline bir kitap geldi dükkâna bize AKP’yi anlatıyor. Deniz Feneri yalanmış, iftiradan ibaretmiş diye bir şeyler anlatmaya çalıştı. Be güzel kardeşim bundan bir zaman önce, sen değil misin bize galipte kayınpederinin Kombassan’a 80.000 € kaptırdığını ve parasını hala almadığını anlatan.

Sistem bu özenle seçiliyor ve kapı, kapı dolaştırılıyorlar.

Okumak yok!
Düşünmek yok!
Kafa yormak yok!
Doğrumudur, yalan mıdır diye sorgulamak yok!
Martaval okumak var!!!

                                                   *

Ağzınıza sağlık Genelkurmay Başkanım

İlkellik, gericilik adeta ruhunuza işlemiş – şalvarlarınızdan akıyor!
Bizler Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının torunlarıyız, bizi sindiremez - susturamazsınız!!!

                                                ***

30.04.2009

İdeal Demokrasi

Sayın Mehmet Y. Yılmaz,

Köşenizi, her zaman sizinle hemfikir olmasam da ilgiyle takip ediyorum.

Tıpkı 30.04.2009 tarihli ve Hürriyet Avrupa baskısında yayınlanan “Asker bu kadar konuşmamalı” başlıklı yazınızda sizinle aynı fikirde olmadığım gibi.

Sizin bu yazınızı vesile alarak, bende düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Vesile dedim çünkü sizin gibi düşünen birçok insan olduğunu fark ettim.

Sayın Yılmaz ideal demokrasi, demokrasinin beşiği olan Yunanistan başta olmak üzere hiç bir Avrupa ülkesinde yoktur. Olmazda zaten!!!

Bunun başlıca nedenlerinden biri demokrasinin kendisidir!

Yunan filozofları Aristoteles (Aristo M.Ö. 384-322) ve Plato (Eflatun M.Ö. 427-347) dahi bu sorunları görmüş ve ciddi şekilde eleştirmişlerdir. En başta Demokrasiyi bir “taşra hâkimiyeti” yani eğitimsiz ve fakir insanlar hâkimiyeti olarak tanımlamışlardır. Aristoteles'in şu tespiti ilginçtir: "Şimdi bazıları yalnız bir tür Demokrasi var diyebilirler [...], ama bu gerçeği yansıtmamaktadır…”

Kaldı ki çağımızda demokratik toplumlar genelde temsili demokrasi ile yönetilmektedirler. Ve temsili demokrasinin ne kadar demokrat olduğu ortadadır.

Size sormak istiyorum, Türkiye’nin bulunduğu:

-       Ortam ve şartları.
-       Coğrafyası ve komşuları.
-       Türk halkının genel anlamda eğitim ve kültür düzeyi.
-       Türk halkının tarihi.
-       Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan insanların geniş anlamda yapısal farklılıkları.  
-       Ve her şeyden önemlisi yaşam tarzımız ve düşünce yapımız.

Sizin tarif ettiğiniz duruma uyuyor mu?

Haklısınız, çağdaş bir toplumda asker güncel olaylarda fikirlerini belirtmeye ihtiyaç duymaz. Çünkü söz askere gelene kadar birçok sivil mekanizma vardır arada. Türkiye’de durum böyle mi?

Sivil toplum, sivil örgüt namına hareket edenlerin alt yapısıyla, herhangi bir Avrupa ülkesindeki sivil toplum - sivil örgüt birbiriyle kıyaslanabilir mi?

Kaldı ki, olağan şartlar altında yönetim sorunları olan bir ülkede olağan üstü bir durum yaşamaktayız. Demokrasinin zaaflarından faydalanarak tüm demokratik kurum ve kuruluşlara resmen ilan edilmemiş bir savaş açan zihniyet yönetimde. Kayda değer ve ciddi bir siyasi muhalefet namına hiç bir şey yok gibi!

Sivil toplum namına özgürce hareket edenler varla yok arası, yok’a daha yakın…

Ne kalıyor?

Asker!!!

Bu durumda Asker konuşmayacak ta, kim konuşacak Sayın Yılmaz?

                                                ***

02.05.2009

Hap deli, hup deli bizim memlekettekilerin hepsi deli…

Aslında değil kabine Revizyonu’na, zihniyet ve hükümet Revizyonu’na ihtiyaç var ama…
Memlekete seçenek ve lider yok!

                                                ***

03.05.2009

Bir lidere ihtiyaç var

Bir lidere ihtiyaç var, kardeşe kardeşi olduğunu hatırlatacak.
Bir lidere ihtiyaç var, en yüce inançları istismar etmeyecek.
Bir lidere ihtiyaç var, toplumu kucaklayacak.
Bir lidere ihtiyaç var, insanlara güven verecek.
Bir lidere ihtiyaç var, özünü hatırlatacak.
Bir lidere ihtiyaç var, huzur verecek.
Bir lidere ihtiyaç var, yüzünde tebessüm olacak.
Bir lidere ihtiyaç var, yerine göre hareket etmesini bilecek.
Bir lidere ihtiyaç var, cebine çalışmayacak.
Bir lidere ihtiyaç var, dürüst olanın değerini bilecek.
Bir lidere ihtiyaç var, sözünün eri olacak.
Bir lidere ihtiyaç var, milletin malını peşkeş çekmeyecek.
Bir lidere ihtiyaç var, etrafına ışık saçacak.
Bir lidere ihtiyaç var, ne yaptığını bilecek.
Bir lidere ihtiyaç var, tutuğunu koparacak - Atatürk gibi öngörü sahibi olacak.
Ama O, ne yazık ki bir daha gelemeyecek…

                                                   *

Susmayın

Bu sizin Anayasal hakkınız, lütfen susmayın…

Anayasa`nın 25. Maddesi :

VII. Düşünce ve Kanaat Hürriyeti

Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.

Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

Anayasa`nın 26. Maddesi :

VIII. Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü,radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümlere, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.

                                                ***

04.05.2009

Cevap hakkımı kullanıyorum

14.04.2009 tarihli yazıma binaen yazılan yoruma cevap vermek istiyorum. Bir okurun yorumunu olduğu gibi veriyorum:

önder bey,
madem bu işi sehpa ile cözeceksiniz,
o zaman tayyip bu ergenekona az bile yapıyor.
bakın siz asmaktan bahsederken o sadece süreç içerisinde yargılatarak ceza veriyor.
ee madem sehpa sizin çüzümünüz. o halde biz de elimizden geleni yapmalıyız ki sizler iktidar yüzü deil, devlet dairesi bile göremeyesiniz.
sizin gibi düşünenler değil ordudan, her türlü devlet organından önce atılmalı ve yargılanmalıdır.

Sayın okur,

Öncelikle sizden özür dilerim çünkü yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermiş oldum, demek istediğimi biraz daha etraflıca anlatmam gerekirdi. Bunu telafi etmek için bu satırları yazıyorum.

İlk olarak şu tespitte bulunmakta fayda görüyorum, demokrasi dediğimiz olgu bir hak ve görevler manzumesidir! Hak olanı alıp, görevleri ihmal veya görmezden gelmek demokrasinin ihlalidir.

En temel hak, yaşam hakkıdır! Bu temel üzerine diğer haklar bina edilir ki, bildiğiniz üzere Türkiye’de bu temel hak çokça görmezden gelinir. Bu vurdumduymazlık, başkalarının haklarına saygısızlık ve tecavüz, örneğin trafik magandaları ile başlar, köy ve şehirlerdeki kovboylarla devam eder – dağa çıkanlar ile süre gider. Konuyu biraz daha açalım:

İşlek caddelere konan parça tesirli bombalar masum insanları hedef alırken, bu bombayı yerleştirenler sizin, benim ve onun yaşam hakkına tecavüz etmiyor da ne yapıyorlar? Dağa çıkan bir “insan” ölmeyi ve öldürmeyi göze alır! Bunu ideolojik, maddi veya herhangi bir başka sebepten ötürü yapar. Seçilen ve atananlar toplumun huzur ve refahını sağlamakla yükümlüdürler. Bu şahıslar görevlerini yerine getirmedikleri takdirde istenmeyen sonuçlara sebebiyet verirler. Sanırım buraya kadar sizinle mutabıkız.

Bilirsiniz bir özdeyiş vardır:

Hayvanlar koklaşa - koklaşa, insanlar konuşa - konuşa diye.

Çok doğru ve yerinde bir tespit! Konuşmaktan ve uzlaşmaktan yanayım. Ancak tekrar ediyor ve vurgulamak istiyorum, hakka saygısı olmayanın - özelikle canlı kelimesini kullanarak ifade ediyorum - başkasının hakkına tecavüz edenin benim nezdim de hakkı yoktur. Bu canlı, ister insan ister hayvan olsun.

Burada “Kurtlar vadisi” oynamıyoruz!

Devlet ve toplum namına resmi bir sıfat taşımaksızın hareket eden ve yasaların suç saydığı bir cürümü işleyen her kimse hesap vermek zorundadır! İnsanız hata yaparız, zaten resmen bu filleri işleyenlere de disiplin ve yargı yolu açık tutulmaktadır. Bakın emin olmamakla beraber, Ergenekon denen davada insan veya toplumun huzur ve refahına karşı bir suç işlendiyse suçluların cezasız bırakılmamasından yanayım. Ama salt Atatürkçülük namına, Atatürkçü diye yargılanıyorlarsa işin rengi değişir ki bu konuda ciddi şüphelerim var. Kaldı ki Tayyip kim oluyor? Recep Tayyip Erdoğan yargı değil ki!

Unutmayalım demokrasinin kaideleri:

-       Yasama
-       Yürütme
-       Yargı

diye üçe ayrılır ve birbirinden bağımsız olarak görevlerini yerine getirirler.

İsterseniz biz yine konumuza dönelim. Evet, kasten başkasının yaşama hakkını elinden alanın asılmasından yanayım (bazı istisnai durumlar dışında, nefsi müdafaa gibi). Haberlerde gözünüzden kaçmış olmalı,  bir ara “PKK, Irana terörist göndermekte zorlanıyor” diye gazetelerde manşet atmışlardı.

Zorlanmalarının sebebi İranlılar teröristi buldukları yerde asıyorlarmış!?   

Her ne bahaneyle olursa olsun ve hangi “taraf” toplumun huzur ve yaşama hakkına tecavüz etmeye yeltenirse yeltenensin yasaların öngördüğü cezaya çarptırılmalı. En caydırıcı ceza ölümdür…      

                                                ***

05.05.2009

Sevgi ve saygı üzerine

Kendisini sevmeyen ve saymayan, insan sever - sayar mı?
İnsan sevmeyen ve saymayan, hayvanı sever - sayar mı?
Hayvanı sevmeyen ve saymayan, doğayı - sever sayar mı?

                                                ***

06.05.2009

Acı

Acının Türk, Kürt, Ermeni, Alman, Fransız, İtalyan ya da İngilizcesi olmaz!

Acı tıpkı sevinç gibi evrensel bir dildir ve insan olan herkes bu dili anlar. Bu vahşetten arda kalanlara sabır, ölenlere rahmet dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden.  

Ar damarı çatladı, çivi söküldü…
Çürük – çarık, bozuk, içi kurtlu ne varsa meydanlara döküldü!
Yürek ister!
Kuvvet ister!
İrade ister!

                                                ***

07.05.2009

Vendetta

Vendetta kelimesi İtalyanca kökenli olup kan davası anlamına gelir. Kan davası yalın anlamda toplumun koymuş olduğu hak ve hukuk kurallarının çiğnenmesi, “kendi” ilkel içgüdülerini her türlü kuralların üzerinde koymaktır. Bu ilkel içgüdü örf, adet ve töre gibi mazeretlerle haklı gösterilmek istense de…

Haberlerde çelişkili rakamlar verilse de, 48 ile 70 arası çocuk bu katliamın asıl mağdurları. Küçücük yaşta böyle bir vahşet yaşayan çocuktan ileride ne beklenir?

İlkellik ölçüsü nedir?
İlkellikle nasıl baş edilir?    

Annem anlatıyor, bundan yaklaşık yirmi sene önce bizim köye insanlar gelirmiş. Genelde kadınlar - kadınları toplayıp kuran kursları açarlarmış. Annem bir kere izinde bu insanlara rast gelmiş ve komşuların ısrarına dayanamayıp o da bu kurslardan birine gitmiş. Tabii öğretilmeye çalışanlara dayanamayıp “hoca hanımla” esaslı bir tartışmaya girerek kavga etmiş!

Cemaatler mahalle, mahalle – köy, köy dolaşabiliyor, insanlara kuran öğretmek namına bilmem ne öğretebiliyor…

Peki, resmi makamlar insanlarımızı eğitmek namına ne yapıyor?

                                                ***

08.05.2009

3y1t

3y’e 1t’de toplanır, padişah edasıyla hüküm sürülürse neticesi yaşadıklarımız olur.

Delikanlıya yakışmaz, bizi demokrasi bozar!
Ata, arpası fazla gelince ne yapar?
Anlaşılan bize de fazla demokrasi onu yapıyor!
Sanki yasama, yürütme ve yargı Tayyip’in emrinde!?
Bizde bu akıl oldukça Akçe Kapma Partisi ile yola devam…

Atalarımız ne demiş:

At yedi günde, it yediği günde unutur (belli olur) !?

                                                ***

09.05.2009

Kendisiyle barışık olmak

Kendisiyle barışık insan uysal olur, illa hata bulacağım - başkasını yereceğim diye bir derdi olmaz. Kendisiyle barışık olmak için istisnasız hepimizin özeleştiride bulunması lazım. Birlikte var olma koşullarını aramalıyız, bizler atalarımızdan bunu örgendik. Öğrendik ama bize bunu unutturmaya çalışıyorlar. İslam ayrıştırıcı bir unsur değil, tam aksine birleştiricidir. Yaşadıklarımız kaderimiz olamaz! Rabbim, insanoğluna bir ölçüye kadar kendi kaderini tayin etme özgürlüğü vermiştir. Atatürk ilke ve inkılâpları bu özgürlüğü yeryüzünde kullanabilmenin teminatıdır. Vicdan azabı gibi kendi kara, fikirleri kara, ruhu kara insanlara kanmayalım. Lütfen gereğini yapalım.

                                                    *

Dün gece geç vakitte bir telefon…

Hepimiz uyku sersemi fırladık yataklardan. Telefon eden yıllardan beri beraber çalıştığım bir şirket.

Bugün için bir alışverişimiz vardı. Şoförün intihar ettiğini ve beni başka bir şoförün gelip alacağını bildirdiler. Nuri Bey yıllardan beri tanıdığım çok efendi bir insandı. Ailesine başsağlığı, kendisine tanrıdan rahmet ve günahlarının affını dilerim. İntihar sebebi beli değilmiş!?

Benim aklıma gelen bir şey var ama…  

                                                ***

10.05.2009 

Gençler

Çanakkale ruhunu özümsemeden, Çanakkale “fırtınasını” benliğinizin her köşesinde his etmeden Atatürk milliyetçiliğini anlayamazsınız. Ulusal varlığımızı Kürdü, Türkü, Ermeni’si ve niceleri kan bedelini ödeyerek kurdular. Kardeşçe, omuz – omuza, kadın – erkek, çoluk çocuk demeden…

Çanakkale’ye gidin, görün ve o günün şartlarını yüreğinizde his etmeye çalışın.

Peygamber efendimizin ve sahabelerinin var olma mücadelesini yerinde inceleyin. Yüce dinimizi salt beş vakit namaz kılmak olarak gören alnı nasır tutmuşlara…

Ar ve namusu, güzel ahlakı kadının diş görünüşünde arayanlara inat…    

Bu değerlerin istendiği takdirde, insanın içinde olduğunu kanıtlayın!

İnsan olmanın, yeri ve zamanı geldiğinde yüreğinin sesini dinlemek olduğunu anımsatın…   

                                                ***

11.05.2009

Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinde ulusal varlığımızı savunmak 

Türkiye’de her şey olabilirsiniz!

- Hizbullahçı…
- PKK’cı…
- Dinci…
- Sağcı…
- Solcu…
- Kafatasçı…
- AB(D) ci… 
Hatta Allahsız bile…

Ama…

Aman, aman ha…
Siz, siz olun sakın Atatürk milliyetçiliğini savunmayın!

                                                ***

12.05.2009

Pencere vergisi

Bundan bir kaç yüzyıl önce…

Almanya’da…

Evlerinin sokağa bakan tarafında penceresi olanlar özel bir “pencere vergisine” tabi tutuluyorlardı…

Yeni tabu yönetmeliğine dikkat, Akçe Kapma Partisi hükümetinin paraya ihtiyacı var. Tapudan sonra pencere vergisi gelirse şaşmayın.

                                                ***

13.05.2009

Alıcılar, satıcılar, mühendis ve teknisyenler

Meslek hayatına başladığımdan beri Bilgisayarın teknik yönü, satıştan mağda ilgimi çekmiştir. Pazarlamacılar genelde ciro kotalarına erişmek için müşterilere olmadık vaatlerde bulunurlar. Bir pazarlamacı nadiren teknik servise danışarak hareket eder! Onların vaatlerini yerine getirmek biz mühendis ve teknisyenlere düşer. 

Pazarlamacılar yine “güzel şeyler olacak” diye çıktılar meydana, bakalım teknisyenler bu işi nasıl çözecek…  

                                                ***

14.05.2009  

İstanbullu, İstanbullulara geri verin 

Cennet mi, cehennem mi beli değil…

Kesin olan adımını atmadan “olmayan” paraları harcamaya başladığın. Utanmasalar nefes alıyorsun diye de para isteyecekler ama...  Allahtan henüz kimsenin aklına gelip uygulamaya koymadı.

Alabildiğine beton. Bunca insana, çoluk çocuğa yazık değil mi?    

Yeşil namına ne varsa üstüne beton dökmüşler…
Bir insan seli, uçsuz bucaksız…

Hasbelkader ya da İstanbullun taşı toprağı altın diye gelip buraya yerleşenlerin oluşturduğu varoşlar dolup taşıyor. Alabildiğine fakir fukara yuvaları… Burada yetişen nesiller her türlü “cambazın” tuzağına düşmeye müsait. Bu arada İstanbullun zenginliğinden nasiplerini alabilme uğruna şanslarını deneyip hüsrana uğrayanların sukutuhayali şiddete de dönüşebiliyor…     

İstanbul’dan binlerce kilometre ötede, güney Amerika’da bir metropol. İstanbullun sorunları ile boğuşuyor. Buldukları çözümü kelimelerle ifade etmeye utanıyorum!!!   

Varoşların etrafına yüksek duvarlar örmeye başlamışlar

Hemen bana şoven damgasını vurmadan sabırla okumanızı rica edeceğim. Bu örülen duvar yalnız bir insanlık ayıbı olarak görülmemeli bu düpedüz toplumsal bir iflasın ilanıdır.  

İstanbul, zengin ve fakir arasındaki uçurumu gözleyebileceğiniz “güzel” örneklerden yalnızca birdir. Hâlbuki bu cennet vatanda gelir adaletini sağlayabilecek kadar zenginlik vardır, olmayan bu adaleti tescil edecek iradedir. İstisnasız tüm hak dinleri toplumun ve bireyin sosyal sorumluluğunu vurgulamaktadır. Bir anlamda çağdaş insanın yeniden keşfettiği sosyalizmin öncüleridirler. 

İstanbul’u, İstanbullulara geri verin. İnsanlara geldikleri yerlerde ekmek kapıları açın! Sadaka almayı değil, çalışmayı öğretin. Çocuklara üretmeden, tüketmenin – köşe dönmeciliğinin yanlışlarını anlatın…

Nice insan gördüm elbiseleri yok…
Nice elbise gördüm, içinde insan yok!

                                                ***

15.05.2009

Tanrılar izin verirse

İnsanlık tarihi, kendini tanrı yerine koyan toplum (devletler) ve insanlarla dolu.
Yazgımız, coğrafyamız…
Çağımızda, kendilerini tanrı yerine koyanların izin verdikleri ölçüde yaşayacağız, yaşatacağız!?
Asla!
Mustafa Kemal Atatürk’ün evlatları buna müsaade etmeyeceklerdir. 

                                                   *

Adım, adım 

İki ileri, bir geri…
Dünden bugüne, bazen adımlar hızlansa da…
Biz buyuz.
Kabından taşan, kural kaide tanımayan – yönetilmesi zor – bir milletiz.
İnceleyin tarihimizi, günümüzü…
Göreceksiniz geri - geri gider gibi görünse de adım, adım ileriye gitmekteyiz.

                                                   *

Allah büyük 

Atatürkçülüğü Katletme Partisi Darwin’in teorisini kanıtlamak istercesine…
Evrim geçirerek Akçe Kapma Partisine dönüşünce…
Millete hizmeti, kendi cebine hizmet olarak algıladıkça…
Bütçe açığı büyüdükçe, deniz fenerinin – feneri - som altına dönüştükçe…    
Kısacası işler sarpa sarıca, Arap saçına dönünce…
Tüm iyi niyetli uyarılara, telkin ve tenkitlere kulak tıkadıkça…
Seçimler yaklaştıkça…
 
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir.
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” 

diyerek…

                                                ***

16.05.2009

Bir harf fazla…

Cumhuriyet Halk Partisinden, halk ibaresini kaldırmayı öneriyorum. Atatürk’ün halkçılık ilkesinden bu kadar uzak olan bir parti ancak Cumhuriyet Partisi olarak anılmalı…
Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi, İsmet İnönü’den günümüze gittikçe Cumhuriyet Partisine dönüştüğü kanısındayım.

                                                   *

Bu arada

Psikolog değilim ama gittikçe dikkatimi çekmeye başladı…
Bu insan neden ikide bir Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olduğunu vurgulama ihtiyacı duyuyor?
Acaba kendisinin de bu konuda şüphesi mi var?
Belki de temsil etmediği ve hiç bir zaman temsil edemeyeceği yüzde eli üçün ağırlığını his etmeye başlamıştır.    

                                                ***

17.05.2009

Vay anasına

Demek bugüne kadar “denize düşen yılana sarılır” özdeyişini yanlış algılamışım!?

Demek Atatürkçü Düşünce Derneğinin Tandoğan da düzenleyeceği Cumhuriyet mitingine katılanlar, “Ergenekoncu” dolayısıyla Atatürkçü Düşünce Derneğinin kendiside darbeciymiş…  

Ahmet Hakan geçenlerde eğitimsizliği klişe olarak nitelemişti, 15.05.2009 tarihli yazısında ise:

“…Normalde demokrasiden ziyade darbeye yakın bir ruh hali içinde bulunanlarla asla duygudaşlık yapmam…”  diyor.  

Güzel!

Yani ben, siz – bizler – darbeci ve çeteciyiz. Hak, hukuk tanımayan, sadakatsiz maceraperestlerdeniz… 

Ya bizim hakkımızda böyle düşünenler acaba manyak mı? Yoksa biz kendimizi ifade etmekten aciz miyiz? 

Ulusal birliğimize, Atatürk ilke ve inkılâplarına özden bağlı insanlar, sözde din – iman – hizmet şirinliğinde bulunarak halkı aldatanların elinde oyuncak olduk! Bizleri o köşeden bu köşeye sıkıştırıyor, yerden yere vuruyorlar.

Kendi kendime soruyorum:

- Bütün bu “Ergenekon senaryosu” bileğini bükemedikleri Türk Silahlı Kuvvetleri ile dolaylı bir
hesaplaşmamı?          
- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, halkın nezdinde yüksek itibarini zedelemek için mi düzenleniyor?

Evet, askerden medet umdum.  

Güvenebileceğim siyasi bir seçenek yok ki!

Kime derdimi anlatacağım, kimden yardım isteyeceğim? Günümüzde hangi siyasi irade, dini duyguları kullananlara karşı durabilir ki?  

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk yargısı, Laik Türkiye Cumhuriyetinin teminatıdır. Yargı budana, budana tüysüz kuşa döndü… 

Darbe kötünün iyisi, AKP çaresizliğin ifadesidir.

                                                ***

18.05.2009

İki kadın, üç çocuk

9 gündür Türkiye’deydim…
Bir kaç izlenimimi sizinle paylaşmak istiyorum:

Frankfurt uluslar arası havalimanında yumurta!?

Sözüm ona “İslami kurallara” göre giyinen kadınlarımızdan “güzide” örnekler:
Ağzında sakız,
Dar bir kot pantolon,
Rengârenk nispeten dar bir bluz, en azından görünmesi gerekmeyen yerleri “dolgun” bir şekilde ortaya koyan…
Ağzı geviş getirircesine, çağada çağ…
Alığı, pulluğu o biçim,
Kafa, kafayı hiç sormayın!
Muhtemelen içi boş ama o saçlarını garip, yumurta var-i bir şekilde bez parçasının altına “saklamış” yine rengârenk bir türban…
Bu “görüntünün” tam aksi…
Kılık - kıyafeti, hareket ve tavırları, ayakkabısı ve çantası ile tam bir uyum içerisinde başını örtmüş bir bayan! Dardan ve çuvaldan çok ama çok uzak… Kısacası şık ve alımlı. Alımlı olduğu kadar da benim diyen, bilgili ve bilinçli olduğu her halinden anlaşılan bir bayan!
İlkinden zibidiler sürüsüne bereket!!!
İkincisi çok ama çok nadir…

Eğitim ve görgüyü klişe olarak niteleyenler!?

Frankfurt’a geri dönerken daha terminalde dikkatimi çeken bir aile. İki çocuklu, çocuklar ağlaşıp mız mızlanıyorlar. Hava sıcak, insanlar kuyrukta, bunalmış durumdalar.  Birde o vıdı vıdılar ile onca insana rahatsızlık veriyorlar. Uçaktayız, şans bu ya önümdeki koltukta tamda bu insanlar yer aldı…

İki buçuk saat, yandım anam diye isyan edeceğim geldi…

Ne ana, nede babaları çocuklara söz geçiremiyor. Neyse bir ara uyudular mı ne, ses soluk kesildi. Bu sefer arkamdaki koltukta oturanlar dikkatimi çekti. Bir bayan küçük çocuğu ile seyahat ediyor. Ana - oğul tatlı bir sohbet içersindeler. Mükemmel bir Türkçenin yani sıra, çocuğu ile öyle şefkatli ve tatlı konuşuyor ki… Neyse, çocuk bu durur mu!? Bir ara annesi çocuğu bir ikaz etmesiyle, çocuğun çıtı çıkmaz oldu!

                                                   *

Usanmadınız mı? 

Usanmadınız mı, kandırılmaktan?
Usanmadınız mı, aldatılmaktan?
Usanmadınız mı, yalandan – dolandan?
Usanmadınız mı, satılmaktan?
Usanmadınız mı, sahtekârlardan?
Usanmadınız mı, bu düzenbazlardan?
Sizi “yönetenleri” suçlamayın!
İlla bir suçlu arıyorsanız, suçlu sizsiz!
Atatürk sizi ikaz etti…
Atatürk size yol gösterdi…
Ama siz…

                                                   *

Sizin nereniz Müslüman?

Sizin nereniz Müslüman sorusunu sorarken siyasal İslamcıları kast ettiğimi belirtmeliyim. Gerçek Müslüman’a, Hıristiyan’a ya da Yahudi’ye asla dil uzatmıyor, aksine tüm hak dinlerine ve samimi duygularla bu dinlere gönül verenleri yaratandan ötürü saygı ve sevgiyle kucaklıyorum.  

Sizin nerenizin Müslüman olduğunu söylemeye terbiyem müsaade etmiyor ancak şu bir gerçek ki sizler bir “Ergenekon” safsatası ile yola çıkarak bu toplumun zor şartlar altında yetiştirdiği insanları çoğu zaman topluca içeriye alıp, tek – tek katlediyorsunuz!

“İçeride” ne yaptığınızı bilmiyorum, ama sayın Prof. Dr. Türkan Saylan ne ilki nede muhtemelen sonuncusu olacaktır. Mustafa Kemalin evlatlarını yeryüzünden silme azminizin gereğini yerine getirirken unuttuğunuz çok önemli bir “ayrıntı” var. Bu ulus zor şartlar altında “lider” yetiştir ama yetiştirdiği gerçek liderler vazifelerinin ve sorumluluklarının bilicinde hareket ederek öyle tohumlar ekerler ki bu tohumlar her türlü haşerelere, mevsimsel etkenlere karşı bağışıklık kazanmış olarak yeşermeye devam ederler.

Sayın Prof. Dr. Türkan Saylan’a Allahtan rahmet, “tüm” ulusumuza baş sağlığı dilerim.  

                                                ***

19.05.2009

Yılmayacağız

Atam andımızı unutmadık…
Yolundayız, adım adım ilerlemekte olsak ta…
Önümüze çıkan engelleri aşmakta azimliyiz, bizi yıldıramayacaklar!  

                                                   *

Prof. Dr. Türkan Seylan’ın ardından…

Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınlarımızın ardından ne olduysa - ezber bozmadan - o olacak!
Aynı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ardın ne olduysa, yine aynısı olacak…
Önce ah vah, bir kaç timsah gözyaşı ve…
Unutmaya başlamak!
Şıhlar, şeyhler ve tahrikâtlarla - hurafelerle kendimizi aldatmaya devam edeceğiz...
Türkiye Cumhuriyetinin hantal çoğunluğu yine fuzuli şeylerle uğraşmaya başlayarak günü kurtarmanın telaşına düşecek, aydınlarımızın büyük bölümü entel cahilliklerle kendilerini halktan soyutlayarak birbirine düşecek.
Halk, halk ise koyun misali en çok sesi çıkanın ardından koşacak!
Ve bizler yine bir araya gelip tek ses, tek vücut olamayacağız. Din - iman namına aldatılmaya, göz göre göre kimliğimizin çalınmasına, göz yumama devam edeceğiz.  

                                                ***

20.05.2009

Günün sorusu:

Kamusal alanda içkiyi yasaklamak oluyor da, kamusal alanda türbanı yasaklamak neden olmuyor?

                                                  *

Siyasal İslamcılara bir uyarı

Ayıp kaçacak ama her sakallıyı baban sanma (…) yoksa senin ruhun duymadan başkası ananı bilmem ne yapar! 

                                                   *

Kişisel özgürlüklere müdahale taraftarı değilim!

Ancak eğer şeriat ya da darbe arasında seçmek mecburiyetinde kalsam her zaman darbeden yana olurum!

Neden mi?

Anlatayım…

Sıkıyönetim görmüş, asker dipçiği yemiş ve asker palaskasının “tadına” bakmış bir insan olarak yinede darbeden yana olurum. Çünkü Türk askeri, Mustafa Kemal’in askeriyse eğer – bir yerde – söz dinler, ona laf anlatabilirsiniz. Onun gönlü vatan aşkı ile közlenmiş olsa da belirli sınırlar içersinde hak hukuk tanır. Dikkatinizi çekerim ben diktatörlüklerden ya da sadist insanlardan bahis etmiyorum. Diktatörlük bambaşka bir kavram ve ortam, sadistlere de sivil hayata da – demokratik – ortamlarda da her zaman rastlaya bilirsiniz!    

Ama…  

Benim gibi ömrünüzü gurbet elinde geçirdiyseniz eğer her türlü insanı muhatap almak zorunda kalırsınız. Atatürkçüsünü, liberalini de gördüğünüz gibi şeriatçısını, demokratını da, kör cahilini ve okumuşunu da “benimsiyorsunuz”, “benimsemek” mecburiyetinde kalıyorsunuz çünkü seçenek yok. Hepsiyle bir şekilde “sohbet” etme imkânınız varken şeriatçıyla kesinlikle konuşmanız mümkün değil!!!

Hangi kanıtı sunarsanız sunun “o” sizin hiç bir argümanınızı – mantıksal açıklamalarınıza katılmaz. Kendi sabit fikirlerinden şaşmaz!

Iran, Afganistan örneklerinde olduğu gibi…

Siz,

-       Taliban var-i bir yönetim altında yaşamak ister misiniz?
-       Iran mollalarının baskılarına dayana bilir misiniz?

Kendimizi hiç aldatmayalım, gidişat gözle görülür şekilde ya diktatörlüğe ya da şeriatta doğru kaymaktadır.

Çağrı mı yinelemek istiyorum:

Birlik ve beraberlik, kardeşlik ve güven ortamında çözemeyeceğimiz hiç bir sorunumuz kalmaz

Yeter ki isteyelim…   

Ne şeriat, ne darbe...
                          Prof. Dr. T. Seylan

                                                   *

Türkiye’nin haline bak

Neymiş? Tüzük gereği bir kez daha milletvekili (hangi milletin, hangi vekili diye sormak gerek) seçilebilirmiş miş, sözüm ona yerini gençlere bırakabilirmiş miş …

Telaşlanmayın o tüzük değişecek!

Suçlu veya şüpheli “Cumhurbaşkanı”…
Sabıkalı “Başbakan”…
Odak olan bir parti…

Anla artık Türkiye, anla!!!

                                                ***

21.05.2009

Webmaster

Site takip iyi bir webmasterın görevleri arasındadır. Siteye kim girer – çıkar, ne okur, sitede ne kadar vakit geçirir gibi… İyi webmasterlar bilir uluslararası arama motorlarında site birden bire gözle görülür şekilde geriler ve gerilediği kadar ani bir hareketle öne doğru hamle yapabildiği gibi internetin dijital evreninde kaybolur gider…

Bunun nedeni binlerce Server dediğimiz merkez bilgisayarlarda bulunan bilgi bankalarının eşzamanlı olarak bilgi alışverişinde bulunmasından kaynaklanır.

Anlayacağınız, insanlar ve toplumlarda zaman - zaman gerileyebilir. Geriler ve bir hamleyle öne çıkma gayretleri gösterir.

Ya da insanlık tarihinin sayfalarında kaybolur gider…

Bu doğal bir süreçtir, bilmem anlatabiliyor muyum?

                                                   *

Bir millet uyuyorsa, onu kolaylıkla uyandırabilirsiniz. Fakat bir millet uyumuyor da, uyuyor gibi yapıyorsa, onu asla uyandıramazsınız.
                                                                                                                                                      Indra Gandi

                                                ***

22.05.2009

Bir musibet bin nasihatten iyidir

Türkiye için ne nimet, ne nimet!?
Türkiye’de, Türk olmak…
Türkiye’de, ne mutlu Türküm demek…
Dağa, taşa ve okullara bu ibareyi yazmak…
Tartışılabilir!!!
Uluslararası sermaye, AB(D) ve bilmem ne küsebilir, çekilebilirmiş…
Satın, savın ne var ne yoksa…
Kendi ülkemizde, kendi topraklarımızda…
Bizi bize düşman ettiniz!
Kardeşliği nifak tohumları ve bin bir türlü hile ile böldünüz…
Hizmet anlayışınız…
“Müslüman” söyleminiz ile…
Ekmeğimize kan doğradınız…
Kimin uş-ak-la-rı olduğunuzu…
Atanın bu cennet vatanı emanet ettiği gençliği…
Yıllarca zehirlediğiniz gibi…
Şaşarım bu Coca Cola, Hamburger ve Mercedes gençliğine…
Üniversiteli bir genç in sorusuna bak…
Tüm sorunlar bitmiş, ortalık gülük gülistanlık…
Uğraştığımız, sorguladığımız şeye bak!

                                                ***

24.05.2009

Sıkıldım artık bu yalandan dolandan, tüm bu sahtekârlıklardan

Gerçekleri söylemekten de, dinlemekten de korkmayın. Muhatabınız kim olursa olsun gerçekleri söyleyin, gerçeklerden kimse kaçamaz! Gerçekler eninde sonunda karşınıza çıkar ve gerçekler ile yüzleşmek durumunda kalırsınız. Zaten mücadelelerin esası da gerçeklerde yatar!

Türkiye Cumhuriyetinde, medenilerle - bedevilerin bitmez tükenmez mücadelesine birde kafatasçılar eklenince >>> Serv <<< ile karşı karşıya kalırsınız!

Ama bunu kimse görmez! Görse de görmemezlikten gelir… Çözüm üretmek, meseleleri cesaret ve aklıselim ile neticelendirmek siyasetçilerin işine gelmez. “Onlar” için makam ve mevki esastır!  Genellemelere karşıyım ama bildiğiniz gibi istisnalar ne yazık ki kaideyi bozmaz.

Siyasette duygulara yer yoktur. Siyaset mantık, hesap ve çıkar hesapları üzerine kurulur ki bu kural özellikle uluslararası siyaset için geçerliğini korumaktadır. Ancak amaçları oy almak olanların, sorun çözmek gibi bir dertleri yok!

                                                   *

Büyük lokma ye büyük söz söyleme

Yaratanın karşısında…
Evrenin sonsuzluğunda…
Ey oğul, sen ki küçücük insansın…
Nasıl edersin böyle büyük laflar?
Bu ne cüret aldatmaya kalkarsın senin gibi küçük olanı…
Büyüklük lafta değil, baştadır…
Baş ile bilektedir…
Büyüklük emektedir…
Büyüklük yaptıklarındadır, yaratığın eserlerdedir…
Sen ki kendi kendini översin, sen ki atalarının yaptıklarıyla övünürsün…
Büyüksün (!?)
Ataların ile övün, övün yaptıkları övünülecek değerdeyse…  
Sen kendi kendini överek küçültme!
Aldatma, yanıltma (!?)
Gerçekten büyüksen eğer…
Hazıra konma…
Gıpta ve gıybet etme başkalarına…
Bileğinin hakkı, zekanın ışığında…
Mükemmel olanı kendin yakala!

                                                ***

25.05.2009

Kafamın içinde mayınlar patlarken

Çaresizliğin sıkıntılı, ifadesi güç anlarını yaşıyoruz. AKP mayın tarlasına girdi çıkamıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri de “nasıl girdiysen öyle çık” dercesine topu başkalarına atıyor!

Tuğgeneral Gürak, Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı’ndaki haftalık basın bilgilendirme toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Gazetecilerin Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesine ilişkin soruları üzerine Tuğgeneral Gürak, Suriye sınırında mayın temizliği yapılması düşünülen alanın, yaklaşık olarak 510 kilometre uzunluğunda, ortalama 350 metre derinliğinde ve alan olarak 178 milyon 500 bin metrekare olduğunu ifade etti.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) sahip olduğu mayın temizleme yeteneğinin muharebe alanında askeri ihtiyaçlara cevap verecek şekilde temizleme veya geçit açmaya imkân verecek yeterlilikte olduğunu anlatan Tuğgeneral Gürak, ''Bu büyüklükteki mayınlı bir alanın temizlenebilmesi için mevcut teçhizattan tamamen farklı. Halen TSK'da mevcudu bulunmayan, modern mayın temizleme teçhizatına ve özel eğitilmiş uzman personele ihtiyaç vardır'' dedi.
Tuğgeneral Gürak, ''Bu nedenlerle mayın temizliğinin, bedeli ödenmek kaydıyla hizmet alımı yöntemiyle yapılması ve bu kapsamda uluslararası deneyime sahip NATO İkmal ve Bakım Teşkilatı'nın (NAMSA) öncelikli olarak dikkate alınması uygun bir hareket tarzı olarak düşünülmüş ve bu görüşler, zamanında ilgili mercilere gönderilmiştir'' diye konuştu.

Sayın Tuğgeneral Gürak’in yaptığı mantıklı bir açıklama ama…

Aması var işte!

TSK’nin elinde kendi döşediği mayınların en azından bir krokisi yok mu?

Muhtemelen özel bir şirketine verilecek olan mayın temizleme ihalesinin ileriye dönük maliyeti bize kaça patlayacak? Bakınız Kıbrıs!!!

Madem biz temizleyemiyoruz, acelemiz ne?

Muhatabına durumu izah et, içeride gereken geniş mutabakatı sağla. Yetiştir ihtiyacın olan personeli, al gerekli olan teçhizatını ve kendi işini kendin gör!   

                                                   *

Georg fabrikayı alıp gitmez

Nerede görülmüş sömürgenin suyunu çıkarmadan alıp başını gitmek?

Georg, fabrikayı alıp gitmez!

Yılda milyarlarca dolar kazandığın (sömürdüğün) bir ülkeden, sen olsan gider misin?
Ayşe, Fatma, Ali ve Veli gibi “çağdaş” kölelik koşulları altında çalıştırılacak olan insanlar…
Efendilerinin denetleyicileri tarafından ülkenin her türlü kaynaklarını Ağababalarına sunulmadan…
Bu denetleyiciler ve efendileri doymadan…
Georg, hiç gider mi!

AB(D)’denin bu konuda tutumunu sergilediği sayısız örneklerinden yalnızca biriyiz…

                                                ***

26.05.2009  

 

                                                *** 

27.05.2009

Fethullah’ın tohumları

Siyasal İslam’ın başbakanı olan kişi Türkiye Cumhuriyetinin başbakanı olmadığı için Türkiye’nin hakkını - hukuku savunmaz. Dolayısıyla Çankaya’daki emsali de siyasal İslam’ın başbakanını savunacaktır çünkü kendiside siyasal İslamcıların Cumhurbaşkanıdır.

İyide…

Biz ortada mı kaldık?

Koca ülke kimlere emanet?

Eskiler ne dediyse, çoğunlukla doğru demiş!
Kurt kocayınca, köpeklerin maskarası olurmuş…
Türkiye kocamadı! Aksine genç bir nüfusa sahip…
Ama köpeklerin ulumaları her köşeden duyulur oldu!
Türkiye’ye “hasta adam” yakıştırmasını laik gördüler!
Doğrudur(!?)
İçimizdeki pislikler her geçen gün bünyemizi daha da zayıf düşürüyor…
Anlaşılan bu kafa ile daha çok yaşayacağım sefa, çekeceğim cefa var…

                                                *** 

28.05.2009

Vallaha ne yalan söyleyeyim ben kafatasçıyım

Takiye yi sevmem, neysem oyum...
Doğruya doğru, oldum olası kafatası ilgimi çekmiştir.
Güzel bir kadın başının estetiği…
İçimde bu başın yaratığı fırtınalar…
Hele bebeklerin o küçücük kafalarındaki o kocaman gözler, küçücük burun ve ağızlarına bayılırım.
Şaka bir yana gerçekten kafatası ilgi alanımdadır ama kafatasının formuna bakmam!
Etnolojik bir saplantım yoktur!
Ben daha çok kafatasının içindekilerle ilgiliyim!
Yaratan, yaratırken salt bir cüsse yaratmadı…
İçini de donatı…
Düşünme kabiliyeti verdiği gibi…
Akıl verdi akıl!
Benim ilgi alanım insandır…
Düşünceleri, inançları ve hayalleri ilgimi çeker…
Buralarda nice sözüm ona Müslüman, nice hacı ve hoca gördüm ciğeri beş para etmez!
Bazı Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi’ye gıptayla bakmışımdır…
İnsan olduğundan ötürü, inançlarını samimi yaşadığı ve yaşattığı için!
Ben insan aşağılamam, ben kimim ki insan aşağılayayım – insanı hor göreyim…
Cahile, cehaletinden dolayı kızmam!
Küplere binerim cehaletinin farkındaysa ve bunda ısrar ederse…
Hele cahil kafasıyla ve cehaletin verdiği cesaretle zibidilik eder başkalarını yönetmeye kalkarsa…
Ucuz kahramanlık gösterileri ile göz doldurmaya yeltenirse…
Af etmem!!!
Not tutar ve zamanı geldiğinde hesap sorarım.

                                                *** 

29.05.2009

Namus ve Çin Seddi

Bir ülkenin sınırları, o ülkenin namusudur!
O sınırları korumazsanız bir gün gelir başkaları ortalığı talan eder, ırzınıza geçebilir…
Siz, evinizin kapısı ve pencerelerini sürekli açık tutar mısınız?
Tutmasınız! Hatta bazı önlemler alırsınız…

Yirmi küsur senemi teknolojik gelişmelere verdim, bana itimat edeceğinize güvenerek şu cümleyi kurmak istiyorum:

Salt teknolojiye güvenerek ve yalnız teknolojik yatırımlarda bulunmak yetmez. İnsan faktörünü göz ardı ettiniz mi kaybetmeye mahkûmsunuz. En iyi yatırım insana yapılan yatırım olmakla birlikte güvenmek güzel, denetlemek esastır.  

Gelin sizinle milattan öncelerine bir yolculuk yapalım. Çin Şeddinin yapılış amacını bildiğinizi varsayarak bu “uçsuz bucaksız”, insanlık tarihinin en büyük yapıtı üzerine bir - iki fikir yürütelim!
Zamanında bu duvar üzerinde yaklaşık 25.000 tane gözetleme kulesinin var olduğu sanılmaktadır.  Bu kuleler insan gözünün görebileceği mesafelerde kurulmuştur. Etkili bir savunma aracı olmakla birlikte, insanoğlunun yaptığı her şey gibi mükemmel değildir! Buna rağmen çok uzun zaman görevini yerine getirmiştir.

Günümüzde deniyor ki:

Türkiye’nin güneydoğu sınırı denetlenmesi güç bir sınırdır

Şüphesiz doğrudur!  

Google Earth üzerinden bu sınır hattını takip ettiğinizde dağlar gözünüze çarpacak, mayın tarlasını bir boydan bir boya göreceksiniz. Mayın, günümüzde de askeri açıdan gereklimi değil mi bilemem ama araştırmalarımdan ve okuduklarımdan çıkardığım sonuç itibarıyla:

Mayın, PKK, terör, kaçakçılık, siyaset, feodalizm ve kara parayı bir bütün olarak ele almak gerektiğidir.

Günümüzde dünyanın hiç bir yerinde parasız parmağınızı bile oynatamazsınız!
Bu gerçekten yola çıkarak şu cümleyi kursak yanlış olur mu?

Para akışını kestiğinizde, ister İslami - ister ayrılıkçı terör olsun yavaş yavaş, ama kesin olarak bir asayiş sorununa dönüşecek, dolayısıyla kontrol altına alınabilecektir. Buna müteakip alınacak gerekli tüm sosyoekonomik, eğitimsel ve kültürel önlemlerle birlikte gündemden düşecektir.”   

Günümüzde askeri açıdan “göz uzaklığında” kurulacak olan karakolların (Çin Şeddinin üzerinde ki gözetleme kulelerinin) bir değeri var mı bilemeyeceğim. Ama ben olsam ve beli bir karakola baskın düzenlemem gerekse önce bir düşünmem icap eder. Çükü düzenleyeceğim baskın aynı anda ve geniş bir alana yönelik olması gerekir! Buda benim baskını “sürpriz” olarak gerçekleştirmemi neredeyse imkânsız hale getirir. Karakollar göz mesafesinde, silahlı bir çatışma anında diğer karakollardan duyulacak ve gerekli önlemler alınacak, yardım istenecektir. Bunlar insan duyuları ile gerçekleşebilecek olanlar, birde buna teknolojik imkânları da dâhil ederseniz…

Gelelim esas meseleye bu gibi önemlerin sınır kaçakçılığı üzerinde yapacağı etkiyi hayal edebiliyor musunuz? 

Kaçakçısınız ve iki karakol arasından bilmem ne kaçıracaksınız!  

Karakolları güvenlik gerekçesiyle kapatacaksınız, mayınları temizleyeceksiniz ve… 

Seçilen ve atananlar doğuda oy kaybını hesaplayarak, kaçakçılıkla mücadeleye pek sıcak bakmazlar. Bu mücadele onlara oy getirmez aksine oy kaybettirir. Yukarıda saymış olduğum ve bence bir bütün olarak eline alınması gereken olguların ortak paydası paradır. Kirli ve kayıt dışı para…    

Not: Simdi bana kalkıp ta bunun finansmanı nasıl sağlanacak diye saçma sapan bir soru sormayın sakın çünkü etrafınıza bir bakmanız yeter her köşedeki israfı, hırsızlığı, talanı göreceksiniz.

                                                   *

Evlat acısı

Allah, düşmanıma bile böyle bir acı vermesin!
Evlat acısı nedir bilirim. Ben evladımı bir kazada kaybettim…
Şehitlik mertebesine erişmiş tüm evlatları, evladım bilir acısını çekerim. Elbet ateş düştüğü yeri yakıyor ama o ana – babaların neler his ettiğini çok iyi biliyorum…   
Siz ne derseniz deyin, nasıl teselli vermeye çalışırsanız çalısın…
Onları, onlardan başka kimse teselli edemez!
Onlar kendi hayal âlemlerinde hatıraları ile yaşamaya başlarlar.
Ve zaman bu acıyla yaşamasını öğretir insana. Unutmuyorsunuz, yüreğinizin bir köşesinde yaşayan nasıl unutulur ki?
Ama öğreniyorsunuz acıyla yaşamayı!

                                                   *

Ne gerila’sı ulan

Sen gerila olsan…
Sen bağımsızlık için mücadele versen…
Türkiye Cumhuriyetinin Kürt kökenli vatandaşları senin arkanda olmaz mı?
Dönüp arkana bir baksana pabuçlarımın gerilası!
Bak bakalım senin arkanda ne kadar insan var!
Ben burada Kürt kökenli insanlar arasında yaşıyorum, onların ne kadar onurlu - izzetinefis sahibi insanlar olduğunu biliyorum. Bu insanlar senin “davana” inansa kim tutabilir onları?
Kardeşkanı sel gibi akar, bilmem kimin uşakları!   
Kardeşlik, özgürlük ve bağımsızlık lafla değil yürek ile elde edilir.  

                                                ***

30.05.2009

 

                                                ***

31.05.2009

Bu mudur?

Siyasetçinin asli görevleri arasında toplumun huzurunu, refahını tesis edecek - istikbale yönelik adımlar atmak değil midir?

Türkiye’de en sağından en soluna, İslamcısına varana kadar siyasi yelpaze bu görevi ciddiye almıyor, aksine toplumu gerecek tüm adımları atmaktan da geri durmuyor…  

Gelin sizinle şu medeniyet dedikleri ve Türkiye’de çok tartışılan bu kavrama bir bakalım:

 Fahr zur Aar  

Bugün Fahr zur Aar günü. Aar küçük bir dere, yaşadığım vadiyi boydan boya aşan küçük ama şirin bir dere. Fahr zur Aar’nın Türkçe karşılığı Aar’a sür olarak tercüme edebiliriz. Ana yol trafiğe kapatılır ve yalnız bisikletliler ve yayalara açılır. Maddi durumu bisiklet almaya müsait olmayanlar alırlar çocuklarını ve tabiatın tadını yürüyerek çıkarırlar. Diğerleri türlü, türlü bisikletleriyle çoluk çocuk yola dökülürler. Yarışmalar, ödüller işin heyecanıdır…

Medeniyet dedikleri acaba bu mudur?

Devam edecek…

                                                   *

01.06.2009

İnce bir zevk mi, yoksa medeniyetin gereği mi?

Dün ailemle Rhein (Ren nehri) kenarında bir mangal sefası yaptık. Güzel bir gün geçirdik. Akşam üstü yanımıza muhtemelen karı koca bir çift oturdu. Battaniyelerini serdiler ve bira şişelerini çıkardılar! Ardından iki bira bardağı…

Onlar biralarını bardaklarından yudumlarken anneme sordum:

İnce bir zevk mi, yoksa medeniyet gereği mi?  

İnce bir zevk görgü gereğidir. Görgü ise medeni davranışlarla el ele gider…

                                                   *

Rus gençlerinden, Türk gençleri olunca…    

Geçen hafta tatildi…

Yani bir kaç gün dükkana uğramadım. Genelde sabahları çok erken dükkana giderim. O sabah eşimin dükkanın önünde büyük, büyük kan lekeleri vardı. Şaşırdım ama ne yalan söyleyeyim bu konu üzerinde kafa yormadan kendi dükkanıma geçtim...

Aradan bir kaç gün geçti geçmedi mahallenin dedikoducusu ki, beyi gerçekten sevdiğim yaşlı bir beyefendidir, yanıma geldi ve sordu:  

Geçen gece olanları duydunuz mu?

Cevap vermeme fırsat bırakmadan anlatmaya başladı:

Nasıl söylesem bilmem ki, Türkler… Türk geçleri, komşunun oğlunu feci şekilde dövmüşler...  

(Çeviri notu: Türkçemizde karşılığı olmayan ama oldukça aşağılayıcı kelimeler kullandı. Mahallede 5 yabancının dükkanı var)  

Hadi bakalım, ne cevap verirsin?

Bir iki em-küm şeklinde cevap verdikten sonra yanından ayrıldım. Öğleden sonra dayak yiyen gencin babası ile karşılaştım. Geçmiş olsun dileklerinden sonra babaya olayı sordum ve Türk gençleri – Rus gençleri oluverdi…

Yoksa medeniyet dedikleri bu mudur?

Devam edecek…

                                                   *

01.06.2009

Ahmet Türk

Dün aksam 32. Gün programında…
İster Türk - ister Kürt, ister ne olursa olsun…
Siyasetçiye inancım kalmadı. Samimiyetlerinden derin bir kuşku duyuyorum…
Acaba bu inançsızlık duygusu, aldatılmışlığın bir neticesi mi?

                                                   *

Emine Ayna

Kürt asılı vatandaşlar sahipsiz değildir!!!

Kürt asılı vatandaşlarda - bizlerde Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarıyız, bu topraklar hepimizin ve hepimiz bu devletin himayesindeyiz.  

                                                   *

02.06.2009

Af etmek

Bağışlamak Allaha mahsusumudur?
Tüm hak dinleri insanoğluna bağışlamanın erdemlerini öğretmez mi?

Ahmet Türk:

“…ben af etmeye hazırım…” diyor!

Ona karşı yapılan haksızlıkları, işkenceleri af etmek istediğini belirtiyor.

Af etmek yüceliktir…

Anadolu topraklarında, Anadolu’nun renga renk çiçekleri…

Birbirinden farklı, ahenk ve uyum içersinde varlıklarını korurken, bu topraklar nice ozan nice düşünür - nice nadide çiçekler meydana çıkarmıştır. Hadi onlardan bir şey öğrenmedin, bak ataların bu topraklara ne ad koymuşlar:

Ana – dolu!

Ana kucağı gibi şefkatli…
Ana gibi doğurgan…
Ana gibi metanetli…
Ana gibi bağışlayıcı…
Ana gibi fark gözetmeden doyuran…
Ana gibi dolu…
Dolu – dolu…

Ana, ana gibi yâr olmaz, anayı kaybettin mi bir daha gelmez!

Bizler bu toprakların evlatlarıyız, farklıyız ama Anadolu’da açtık gözlerimizi bu dünyaya.

Kardeş kardeşe düşman olmamış mıdır?
Kardeş kardeşin kanını dökmemiş midir?
Kardeş kardeşe kinlenmemiş midir?
Aramıza kan mı girdi?

Anadolu tarihi kanlıdır ama ana, bağışlamayı öğretmiştir - hoşgörü nedir göstermiştir biz evlatlarına…

Af etmek büyüklüktür, inançlarımızın gereğidir!

Toplumun hassasiyetleri taraflarca gözetildiği sürece ve ciddi gayretlerle bu ana, bununda üstesinden gelir!

                                                   *

03.06.2009

Maliye

Duymuşsunuzdur:

Almanlar, denetim – düzen, disiplin ve tanımlamalarıyla ün yapmış bir toplumdur. Bu kavramları bir araya getirdiniz mi bunun doğal sonucu olarak kaliteyi elde edebilirsiniz(!?)

Alman maliyesiyle şaka olmaz, gerçi hiç bir devletin maliyesini hafife almamak gerek ama Alman ve Amerika Birleşik Devletlerinin maliyeleri bir başka…

Bu iki devletin dünya konumundaki yerleri de bir başka!

Neden?

Nasrettin hocanın misali  parayı veren, düdüğü çalar” da ondan. Devletin gelir kaynakları arasında vergiler ilk sırayı alır. Devlet vergilerini toplayabilmesi için denetleme gereği duyar. Devletin asli görevleri arasında bulunan – her türlü - denetleme işlevi bu iki ülkede ciddiye alınır!

Peki, Türkiye’de durum nedir?    

Devlet topladığı vergilerle örneğin toplumun refahı, huzuru, sağlığı ve eğitimi için yatırımlar yapar. Türkiye’de bu vergilerin bir kısmı hangi karanlık ve dipsiz kuyulara düşer bilinmez, öyle değil mi?

Kapitalizmin gereği bencilliktir ama AB(D) ülkelerinde devletler bu sistemden topladıkları vergileri toplum yararına dönüştürmesini becerebilmiştir. Ama iyi ama kötü insanların çok büyük bir kısmı bu sistemden ve onun “nimetlerinden” faydalanabiliyor!

Medeniyet bu olabilir mi?

Devam edecek…

                                                   *

04.06.2009

İnsan hayvanlaşınca

Hayvandan korkmak doğal bir içgüdüdür. Hayvan senden büyükse, hele yırtıcı dişlere sahipse hayati tehlike var demektir. Böyle gelmiş böyle gidecektir…

İnsanlık tarihi, insanın içinde bulunan hayvanı evcilleştirme çabaları, o hayvana karşı savaşmasıyla doludur. Ama hayvan, zaman zaman bu savaşta galip gelerek kendisini unutturmamayı başarmıştır! Ve her insanın içinde, bir köşesinde, bu hayvan uyanmak üzere beklemektedir. Çünkü bu hayvan, insanoğlunun yaşam mücadelesinde hayat güvencesidir…

Buna rağmen ve bekli de onun için, insan içindeki hayvanı dizginlemek namına toplumsal yaşamına kurallar getirmiştir.

İşte medeni ve bedevi toplumları birbirinden ayıran bu kuralların toplamıdır. En zor anında bile kurallara uymaya çalışan insan içindeki hayvanı bir nebze dizginlemeyi başarmış, yaratanın yolunda olandır.   Yaşadığımız coğrafyaya özgü, okumadan âlim - yazmadan kâtip, farkında olmadan zalim olanlar kendilerini Rabbin yolunda sanarak aldanırlar. Neden aldandıklarının yanıtını da, trajedi bu ya, yine kendileri bilmeyerek verirler!

Prof. Dr. Esmer’in “Radikalizm ve Aşırıcılık” araştırmasından bence çarpıcı - iki artı bir - sonucunu ele alalım. Birçok soru arasından bu üçünü seçmemin özel bir nedeni var:

Deneklerin:

%64 Yahudi
%52 Hıristiyan
%75 İçki içen

Komşu istemediklerini belirtmişler.

1.    İnsanın içinden, “Ulan, …oğlu… sen kim oluyorsun da Kuran-ı Kerim de hak dini olarak geçen dinlerin mensuplarını komşu olarak istemiyorsun?” diye sormak geliyor.
2.    İnsanın içindeki hayvanı gem vurmadan dışarıya salan içkidir. Ama tüm insanlar hayvan değildir! Çünkü bazı insanlar gerçekten “karınca kararınca” içmesini bilirler.

Neyse…

Bilgi sahibi olmak için okumak gerek. Kitabın iyisi kötüsü olmaz, en kötü kitap dahi insana yeni ufuklar açabilir. Kutsal kitaplardan yalnız birine “göz atmak” yetmez tümünü okumak ve anlamak gerek. Okumak, okumak ve tekrar okumak! Ne yazık ki, bizim gibi okuma özürlü toplumlar, kulaktan dolmalar ve hurafelerle yetinirler. Bu yüzden hayvan uyumaya devam eder…

Ve hayvan uyandığında:

Başı kesilerek katledilen genç insanlar, sobalarda yakılan masum çocuklar ve vahşetin bin bir türlüsüyle karşılaşırız.  

İşte ben bu yüzden hayvandan korkarım…

Rüyalarıma girer bu hayvan, isyan ederim. Haykırırım ama sesimi duyuramam, için için ağlarken korkarım…

Atatürkçüler, pardon “Ergenekoncular ve çeteler” medeniyet meşalelerini ellerinde tutarak yol gösterirler ve hayvan ateşten korkar. Bu yüzdendir hayvanın özellikle son senelerde uyanışı ve etrafa korku salması. Çünkü elimizdeki meşaleleri söndürdüler ama yüreğimizde yanan ateşi asla söndüremeyecekler. Medeniyet öyle bir ateştir ki ona kayıtsız kalanı yok eder, külü dahi kalmaz…     

Medeniyete giden yol içimizdeki hayvanı dizginlemekten geçer.

                                                ***

05.06.2009

Durup dururken aklıma geldi

Hayvanlardan sözü açtık hayvanlar ile devam edelim…

Yıllar önce izlemiştim…

George Orwell’in (1954) romanından esinlenerek gösterime giren bir çizgi filimi bende bir takım çağrışımlara neden oldu!

Animal Farm   

Türkiye’de gösterime girdimi, girdiyse kaç kişi izledi bilmiyorum ama filimin konusu kısaca şöyle:

İngiltere’de bir çiftlikte, çiftçinin zulmünden bıkan hayvanlar birleşerek ayaklanır. Önceleri “tüm hayvanlar eşittir” diyerek yola koyulurlar ve çiftçiyi, çiftlikten kovarlar.

İlkeleri:

1.    İki ayak üzerinde giden düşman
2.    Dört ayaklı veya kanatlı olanlar dost
3.    Hiç bir hayvan elbise giymesin
4.    Hiç bir hayvan yatakta yatmasın
5.    Hiç bir hayvan içki içmesin
6.    Hiç bir hayvan başka bir hayvanı öldürmesin
7.    Tüm hayvanlar eşittir

Bu ilkeler çerçevesinde düzenlerini kurarlar. Ayaklanmanın ilk zamanlarında tüm hayvanlar refaha kavuşmuş görünmektedir. Tüm kararlar demokratik tahammüller çerçevesinde alınıyordu. Ancak bu durumdan hoşnut olmayan domuzlar kendi aralarında “tüm hayvanlar eşittir ama eşitlerin arasında daha eşit olanlar var” diyerek sinsice ve el altından çalışmaya başlarlar. Domuzlar, sesiz çoğunluğa rağmen git gide çiftliğin yönetimini ele geçirmeye başlarlar ve sonunda çiftliğin yönetimini ele geçirirler…

Önceleri baş domuz kürsüden hayvanlara seslenirken alkışlanmasına rağmen git gide bu alkış mırıldanmalara dönüşmüş, baş domuz ise gittikçe hiddetlenerek öfkelenmeye başlamıştı. Ayaklanmanın ilk zamanlarındaki demokratik tavırdan eser kalmamıştı. Hayvanlar gün geçtikçe, gelen gideni aratır misali, domuzların zulüm ve baskısı altında inlemeye başlarlar. Domuzlar, diğer hayvanları kontrol altında tutabilmek için köpekler ile anlaşırlar. Tüm itiraz edenler domuz ve köpekler tarafından acımasızca katledilirken, en ufak muhalefet gösterisinde bulunmaya yeltenenler, davaya ihanet suçlamasıyla susturuluyorlardı. Domuzların istatistik verileri çiftlikteki ekonomik durumun çok iyi olduğunu gösterirken, diğer hayvanlar gün geçtikçe daha çok çalışmaya zorlanmış, bunu karşılığında paylarına düşen yem miktarı azalmaya başlamıştı.

Uzatmayalım…

Domuzlar süreç içersinde insanlar gibi giyinmeye, iki ayak üzerinde yürümeye başlamışlar ve tüm hayvanların birlikte karar aldıkları ilkelere sırtlarını çevirmişlerdi…

Bir aksam, baş domuz ve bir insan masa başında oyun oynarken diğer hayvanlarda onları camdan izliyordu. Domuz ve insan kavga etmeye başladıklarında, onları camdan izleyen hayvanlar kim insan, kim hayvan ayırt edemez oldular… 

Tüm hayvanlar eşittir ama eşitlerin arasında daha eşit olanlar var

İşte böyle, hayvanlar yönetime geldiğinde…

                                                   *

Kim takar Yalova kaymakamını?

Yasal, tüzel ve etik açıdan haklı olmasıyla beraber, değil mi ki edepsiz kelimesini kullandı:

Aaa Ke Peee, Aaa Ke Peee, Aaa Ke Peee, Aaa Ke Peee, Aaa Ke Peee, Aaa Ke Peee…
Aaa Ke Peee’den Re Tee Eee’a, Re Tee Eee’dan tüm Türkiye’nin kulağına.

Edepsizim iste edepsiz…

Elbet edepli olmasını biliriz ama edepli böyle olunca, bize de edepsizlik düşüyor ne yapalım.

(Ak)lama
(Ak)çe
(Ak)ılsız
(Ak)baba
AK Parti
Kim takar Yalova kaymakamını?
Kim?

                                                ***

06.06.2009

Toprak deyip geçme

Çiftçinin günlük ekmeği ama benim gibi şehirde doğuma büyüme insanların toprak ile ilgisi ancak varsa bir parça bahçe, yoksa saksıdaki topraktan ibarettir. Ama toprağın bin bir türlüsü var, hele toprak altında yaşayanları bir düşünecek olursak kafayı yeriz. İyide toprağın bin bir türlüsü varken, toprağın altında milyarlara çeşit varlık bir arada olabiliyorken, toprağın üstünde olan bizler neden bir arada yaşayamıyoruz?

İlla kafalarımızı patlatarak, gözlerimizi oyarak, can alarak yaşamak mecburiyetinde miyiz?

Ömür dediğin böyle mi geçer?

Elbette geçer ama sana, bana ve ona, çocuklarımıza ne yararı var?

                                                   *

Millete para var

Bundan sonra bunu bu şekilde yazmak benim için özel bir haz:

AKP’li, RTE “Vatandaşta para var iddiasında bulunuyor.

Olabilir mi!?

Ama vatandaşta para olsa bile bu zamanda, bu şartlarda para harcamaya ahaa böyle mangal gibi yürek ister!

Deniliyor ki:
Dünyada en pahalı benzin, doğalgaz ve bilmem neler Türkiye’de…

Hepsi gerçekleri yansıtmıyor!

Aslında, dünyada metre kareye düşen en fazla aptal bizde.
Hepsi bu…

                                                ***

08.06.2009

Vatandaşı kene ısırdı

Yine hafta sonu, yine kene, yine acil servisler…
Vatandaş keneye karşı duyarlı, vatandaş uyandı uyanmasına ama bir gözü hala kapalı…
AKP her gün ısırıyor!!!
AKP kırım – Kongo kadar zehirli ve tehlikeli…
Buna rağmen vatandaşın diğer gözü hala açılmadı.

                                                ***

09.06.2009

Yandaş medya ve onun etkileri

Dün akşam seyrettiniz mi?
Oturtmuşlar üç, beş kişiyi RTE’ye soru sorduruyorlar (!?)
O’da paşa, paşa cevapları sıralarken sözde muhalefeti düz geçerek yandaşlarının saflarını sıklaştırıyor. AKP’li, RTE yine gündem değiştirmeyi başardı!
RTE’nin ağzından çıkan kelamları çerçeveletip duvara asmak lazım…
Hangi duvara mı?
Ee artık, münasip bir duvar bulursunuz canım…

                                                   *

Türk dediğin, keriz mi?

Şüphesiz Türklerin bir bölümü için geçerli bir soru. Öyle olmasa tarihten ders çıkarmasını bilir, onları göz göre göre aldatanlara aldanmazdılardı. Belki keriz değil de iyi kalpli, saf demek daha mı doğru olur bilmiyorum. Şimdi soracaksınız:

Kardeşim, bu kadar saflık olur mu?”

Olur, olur…

Olmasa bunca sene kendi içindeki hainler ve işbirlikçiler onları için için kemiremez, dışarıdan bu kadar yüz verilemezdi! Bak satmaya, yemeye doyamıyorlar. Doymazlar tabii…

Hani bir özdeyiş vardır:
İnsan, eşek olunca semer vuran çok olur diye…

                                                   *

Avrupa Parlamentosu

Kardeşim, herifler aç!
Aç, aç ve açgözlü.
Çaldılar –çırptılar ve sömürdüler! Dünden bugüne…
Menfaatleri olmadıkça değil parmaklarını, kıllarını dahi kıpırdatmazlar…
Yetmiş milyona sıcak bakarak seni Avrupa Birliğine alacaklarını sanıyorsan, ne diyeyim ben sana bilmem ki.  

                                                ***

10.06.2009

Ben bu imamın arkasında saf tutmam

İyi bir Müslüman olmadığımın bilincindeyim, iyi bir insan mıyım bilmiyorum. Bunun kararını beni tanıyanlar ve nihayetinde Rabbim verecek…

İmam, insanlara örnek olandır…
İmam, insanların sıkıntılı anlarında yanında olan ve onlara manevi güç verendir…
İmam, zor anında toparla kendini – Allaha güven, azim et, gayret göster diyen, bazen de yol gösterendir…
İmam, insana insan olduğunu hatırlatan ve her canlının bir gün yaratanının karşısında hesap vereceğini anımsatandır…
İmam, yaşarken yaşamayı – yaşarken öbür dünyayı da düşün diyendir…     
İmam, İslam’ın bağışlayıcı güzel yanlarını örnek gösteren ve öğretendir…   
İmamın bilgi kaynağı Kuran-ı Kerim’dir. Kendini bilen ve iyi eğitim almış bir imam Kuran-ı Kerimin öğretileri dışında kelam eder mi?
Şüphesiz etmez!!!
İmam, yaşam ve ölümün kılavuzudur…
Onun için biz insanlar imama saygı gösteririz.

Peki,

İmam, kitaba riayet etmezse…
İmam, kitabı hiçe sayarsa…
İmam, kitabı değiştirmeye kalkarsa…
İmam, öfkelendikçe ağzından dökülen abuk zubuk sözleri hitabet sanatıdır diye satmaya kalkarsa…
İmam, ucuz kahramanlık gösterilerinde bulunursa…
İmam, insanları aldatırsa…
İmam, yalan söylerse…
İmam, türlü kusurlar işledikten – insanların güvenini yitirdikten sonra hala saygı beklerse…
O imama saygı gösterilir, arkasında saf tutar mısınız?

                                                   *

                                                ***

11.06.2009

AKP demokrasisinin kadın, erkek ve toplum üzerideki etkileri

                                                ***

14.06.2009

                                                ***

22.06.2009

Geveze

Bilmem seyrettiniz mi?

Yandaş medya bu sabah yine kolluk kuvvetlerine dil uzattı…

Bir sınav sorusunda kadınlar hakkında soru soruluyor ve cevap şıklarından birinde kadın geveze olarak tanımlanıyor!?

Bu soru, yani kadınların biz erkelere nazaran neden daha konuşkan olduklarını yıllar önce bende merak etmiş ve bayağı bir araştırmadan sonra bence mantıklı bilimsel bir açıklama bulmuştum.

Evrim sürecinde (yani bundan on binlerce yıl önce) erkek av esnasında sesiz olmayı özümsemiş, kadınlar ise daha çok kaldıkları mağaralar çevresinde birtakım meyve ve ot toplamakla meşgul oluyorlarmış. Buldukları verimli yerleri başka kadınlarla paylaşıyor iletişim kuruyorlarmış!? Ancak çocuk ve benzeri durumlardan ötürü kaldıkları mağaralardan fazla uzaklaşmıyorlarmış. Yani iletişim kadınlar için yaşamsal bir zorunlulukmuş. Bu konuya girmişken aynı bilimsel açıklamada kadın – erkek arasındaki önemli bir ayrıntıya daha değinmişlerdi. Yön bulma erkelerde daha gelişmiş olmasının nedeni; erkekler süreç içersinde av sahalarını gittikçe genişletmek zorunda kaldıkları için yön bulmada onlar ve aileleri için yaşamsal bir zorunluluk haline gelmişti.

                                                ***

25.06.2009

Var mısın, yok musun?

Bir süredir sessizliğimi koruyorum. Çünkü bütün bu kepazeliklere ne tür bir yorum yapılabilir kestiremiyorum. Açıkçası bir tür komedya, bir açık hava tiyatrosunu izler gibi tüm gelişmeleri utanarak seyretmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ancak tüm bu yaşadıklarımızı açıkça bir yönetim krizi, bir laubalilik, ciddiyetsizlik olarak nitelendirmeden de geçmek istemiyorum. Neyse, benim bu şu sessizliğim uysal koyun olduğum anlamında yorumlanmamalı.

Neden mi?
Anlatayım:

Bu ayın ortalarına doğru Türkiye’ye gitme zorunluluğum doğdu. Malum ekonomik kriz beni de teğet geçmedi. Sabiha Gökçen havalimanına uçak biletleri daha ucuz diye aldım biletimi, atladım uçağa - ver elini Türkiye. Yolculuk gayet rahat geçti…

Terminale girdikten sonra yolcular hangi banttan bavullar gelecek diye tablolara bakarlar. Uzatmayalım, herkes bir banttın etrafında toplandı. Kalabalık gittikçe yoğunlaşınca tekrar tabloya bakma ihtiyacı his ettim. Gördüğüm manzara, havalimanına üç uçak inmiş ve üç uçağında bavulları aynı bantta verilmiş!?

Ortalık mahşer yerini andırıyor…

Bavullar tek, tek ve ağır – ağır bantta dönmeye başladı. Bizim bavullardan eser yok, yaklaşık yarım saat sonra bir bayan yetkili bizim uçağın bavullarının başka bir banttan çıkacağını duyurdu. Cümbür cemaat herkes malum bantta yönledi. Bekle, bekle ne gelen var - ne giden…

Sigarasızlık beynime vurdu!  

Sabrım taştı, her şeyi göze aldım… Ve avazım çıktığı kadar yetkililere “seslenmeye” başladım. Benim bu hareketimden cesaret alan başkaları da seslerini yükseltmeye başladı. Anlayacağınız, birçok insan bana hak verirken bazılarının yüzlerinde bana karşı bir kızgınlık görür gibi oldum. İnanın umurumda bile değildi!  

Uzun lafın kısası, beş – on dakikaya kalmadı bavullar gelmeye başladı...

Size tüm bunları neden mi anlattım?

Türkiye’de bir işi yaptırmak istiyorsan ya paraya ya da edepsizliğe başvurmak gerektiğini anımsatmak ve sivil cesaretin zaman zaman korku ve endişelerin önüne geçmesi gerektiğini hatırlatmak için. Sivil cesarete var mısın, yok musun?

Not: Bilinçli olarak medeni cesaretten değil sivil cesaretten söz ettim.   

                                                ***

26.06.2009

Onların alın yazısı, hedeflerine ulaşamamaları için "AKP ve Gülen’i bitirme planı"

 

                                                    *

İrtica ile mücadele planı ve Ergenekon denilen sözüm ona dava
                                Atatürkçülerin DIKKATINE

Bizleri süzme salak yerine koyan, eskimiş ve köhne alışkanlıklarını çağdaş yaşam tarzının tehdidi altında his edenler, olmadık yöntemlere başvurmayı sürdürüyorlar. Gazetecileri, bilim adamlarımızı tutuklamakla Atatürkçüleri yendiklerini sananların önündeki en büyük engeli, hala Türk Silahlı Kuvvetleri teşkil etmektedir. TSK’ne karşı yürütülen bu amansız yıpratma kampanyasında benim ve benim gibi düşünenlerin saffı belidir. Bizler yerine göre, zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin önünde ama her zaman ve kesin olarak bu kurumun arkasında olmayı sürdüreceğiz. Bu yazıyı kaleme almamdaki amaç, sizlere birtakım önerilerde bulunmayı, bu zihniyetin dijital ortamda “kolay zaferlere” ulaşmasını engellemektir. Yazılarımı takip edenler benim bilgisayarcı olduğumu bilirler. Dünya üzerinde kullanılan mevcut kişisel bilgisayar sistemlerinin çoğunluğunu hala Microsoft şirketinin Windows işletim sistemi oluşturmaktadır. Bu yüzden önerilerimi Windows sistemleri üzerinde yoğunlaştıracağım.

Meslek hayatımın önemli bir bölümünü banka ve sigorta şirketlerinde dijital güvenliği sağlamakla geçti. Ancak Bundeskriminalamt (BKA) gibi kurumlarda müşterilerim arasındaydı ve orada gördüklerim dolayısıyla öğrendiklerim yabana atılacak gibi değil. BKA, Almanya ve Avrupa’da önde gelen kriminoloji merkezlerinden birdir. Önerilerimi ikiye ayırmak zorundayım; kişilere karşı alınacak önlemler ve devlete karşı alınacak önlemler. Genel anlamda bilgisayar sistemlerine karşı oluşabilecek tehditler ikiye ayrılır.

1.    İç tehdit
2.    Diş tehdit

Baştan hata yapmaya başlarsanız, oluşacak olan hatalar zinciri malum sonuçları hazırlayabilir. Bu yüzden bilgisayar alınacaksa dikkat edilmesi gereken hususların başında bilgisayarınızda en az fiziki iki sabit diskin bulunması gelir (NTFS formatlı). Orijinal yazılım kullanmaya özen gösterin. Bunun iki nedeni vardır ama bu nedenlerin ayrıntılarına değinmeyeceğim. Bu iki sabit diskten (Hard disk) biri yalnız işleştim sistemi için ayrılırken diğer sabit diski yalnızca bilgilerinizi kayıt etmek için kullanmanız gerekir. Yani C sürücüsü Windows için, D sürücüsü de bilgileriniz için.  Çok fazla teknik ayrıntıya girmem bu makalenin sınırlarını zorlayacağı için mutlaka ve gerçekten bilgisayardan anlayan birisini danışman olarak yanınıza almanız gerekir. Gelelim biz yine konumuza; yanlışlıkla bilgileri işleştim sistemindeki sabit diske kaydetmenizi önlemek için gereken tüm önlemleri aldıktan sonra ki bu önlemler son derece basit ve etkilidir, önünüzdeki bilgisayara sizin ihtiyaçlarınızı karşılayacak yazılımlar eklenir. Sistem çalışırlığı ve güvenliği denendikten sonra yapılacak işlemlere değinmeden önce bir hatırlatmada bulunmak istiyorum:

Son olarak avukatın bilgisayarından çıkarılan kâğıt çöp kutusundan geri dönüştürülmüştü. Bu gibi gerçekten aptalca ihmalleri önlemek için sistem ve bilgilerin bulunduğu dosyalar fiziki ve lojik olarak birbirinden ayrılması zorunludur.  

Sistem istediğiniz gibi aksaksız çalışıyor ise otomatik sistem güncelleştirmesini mutlaka ayarlayın. Sisteminizi teferruatlı olarak güncelleştirin. Bu teferruatlı güncelleştirme çok önemli! Güncelleştirme yalnız işletim sistemine yönelik değildir! Kullandığınız tüm yazılımları güncelleştirmenizi önemle rica ediyorum.  Bu önlem sizi ilk etapta hem iç hem de diş tehditlere yönelik korumaya yöneliktir. Eğer sistem sizce kullanıma hazır hale geldiyse bundan sonraki adım bilgisayardaki kullanıcıları sınırlandırmak ve şifrelemekten geçer. Administratör kullanıcısına başka bir isim ve şifre verin. Şifre en az 12 sembolden oluşmalı.

Örnek: aQÖü15@’eZ°~         

Buraya kadar anlatmış olduklarım sıradan ve basit hazırlıklardır. Hazırlık safhasından uygulama safhasına geçmeden önce, ilke olarak şu cümleler üzerinde düşünmenizi isteyeceğim:

1.    Kişilere karşı korunma ile devlet kurumlarına karşı korunma farklı şeylerdir ve farklı tedbirler gerektir.
2.    Her tezin bir antitezi vardır. Anlayacağınız, her önlemin bir karşı önlemi vardır.
3.    İnsan beyni en iyi ve en gelişmiş bilgisayardır! Bu cümle en azından günümüz koşullarında hala geçerliliğini kısmen korumaktadır.  
4.    İki kişinin bildiği bir şey sır olmaktan çıkar.
5.    Dijital ortamda, harcamaya hazır olduğunuz vakit ve nakit oranında her şey geri dönüştürülebilir veya değiştirilebilir.
6.    Dijital ortamda en önemli aracınız beyniniz, hafızanız, dikkatli, sistematik ve özenli çalışma şeklinizdir.

Uygulama aşamasında Microsoft şirketinin Windows SteadyState (ücretsizdir) yazılımına ihtiyacınız var. Bu yazılım bilgisayarınızın mevcut durumunu koruyan bir programdır. Yani C sürücüsünün üzerinde sizin izin verdiğiniz güncelleştirmelerin dışındaki tüm değişiklikleri sıfırlamaya yarayan bir yazılımdır. Konu, işin uzmanı olmayanlar için anlaşılması gerçekten zor bir mevzu olduğu için izin verirseniz birde bu şekilde anlatmaya çalışayım:

Diyelim ki 02.02.2009 tarihinde bir bilgisayar aldınız ve aynı gün yukarıda belirtilen işlemleri bilgisayar üzerinde uyguladınız. Bilgisayar ile süreç içersinde çalıştınız ve bugün itibarıyla bilgisayarınız denetleniyor!?

Mevcut işletim sistemi ve anti virüs güncelleştirmelerinin dışında ki tüm sistemde oluşan değişiklikler 02.02.2009 tarihinde bilgisayarınızı aldığınız durumdadır. Dolayısıyla bizim gibilerinin sürebileceği her hangi bir iz yok!

Bilgisayar yeni, gıcır gıcır…
İz yok, delil yok…

Konuyu burada biraz amcam gerekiyor. Mesela her Word, Excel veya herhangi bir yazılımı açtığınız ve bu programlar ile bilgiişlem yaptığınız zaman bu yazılımlar, fragman şeklinde de olsa işletim sistemi sürücüsü üzerinde iz bırakır. Bilgiyi kayıt etmemiş olsanız bile bazen bilginize olduğu gibi erişilebilir. Timestamp, Hash gibi konulara hiç değinmeyeceğim ki sizi umutsuzluğa sürüklemeyeyim. Bakın makalenin başlarında iki sürücüden söz etmiştim. Konuyu yavaş yavaş toparlamaya çalışacağım. Duruma göre ampulün saçtığı ışığı ayarlayan bir zihniyete karşı dikkatli olmakta fayda var diye düşünüyorum.  

Devam edecek...

                                                   *

27.06.2009

26.06.2009 tarihli makalenin devamı

Hani derler ya:

karda yürü izini belli etme

İşte bu yöntem onun gibi bir şey ki bu en basit gerçekleştirebileceğiniz yöntemlerden sadece biridir. Arkanızda en azından işletim sistemi sürücüsü üzerinde mümkün mertebe en az iz bıraktığınız yöntemdir. Eğer bilgilerinizi muhafaza etmek istiyorsanız ki, bu durumda bilgiler her bilgisayar kapatılışında sıfırlanıyor, ikinci sabit disk devreye giriyor.  Zaten asıl sizlere izah etmeye çalışacağım yöntemler bundan sonra başlıyor. Söze yine bir hatırlatma ile başlamak istiyorum:  

Her zaman karşına senden daha akılı ve bilgili birisi çıkabilir…”

İkinci sabit diskiniz sizin bilgilerinizi kayıt edeceğiniz sürücü konumunda olduğundan bu sürücü üzerinde daha itinalı bir çalışma gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu durumda karşımıza iki önemli sorun çıkıyor:

1.    Bilgileri şifreleme
2.    Bilgileri güvenli bir şekilde silme

İki konuda başlı başına bir bilim ve anlaşılması zor konular olduğundan, işin matematiksel yönlerini bitaraf edip konuyu mümkün olduğu kadar basit bir şekilde anlatmaya gayret edeceğim. İşe bilgilerinizi silmekle başlayalım. Bilgisayarınızda bir doküman hazırladınız. Bu dokümanı bilgisayarınızdan sildiniz ve çöp kutusunu boşalttınız diyelim; siz dokümanı görmeseniz dahi belge olduğu gibi sabit diskinizde kayıtlı. Her sabit diskin beli bir kapasitesi vardır ve bu durumda Windows’un bir özelliği devreye girmektedir. Windows sabit diskte yer olduğu sürece boş bir alana bilgileri kayıt eder. Dolayısıyla sizin önceden silmiş olduğunuz belgenin bulunduğu bölgeye, büyük bir ihtimale herhangi bir kayıt yapılmayacaktır. Sabit disk üzerindeki kapasite azaldıkça önceden silmiş olduğunuz bölge üzerine kayıt yapılmaya başlanacaktır. Umarım buraya kadar yazdıklarımı anlayabildiniz.

Aslında eğer gerçekten yazıklarımdan bir şey anladıysanız durum gayet açık bir şekilde ortada. Windows sistemlerinde bir bilgiyi güvenli bir şekilde silmek istiyorsanız, sildiğiniz bölgeye tekrar bilgi yazmanız gerekiyor ama bu sizin elinizde değil! Yani siz isteseniz de beli bir sektör içersine bilgi kaydetme şansınız yok. Kaldı ki diyelim siz aynı sektöre bilgi kayıt etmeyi başardınız matematiksel yöntemler ile bu silinmiş ve üzerine kayıt yapılmış sektör geri dönüştürülebiliyor.

Hayda demeyin!
Bilgisayar bu, ne yapacağı beli mi olur. Şaka bir yana…

Benim tavsiyem sabit diskinizin çok önemli bilgilerde en az yedi defa tesadüfî içerikle silinmesidir. Bu Department of Defense  (DoD 5220.22-M ECE) yönetmeliğine göre gerçekleştirilmelidir. Yani sizin silmiş olduğunuz belgenin sabit disk üzerinde kayıt edildiği bölge tesadüfî içeriklerle 7 defa yeniden yazılarak önceki bilgiler siliniyor. Şayet çok gizli, sakıncalı bilgiler imha edilmesi gerekiyorsa Gutmann yöntemini öneriyorum. Bu yöntem bilgileri 35 defa silme ve yeniden yazma, yeni kodlama (27 ayrı kod) ve sekiz ayrı tesadüfî içerik kullanmaktadır. Yada Pfitzner yöntemini kullanacaksınız. Bu yöntem bilgileri 33 defa silme ve yeniden yazma ve otuz üç ayrı tesadüfî içerik kullanmaktadır. Her iki yöntemde laboratuar ortamlarına karşı “bağışıklık” kazanmış ve denenmiş yöntemlerdir. Anlayacağınız üzere bilgisayarınızdan herhangi bir doküman güvenli bir şekilde silinmesi gerekiyorsa yukarıda belirmiş olduğum yöntemleri kullanmak zorundasınız. Bunun başka yöntemleri yok mu?

Var tabii, ama bu gibi konular ulu orta anlatılmaz!

Yinede ben size ileride bir kaç yöntem daha önermeyi düşünüyorum. Gelelim bilgileri şifreleme yöntemlerine…  

Devam edecek...    

                                                *** 

28.06.2009

                                                   *

27.06.2009 tarihli makalenin devamı

Gören göz kılavuz istemezmiş, aşikâr olanı gizlemeye çalışma…  Gören gözü eğitilmiş göz olarak kabul edersek ve bu göz ne arayacağını, nerde arayacağını bilirse gerçekten kılavuz istemez! Bir ihtimal bundan bir kaç ay önce İngiltere hükümetinin, Microsoft şirketinden sürücü şifreleme yazılımı Bitlocker hakkında teknik bilgi istediğini duymuşsunuzdur. Bir devlet, bir kıta, bir şirketten yardım isterde bu şirket hayır diyebilir mi?

Belki Microsoft gibi birçok devletin bütçesinden daha fazla maddi imkâna sahip olan bir şirket diyebilir. Ama bu gibi uluslararası bir güce sahip şirket gerçekten çok az. Neyse, biz yine konumuza dönelim. Şifreleme, iz bırakmama, güvenlik yazılımları gibi konular dijital ortamda aslında vakit kazanmaktan başka bir şey değildir. Kime karşı vakit kazanıyorsunuz? Sizin bilgilerinize ulaşmaya çalışana karşı! Vakit kazanmak size ne getiriyor? Karşı tedbirler almak için gereken zamanı sağlıyor. Bilgilerinize ulaşmaya çalışan için vakit çok önemli bir faktördür! Bunun değişik nedenleri olabilir ama zaman “onun” için gerçekten çok değerlidir. İşte bu ortamda iki taraf içinde “gören göz” önem kazanıyor!   

İşte bu yüzden size insanoğlunun zaaflarından yararlanmayı öneriyorum. Ayrıntılara değinmeden önce bir kaç teknik bilgiyi vermem gerekiyor.    

Devam edecek...

                                                *** 

29.06.2009

28.06.2009 tarihli makalenin devamı

Ama önce dün bir okurdan aldığım bir tenkite yanıt vermek zorundayım:

Ercüment Rakap demiş ki:

“Sayın Önder Gürbüz güzel ve faydalı açıklamalarda bulunmuş. Önerilerini uygulayacak olanlar sahte bir güvenlik duygusuna kapılabilirler. Yazıdan görüldüğü gibi güvenlik gerçekten önemliyse, şu öneriyi beklerdik kendisinden: Bütün Microsoft yazılımlarından kurtarın kendinizi! Windows dahil! Bilgisayarınızda Windows işletim sistemi olduğu sürece güvenlikten bahsetmek abesle iştigaldir!

Genelkurmayın hassas verilerinin hala Windows / Microsoft sistemlerinde işleniyor olmasının bir tek açıklaması olabilir: Genelkurmay TSK’yı Türkiyenin değil, NATO’nun ordusu olarak görüyor olmalı hala…”

Kendisine cevabım:    

Sayın Ercüment Rakap,

Makalenin tümünü okuduktan sonra fikrinizi değiştireceğinizden eminim. Ancak vaktim müsaade ettiğince yazabiliyorum. Konu çok hassas bir mevzu ve dediğim gibi bilgisayarların büyük çoğunluğu Microsoft işletim sistemi kullanmaktadır. Kaldı ki Linux gibi tüm yazılım ve işletim sistemlerinin de kendilerine göre zayıf yanları vardır, önemli olan bu zafiyetlerin bilincinde olup gerekli önlemleri almaktır. Bilmem Sans Institute size bir şey ifade ediyor mu? Dünyanın önde gelen güvenlik ve araştırma şirketlerinden biridir. Bu şirkete göre Windows, ister kişisel - ister Server işletim sistemi olarak kurulmuş olsun, “hakkı verilerek kurulursa” Unix’e eşdeğer anlamda güvenilir bir sistem olduğudur. Neyse, sizinle tartışma niyetinde değilim. Elbet benimde 25 senelik ekmeğimde bildiğim ve öğreneceğim yeni şeyler vardır ama inanın makalenin sonunda fikrinizi değiştireceksiniz.

Saygılarımla

Şifreleme yöntemleri genel anlamda üç gruba ayrılır. Simetrik, Asimetrik ve Hybrid. Bunların ne anlama geldiğini kısaca izah etmeye çalışacağım. Simetrik (Secret-Key) geleneksel şifreleme yöntemidir. Yani şifre tek bir “anahtardan” oluşur. Genel anlamda çok hızlı bir yöntemdir. Bilgiyi şifreleme ve şifrenin içeriğini görme tek bir parola ile gerçekleştirilebilir. Şifreleme kalitesi seçeceğiniz parolanın uzunluğu oranındadır. Yukarıda bilgisayarınızın giriş şifresini en az 12 karakter olarak seçin demiştim. İnanın işin uzamın en geç on dakika içersinde bilgisayarınıza giriş yapacaktır. Ama bunun hiç bir ehemmiyeti yoktur! Bilgisayarınıza giriş yapması demek bilgilerinize ulaşması anlamına gelmez. Kaldı ki tavsiyelerime uyacak olursanız kolay kolay sürebileceği her hangi bir ize de rastlayamaz.

Daha öncede değinmiş olduğum gibi şifrelemede esas olan gizliliktir. Gizlilik ve parolanızın kalitesi sizi koruyan yegâne unsurlardır. Şahsen şifreleyeceğim içeriğin ehemmiyetine göre kullandığım parolanın uzunlukları 32 karakter (192 Bit) ile 342 karakter (2048 Bit) arasında değişir.

1024 Bitlik (171 karakter) parolaya bir örnek vermek istiyorum:

Jx4PuGdaDHEs643jr2C/a2gJqdvJk5b8IPDR6meh2bi2JJfVGpY7zq0A0DkxDU5LLEn7iSVVrLnATQ7pw()MZj
 HkJITQV1K1/dvg0q1druBxdpsx0oy130h8nZmgvpYPp5Q§c3iuv725P1/zy6AGGoWKhr3JIc1VK1q6n08sV#s

Kullandığınız parolanın kalitesine bakın

Simetrik şifreleme yöntemlerinden bazıları:

DES
3DES
IDEA
CAST
RC4’den RC6’ya kadar
A5
Blowfish
Twofish
AES

Asimetrik şifreleme konusuna girmeden, Biometrik şifrelemeyi şu an için önermediğimi belirtmeliyim. İlerde mutlaka bir nevi standart olacağına inancımı korumakla beraber, teknoloji kanımca daha yeterince gelişmedi. Gelelim asimetrik şifrelemeye. Simetrik şifrelemenin aksine asimetrik şifreleme iki anahtar ile çalışır. Aleni (Public–Key) ve özel anahtar (Private-Key) arasında öyle bir matematiksel bağ var ki, oluşturulmuş olan anahtar çiftinden birine sahip olursanız hiç bir işe yaramaz ve matematiksel olarak da diğer anahtar yaratılamaz. Yani bir nevi tek yön istikametidir. Ancak dikkat edilmesi gereken bir husus olarak simetrik şifreleme siteminde, 128 Bitlik bir parola “yeterince güvenli” olarak algılanırken, asimetrik şifreleme yönteminde 128 Bitlik simetrik parolanın karşılığı yaklaşık 3000 Bitlik bir paroladır.

Asimetrik şifreleme yöntemlerinden bazıları:

Diffi – Hellman
RSA
ElGamal

Asimetrik şifreleme yöntemi, simetrik yönteme kıyasla çok daha yavaştır ve bu durum büyük içeriklerde sorun olarak karşınıza çıkar. Gelelim Hybrid şifrelemeye, adın da anlaşılacağı gibi simetrik ve asimetrik yöntemlerin bir bileşimini oluşturmaktadır. Simetriğin hızı, asimetrik sistemin iki anahtarından oluşan bir bileşimdir.  

Tüm şifreleme yöntemlerinin ortak özelliği ve “zayıf” yanı kullanacağınız parolanın kalitesidir. Eğer parolanızı bir program vasıtasıyla oluşturuyorsanız, bu programın herhangi bir anlaşılabilir sistematiğe göre çalışmamasına özen gösterin.   

Sizlere buraya kadar prensip olarak anlatmaya çalıştıklarım, sizi koruyacak ve size zaman kazandıracaktır.  Aldatma, Kazıklama ve Palazlanmayı ilke olarak kabul etmiş badem bıyıklılar, onların intikam hırsı, yalakaları ve yalan makinelerine karşı sizi ne korur bilemeyeceğim. Bu gibi zararlı organizmalara karşı geliştirilmiş herhangi bir sprey var mı onu da bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa, o da kendinizi korumak istiyorsanız insanların zaaflarından yararlanmanız gerektiğidir. Gelelim en önemli faktöre, INSAN

Devam edecek...

                                                ***

30.06.2009

Güneydoğudaki vatandaşların dikkatine

                                                   *

29.06.2009 tarihli makalenin devamı

Yazımda “gören göze” değinmiştim. Gören gözün karşılığı bakar kördür…

Bir yetişkin ile bir çocuk arasında ne fark vardır?

Biliyorum şimdi bana birçok fark sıralayacaksınız ama sanırım duymak istediğimi ancak bir kaçınız söyleyecektir. Yetişkin insan gözü, geneli görmeye alışmış olup beyni “durum değerlendirmelerini” çoğu zaman olduğundan daha karışık işleme koyar. Dikkat ettiyseniz eğer, alışmış olduğundan bahis ettim. Çünkü insan beyni aslında genele “programlanmamış” olup sonradan bu “program” değişikliğe uğramıştır. Şimdi size bakar kör desem bana kızar mısınız?

Aslında kızmamanız lazım çünkü gerçek bu!
Eminim 100 kişiden ya biri gördü ya da görmedi…

Yukarıdaki resmi çok amatörce değiştirdim, profesyonel işlem yapsaydım ancak işin uzmanı görürdü. Uncle Sam’ın şapkasına dikkat ettiniz mi?

Kaçınız orada adımı gördü, ya da orada bir şey olduğundan şüphelendi? Sorumu elinizi vicdanınıza koyarak cevaplandırın lütfen…  Resmi büyüterek incelerseniz adımı göreceksiniz.

 Devam edecek…

                                                ***

01.07.2009

30.06.2009 tarihli makalenin devamı

Steganografi terimi yunanca kökenli olup “gizli yazı” veya “gizleme sanattı” olarak günümüze kadar gelebilmiştir. İster Microsoft, Linux veya Macintosh olsun her sistemin kendine göre backdoor prosedürleri vardır. Bu güvenlik riskleri forensik bilimcileri tarafından genelde bilinir ve söz konusu suç unsurları açığa çıkarılarak suçlu adalete teslim edilir. Forensik bir bilim dalıdır ve dijital ortamda işinin ehli forensikeler gerçekten azdır.  Türkiye neredeyse her alanda olduğu gibi bu konuda da medeni toplumların arkasından düşe kalka gitmektedir. Gerçi batı devletlerinin hepsinde olmamakla birlikte bir kaçında çok gelişmiş ve özel bilgisayarlar bulunmaktadır. Bu bilgisayarlardan Türkiye’de var mı bilemeyeceğim. Çünkü bu konuda ne bir makale okudum ne de herhangi bir yerde bir ibareye rastladım. Gerçi benim okumamam bir şey ifade etmez ama…

Birkaç örnek vermek gerekirse:

Bir IBM Blue Gene’in kapasitesi yaklaşık 150.000 güncel bilgisayara eşdeğerdedir.
Bir Jugene’nin kapasitesi yaklaşık 50.000 güncel bilgisayara eşdeğerdedir gibi…

Bilimin engin derinliklerine dalarak boğulmadan, ben size “gizleme sanatından” bir kaç örnek vererek devam edeyim.       

Alternate Data Stream birçok zararlı yazılımın bilgisayarınıza giriş yaptığı yöntemdir. Siz bu yöntemi bilgisayarınızdaki bilgileri meraklı gözlerden saklamak için kullanabilirsiniz. Yeni kurulmuş bir Windows sisteminde en az, her hangi bir program yüklenmeden, yaklaşık 20.000 komut, dosya, vs. (hangi Windows sürümü ve hangi güncelleştirme durumunda olduğuna bağlı olarak) olduğunu düşünürsek, aslında bir şeyi saklamak için uygun bir zemin olduğunu düşünebiliriz. Bir kaç ilave güvenlik önlemi ile bilginizi nispeten iyi korumuş sayılırsınız. Bilgilerinizi gizlemek için ADS veya daha tanıtacağım yöntemleri kullansanız bile, zekânız sizin bu arz-ı endam eden zihniyete karşı en önemli silahınız. Nostradamus kehanetlerini açık seçik olmayan, sembolik ifadelerle dile getirmiştir. Bakın aradan yüzyıllar geçmesine rağmen kehanetleri hala sırlarını korumaktadır. Sizde saklama yöntemlerinizi seçerken öyle bir seçmelisiniz ki “yalnızca anlayabilen anlasın” . Bunlar harf oyunları, yalnız sizin ve yetkililerin bildiği şifreleme yöntemleri olabilir. Hepine daha sonra örnekler vereceğim. Önce Alternate Data Stream’li gizli bir içerik nasıl oluşturulur ona bakalım. İstisnasız tüm Windows sürümlerinde calc.exe diye bir program vardır. Vereceğim örnek yerine herhangi bir komut, dosya veya benzeri şey olabilir. Ben özellikle calc.exe’yi seçtim çünkü bu komut hesap makinesidir ve biz hesap makinesinin içine örneğin bir şifre gizleyeceğiz. Hadi sizinle beraber gizli âlemlerin derinliklerine bir dalış yapalım.

Diyelim ki notepad.exe ile gizli.txt diye bir dosyayı  c:\ kayıt ettiniz. Bu gizli.txt’nin içeriği “Ne mutlu Türküm diye” olsun, şimdi biz bu gizli.txt’yi, calc.exe programına ekleyerek - ki programın ne işlevini nede dosya ebadını değiştirmiş olacağız- saklama işlevini gerçekleştirelim. Gizli.txt’yi güvenli bir şekilde bilgisayarınızdan sildikten sonra saklama işlevi bitmiş olacaktır.   

Windows XP ve Vista için örnek:

Komut istemi penceresinden (cmd.exe) bu satırı yazın:

type c:\gizli.txt > c:\windows\system32\calc.exe:gizli.txt

Not: echo komutu ile içerik uzunluğu oldukça kısıtlanacağı için type komutunu öneriyorum.

Bundan sonra örneğin bir CD üzerinde calc.exe programını başkasına verebilirsiniz. CD özlü çocukların eline geçse bile ilk bakışta CD üzerindeki başka programlar arasında göze batmayacaktır. Programın kendisi işlevini kaybetmediği için her zamanki gibi hesap makinesi olarak çalıştırabilecektir. ADS’in bilincinde olan birisi için bu devede kulak gibi kalır ama…    Diyelim ki CD özlü çocukların değil de gizli içeriği vermek istediğiniz kişiye ulaştı.  O da sizin gibi komut istemi penceresinden şu satırları yazarsa:

Notepad calc.exe:gizli.txt 

Gizli içeriğe ulaşmış olacaktır. Biliyorsunuz bu zihniyetin temsilcileri genelde ÖZ ile başlayarak milletin anasını kovalıyor. Prof. Özbudun adına yakışır özlü bir şekilde anayasayı budayacak ama şükür engelleri aşamıyorlar. Diğer Öz ise Ergenekon safsatası ile milletin dikkatini asıl gündemden hayal âlemlerine doğru çekmede çok başarılı…    

Devam edecek…

                                                ***

02.07.2009

01.07.2009 tarihli makalenin devam

Gizleme, şifreleme, saklama ve güvenliği sağlama gibi konular çocuk oyuncağı değildir! Her bilgisayarı açıp – kapamasını bilenin kendini uzman saydığı günümüzde, gerçekten çok dikkatli olmakta fayda var. Şahsen müzik, video ve özellikle programlara saklamayı severim. Program ve resim kütüphanem tahmin edemeyeceğinizden büyük olduğu için özü, sözü ve Müslümanlığı tartışılır zihniyetin işi, benim bibliyoteğimde çok zor olacaktır. Müslümanlığı tartışılır dedim çünkü benim bildiğim Müslüman yalan söylemez, çalmaz, aldatmaz ve iftira atmaz. Ama bir takım şeylerin teğet geçmediği, ortalığın gülük gülistanlık olmadığı da ortada,  Aslında olayların gelişmesine bakacak olursanız; birtakım köşelerden çıkarılırken bir kaç bomba, üç – beş kurşun oradan, bir – iki kâğıt parçası buradan derken…

Kâğıt dedik aklıma geldi, Almanya’da resmi olarak iki tip imza hukuki geçerliliğini korumaktadır:

·         Unterschrift dediğimiz imza.
·         Kurzzeichen dediğimiz imza yerine geçen bir tür sembol

Ben her iki imzayı da kullanırım. Tabii iki imza şeklinin de fotokopi üzerinde hukuki anlamda herhangi bir değeri yoktur.

Gelelim resmi gizli bilgilerin taşıyıcısı olarak tanımlamaya. Buda sevdiğim bir usuldür. ADS konusunu kapatarak şimdi size başka bir yöntem tanıtacağım.     

                                 

Yukarıda görmüş olduğunuz resim bir resim olmakla birlikte aslında gizli bir bilgiyi içermektedir. Bu yönteme Embedded files denir ve çok kullanılan bir yöntemdir. Nasıl yapıldığına gelmeden önce eğer siteminizde mevcut değilse şu programı bilgisayarınıza yüklemenizi isteyeceğim. Winrar bir arşiv oluşturma programıdır.  

Konuya girmeden Winrar programının temel çalışma şeklini öğrenmeniz lazım. Ben sizin bilginizi farz ederek devam ediyorum. Gizlemek istediğiniz bilginin Winrar ile bir arşivini çıkartın. Diyelim ki çıkardığınız arşiv d:\ üzerinde, şimdi birde resim lazım size. Gizli belgemizin arşiv adı: gizlibilgi.rar gizleyeceğimiz resim adı da ÖrnekResim.jpg olsun. İkisinin de d:\ üzeride olduğunu farz ederek;

Komut istemi penceresinden (cmd.exe) bu satırı yazın:

Copy /b ÖrnekResim.jpg + gizlibilgi.rar AilemVeBen.jpg

Bu komut ile oluşturduğunuz AilemVeBen.jpg resmi bundan sonra gizli içeriği taşıyan resim olmuştur.

Elbet sakladığınız bir nesneyi yine bir şekilde ortaya çıkarmanız lazım. Çok kolay:

Winrar programını açıp program üzerinden AilemVeBen.jpg tıklayın. İsterseniz yukarıdaki hacker resmini bilgisayarınıza indirerek bir deneyin.

Bakın bunlar çok çocukça yöntemler ama bilmeyen bilmiyor işte. Profesyonellerin kullandığı araçlar farklı. Farklı olmasına farklı ama prensip olarak aynı. Size buradan program isimleri vermemi beklemiyorsunuzdur inşallah!?

Sizin okuduğunuzu başkası da okuyor, bilmem anlatabiliyor muyum. Sabırsızlanmayın daha ilginç yöntemler bölümünü aralamadık…  

Devam edecek…

                                                ***

03.07.2009

02.07.2009 tarihli makalenin devam

Özellikle yazmadım bakalım kaçınız farkına varacaksınız diye. Dün hazırlamış olduğumuz gizlibilgi.rar belgesini kaçınız güvenli bir şekilde sürücüsünden sildi? 

Şayet unuttuysanız Atatürkçülüğü Katletme Partisi ve yandaşları avuçlarını ovuşturacaktır. Gerçi aradan yıllar geçti ve ben bu arada bu gibi konulara uzak kaldım ama zamanında öğrendiğim iki şey vardı:

1.    Eğer silahını çekersen öldüreceksin! Öldürmek için, ya kişinin alnının ortasına nişan alarak ateş edecesin ya da teflon kaplama kurşun kullanacaksın.
2.    “Bildiklerini” hemen unutacaksın!?

Teflon kaplama kurşun artık piyasada kolay kolay bulunmuyor, gerçi para her kapıyı açar ama…

Ne alaka, konuyla ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. Anlatayım;

Genel olarak çelik yelek kurşungeçirmez olarak bilinir. Siz öyle sanarak hayatınızı riske atın, bu sizin bileceğiniz iş! Ben olsam gereken tüm önlemleri alırdım… Teflon kaplama kurşun, çelik yeleği deler geçer.

Bilmiyor muydunuz, öğrenmiş oldunuz!  

Siz birisine öldürmek için ateş edeceksiniz, ya o kişi çelik yelek taşıyorsa!?
İyi nişancı olsanız da adamı alnının ortasından vurmak kolay iş değildir!

Bir nevi sizin bilgisayarınıza girerek bilgilerinizi, özelinizi ortaya dökmeye çalışanlarda sizin canınıza kast ediyorlar. Konuya hiç bu yönden yaklaştınız mı?

Siz şimdi çelik yeleğinizi sırtınıza geçirin ve göğüs kafesindeki hayati önem arz eden organlarınızı emniyete aldığınızı sanmaya devam edin. Aranızda Uzakdoğu sporuna meraklı olanlar bilirler,  savunmanın en iyi yöntemi saldırana mümkün olduğu kadar küçük bir hedef göstermektir. Bu arada eskiden deniz savaşlarında da bu konu çok önemliydi…  Embedded files’e bir örnek daha vererek başka bir konuya geçelim. Hedef küçültmek, hedef yanıltmak! Hedef yanıltmak en sevdiğim yöntemlerden biridir. Bayılırım rakibimi yanlış yönlendirmeye. Bizler Honeypot dediğimiz yöntem ile hackerleri izleriz. Bu yöntem bir nevi hedef yanıltmadır ve çok etkilidir.                                                                                                                                                                                         

Genel anlamda hayata hiç bir şey göründüğü gibi değildir! İçine girerek, perde arkasına baktığınızda gerçekler ile yüzleşirsiniz.

HerHangiBirDoküman.doc

Yukarıdaki dokümanı bilgisayarınıza indirin, üzerine tıklayın. Bir Microsoft Word dokümanı…
Aynı dokümanı Microsoft Excel ile açın. Şaşırmanıza gerek yok. Sağ gösterip sol vurmaktır bu…
Gelelim hedef küçültme ve yanlış yönlendirme konusuna.

Devam edecek…

                                                ***

04.07.2009

Hani bu makalenin başlarında sistem güncelleştirmelerinden söz etmiştim ya, işte bu güncelleştirmeler sisteminize karşı oluşabilecek saldırılarda hedefi küçülten öğelerden sadece biridir.

Hedef küçültme ve gizleme önlemlerinin kalitesi, birçok yöntemin bileşiminden elde edilenin toplamıdır.

Bıkmamdan ve usanmadan tekrarlarım; güvenliğinizin teminatı zekânızdır. Bulmaca çözmesini sever misiniz?

Sevsenize sevmemenizde şimdi birlikte bir bulmaca çözmeye çalışacağız. Diyelim ki ben yasadışı bir oluşumun içindeyim ve örgütten güvendiğim birine şu bilgiyi verdim:

Gerekli şifreyi sabit diskimin üzerinde bulacaksın... 

Desem ve siz Aa Kee Pee’nin has evlatlarından biri olarak bu bilgiye ulaşsanız ne yaparsınız?
Hadi bakalım, biraz düşünün!

Büyük bir ihtimale sabit disk üzerinde bulunan tüm bilgileri didik didik arayacaksınızdır. İnanın her hangi bir şifre ibaresine bile rastlayamayacaksınız!

Neden mi?

Dedim ya, şifre sabit diskin üzerinde! Her elektronik eşyanın üzerinde üreticisinin bir etiketi bulunur. Bu etiketi profesyonelce yerinden çıkarır, altına şifreyi yine şifreli bir şekilde yazarak aynı yere geri yapıştırırsanız dikkat çekmeyecektir.   

Gerçi itiraf etmeliyim ki bu örnek son derece basit bir kelime oyunundan ibaretti. Siz güvenlik mimarinizi dokuz şiddetinde bir depreme karşı tasarlamaya özen gösterin.

Şimdiye kadar değinmiş olduğumuz yöntemler sizi bir yere kadar kişilerin saldırısına karşı koruyacaktır. İyide saldırgan devletse ne yapmak gerek?

Defalarca üstüne basarak belirtmiş olduğum gibi kafayı çalıştıracaksınız. Başka çaresi yok!

Bilinen Matematiksel yöntemler ile şifrelenen bir nesne eninde sonunda deşifre edilecektir. Bunun sayısız örnekleri var. Enigma ikinci dünya savaşında almanlar tarafından kullanılan bir makineydi ve sonunda deşifre edildi! Ama Nostradamus örneğinde olduğu gibi bir Amerikan başbakanına arkadaşı tarafından yazılan bir şifre ancak iki yüz sene sonra deşifre edilmiştir. Nostradamus’un kehanetleri henüz deşifre edilemedi, eninde sonunda bu kehanetlerinde deşifre edileceğinden eminim ama zamanı henüz gelmedi…  

Anlayacağınız üzere yanlış adama, yanlış zamanda rastlarsanız işiniz çok zor!

Türkçe adını bilmiyorum ama bir ihtimal görmüşsünüzdür. Genelde ahşaptan yapılma bir bebek. Bebeğin içinden dört – beş bir önceki bebekten küçük bebekler çıkıyor. İşte bu sizin şifreleme yönteminiz olmalı!!!

Gören göz, nerede neyi arayacağını bilmezse bir anlamda kördür!
Hani atalarımız “nerde çokluk, orada bokluk” der ya, bakın bu cümle bu bağlamda yanlış!  
Büyük bir ormanın içinde belirli bir ağıcı aramak, samanlıkta iğne aramak gibi bir şey…  

Hesaplarınıza şans ve tesadüf gibi etkenleri de katmayı unutursanız güvenlik mimariniz çökebilir. Birçok insanlık tarihini etkileyen buluşun tesadüfen yapıldığını unutmayın…

Konu çok kapsamlı, çok yönlü ve karmaşık ama unutmayınız ki aptallığın da sınırı yok!

Bu gibi konulara değinmemin yegâne amacı, AKP’nin uyguladığı siyasi teröre karşı savunmasız olmadığınızı sizlere hatırlatmaktı. Hani AKP’nin (yalan söyleyen, aldatan Müslüman!?) baş yalanlarından biri olan Avrupa Birliği namına uygulamalar, özgürlük (ne demekse) ve sınırsız sözüm ona demokrasi var ya… Gelin AB’deki son duruma birlikte bir bakalım; Avrupa Birliğinde, şifrelemeyi değişik nedenlerden dolayı yasaklanma en azından kısıtlanma yolunda! Neticede bunu gerçekleştirip gerçekleştiremeyecekleri Avrupalıların yani halkın tutumuna bağlı olacaktır. ABD ve AB yazılım şirketlerine karşı uzun zamandan beri “devlete” ödün vermelerine yönelik baskı uygulamaktadır. Yani devlet güçleri gerek gördükleri takdirde, şifrelenen içeriği standart bir şifre veya açık bırakılan “gizli” bir kapıdan (backdoor) görebilmelidirler. Bazen ise belirli teknolojilerin yurtdışına çıkısını toptan yasaklamaktadırlar. Şimdi diyeceksiniz ki Microsoft kullanmam olur biter.

Peki…

Çoğu zaman kaynağı açık yazılımların (Open Source) arkasında SUN veya Novell gibi devlerin “saklandıklarını” biliyor muydunuz?

Bu milyarlarca Dolarlık piyasada etken olan şirketlerin merkezleri nerede?

Evet, SUN veya Novell ölmedi! Sadece “başka” bir isim altında piyasada etkililer, o kadar.

Arkadaşlar, bunlar beyhude gayretler…

Siz hangi işletim sistemini, hangi yazılımı kullanırsanız kullanın, Avrupa Birliğinin bu “sınırlandırma” gayretleri açıkça gösteriyor ki şifreleme her ne şekilde olursa olsun devlete karşı da belirli bir yere kadar etkili. Unutmayın zaman faktörü sizin lehinize çalışıyor!  

Sizlere şifreleme, gizleme ve yanlış yönlendirmeye yönelik son bir örnek vererek bu konuları kapatmak istiyorum.

Devam edecek…

                                                ***

05.07.2009

Aranızda yazdıklarımı dikkatli okuyanlar benim bir çelişkiye düştüğümü sanabilirler. Biraz daha sabır edin…

Süper Bilgisayarları, özel şifre kırıcı işlemcileri bir kenara bırakarak (aslında sürekli aklınızda olmalılar) konuya girelim. Security by Obscurity prensibi ile Eric Raymond’un* bu unutulamaz sözünden yola çıkarak sizlere bir bileşimi önermek istiyorum.

Given enough eyeballs all bugs are shallow 

Diyelim ki sizin çok önemli bir bilgiyi gizlemeniz gerekiyor. Bu bilgi ticari, siyasi veya herhangi başka bir önem arz ediyor olabilir.  İlk ve kesin olarak yapmanız gereken bilginin arşivini çıkarmak olacaktır. Konuyu dağıtmamaya dikkat ederek neden diye soranlara şu cevabı vermek istiyorum:

Hiç bir zaman rakibini hafife alma  

Arşiv çıkartmanın (arşiv çıkardıktan sonra güvenli silmeyi unutmamak şartı ile) iki nedeni vardır:

1.    İstatistik analitik, analize maruz kalacak alanı küçültmek**.
2.    Şifrelemek istediğiniz bilgi boyutlarını küçültmek.

Bu örnekte çıkaracağınız arşivi ikiye bölerek parola ile korumanızı öneriyorum (Winrar, Winzip gibi tüm arşivleme sistemlerinde, arşive parola ekleyebilirsiniz). Şimdi elinizde olan ikiye bölünmüş bilgiyi şifreleme işlemine geçmeden önce iki ayrı gerçek anlamda 128 mümkünse 256 Bitlik parola oluşturun. Diyelim ki arşivin 1. bölümünü Blowfish,  2. bölümünü AES 256 ile şifrelediniz. Bu bilgi ve oluşturmuş olduğunuz şifreleri birbirinden bağımsız ve dışarıdan bakıldığında birbiriyle alakasız dört ayrı kişiye emanet edin veya saklayın. Bu kişilerin veya yerlerin kesinlikle birbiriyle alakasız olduklarına özen göstermenizde fayda var. Yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek için tekrar ediyorum:

İki kişide (yerde) tüm bilginin birer parçası, iki kişide (yerde) iki ayrı şifreden yalnız birini vermek suretiyle bilginin tümünü saklamış olun. Bilgileri şifreleme yönteminin tersini uygulayarak tekrar bilgilerinize erişebilirsiniz.

Ya parolamı unutursam paranoyası  

Bilinen bir yöntem olmakla birlikte oldukça sübjektif temellere dayanan bir uygulamayı önermek istiyorum. Sübjektif olması gizlilik ilkesiyle birlikte sizi koruyan unsur olacaktır. Kendimi örnek göstermek istiyorum:

Kütüphanemde yaklaşık 5000 civarında elektronik kitap, yarısı kadar da gerçek kitabım var. Tercih ettiğim, sevdiğim  – sürekli elimin altında bulunan kitaplar 100 civarında. Bunların hangileri olduğunu ben ve bir ihtimal bana çok yakın olanlar biliyor. Diyelim ki bu kitaplardan birini gözüme kestirdim ve hiç bir gizleme, saklama ihtiyacı duymadan bir yere şu notu karaladım:

02055x2x3.-29x1x2

Siz şimdi bu yazılandan ne sonuç çıkarırsınız?
Bir şeyler yazıyor orada ama ne yazıyor, anlayabildiniz mi?

Anlamı şu:

Bilginize sunarım Rauf Bey

Açın Atatürk’ün 125. doğum yılı anısına ADD tarafından dağıtılan Nutuk kitabını ve kendiniz kontrol edin!

Deşifre şekli:

İlk 4 sayı safa
5. karakter sayfadaki satır
X’den sonra gelen kelime
Nokta işlemin bittiğini gösteriyor.
Eksi işareti aynı sayfada devam ettiğini gösteriyor. Ondan sonra gelen sayı yine satırı, X’den sonra gelen kelime(leri) gösteriyor.
Artı işareti başka bir sayfayı göstermekle birlikte artı işaretinden sonra gelen ilk dört sayı sayfayı göstermektedir vs.

Not: boşluklarda sayılıyor.

Gördüğüne inanma, bu konularda bildiğini kendine sakla!

Pardon siz beni bu kadar aptal mı sandınız?
Bu yöntemi kullanın, kullanın ama ek bir güvenlik önlemi almadan sakın kullanmayın!

Hiç kimsenin bilmediği, hiç bir yere yazmadığınız bir sayfa adaletini ± işleyin. Gözle görülen 0205’ci sayfa. Sizin belirtmediğiniz yalnız sizin aklınızda olan; görünen sayfa artı 3 veya eksi 15 işlemi sizi gerçek parolaya götürecektir. Yani bu 0208’ci veya 190’inci safa olabilir.  

*Open Source düşüncesinin fikir babalarından biri.  
** Misal olarak, Hiç bir zaman rakibini hafife alma cümlesini parola olarak kullandığınızı düşünelim. Bu cümle 34 karakterden oluşmaktadır. Yani siz simdi 34 x 8 = 272 Bitlik bir parola ile bilgilerinizi koruduğunuzu sanabilirsiniz. Ama bu yanılgı gerçekleri yansıtmıyor!!!
Her dilin kendine göre yoğun olarak kullandığı harfler vardır. Türkçemizde en çok kullandığımız harf A harfidir. Almanca, İngilizce ve Fransızca gibi dillerde E harfi çok kullanılır. Bu bilgiden yola çıkarak yukarıdaki formülü istatistik açıdan şu şekle çevirmek zorundayız: 34 x 1,5 = 51 Bit
Anlayacağınız üzere bir bilginin arşivini çıkarırken yukarıda belirtmiş olduğum nedenden dolayı, hem bilgi boyutunuz küçülecek hem de bu gibi analizleri yapabilecek kapasitede olanlara karşı, saldırı alanını daraltmış olacaksınız.

Devam edecek…

                                                ***

06.07.2009

05.07.2009 tarihli makalenin devam

Âlice ve Bob

Simetrik şifreleme yöntemlerinde şifreyi gönderen Âlice, şifreyi alanda Bob olarak adlandırılırlar. Güvenlik açısından Âlice ve Bob güvenli bir yerde şifre alışverişinde bulunmaları zorunludur. Bu gibi konular elektronik ortamda, Telefon vasıtasıyla gerçekleşmemeli. Pratik yönden şifreleme yönteminde kullanacağınız algoritmanın ve parolanın kalitesine oranla deşifre işlemi ve deşifrelenecek içeriğin değeri birbirine orantısızsa güvende sayılabilirsiniz. Ama cümle kurdum ama…

Ben size söyle izah edeyim; bir apartman ve bir hırsız düşünün. Hırsızın genel anlamda önce söyle bir kapılara bakacağını farz edelim. Bu hırsız bir çelik kapının ardında, bildik bir kapıya oranla daha değerli bir şeylerin olabileceğini düşünecektir. Şimdi bu çelik kapıyı açmak için harcayacağı zaman ve yakalanma riskine oranla diğer evden çalacağı maddi değer daha fazla olabilir. Çünkü oradaki risk ve çıkar, çelik kapılı eve nazaran daha az olabilir. Risk (ortaya koymam gereken teknik ve maddi donanım) ve elde edeceğim çıkar orantılı olmalı.

Telefon dedikte aklıma geldi

Günümüzde Türkiye’de herkes telefonlarının dinlendiğinden şikâyetçi, hâlbuki telefon konuşmaları da eşzamanlı şifrelenebiliyor. Bizim On-Demand dediğimiz şifreleme yönteminde en azından şu an için eşzamanlı deşifre imkânları çok ama çok kısıtlı.  

Birkaç pratik (Avrupa Birliği) veriyle konuyu kapatalım:

Şifrelenecek içerik

Zamanaşımı

En az Simetrik parola uzunluğu

Askeri bilgi*

Bir kaç dakika / saat

64 Bit

Kısa vadeli ticari bilgiler

Gün / Hafta

64 Bit

Uzun vadeli ticari bilgiler

Sene

64 bit

Ticari sırlar

Onlarca yıl

112 Bit

Kişisel bilgiler

50 sene

128 Bit

Diplomatik bilgi / sır

65 senenin üzerinde

256 Bit

*En az gerçek 64 Bit ile şifrelenen askeri bir bilgiyi bir kaç dakika veya saat içinde deşifresi şimdilik mümkün değil. Diğerleri için zaten genelde başka ek önlemlerde alınıyor.

Simetrik şifre uzunluğu

Asimetrik şifre uzunluğu

56   Bit

384   Bit

65   Bit

512   Bit

80   Bit

768   Bit

112 Bit

1792 Bit

128 Bit

2304 Bit

                                                ***

07.07.2009

Mea Culpa*

Zaman zaman muhtelif boy ve ebatlarda karşımıza çıkan irtica sorununu, bir müddet daha göğüslememiz gerekecek. Dilleri farklı olsa da, aslında din ve bilim aynı şeyi anlatmaya çalışıyorlar. İkisi de gerçeklerin peşinde, bilim ve din birbirini tamamlayan iki unsurdur.

Mamafih, Allah insanın imanını başkalarının müdahalesiyle sınamasın…

Vatana hizmet, her zaman meşakkatli olmayabilir ama vatan sevgisi özelde, sevgi ise genelde zaman zaman ispat ister. Atatürk ilke ve inkılâpları için liyakatimizi terazilemedeki sorunlarımızı, son kullanma tarihi geçmiş bir zihniyet ile çözemeyeceğimiz ortada. Ancak bende Atam gibi milletime güveniyor, onlara inanıyorum. Biz başaramasak ta, evlatlarımız bu sorunun üstesinden gelecektir!

AKP zihniyeti uzatmaları oynuyor, bir ayağı çukurda. Elbet fırtınalı günlerin ardından sükût gelecektir…

Söz verdiğim halde sözümü tutmamanın utancını yaşıyorum. Ama bu gibi hatalar telafi edilebilir hatalardır. Sanal ortamlarda, sanal bir “hükümet” tarafından yönetiliyoruz. Sanal sorunların, sanal çözümleri - sanal zihniyeti, somut “devrimler” yapmakta cesaretlendiriyor. Bu cürete karşı bizde kendimizi sanal bilgisayar ve sanal klavye** ile koruyalım!

Tüm sabit diski bir çırpıda şifrelemeyi önermiyorum çünkü bir kere deşifre edildiğinde, tüm bilgileriniz kabak gibi ortada çıkacaktır. Onun yerine bilgileri ayrı ayrı değişik yöntemler uygulayarak gizlemeniz daha sağlıklı olacaktır. Saldırgan bu yöntemde her defasında sıfırdan başlamak zorunda. Client – Server çerçevesinde çalışmadığınızı varsayarak bu konuda hiçbir öneride bulunmadım (güvenlik açısından daha sağlıklı bir çalışma şeklidir).      

Gerçek bilgisayarınızın sanal bir kopyasını çıkararak D sürücüsüne kopyalayın (orijinal halini DVD’ye kopyalayarak muhafaza edin. Böylelikle her zaman orijinali D sürücüsüne tekrar kayıt edebilirsiniz). Bir önceki makaleme atfen D sürücüsünde olan sanal bilgisayarınızı çalıştırarak gereken tüm işlemleri yapabilirsiniz. D sürücüsünü güvenli bir şekilde sildiğiniz takdirde ardınızda iz bırakmayacaksınız.

VirtualBox 2.2.2*** (işletim sistemi emülatörüdür bilinen çoğu işletim sistemini emüle edip çalıştırabilir)

*Latince benim suçum / hatam
**Sanal klavyeyi şiddetle kullanmanızı öneriyorum, keylogger`lere karşı önlem.
*** VirtualBox ücretsizdir. Şahsen VMWare’i öneririm ama “pahalı” bir yazılımdır.

                                                   *

İrtica ile mücadele eylem planı

                                                ***

08.07.2009 

Millet olmuş tilki, biz hala sersem tavuk gibi ortalıkta dolaşıyoruz 

Oynak merkezli diş politika, Asena’ya taş çıkartacak kadar kıvrak iç siyaset…
Son olarak Gelibolu Milli Parkı!
Aç gözlerini!
Sen, “Atatürk’ten beri ilk defa adam gibi yönetiliyoruz...” desende,
Yarın…
Belki yarından da yakın…
Bebeklerden tahrik olan bu zihniyet sana,
Ananı, karını ve kızını…
Yap, işlet – devret…
Diyecek!

                                                   *

Anarşi mi, terör mü?

Anarşisti, teröristi dağda - bayırda arayıp dururuz. Hâlbuki aramızdalar!
Bazen komşumuz, bazen tanıdığımız. Çoğu zaman bir yabancı…
Yanılıp da kendi elimizle seçtiklerimiz de oluyor arada!
Kravatlı, takım elbiseli veya döpiyesli…
Gelin sizinle Türk Dil Kurumunun, Terör ve Anarşi tanımına birlikte bir bakalım.
Terör: Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş 
Anarşi: Siyasi ve idari kurumlardaki çözülme sonucunda devlet denetiminin kalmaması durumu, başsızlık, erksizlik

Benim aklıma gelen sizinde aklınıza geliyor mu acaba?

                                                ***

09.07.2009 

Sanki bu vatanın, bu milletin evlatları değiller

Zor zamanlarda rabbine sığınır dua edersin, daraldıkça daha çok yalvarırsın…
Bir yerin acıdı mı ana diye bağırır, sıkıldıkça ana kucağını – sıcaklığını özlersin…
Bilirsin baba seni kurtaracak, sana yol gösterecek…
Vatan toprağı seni besleyecek, öldün mü senin üstünü örtecek…
Ama sen ne anana, ne babana nede vatanına sahip çıkarsın!
İyi kalplisin, safsın…
Herkesi kendin gibi bilirsin…
Güler göze, güzel söze kanarsın…
Bir - iki dürüst adamla…
Birkaç iyi yürekle gelebilir misin bunca sorunun üstesinden?
Allah dediklerinde, akarsuları durdurur – dağları devirirsin…    
Güzel kardeşim, sen olmayan aklını yitirmişsin!

                                                ***

10.07.2009

Tayyip ve temsil ettiği zihniyet

Kıbrıs Türkü…
Azerbaycan…
Uygur Türkü…
Ve nice Türki topluluklar…
200 milyondan fazla insan Türkçe konuşuyor…
Davos fatihi Tayyip!
Türkiye Cumhuriyetinde, Türk olmak!

                                                ***

11.07.2009

Allahın şamarı

Rahmetli babam hep söylerdi…

Ne zaman azsam, kudursam mutlaka Allahın şamarını yer – götümün üstüne otururum!”

Evet, tüm gönlümden inanıyorum; İlahi Adalet diye bir şey var ve eninde sonunda tecelli ediyor. Ancak biz insanlar “tümünü” görmekten aciz olduğumuz için ve sabretmesini beceremediğimizden dolayı çekiyoruz, ne çekiyorsak!   

                                                  *

O da Müslüman

Ben diyeyim on, siz deyin yirmi senelik müsteri...

Kendisiyle bugün tanıştım, annemin müşterilerinden. Suriyeli bir aile. Bir insandan bu kadar etkilenmem gerçekten çok nadirdir!

Dükkânın arka odasında gazete okuyordum birden annemin üzüntülü sesini duydum. Hayırdır dememe kalmadan annem anlatmaya başladı:

Çok eski bir müşterim, her bayram bir paket yaptırıp gelir yanıma. Benim annem, babam çok uzakta sizin elinizi öpebilir miyim diye... Suriye’ye kesin dönüş yapacaklarmış…”

Başladı dua etmeye, hayırlı temennilerde bulunmaya. Benden bir – iki cümleyi tercüme etmemi istedi. Böylelikle müşteri ile sohbet etmeye başladık. Dört çocuk sahibi bir insan. Endişelerinden, korkularından bahis etti. Bende kendisine kesin dönüş niyetlerimden ve kendi endişelerimi anlatınca; şahsen hiç bir zaman “ciddiye” almadığım bir meseleye değindi. Belki 40 seneden beri yurtdışında yaşamanın vermiş olduğu bir etki ama mezhep denen olgu benim için hiç bir zaman önemli olmadı. Ama bir kez daha anladım ki genelde Ortadoğu, özelde Türkiye için çok önemli bir konuymuş. Mezhep farkı dedikleri, mantıksız oluşum!     

                                                ***

13.07.2009

Kasımpaşalı Tayyip, millete terbiye dersi veriyor

Bir örnek ile ben size terbiyenin ne demek olduğunu anlatmaya çalışayım. Köklü aile görgüsü, aile terbiyesi, İstanbul iptidaî terbiye ne demekmiş anlasın bu sonradan görme Kasımpaşalı.

Birinci dünya savaşı zamanı, Babaannem üç kardeşi ile öksüz ve yetim kalıyor. Babaannemin akrabaları tutuyor en küçük ikisini evlatlık veriyor. İkisini de amcaları büyütmek üzere kendi yanına alıyor. Lafı fazla uzatmadan Babaannem, zengin bir ailenin yanında köşkte büyüyor. Orada almış olduğu köklü İstanbul terbiyesi ileride istisnasız tüm çocuk ve torunlarını etkileyecektir…

16 yaşında evleniyor. Sırasıyla halam, babam ve amcam doğuyor. Dedem, Trakya Türklerindendi. Babaannem, ailevi nedenlerden dolayı beni ve ablamı (halamın büyük kızı) belli bir yaşa kadar büyüttü. Kendi çocukları gibi bizde onun almış olduğu terbiye ile büyüdük.

Evlilik hayatı, hayatın kendisi gibi inişli çıkışlıdır. Geçenlerde annemle eskileri yâd ederken annem, ablamla ilgili bir olayı anlattı…         

Eniştem ile aralarında uzun zamandan beri “kaynayan” bir mesele yüzünden kendisi çok gerginmiş. Beyi ile yüz göz olmama namına tutuyor enişteme uzun bir mektup yazıp ceketinin iç cebine saklıyor. Eniştem işe gitmek için yoldayken kendisine telefon açıp mektubu okumasını istiyor…      

Seviyeyi korumak, yüz göz olmamak, her şart altında kendine hakim olmak - sonradan zor öğrenilir. “Koyma pınar, pınar olmazmış” misali  

                                                ***

16.07.2009

Konuşuyorduk

Siz konuşa durun, atı alan Üsküdar’ı geçiyor…
Siz Avrupa Birliği düzenlemeleri namına düze durun, atı alanda milleti düzüyor…
Siz nitelik yerine niceliği özümseye durun, atı alan koşturuyor – tutabilene aşk olsun…  
Siz konuşa durun - biz sizin deli saçmalarınızı dinleyelim. Bu arada atı alan…     
Tek kelimeyle: Tiksiniyorum!!!
Tiksiniyorum sizden, sizin zihniyetinizden ve sizin iktidarsızlığınızdan.
Not: bir kaç gündür bir proje ile meşgulüm. Malum 2010’a ne kaldı?
Bitsin sizinde hizmetinize sunacağım.

                                                ***

17.07.2009

Zart

Tuvalete sı.ar gibi…
Zarttt!
Ardından…
Zurttt…
Arada bir ıhhh diye seslerde çıkıyor ama aldırmıyoruz artık…
Ağızlarından dökülen zart, zurt
Yedi yıldan beri, içi boş – mantıksız iç ve diş siyaset!
Fos bunlar fos!
Mazlum ve mağdur edebiyatının yeni bir sayfasını açtılar…
Atatürk düşmanlığı tutmadı…
Siyasi simge Türban, olmadı…
İmam hatiplerle uğraşıyorlar, bakalım ne olacak…
Türkiye Cumhuriyetinin en gözde kurumlarından Türk Silahlı Kuvvetlerini tüm güçleri ile yıpratmak istiyorlar…
Şimdilerde mazlum ve mağdur edebiyatının kilit sloganı darbe!
Darbeciler sizi sevsin emi…

                                                  *

İblisin evlatları

                                                ***

19.07.2009

Ben olsam

Avrupa Birliği namına çıkarılan “köklü” uyum yasaları aslında Kemalist ve çağdaş Türkiye’ye karşı açıkça bir saldırı teşkil etmektedir. Tek devlet, tek millet kavramı ne siyasi İslamcıların, nede AB(D)’nin işine geliyor.

Dün yine ağzından çıkanı kulağı duymayan zihniyetin temsilci, ağır ama bence haklı bir “saldırıda” bulundu. Evet, haklı. Haklı çünkü biz üstümüze düşeni yapmamanın utancını yaşamamız gerekirken hala bir takım “düzenbazların” peşinden koşturuyoruz. Ve biz derken hepimizi, istisnasız hepimizi kast ediyorum. Bir uçtan diğer uca kadar hepimizi.

İnsanoğlunun yaratığı, yaptığı hiç bir şey bugünden yarına var olmaz! Doğrusu ve doğru olanı tüm çabalar hep belirli bir süreci izler…

Bu süreci görebilen ve doğru tahlil neticesinde gereken sonuçları çıkarabilen, istikbale yönelik tahminlerde bulunabilir ve genelde de haklı çıkar…

Hani derler ya “felaket geliyorum demez!”

Aslında olayların yüzde doksan sekizinde “geliyorum” diyor. Biz görmüyor ya da görmek istemiyoruz!

İhanette öyle bir şeydir. Mevzular ihaneti kendi içinde saklar ve ehemmiyetine göre ihanetin boyutları da değişir. Bence millet adına, vatan adına düzenlemeler yapılacaksa bambaşka konular ile işe başlamak gerekir. Ve tüm düzenlemelerin babası adalettir!

 

Babası adalet ise, şüphesiz anası da güvendir!

Adalet ve güven sosyal yaşamın kaidelerindendir. Olmasa olmazlarındandır!

Geciken adalette, adalet değildir…

 

Çevrenizde adil olmayan, güvenilmez diye adı çıkan birisiyle iş yapıyor onunla görüşüyor musunuz?

Peki, madem görüşmüyorsunuz! Neden güvenmediğiniz bir partiye oy veriyorsunuz?

Bu partinin, parti programına sadık kalıp kalmadığını neden denetlemiyorsunuz?

Birde bunu deneyelim” diyerek evlatlarınızın istikbali ile neden oynuyorsunuz?

Benim milletim cahil olabilir, bilinçli olarak cahil bırakılmış da olabilir ama benim milletim aptal değildir!

Ben yazarak içimi döküyorum. Düşüncelerimi ifade ediyorum. Bu düşünceler doğru veya yanlış olabilir ama en azından elimden gelen gayreti gösteriyorum, göstermeye çalışıyorum. Cumhuriyet mitinglerinde bir araya gelen insanlarım, benim duyarlı milletimi temsil ederken dünyanın dört bir yanında olduğu gibi sessiz çoğunluk “olayları” seyretmekle yetiniyor. Bunu yanı sıra bilinçli veya bilinçsiz teşviklerle gerçekler saptırılıyor. Ve ne yazık ki bu oyuna alet olan birçok kitle iletişim araçları da paranın sıcak yüzüne dayanamıyor!

Para dedik de aklıma geldi:

Sözüm yine bir uçtan diğer uca kadar. Atatürkçülüğü, çağdaşlaşmayı bir baskı aracı olarak gören ve milletinden önce kendi cebini düşünenlerin yerini TÜRK MILLETININ temiz dini duygularını sömürerek küplerini dolduran göstermelik “Müslümanlar” aldı. Sözüm ona çağdaşlaşma baskısının yerini dini baskılar aldı, alacak, alıyor! Kafatası ideolojisi ile ceplerini dolduranlar keza…

Madem bütün bunları yaşayacaktık, bütün bu baskılara dayanma gücümüz vardı…

Neden?
Neden ama…
Türk, Kürt, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi demeden hep birlikte istiklal savaşını verdik?

Çünkü biz hür doğduk, hür ölmek istiyoruz da ondan!

Yabancı bir milletin uygulayacağı baskı ile kendi canından, kanından olanın uygulayacağı baskı arasında çok fazla bir fark olmasa gerek!? Neticede baskı baskıdır ve hürriyetin kısıtlanması kabul edilemez!

Velhasıl kelam, insan eşek olunca - sırtına semer vuranda çok oluyor!

Irana bakın, mollalar zümresi Karun’u fesadından çatlatacak kadar zengin. Siz zannediyor musunuz ki tüm bu gayretler yalnız ve yalnız yüce dinimiz İslam adına ortaya konuyor?

Etrafınıza bir bakın…

Oğullara alınan gemicikler, gelinlerin altın ve ziynet eşyası dalavereleri, yandaşlara peşkeş çekilenler ve niceleri… Tüm bunlar İslam adına mı gerçekleşiyor?
Aziz Nesini anmadan geçemeyeceğim, tamam aptal kelimesi belki gerçekten ağır geldi ama unutmayın dost acı söyler! Yukarıda da belirttiğim gibi biz aslında aptal değiliz, aksine gerçekten zeki bir millet bile sayılabiliriz. En azından ama pratik bir milletiz, pratik zekâmıza diyecek yok. Hele şahsi menfaatlerimiz söz konusu olunca işimizi gayet iyi biliyoruz ama… Aması var işte, düşünmek istemiyoruz. Düşünmek bizi bozuyor!
Düşünmediğimiz gibi bencillikte de üstümüze yok…

Neyse sigortalarım attı gene!

Yüce dinimiz namına elde edecekleri gücün hayalleri bile, ağızlarındaki salya salgısını artırmaya yetiyor. Tepe takımı doydu veya doymak üzere ama ya alt kademedekiler…

İşte beni gerçekten korkutan da onlar. Türkiye onların insafına teslim edilirse eğer…

                                                ***

20.07.2009

Soros'tan sorun beni

Eski bir Marksist'im ben,
Maocuyum dahası
Su gibi içmişim bilimsel sosyalizmi
Boşuna çürütmedim dirseğimi
Entel aydın, süzme gazeteci, daha nesi...
Su katılmamış döneğim yani
Soros'tan sorun beni

Baktım ki fırtınalı bir denizdeyim
Düşmüşüm bir dalganın içine
Çile, çeki, didişme
Hiç çekilmez hani
Hemen kirdim dümeni
Kıyıdan karşıladılar beni
Verdiler başköşelerini
Hep dinledim sözlerini
Öğrendim köşe dönmesini
Soros'tan sorun beni

Kimseler artık su dökemez elime
İyi tutmuşum dizginlerimi
Çift pasaportum var cebimde
Önce caba, afra tafra
Gerisi yalan dolan ama
Kör etmişiz halkımızın gözlerini
Doldurmuşuz ceplerimizi
Gelirse kaçmanın günleri
Elbet korurlar bizi
Soros'tan sorun beni

Ne işin var Ergenekon'da
Çıkarın oradan adamı
Tapıncım belli benim
Kurmuşum tezgâhımı
Önceden hazırlamışım yerimi
Soros'tan sorun beni

                  Yetkin Aröz

                                                ***

21.07.2009

Tükürdüğünü yalamak

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra gelen hükümetler Atatürk’ün mirasına sahip çıkamadılar. Ne Hükümet ne de millet nezdinde bu mirasa laik bir toplum olduğumuzu gösterebildik. Geçenlerde Yılmaz Özdil bir makalesinde alüminyum dondan söz etmiş, gerçekten güzel bir makaleye imza atmıştı.

Vatandaş, Atatürk’ün vefatından sonra kıçını tutarak gezmeyi örgendi. Öğrenmek zorunda kaldı çünkü kazığı nelerden yiyeceğini kestiremiyor. Ayrıca kıçını tutması da bir şey ifade etmiyor ama ne yapsın kendini koruma içgüdüsüyle hareket ediyor işte...

Madem kıçtan - baştan sözü açtık, terbiye denen şeyi bir kenara bıraktık müsaade edin bir cümle daha kurayım.

Başkasının kıçı ile osurmak kolay oluyor; bilmiyorum kendiniz hiç ev yaptırdınız mı veya bir dükkân açtınız mı?

Yok, öyle hazır almadan, devir işlerinden söz etmiyorum. Gerçekten sıfırdan plan, proje dâhil inşaat safhasının her tuğlasını izleyerek, kendi alın terinizle sıfırdan bir dükkân açıp gıdım gıdım müşteri topladınız mı?
Eğer bunları veya yalnız birini yaptıysanız neden bahis ettiğimi bilmeniz gerek.
Beceriksizliklerini, türlü vesile ve olaylara bağlamada son derece yetenekli olanların açıkçası şanslarda yaver gitmiyor değil. Bana bak Recep Efendi, muhalefet yok diye göstermelik yakınmada bulunma! Karşında ben ve benim gibi milyonlarca muhalif var. Atatürk’ün evlatları öz be öz Türk var anlıyor musun, Türk!
Sen ve senin gibi Türkiyeliler bizim karşımızda duramaz. Türk ulusu eninde sonunda dönen dolapları anlayacaktır.

Bu arada yeri gelmişken değinmeden geçmek istemiyorum, yakalandığında kancık karı gibi "benim annem de Türk" diyen katil, onun yurt içinde ve dışındaki yandaşları:

Güneydoğuda adım adım "Kürdistan’a" gidileceğini sanıyorsanız sizlere zamanı geldiğinde öyle bir ders verilecek ki şaşıp kalacaksınız! Adı üzerinde Mehmetçik, Kürt – Türk, Hıristiyan - Müslüman demeden sizi dağda, köylerde, şehirde ve kırsalda kovalıyor. Kökünüze kibrit suyu dökmeden de bu mesele bitmeyecek!

Biz Türk ulusuyuz. Kürdü, Türkü, Ermeni’siyle bir bütünüz. Geçmişte de omuz omuza savaş verdik, bundan sonra da vereceğiz.

Neyse biz yine göstermelik Müslümanlarımıza dönelim. Hani var ya seçilmiş, atanmış, satılmışlar; işte onlara. Pardon satılmış diye mi yazmışım? Hay Allah, kasten olmadı emin olabilirsiniz! Ve hesap verme zamanı geldiğinde sizler nereye saklanacaksınız, göstermelik Müslümanlığınız sizi nereye kadar koruyacak çok merak ediyorum.

Recep Efendi, biz senin bu ülkeyi nereye doğru götürmeye çalıştığını gayet iyi idrak ediyoruz.

Ben ve benim yandaşım merkezli iktidar(sızlık) ne yazık ki yalnız AKP'ye özgü değil. Atatürk’ten sonra söyle bir cumhuriyet tarihini incelerseniz şüphesiz darbeler gözünüze çarpacaktır.

Bu darbelerin yapıldığı ortam ve şartları incelediğinizde, göze batan hepsinin soğuk savaş dönemine rastlaması olacaktır.

Rastlantı mı?

Rastlantı değil, bundan hiç şüpheniz olmasın. Kimin söylediğin hatırlamıyorum ama bir zaman önce rahmetli Bülent Ecevit hakkında "ne zaman iktidara gelse memlekete kıtlık başlıyor" deniliyordu. Bu cümleyi iyi okumak ve anlamak gerek.

Ulusal politikalar dışarıdan ve içerdeki destekçiler tarafından baltalanırken, öyle yüce Türk milletinin ulusal menfaatlerini korumak kolay iş değildir. Her şeyden evvel yürek ve kararlılık ister. Bu İsmet İnönü’den günümüze değişmeyen bir kaide ve neredeyse kaderimiz olmuş gibi! Ama unutmayalım, Allah bir ölçüye kadar insanlara kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğü vermiştir.

İstikrarlı ulusal politikalar üretmek için öncelikle kendi kapımızın önünü, bahçe ve evimizi temiz tutmamız lazım. Kendi içimizde esaslı bir temizlik yapmadan dış etkenlerin Türk siyasetindeki ağırlık ve işlevlerini azaltmamız mümkün görünmüyor. Emniyet teşkilatı ve yargı üzerindeki (F) tipi* vesayete dur demeden, bu kurum ve kuruluşların bağımsızlığını sağlamadan bu işi başarmamız mümkün değil.

Darbe tehlikesi gerçekten ortadan kalktı mı?

İki olasılık geliyor insanın aklına:

1.     Uluslararası ortamda Türkiye Cumhuriyetine biçilen bir kaftan vardı. Bu “görev” dağılımında Kemalizm ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeri beliydi. Ancak her zaman iddia ettiğim gibi AB(D) en azından bir >B< planı olmadan hareket etmez. "Ortak" düşman tanımı değiştiği takdirde olası darbe planlarının kapıları da ardına kadar açılabilir. İki kutuplu dünya zamanında “işlevini” kusursuz yerine getiren Kemalizm ve Türk Silahlı Kuvvetleri, soğuk savaşın bitimiyle tasfiye sürecine “girmiştir”. Avrupa Birliğinin kuruluş amaçları arasında olan, Amerika Birleşik Devletlerine karşı bir denge unsuru yaratmak ve bu yaratılan yeni dengeler ile dünya ekonomisi ve askeri alanda pay almaktı. İster Türk ister Avrupa kamuoyunda olsun, göz ardı edilen uzak doğuda oluşan dengeler manzumesidir. Defalarca vurguladığım gibi Rusya hesaba katılması gereken bir etkendir. Özellikle bünyesinde ve etki alanında barındırdığı doğal enerji stokları bakımından dünya dengesi üzerinde hala önemli bir rol oynamaktadır. Uzun lafın kısası, dünya konjektüründe değişiklik olduğu anda tekrar Kemalizm ve Türk Silahlı Kuvvetleri gündeme gelecektir. Darbe demek genel anlamıyla dünyada yalnızlığa itilmek demektir. “Çağdaş” dünyada darbeler hoş görülmemektedir. Ekonomik ve siyasi boyutları çok yönlü olup birçok toplumun kaldıramayacağı kadar ağır olabilir. Bunun için zamanımızda darbe ya diş destekli olmalı, bıçak kemiğe dayanmalı,  ya da gerçekten çok sağlam sosyoekonomik temellere dayanmalıdır. Bu bakımdan önümüzdeki süreç içersinde darbe beklemek pek akla yatkın gelmiyor.   

2.     Darbe çağı kapanmadı. Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere Cumhuriyetçi kurumlar oynanmak istenen oyunun farkında olup, açık vermeme namına, bir nevi “bekle gör” sürecine girerek olup biteni kaygı ile izlemektedirler. Kaldı ki (F) tipi örgütlenme bir ahtapot misali sosyal, ekonomik, emniyet ve yargıyı kolları ile sarmış durumdayken, Türk Silahlı Kuvvetleri karşısında neden etkisiz kalsın. Mutlaka öyle yada böyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin içerisinde sızmalar yaşandığına inanıyorum. “Başımızda” bu gibi gerçekleri “fasa fiso”, “mum söndü oynuyorlar” veya “gulu gulu dansı yapıyorlar” diye nitelendirenler, Mehmetçiğin kafasına çuval geçirildiğinde sesiz kalanlar oldukça ve “güçlerini” Türk milletinden değil de dışarıdan aldıkları sürece bizim işimiz gerçekten çok zor.

Onun için öyle yada böyle darbe söylentilerine kesinlikle itibar etmiyorum. Peki, bu oyunu nasıl bozabiliriz?

Soruya, soruyla yanıt vermek istiyorum!

Şirketler, büyük küçük demeden neden reklam verirler?

Ulusal çapta:

 

İşte bizim de yapabileceğimiz en basit şeyler arasında, kapı kapı dolaşarak insanlarımıza doğru yolu anlatmak olacaktır. Buna vaktimiz yetmiyorsa kitle iletişim araçlarını kullanmalıyız. Yetmedi Türkiye’de kitle iletişim araçlarının en etkilisi, cemaat ve ağlık sisteminden yararlanmalıyız. Bilinçli dezenformasyonun kitabını yazan AKP’ye, gerçeklerin tüm çıplaklığı ile yalın bir dilde cevap vermemiz gerekiyor. İnsanlarımızın nasıl aldatıldıklarını anlatmamız gerekiyor. Tekrar ediyorum bizim milletimiz önce yüreğinin sesini dinler, ardından bir bir toplamaya başlar. Bizim milletimiz aptal değil ama oldukça saftır. Ama aynı zamanda menfaat, din ve milliyetçilik konularında duyarlıdırlar.       

Uluslararası alanda:

AB(D) hükümetleri nezdinde girişimde bulunmak boşuna zaman israfıdır! Ancak tüm AB(D) hükümetleri şeytandan korkarcasına kendi kamuoyundan çekinirler. Girişimler olacaksa kamuoyunu yönlendirmeye yönelik girişimlerde bulunmak lazım.

Doğru Yol dedikte aklıma geldi, bugün Ergenekon denen o ne olduğu belirsiz bir davaya konu olan faili meçhul cinayetler var ya… Gelin sizinle, siyasi yönden bu konuyu biraz irdeleyelim. Bu siteyi takip edenler “düşük yoğunluklu savaş” stratejisine daha öncede değindiğimi hatırlayacaklardır. Tansu Çiller zamanından takip edilen bu strateji PKK’ya karşı oldukça etkili olmuştu. O zaman biriminde kurulan “özel” birliklerin yaptıklarını tasvip etmediğimi belirtmekle birlikte “Olağanüstü durumlarda, olağanüstü tedbirlerin” gerekliliğini de hatırlatmak isterim. Bu şu demek; olağanüstü durumlarda geçici bir süre için hukuk ve etik çekinceler bitaraf edilebilmeli, aksi sizi felç edebilir.   

Ancak Türkiye’ye özgü Vatan, Millet, Sakarya derken birazda ceplerimi doldurayım, o bana zamanında ters bakmıştı, bunun burnu hoşuma ditmedi diye öldüreyim, şu - bu olmaz. Atalarımız, kadın – erkek, çoluk çocuk demeden benliklerinden, malından mülkünden özveride bulunarak istiklal savaşını vermişlerdir. Pardon, coştum

yine bu mantığa isyanımı mazur görün…

Eğer Tansu Çiller’in “PKK’ya yardım eden işadamlarının listesi elimizde, bunlardan hesap soracağız…” cümlesini faili meçhullerin miladı olarak kabul edersek, bugün hesabı sorulmak istenen ve Ergenekon diye adlandırılan sözüm ona oluşumun faili meçhul bağlantılarını anlamakta zorlanıyorum. Tıpkı 1997’de Recep Tayyip Erdoğan denen kişinin Washington’da Bush ile görüşmesini anlamadığım gibi…

 

Allah, Peygamber aşkına bir düşünün! Recep Tayyip Erdoğan denen herhangi bir insan kalkıp Washington’da Bush ile görüşüyor!!! Ne sıfatla, o zamanlar Recep Tayyip Erdoğan kimdir, nedir?

 

Neyse, siz bu konu üzerinde biraz kafa yorun ben devam etmek istiyorum. Olağanüstü durumlarda geçici bir süre için hukuk ve etik çekinceler bitaraf edilebilmeli derken bugün yaşadıklarımızı kast etmiyorum elbet. Bugün yaşadığımız hukuksuzluk, Atatürk ilke ve inkılâpları ile 86 yıl sonra bir hesaplaşmadan başka bir şey değildir. Ama her gün vatan evlatlarının kanı bu kutsal toprakları sularsa eğer, tıpkı bugünlerde olduğu gibi, o zaman olağanüstü durumlardan söz etmek yanlış olmaz. Aradaki fark o günün hükümeti elinden geleni ardına koymazken, bugünkü iktidarsızlık seyretmekle yetinip “tarihi fırsatlardan” söz etmektedir. Yetmedi kolluk kuvvetlerinin elini kolunu yasalar ile bağlamaktan da çekinmemektedir. Yüzsüzlüğün, akıtılan şehit kanlarına saygısızlığın bu kadarına pes dedirtecek kadar İmralı’dakinin açıklamalarını bekleyebilmektedir!           

Bütün bunlar Türkiyeliler ve AB(D) tarafından Türk Ulusu namına tezgâhlanırken sen, evet sen yapıyorsun?

   

Göbeğini kaşıyorsun deseler, kızarsın!

Ananı alda git deseler, sesin çıkmaz!?

 

Bu kadar mı alıştırdılar seni dilenciliğe, bu kadar mı şerefini yitirdin?

Bir zamanlar “Türk kadar kuvvetli” deniliyordu, senden arda kalan bumu?

 

Yazık, gerçekten çok yazık!

 

Geçmiş günleri bir tarafa bırakarak günümüzde gelelim. Genelkurmay Başkanımızın “asimetrik saldırılarına” değinmeden önce yine Ergenekon’da çokça gündeme gelen bir konu üzerinde birlikte düşünelim:

 

Nereye el atsalar cephane, bomba ve silah fışkırıyor. Aslı astarı kanıtlanamayan kâğıt parçaları kafaları karıştırıyor! Durum böyleyken sen, evet sen…

 

Senin aklına hiç bu sorular gelmedi mi?

 

1.   Amerika Birleşik Devletlerinden sonra NATO’da en çok silâhaltında personel bulunduran ülke Türkiye. Türkiye Cumhuriyeti ve onun şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerinin oraya buraya silah saklamaya ihtiyacı var mı?

İşin gereği “adamlar” zaten kaynağında, neden saklama ihtiyacı duysunlar neden?

2.   Bulunan Silahlar göstermelik olarak eski tarihli gazeteler sarılmış. Göstermelik dedim çünkü yeraltına gömülen bir silah bir süre sonra işlevini yitirir. Askerlik yaptın mı? Güzel! Peki, sana silahı neden söküp taktırıyorlardı,

neden silahın bakımını yapman gerekiyordu? Canın sıkılmasın, sana meşgale olsun diye mi?

3.   Ne zamandan beri patlayıcı ve silah yan yana gömülür oldu?

4.   

SilaSilah , senelerce toprak altında bırakılamaz!

 

Genelkurmay Başkanımızın asimetrik savaş terimini kullanması günlerce kafamın içinde zonklayıp durdu. Araştırdım ama bir türlü beni tatmin edebilecek bir yanıt bulamadım, ta ki tesadüfen bambaşka bir bağlamda bir yazı okuyuncaya kadar. O anda kafamda DANKKK etti; evet şimdi asimetrik savaş ile neyi kastetmiş olabileceğini anladım galiba. Mevzu benim içinde yeni ve sizlerinde kafasında bir takım konuların DANKKK edeceğine tüm gönlüme inanıyorum.

 

Başkasının kıçı ile osuran zihniyetin talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalan cumhuriyetçi kurumların düşmüş olduğu şu duruma bakın. İçler acısı…   

 

Feryat, figan ediyorlar ama anlayan yok!

 

Neyse, her şeye eyvallah demeye alıştık nasılsa!?  

Okuduğum yazıda ABD’nin Irakta uyguladığı bir stratejiden söz ediliyordu. Tesadüfe bakın ki strateji Türkiye’de uygulanın aynısı…

Allah, Allah… Tayyip 1997’de daha aşbakan (başbakan demeye dilim varmıyor) falan olmadan BOP** babası Bush ile görüşüyor, BOP’nin eş başkanı olduğunu utanmadan savunabiliyor…

 

Böl ve yönet stratejisinin günümüze uyarlanmış şeklini “Kaos yaratarak, uyumsuzluklardan dolayı doğacak olan kafa karışıklığından yararlanarak yanıltmak ve bu yanılgıdan doğacak ihtiyaç ile yönetmek diye de özetleyebiliriz. Yani bir nevi kaos kuramı (kaos teorisi) uygulamak. Çözümsüzlüğü, parçaların uyumsuzluğunu esas alarak –sürekli öteleme yöntemi ile istikrarsızlık yaratmayı çözüm olarak uygulamak! Aranızda fizikçi olanlar bilir, kaos kuramının en nihayetinde yine bir düzen, bir sistematik vardır!

 

Yanılmıyorsam Sayın Genelkurmay Başkanımız bunu izah etmeye çalıştı. Çünkü ayni strateji bugün Irakta uygulanmaktadır ve ABD’nin Iraktan çıkamamasının dışarıya karşı teminatıdır. Çıksa bile, çıkmak zorunda kalsa bile eninde sonunda bu strateji sonucu geri döne bilecektir. Çünkü yaratılan uyumsuz parçalar sürekli maraza çıkartacaklar, dolayısıyla Irak çok uzun bir süre huzura kavuşamayacaktır. Tabii bu oyunu bozabilecek bir yiğit çıkmasa eğer!        

 

Neyse komşumuz olsa dahi Irak için üzülmekle birlikte elimden bir şey gelmez. Ama atalarımın toprakları… İşte burada her kim çıkarsa çıksın karşıma DUR derim, elimden geleni yaparım. Uyumsuzluk, boz, dağıt, çatışma

yarat, parçalamalara karşı toplumsal tepkimizi ortaya koymazsak eğer, hepimizin akıl sağlığı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacak. Asimetrik savaş gereği Recep Tayyip Erdoğan ve yalakalarının eli ile Türk toplumunda yaratılmaya çalışılan hava ihanet,  iftira ve şahsi menfaatlerle zehirlenmiş olup, hepimizin sonunu getirebilecek kadar yoğunlaşmıştır. Başlarda söz ettiğim B planı üzerinde biraz daha kafa yormamız lazım. Kemalizm ve

Türk Silahlı Kuvvetlerinin “tasfiye” sürecini kendi varlık sebebi olarak görenler ve lakabıyla anılan “yiğit”

I Recep Tayyip Erdoğan Padişah efendimizin hala Türk ulusunun menfaatlerini koruduğuna inanıyor musunuz?

İnanıyorsanız eğer, Vahdettin’in de milli menfaatlerimizi koruduğuna inanıyorsunuzdur. Neyse, geçelim bunları…

 

AB(D)’nin B planını kısaca IRTICA olarak özetleyebiliriz. Refah – Yol döneminde Nasrettin Hoca’nın söylemleri ABD’yi yeni arayışlara sürüklemiştir (nedendir bilmem ama Necmettin Erbakan’ı her zaman Nasrettin Hocaya benzetmişimdir) . Bu arayışların neticesi hepimizin malumudur!

Tam olarak doğru olmamakla birlikte bir yerde Necmettin Erbakan’ın Türk milli menfaatlerini, sözde Padişah’a nazaran daha iyi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Yoksa ABD neden yeni arayışlara girsin ki?

Kemalizm’in AB(D) nezdinde işlevini doldurmasını(!?) bir yere kadar anlayabilmeme rağmen Türk Silahlı Kuvvetlerinin, milli menfaatler çerçevesinde Milli Askeri Strateji Konseptini (MASK)*** değiştirmesiyle olanlar oldu…

 

Türkiye’de bundan sonra Kemalizm ve Türk Silahlı Kuvvetleri kötülüklerin bir numaralı adresi, Tuncay Güney gibi köpeklerin maskarası oluverdi!

 

Gerisini kendiniz yaşayarak zaten izliyorsunuz. Recep Tayyip Erdoğan gibileri insana bir zamanlar tükürdüğünü böyle yalatır işte.

*Fethullah Gülen
** Türkiyede genel olarak Büyük Ortadoğu Projesi olarak algılanırken; BOP Ekonomik biliminde Base of the Pyramid veya Bottom of the Pyramid’in kısaltılmışıdır ki Tayyip’e daha çok yakışan da budur! Şiddetle bu iki terimi araştırıp okumanızı tavsiye ediyorum sömürmek, sömürülmek ne demek anlayın.

*** Bu konu üzerinde durun lütfen, araştırın – okuyun ve anlayın!

                                                ***

25.07.2009

Su

Yaşadığım yerin çeşme suyu eskiden gerçekten çok güzeldi, son on sene içersinde gittikçe bozulmaya başladı. Bizde diğer insanlar gibi ormandaki kaynak sularına yönlenmeye başladık. Dün ormandaki kaynağa gittiğimde her zaman ki gibi doluydu. Önümde bidon, bidon su dolduran iki Afrikalı genç vardı…

Aralarında hararetli sohbet ederken bir taraftan da bidonlarını dolduruyorlardı. Bir ara ikisinin Fransızca konuştuklarını anlamamışçasına, hangi dilde konuştuklarını sordum. İkisi de üniversiteyi bitireli 5 – 6 sene olmuş. Lafı fazla uzatmamak için, konu sonunda neden kendi dillerini kullanmadıklarına geldi. Gençler anlatmaya başladı; Güney Afrika da altmıştan fazla kabile varmış ve her kabilenin dili farklıymış. Yani aralarında ortak, anlaşabilecekleri her hangi bir dil söz konusu değilmiş. Siyasetçileri ve bilim adamları konunu ehemmiyetini idrak etmekle birlikte şu an için bir çalışma yapamıyorlarmış!

Bu ifadeden nefret ediyorum ama emperyalist güçler* ortak dil gelişimini engellemeyi bilmişler. Böyledir işte; fark yaratacaksın, ortak özellikleri yok bildireceksin, böleceksin, parçalayacaksın ve yöneteceksin!

Yönetmekle kalmayıp sömüreceksin. Kendi halkın bolluk ve refah içersinde, gününü gün ederken sömürgede çoluk çocuk açlık ve sefalet içersinde yaşamaya çalışacak, çocuklar beşer, onar açlıktan ölecek kimin umurunda. Bu vatanın aziz evlatları, gençler gelmeyin bu kirli oyunlara… 

Şairin dediği gibi: “dün bir güçtüm, bugün ele ayağa düştüm

Ne yazık ki her milleten işbirlikçiler, kendi menfaatlerini milletinin – vatanının menfaatlerinden üstün tutanlar çıkıyor! Başkaları yaşıyor, sen sürünüyorsun. Süründürülüyorsun!

*Yaşadığımız çağ bilgi ve iletişim çağıdır, nasıl halan bu gibi söylem ve eylemler kanabiliriz. Emperyalizm’im kaldı?  Kaldı, ne yazık ki hala varlar…

                                                 *

Ne sever - kim sever, O sever

Pembenin en çığırtkan, en dikkat çeken tonu kim sever?
Çingene!

                                                ***

27.07.2009

Planlama

Bir kaç gündür gündemle ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşamıyorum. Buna rağmen siteme göstermiş olduğunuz ilgiden ötürü sizlere teşekkür etmek istiyorum. Bugün sizlere çok önemli bir konu ile ilgili Almanya’daki uygulamaları tanıtmak istiyorum.

Konu eğitim
Konu planlama
Konu uzun vadeli düşünme

Devleti temsilen bu iktidar(sızlık) eşitlik ilkesini bozmaktadır. "Rabbime sordum, Cleveland dedi" zihniyeti RTE’nın hedeflerini açıkça belirtmekle birlikte kimden talimat aldığına dair, hangi doğrultuda hareket ettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Genelde Avrupa, özelde Almanya’da iki – üç yaşında bebekler, sabahın altısında yedisinde yollara dökülmeye başlar! Velilileri onları çocuk yuvalarına emanet ederek işlerine giderler. Çocuk yuvaları ilkokul çağına kadar çocukları “izlemeye” alırlar. Bu izleme tavsiye niteliğinde çocukların ileride alacakları eğitimin düzeyini belirler. İlkokul çağında, yani beşinci sınıfa kadar öğretmenler, öğretmen kurulu karaları ile çocuğun gidiş hattına göre tavsiye niteliğinde kararlar alır. Buraya kadar tavsiye niteliğinde diyorum çünkü velilerin itiraz hakları bulunmaktadır ancak itiraz sonucu çocuk başarısız olursa öğretmenler kurulu kararı yürürlüğe girer ve çocuk durumunu düzeltene kadar da değiştirilemez. Ortaöğrenimde bu böyle devam eder ki çocuk artık genç bir bireydir! Öğretmenler kurulu son bir kez tavsiyede bulunarak kişinin meslek ya da düz liseye gitmesi gerektiğini belirler. Yukarıda belirtmiş olduğum durum hala söz konusudur. Bu arada önemli bir notu araya sıkıştırmam gerekiyor; bir istisna vardır ki çok önemlidir:

Daha ilkokul döneminde, yani beşinci sınıfa kadar çocuk belirli özellikler gösterdiği takdirde Gymnasium dediğimiz liseye yönlendirilir (Galatasaray Lisesi düzeyinde liselerdir).    

Genç, meslek lisesine gittiği takdirde üst düzey eğitim yolu kapanmamıştır; benim fakülte olarak tercüme edeceğim eğitim kurumunda devam edebilir. Bunlar yalnız ve yalnız meslekle ilgili üst düzey eğitim kurumlarıdır, genel kültür eğitiminin yanı sıra meslek bilgilerine ağırlık verilir! Lise veya Gymnasiumu başarıyla bitiren gencin önü akademik eğitime açılır. Sürekli denetleme, izleme ve tavsiye niteliğinde durum değerlendirmesi esaslarına dayanan eğitimin temel dayanağı, toplumun ihtiyaç duyacağı nesiller yetiştirmektir.

Devletin denetleme görevini ne denli ciddiye aldığını çıkarılan “sigara yasağı” ile ortaya koyan AKP zihniyeti, bir kez daha beyinsizliklerini ulu orta teşir etme imkânı bulmuştur. Tek adam olmak isteyen “adam” ama tek adamın ayaklarına su dahi dökemeyecek kadar beceriksiz, bilgisiz ve görgüsüz olan, sigara yasağı ile bir iş becerdim sanıyor!? Tam olarak hatırlamamakla birlikte yaklaşık 25 – 30 senedir sigara kullanmaktayım. Halimden memnun muyum?

Kesinlikle hayır. Sigara yasağına destek veriyor muyum; bir yere kadar evet!

Bakın bana ister Almancı, ister Türk deyin ama kesin olan bir şey varsa yaş, tecrübe ve bilgiye son derece saygılı bir insanım. Almanların her yaptığını beğeniyor muyum? Hayır!

Ama adamlar bir şey yapmadan evvel enine boyuna düşünüyorlar. İşte bu yöntemlerine hayranım, Bavyera eyaleti alman eyalet sisteminde en muhafazakâr olanıdır. Almanya’da sigara yasağını ilk tatbik edenlerden biri olmakla birlikte, geçenlerde sigara yasağını kaldıran yine Bavyeradır. Kaldırma nedenleri küçük işletmeleri korumak! Bu AKP zihniyeti bir şeyler yapmaya çalışıyor - çalışmasına ama ne yaptıklarının farkında bile değiller...

Alman örneğine olduğu gibi bir durumun doğuracağı sonuçları son noktasına kadar düşünmezsen geri adım atmak mecburiyetinde kalırsın!

Para, para ve yine para…

Her şey para için, insani temel dürtüler arasında para birinci yeri alırken aşk ve özgürlük gibi asil kavramlarda vardır. Paranın asaleti, dini – imanı yoktur ama dini – imanı paraya sahip olmak için kullanan çoktur.  

Düzenli ve ilkeli devlet anlayışı planlı, projeli, kısa ve uzun vadeli – rasyonel düşünce manzumesidir, AKP bu düşünce sistematiğinden çok uzak; ilkel içgüdüler ile hareket edebilmektedir. Çalışmak ve üretmek toplum nezdinde olduğu kadar ilahi sisteminde bir parçasıdır. İlahi sistemin diğer bir parçası özgür ve hür irade ile hareket edebilmektir.

Yüce tanrımız, peygamber efendimiz vasıtasıyla bizlere bir takım kurallara uymamızı buyurmamış mıdır?
Bizler yine hür ve özgür irademizle bu kurallara uymakta serbest değil miyiz?
Sonunda birey kendi hesabını vermek durumunda değil midir?
Bu saydıklarım diğer hak dinleri içinde geçerli değil midir?

O halde devlette, toplum namına bir takım kurallar koyabilir. Birey uyup, uymamakta hesabını vermek koşulu ile hürdür.

Ancak ilahi adalet kural koyarken, elbet durum muhakemesi yapış – bir işi sonuna kadar düşünmüştür!

Biz sıradan vatandaşlar “devlet büyüklerimizden” aynı hassasiyeti bekleyemeyiz mi?  
İlkeli devlet anlayışının gereği, bunu zaten kendiliğinden yapmaları icap etmiyor mu?

Uzun lafın kısası, İmam – Hatipten gelen biri mesleki bir tercih yapmış olup; AKADEMIK kariyere kendiliğinden bir nokta koymuştur. NOKTA!

Nokta kardeşim, bunu lami cimi yok. İlla akademik bir unvan sahibi olmak istiyorsa bunu sayısız yolu var. Örneğin dışarıdan düz liseyi bitirmek gibi.

Neyse, biz yine ilkeli devlet anlayışına dönelim. Devlet planlama diye bir şey vardır. Herkesin işçi olması ne kadar sakıncalıysa, herkesin akademisyen olması da o kadar saçmadır. Bir toplumun akademisyene ihtiyacı olduğu kadar işçiye de ihtiyacı vardır. Sanatçısı, ilahiyatçısı, kasabı ve manavı da önemlidir. İlkeli devlet anlayışı toplumun ihtiyacı olanı ve olabileceğini öngörmek ve ona göre adımlar atmaktır. Sizde AKP tarafından atılan adımları görebiliyor musunuz?

                                                ***

28.07.2009

Emanet

Emanete hıyanet olur mu?
Olur!
Ama her zaman emanete sahip çıkan birisi de olur.
Dünya döner…
Dünya ile birlikte dönen döneklerde çoktur!
Emanete sahip çıkanlar kaya misali yerlerinden kıpırdamazlar. 
Sevdalının halinden anca sevdalı anlar...
Vatan ve millet sevdası da öyle bir sevdadır ki, ancak yürek veren anlar! 

                                                ***

29.07.2009

Das Böse*

Adolf Hitler, Josef Stalin kötülüğün simgesi, yüz binlerce - milyonlarca insanın ölümünden sorumlu yaratıklar…
Akıl almaz işkenceler, vahşetin bin bir türlüsünü simgeleyen bu isimler üzerinde hiç düşündünüz mü?
Hiç kendinize, nasıl olur da on binlerce gönüllü maşa bu zihniyete hizmet edebilmiştir sorusunu sordunuz mu?

Yukarıda ismen saydıklarım yakın tarihin “büyük” canavarlarından. Bunların bir de orta ve küçük boyluları var ki her millet bünyesinde yetişiyor bunlar gibilerini. Bilim ve din insana doğru olanı göstermeye çalışan madalyonun iki yüzü…

Artık kötülüğün, kötülüğe hizmet eden maşanın bilimsel açıklaması var. Nöroloji, kötülüğün insan beyninin** ön kısmında bulunan küçük bir bölgeden etkilendiğini saptamış bulunuyorlar. İnsanoğlunun nasıl kötü ve zalim olduğunu araştıran sayısız bilimsel araştırma var.     

Psikolog Prof. Zimbardo’nun 1971 yılında yapmış olduğu araştırma bunların arasında en tanınmış olanlarındandır. Öğrencileri ile Stanford Prison deneyinde mahkûm ve gardiyanlar arasındaki ilişkiyi araştıran ve denekler üzerinde inanılmaz etkileri olan bu deneyi, bizler seneler sonra Irak hapishanelerinde Amerikalılar tarafından uygulanan şiddet görüntüleri ile yaşamadık mı?

Bu yazıyı kaleme almamdaki amaç son yıllarda Türkiye’de yaşadığımız olayları bilimin ışığında irdelemek ve Türk ulusunun hangi psikolojik oyunlar ile adım adım yoldan çıkarılmak istendiğini, siz sayın okurlarıma sergilemektir. Dahası sizleri düşünmeye, sorgulamaya ve araştırmaya davet etmek istiyorum. Çünkü ben kendime bu soruyu sordum:

Nasıl olurda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu kadar inandığı, güvendiği bir millet bu durumlara düştü?

Birlikte bu soruya yanıt aramadan önce, gelin bir - iki deneyi daha birlikte okuyalım. İki denek, birine ezberlemesi için bir şey veriliyor (bu denek aslında bir oyuncu olup, rolü icabı acı içersinde bağıracak olan kişidir) . Başka bir odada bulunan diğerine birinci deneğe soru yöneltmesi ve her yanlış yanıtta, dozu gittikçe artan elektrik akımıyla cezalandırması isteniyor. İkinci denek eğitim durumu orta düzey diyebileceğimiz bir kişi, kendisiyle birlikte aynı odada deneyi yöneten Profesör bulunuyor. Lafı fazla uzatmamak için ceza verecek olan kişi, Profesöründe telkinleri ile acı içinde kıvranan diğerine rağmen, ölümcül doza kadar ceza vermeyi sürdürüyor. Vicdan azabı, suçluluk duygusundan eser yok!  

Deney bu sefer daha üst düzeyde eğitim almış başka bir denekle tekrarlanıyor. Aynı koşullar altında ceza verecek olan, diğerine bir yere kadar ceza verirken açıkça vicdan azabı çektiği görülüyor. Bir noktadan sonra Profesörün telkinlerine rağmen devam etmeyi ret ediyor. Bu gibi araştırmalardan çıkan sonuca göre:

1.    İstisnasız hepimiz kötülük yapmaya, zulüm etmeye yatkınız.
2.    İçinde bulunduğumuz koşular davranışlarımızı belirliyor.
3.    Sorumluluğu yükleyebileceğimiz, otorite olarak kabul edeceğimiz birisinin bulunması bizim sorumluluk almamızı önlemekle birlikte vicdanımızın sesini bir yere kadar susturabiliyor.

Yine bilimsel gerçeklere dayanan ve Almanya’da yaşanan bir olaya değinelim. Tam bir suç makinesi olarak tabir edebileceğimiz bir kişinin, avukatının işini ciddiye alması sonucu hayatı değişmiştir. Olay söyle gelişiyor:

Küçük yaştan beri değişik suçlara imza atmış olan bir kişinin avukatı tanınmış bir Profesörden yardım istiyor. Olay Profesörün ilgisini çekiyor ve kendisi hapishane Doktoru ile görüşüyor. Profesör, Doktoru ikna ederek suçlunun kendi hastanesine sevkini sağlıyor ve ayrıntılı nörolojik tahlillerden sonra suçlunun präfrontaler contex’inde ufak bir değişiklik saptanıyor. İster inanın, ister inanmayın suçlu ameliyattan sonra hızla değişikliğe uğrayarak kısa bir zamanda normal dediğimiz bir hayata dönüyor. Bu anlattığımı bir tarafa not ederek devam edelim.

Şimdi kendinize bütün bu yazdıklarımın AKP ve Türk ulusuyla ne alakası var diye sorabilirsiniz. Yok, gerçekten hepimizin präfrontaler contex’inin ayrıntılı bir tahlilden geçmesini önermek istemiyorum. Daha çok yukarıda saymış olduğum üç saptama üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyorum.

Hepimiz hayatımızda bilinçli, bilinçsiz ufak tefek de olsa kötülük yapmışızdır. Yapmadım diyen bir adım öne çıksın!

Yine hepimiz içinde bulunduğumuz koşullar itibarıyla fırsatlardan yararlanmış, en azından ama yararlanmayı aklımızdan geçirmişizdir.

Sorumluluk konusuna gelince…       

Kanımca düğüm burada çözülüyor! “Devlet büyüklerimizden” başlamak üzere özellikle haklımız gerçek anlamda sorumluluk almaktan kaçınmaktadır. Sorumluluk demek tüm yanlarıyla gerektiğinde cezayı da göze almak demektir. Eşeğin sırtındaki demokrasi misali herkes “vatana hizmet” ediyor gözükmekle birlikte, vatana hizmeti, dine hizmet etmek diye karıştıranlarda yok değil. Hâlbuki sorumluluk demek en başta kendi hayatına dair sorumluluk almak değil midir? Ondan sonra sırasıyla kendine yakın olanından başlamak üzere taa komşuna, milletine – vatanına, hatta ve hatta insanlık namına sorumluluk almak değil midir?

Yüce dinimiz sorumluluk almayı, birbirimize karşı sorumlu olmayı buyurmuyor mu?
Sen, nasıl bir Müslümansın ki sorumluluktan kaçıyorsun?
Sen, nasıl bir bireysin ki kendin ve milletin için sorumluluk almaktan kaçınabiliyorsun?
Ve özellikle Sen genç arkadaşım, Sen nasıl atalarına karşı ihanet derecesinde duyarsız kalabiliyorsun?
Yine Sen genç kardeşim, bizim kültürümüzün bir ürünü olmasa dahi; insanlığın ürettiği evrensel kabul gören, demokratik özgürlüğe karşı nasıl sorumluluktan kaçabiliyorsun?
Büyük Birlik Partisinin tosunları, Alperenler misali göstermelik Müslümanları hiç mi izlemiyorsun?
Bu mudur Müslümanlık?
Bilmez misin ki Büyük Birlik Partisi, F-Tipi finansörlüğün - AKP ise George W. Bush’un bir ürünüdür?
*Almanca kötülük demek
**Almanca ve İngilizcede präfrontaler contex diye adlandırılan bölge.

                                                 *

Recep Tayyip Erdoğan, hesap ver!

Türkiyeliyi bilmem ama…
Türk Ulusu hesap bekliyor!
                                                                                                                                                               Cumhuriyet 29.07.2009

                                                ***

30.07.2009

Is Turkey preparing for peace?

There is much speculation about the government's 'Kurdish initiative' and if it will be enough to end the long-running conflict

Recep Tayyip Erdogan may be about to deliver the biggest blow yet to the fraying ultra-nationalist legacy of Turkey's founding father and first president, Mustafa Kemal Ataturk. But ironically given recent controversies, the prime minister's anticipated demarche is not about advancing his supposed Islamist agenda. Instead it concerns the rights of Turkey's 12 million-strong ethnic Kurd minority, which Ataturk did more than most to suppress.

Erdogan's confirmation last week that his government was working on a "Kurdish initiative" to finally resolve a conflict that has claimed 40,000 lives since 1984 has prompted furious speculation about what is in store. It followed similar comments earlier this year by Erdogan's ally, President Abdullah Gul, who spoke of a "historic opportunity", and by army chief Ilker Basbug, who characterised the Kurdish problem as a test of Turkey's modernisation.

Reports in Hurriyet and other Turkish media suggest the plan could include a general amnesty for Kurdistan Workers' party (PKK) fighters, enhanced political, economic, language and educational rights, and the reinstatement of banned Kurdish names in south-eastern Anatolian towns. Article 5 of the anti-terror law, which has been used to imprison children for stone-throwing, is also said to be under review.

Erdogan did not say when he would unveil his new strategy. But it is likely to come before 15 August, the date on which the jailed PKK leader, Abdullah Ocalan, has promised to launch his own "road map" for peace. The PKK has renounced its former aim of of an independent Kurdish state and recently extended a unilateral ceasefire until September. Ocalan, held in solitary confinement for the past 10 years on Imrali island in the sea of Marmara, is expected to offer suggestions on disarmament, political reintegration of PKK members, increased local government autonomy and the creation of a national "dialogue period".

Ocalan's road map would present "a solid solution", Hasip Kaplan of the Kurdish Democratic Society party (DTP) told Hurriyet. "The dialogue period should be initiated … The DTP is ready to contribute to the resolution of this problem," he said. For his part, Erdogan has an uneven, stop-start record on the Kurdish issue. Although he appears committed, it remains unclear just how far he is prepared to go.

Erdogan's hesitancy is undoubtedly due in part to the fierce resistance emanating from the same conservative, secular opponents, civilian and military, who accuse him and his Islam-based Justice and Development party of secretly pursuing a religious agenda. "The prime minister has become a very serious risk for Turkey … as he prepares to divide Turkey under the guidance of the butcher of Imrali [Ocalan]," said Devlet Bahceli of the far-right Nationalist Movement party. Deniz Baykal of the Republican People's party said Erdogan was bowing to EU and US pressure arising from human rights concerns and the stability of northern Iraq.

These persistent internal tensions, illustrated by this month's trial of two army generals allegedly linked to the "Ergenekon" coup ring and by last year's uproar over lifting a university headscarf ban, have potential to derail Erdogan's Kurdish initiative. Equally, if a peace process does take root, it will be seen in some quarters as undermining Ataturk's ideal of a common people with a common language under a common flag.

But times are changing and even Turkish statist diehards may have to change, too. As historian Andrew Mango points out in a new book published by Haus Publishing, From the Sultan to Ataturk, Ataturk was an authoritarian radical, wedded to a contemporary concept of the nation state and determined to raise his vision of a modern, secular Turkey from the ruins of the Ottoman empire. "His objective was to fashion a united Turkish nation out of the disparate Muslim groups inhabiting the country … until they joined the mainstream of the one existing human civilisation which happened to have its centre in the west." Ataturk had no time for religion, Mango said, nor for separatists and minorities in any shape or form. In 1925, a Kurdish rebellion was brutally crushed and Ataturk's cultural revolution accelerated.

Eighty-six years after the Treaty of Lausanne, which brought Turkey into being, pressure grows inexorably for a loosening of the Ataturk straitjacket. "There is no doubt that identity policies adopted in the founding period of the Republic of Turkey reflect a notion of modernity that has caused much conflict and suffering and is today entirely out of touch with the spirit of the times," said Sahin Alpay, writing in Today's Zaman. "It is high time that Turkey adapt its identity policies to the age of human rights, democracy and respect for diversity."

The Guardian da yayınlanan ve tarafımdan yorumsuz aktarılan bir makale

                                                ***

31.07.2009

Àtomos*

Ey gidi göstermelik Müslümanlar…
Ey gidi Arap âlemi…
Ey Araplaştırılmak istenen Türk…
Ey ümmeti Müslim’in…

Bir zamanlar Arap âlimlerinden ders alanlar yol alırken, sen trene bakıyorsun!

Boynuz kulağı geçmiş bulunuyor!

2015 yılına kadar 800 milyar $ ciro bekleniyor. Bugün itibarıyla bilinen yaklaşık 30.000 hastalığın yüzde onu tedavi edilemiyor ama batı âlemi hummalı bir çalışma içersinde. İnsanlığa hizmet, kendi ve milli ekonomilerine katkı namına, sense trene bakıyorsun!
Sen bak, bak – baka dur. Sen karının, kızının kıçı  – başı ile uğraş. Başkaları evrenin sırlarını çözmeye çalışsın!
Sen pinekleyerek öbür dünya için hazırlanırken, sen yaşayan ölüyken…
Sen işsizlikten, fakirlikten, açlık ve sefaletten kırılırken - seni yönetenler zevk-u sefa sürüyor!
Ey gidi göstermelik Müslümanlar…
Ey gidi Arap âlemi…
Ey Araplaştırılmak istenen Türk…
Ey ümmeti Müslim’in…

Trene bakmaktan vazgeç artık, bu dünyada sürünmeden yaşamaya çalışırken, öbür dünya için hazırlığını yap!

Nanoteknolojisi bugünden hayatına girdi!
Nükleer Tıp’tan tut, nerdeyse kıçına giyeceğin dona kadar…
Nimet mi, şer mi bilmiyorum ama…
Sihirliği çubuğunu artık zahmet edip sallamazsa binlerce üniversite örgencimiz heba olacak!
İşlenmeyen tarla misali, işsizler ordusunun Türk kökenli Arapları olarak kalacaklar.

*Yunanca Atom   

                                                ***

04.08.2009

Devlet büyüğüne saygısızlık

Saygı hak edilmesi gerekir. Saygı, saygıya değer olana gösterilir ve kendiliğinden oluşan bir süreçtir. Sen kendini Saygıdeğer olarak görebilirsin ama karşındakini sana saygı duymaya zorlayamasın!

Makama saygı, o makamın temsil ettiğinedir. Bayrağa saygı o millete, devlete saygıdır ama kişi saygıyı hak etmelidir!

Saygı bir duygu olup davranışlara yansımaktadır. Saygıyı zorlayamasın!

birisi bakmış ki, duvarda milyarlarca saat var. Bunlar ne saatidir diye sormuş. Dünyada herkesin bir saati var kardeşim, kim yalan söylerse onun saatinin yelkovanı oynuyor diye cevap almış. Bakmış ki, duvardaki bir saatin akrep ve yelkovanı 12’nin üzerinde durmuş. Bu kimin saati demiş. Türkiye’de bir Mustafa Kemal var, hiç yalan söylemiyor, bu onun saati demişler. Sonra Mao’nun, Lenin’in saati hangisi falan diye sorarken, bizde bir de Tayyip Erdoğan vardı, onun saati hangisi demiş. Melek, Vallahi onun saatini Azrail aldı. Biliyorsunuz, cehennem çok sıcak, orada onu vantilatör olarak kullanıyormuş" demiş.

                                                ***

05.078.2009

 

Alın teriyle abdest alanlar

Kırk dört yaşındayım, hayatımda rüşvet nedir bilmem!

Bilmem çünkü buralarda son zamanlara kadar rüşvet denen bir olgu yoktu, son yıllarda Alman toplumunda da yaygınlaşmaya başlayan rüşvetin fikir babası özellikle bizimkilerdir!

Türkiye’de yaklaşık iki seneden beri bir işle meşgulüm. Bu işi bugüne kadar yüzde yüz yasal yollar takip ederek bitirme aşamasına getirmiş durumdayım. Bağlı bulunduğum belediyede, güme giden belediyeler arasında! AKP buradan hiç bir zaman başkan çıkarmayı başaramamıştır. Artık AKP’li bir belediye başkanına bağlıyız. Bu AKP’li belediyenin bir memuruna rüşvet vermek ZORUNDAYIM!!!

Yasal yollarla yoluma devam etmek istedim ama önüme akıl almaz engeller çıkarıyorlar. Yok, çarem yok…

Mecburum, hayatım boyunca gece gündüz demeden, dişimden tırnağımdan artırdığım birikimimi bu işe yatırdım.

Hani derler ya “Yiyen mi bilir, doğrayan mı” diye, işte aynı o misal…

“Beyefendi” benimle birlikte Cumartesi, Pazar demeden çalışmış hakkını talep ediyor! Vermezsen olmaz!?

Yukarıda Allah var, rüşvet alan her kimse yedi ceddini birden lanetliyorum. Aldığı her kuruş burnundan fitil fitil gelsin. Haram zıkkım olsun diyerek Allaha havale ediyorum.

Kendi kendime söz verdim:

Bundan sonra Türkiye’de bulunduğum zaman, cebimde seri numarası alınmış para bulunduracağım. Kim ama kim olursa olsun, bundan sonra benden rüşvet isteyene bu paralardan çıkarıp vereceğim. Vereceğim ve hiç vakit kaybetmeden de hesabını soracağım.

Alın teriyle abdest alanlara kan işetmezsem, bana da Önder demesinler!

                                                ***

07.08.2009

Tilki

Tilki kümese girdi!

Tavuklar gıdaklayarak dört bir yana can havliyle kaçışıyorlar. Tilki yakaladığı tavuğu parçalıyor! Kimisinin kandını koparıyor, kimisinin bir hamlede kafasını uçuruyor. Kanın o kendine özgü sıcaklığı ve kokusu, içindeki vahşi içgüdüyü perçinleyerek tilkiyi azdırdıkça azdırıyor. Gözünü kan bürümüş, o artık öldürmek için öldürüyor!

Zavallı kümes sahibi ne yapsın?

Bir kümes dolusu tavuk telef oluyorken…
Sevgili tavuklarının tüyleri, gökten kar yağarcasına dökülürken… 
O, çaresizlik ve kararsızlık içersinde kıvranıyor!
Tilki yerli mi, başka bir diyardan gelme mi; kümes sahibini hiç ama hiç ilgilendirmiyor!
O, telef olan tavuklarının ardından gözyaşı döküyor. Çaresiz(!?) ve kararsız izlemekle yetiniyor...
İnsanı, insan yapan ruh…
Vatanı, vatan yapan uğruna akıtılan kan ve oracıkta Mevlâ’ma teslim edilen ruh…
Ve ruh, kan gibi toprağa işler!
Atatürk ve arkadaşlarının kanıda, ruhu da bu toprağa işledi!
Tıpkı, binlerce – on binlerce vatan evladının kanını ve ruhunu özümsediği gibi…
Toprak, can gibi, namus gibi kararsızlık kaldırmaz.
Bu toprakların özüne, ruhuna kim tecavüz ediyor?
Bizlere yakışır mı?
Ne zamandan beri namusumuza, özümüze ve ruhumuza göz dikenlere karşı tepkisiz kalmaya başladık?
 

                                                ***

10.08.2009 

Açılım, katılım, sınırsız özgürlük ve demokrasi 

Çocukluğumdan beri okumasını severim…
Sizlerinde okuyup, okumadığınızı bilmiyorum ama Miki fare (Mickey Mouse), Varyemez amca (Dagobert Duck) gibi çocuk kitapları ile büyüdüm.
  
Hiç unutman Miki farenin bir “Kürdistan macerası” vardı. Hele Karl May’ın unutamaz romanlarından çok etkilenmiştim. Onun da bir  “Kürdistan macerası” vardı…
AB(D) siyaseti kısa, orta ve uzun vaade olarak belirlenir ve uygulanır.
Bizim badem bıyıklıların da kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri var…
Anlayacağınız insanlar daha çocuk yaşta yönlendirilir. İtinalı ve sabırlı bir çalışmanın ürünleri zamanı geldiğinde bir şekilde alınır!
Açılım, açılalım!
Katılım, zevkle – şevkle … Daha çok!
Sınırsız özgürlük, aman efendim lafı mı olur. Gayet tabii, sınırsızın ötesini birlikte bulalım!
İçkiyi, sigarayı zaten…
Demokrasi olmazsa olmaz!
Ve bir sabah uyandığımızda, anamızın kimin tarafından bellendiğini anlayacağız!
Hep birlikte açılacağız, saçılacağız sınırsız özgürlüğün ve demokrasinin tadını çıkaracağız…

                                                ***

11.08.2009

Silah

Bağımsızlık mücadelesi biz Atatürkçülerin ruhunu işlemiştir. AKP zihniyeti ve onların yurtdışındaki patronları ile mücadelenin bir yolu da “onları” kendi silahları ile vurmaktan geçer. Bu sabah haberleri izlerken yüz küsur kahveci derneğinin Ankara’da bir araya geleceğini duydum. Türk’ün kıvrak zekâsı bu sefer durmuş durumda. Belki de yasal düzenlemeler izin vermiyor…

Buralarda sigara yasağına karşı atılan ilk adımlardan biri işletmelerin tüzük değişikliği ile:

Sigara kulüplerine, sigara sevenler derneğine dönüşmeleriydi!

Yasal bir düzenlemeye yasal bir cevap – bir nevi tepki niteliğinde olan bu değişikliği bilgilerinize sunarım.

Bu arada MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’ye bir not:

Siz değil misiniz bu zihniyete, Laik Türkiye Cumhuriyetini teslim eden!
Ne çabuk anayasal engellerin, sizin yardımınızla aşıldığını unuttunuz?
Şimdi vatan peşkeş çekilirken hangi yüz ile meydanlarda kafa tutuyorsunuz?

                                                ***

12.08.2009

Çapını bil de öyle konuş ey küçük siyasetçi

Bizlere zorla kabile kültürünü dayatmaya çalışanlar…
Kuş beyinleri ile büyük işlere kalkışanlar, elinize yüzünüze bulaştırmaya başlıyorsunuz!
Kendimi nasıl his ediyorum biliyor musunuz?
Hani heyecanlı bir kitap okursunuz ve bu kitabın önemli bölümlerinde sayfalar eksik olur ya…
Gelişmeleri bir türlü anlayamazsınız işte aynen öyle! Daha önceki yazılarımda değindiğim gibi hedeflenen de bu zaten. Kafa karışıklığı yaratarak önemli gelişmeleri perdelemek!  

Kafamı kurcalayan bir soru var:

Neden ısrarla operasyonların durdurulmasında ısrar ediliyor?

                                                ***

13.08.2009

Açılım

What???
Açılım!
Haaaaaaaaaa
Oooo
Açıla, açıla hal oldum
Bütçe açık…
Cep açık…
Neredeyse dötümüz açık…
Onların açılımı bir şey mi benimkinin yanında!
Ya sen?
Senin açılımın nasıl?

                                                ***

14.08.2009

Köyün yaşlılarından

Yazdıklarımı dikkatle okumanızı rica edeceğim. Bakalım okuduktan sonra aynı sonuca varacak mıyız?

Bizim dükkân sahibi yaşadığımız köyün yerlisi. Atalarından kalma, baba mesleğini sürdürenlerden…
Bilmem kaç nesildir nalbantlar! Emekli olmuş hayatın tadını çıkarmaya çalışıyor. Yardımsever, sevimli bir ihtiyar…

Sözü fazla uzatmadan konuya girmek, bir sohbeti size aktarmak istiyorum. Söz, Almanya’da Berchtesgadener Land dedikleri ve gerçekten doğa harikası diyebileceğim bir bölgeden açıldı ve oturduğumuz köye kadar uzandı. Berchtesgaden, Adolf Hitlerin dinlenmek ve planlarını yapmak için seçtiği, Alp dağlarının eteklerinde Königssee diye zümrüt yeşili bir göle bakan bir yer. Almanya’ya yolunuz düşerse mutlaka görmeniz gerekir.

Hitler, olağanüstü yeteneklerinden yararlanmasını bilen bir cani! Bir rüya taciri… Hani var ya, ağzı iyi laf yapanlardandı.

Her ne kadar inşalığa unutulmaz acılar bahşettiyse de, Almanya’ya ilk yıllarında bir o kadar kalkınma getirmiştir. O zamanlar iktidarda olan hükümetin beceriksizlikleri ve uluslar arası durum,  Hitlerin iktidara gelmesinin kapılarını aralamıştır. Birinci dünya savaşının yenilmişlik psikolojisini zekice ve ustalıkla kendi lehine kullanmayı bilmiştir. Gözle görülür bir şekilde halka arz edilen kalkınmanın etkileri, iktidara gelir gelmez mühendislerine verdiği “Bana öyle bir araç geliştirin ki dört kişi ve bir ağır makineli içine sığsın” talimatı VW Käfer’i doğuşunu (Türkiye de yanılmıyorsam tospa olarak anılıyor) ve günümüzde hala kullanılan otobanların verdiği seyahat özgürlüğü ile pekişince…                                                                                                                                   Hele olağanüstü senaryolarla düzenlenen görkemli halka açık toplantılar insanları celp etmişti. Mecra kendi “yaratıklarını” dünyaya getirmeye başlamış, ilk önceleri küçük adamlara verilen velayet ve yetkinin doğuracağı sonuçlar halk arasında anlaşılamamıştı. Ağır sanayinin çarkları dönmeye başlamış, iş ve aş insanların gözünü köreltmişti. Ancak bu gibi “kısır” iyileşmelerle toplumu bir arda tutulamazsınız! Made in Germany damgası diş pazarları kapamıştı. Bugüne kadar hiç bir devlet salt iç pazarı ile ayakta kalmayı becerememiştir. Ekonomideki gidişatı perdelemek, Hitlerin kendi psikolojik saplantılarını da tatmin etmek namına ORTAK BIR DÜŞMAN yaratmak gerekiyordu. Bundan sonraki gelişmeleri zaten biliyorsunuz…    

Engin karla kaplı dağlar düşünün. Bu dağlarda oluşan bir çığ felaketi aşağıya doğru yol alırken, yolunun üstündeki her şeyi ezip geçer ama vadide yıkıcılığının tüm gücünü gösterir.

Güç yukarıdan aşağıya doğru katlanarak oluşan ve nihayetinde doruk noktasına erişen bir olgudur.

İnsanoğlu, tabiatın gücünü bir dereceye kadar dizginlemede başarılı olsa da, yaratanın ona vermiş olduğu gücü tayin ve adil kullanmada başarısızdır. Bireysel ve toplumsal güç dengelerini dizginlemenin yegâne aracı kanunlar olup, bu kanunları herkese karşı uygulamaktan geçer.

Hitlerde tıpkı günümüzde olduğu gibi bilinçli olarak gücün aşağıya doğru şiddetlenmesine seyirci kalmış, hatta teşvik etmiştir. Kanunları istediği gibi yorumlayarak yavaş, yavaş bir korku düzeni kurmuştur. Kaderin cilvesine bakın ki, kırk küsur suikasta karşın sonunda kendi elliyle intihar ederek ölmüştür. Tarih tekerrürden ibarettir sözü boşuna sarf edilmemiştir. Çünkü gerçeğin ta kendisidir!  

Tarihi okumak ve anlamak gerekir ki günümüz olaylarını değerlendirirken bizden öncekilerin yapmış olduğu hataları tekrarlamayalım. Daha önceki yazılarımda zaman zaman dokunulmazlık konusuna değinmiştim. Milletvekili dokunulmazlığının Avrupa ülkelerinde ne anlama geldiğini sizlere anlatmaya çalışmıştım. Bir istisnaya o zamanlar değinmemiş, zamanı geldiğinde açıklayacağım demiştim. Sanırım artık yeri ve zamanı geldi.

Başbakanlık dokunulmazlığını konuşmamız lazım.

Türkiye’de AKP eliyle anayasamızın temel niteliklerinin nasıl çiğnendiğini, bunların doğurduğu hukuki boşlukları, hukukun AKP ayakları altında çiğnenmesini irdelememiz lazım. Adında adalet kelimesini taşıyan ama kendine Müslüman olduğu gibi kendine adil olan AKP’nin sonunu hep birlikte hazırlamamız için, saflarımızı sıklaştırırken- kafamızın içindeki boşlukları da doldurmamız lazım. Çünkü AKP zihniyeti kafa boşluklarından beslenen ve gelişen bir kâbustur!

 

Devam edecek…  

                                                ***

10.11.2009

10 Kasım 1938’den – 10 Kasım 2009’a

Sayın yetkililer,

Açılım furyası sürerken…

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk`ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesinin, ilke ve inkılâplarının perdelendiği, sorgulandığı ve Türk milletinin yapısı sil baştan değiştirilmeye çalışıldığı bu günlerde Kemalizm ideolojisini daha yürekli savunmamız gerektiğine inanıyorum.

Kendi adıma, sağlığım elverdiğince; elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

Bu konudaki son çalışmamı sizin ve milletimin hizmetine sunmak istiyorum. İnternetin sanal ortamında, bilgi ve belgelerin geçerlilik süresi ve erişimi son derece kısıtlı olduğundan, derlediğim filmleri hiç bir ek programa ihtiyaç duymaksızın izleyebileceğiniz şekilde hazırladım. Bu filmlerin (14 adet) telif hakları üreticilerine ait olmakla birlikte faydalı bilgiler içermektedir. Bu bilgi ve belgelerin ışığında güncel olayların değerlendirilmesinin farklı olacağı inancındayım.

Önemli not:  Sayın yetkililer, ekte yollamış olduğum dosya Perde arkası.dosya’ya sağ tuşla tıklayıp noktadan sonra gelen dosya kelimesini exe kelimesi ile değiştirip onaylayınız. Yeni oluşan dosya adı bundan böyle Perde arkasi.exe olacaktır. Herhangi bir virüs, gizli yazılım içermemektedir. Adım ve açık adresimi bilgisayar güvenliğinizin teminatı olarak algılamanızı rica ederim.

Filmleri indirmek için tıklayınız

Saygılarımla

Önder Gürbüz

Almanya

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Ankara’da değilseniz sanal ziyaret edin

                                                ***

11.11.2009

14 Gün

Bugünden itibaren 10 Kasım için derlemiş olduğum filmleri yayınlamaya başlayacağım. Her gün bir filmi izleyebilirsiniz. 10 Kasım için hazırlamış olduğum paket aslında bu filmleri daha kolay dağıtabilmeniz için düşünülmüştü. Paketi indirmek istemiyorsanız eğer AKP hükümetinin aksine paketin içeriğini açıklamaktan çekinmiyorum.  

Not: Ben bu insanların kurmuş olduğu partiyi asla ve kata onların istediği şekilde anmayacağım. AKP’nin okunuşu genel anlamda Atatürkçülüğü Katletme Partisi, özel anlamı itibarıyla de Akçe Kazanma Partisi’dir.  

8. Filmi İzle

                                                 *

68’liler

3 yaşındaydım…

Amcam Amerikan filosunu protesto edenler arasında…

Aradan 41 yıl geçti…

Bugün…

Yalnızca bir insanım…

Bir insan olarak yanılabilirim, yanlış yolda olabileceğim gibi her şeyi de bilemem;

Yardan değilim ki her şeyi bileyim!

Ancak bildiğim bir şey var ki onu da haykırmadan, avazım çıktığı kadar haykırmadan – kınamadan geçmeyeceğim!!!

 

Bu mudur, Atanın vatanı emanet ettiği gençlik gerçekten bu mudur?

Eğer buysa yazıklar olsun size.

İster sağ, ister sol görüşlü ol…

İster yüreğinin en derin kıvrımlarında yaratanın varlığını his et…

 

İki dünyada birbirinden farklı, beş parmağın beşi bir mi?

Etle – tırnak, gece ve gündüz…

Ama hepsi bir bütün, biri diğeri olmadan olamaz.

 

Ulusal varlığımıza inanıyorsan, benim kadar özgürlüğüne ve bağımsızlığına düşkünsen…

Vatan, millet uluslararası sermayeye peşkeş çekilirken…

Kendisini ekonomist olarak tanımlayan ama elinde buna dair bir diploması olmayan tarafından aldatılırsın. Tersi düz edenler yanıltır, ruhun dahi duymaz!?

Nasıl olur?

Nasıl genç yüreğin bu kadar sahtekârlığa, adaletsizliğe ve eşitsizliğe isyan etmez?

 

Şehit suçlu (!?), utangaç ve masum, sesiz ve kendince gururlu…

Yatıyor huzurlu al bayrak altında. Kanını vatanı için, senim, benim onun için akıttı. Ardından gözyaşı dökenler sesiz çığlıkları ile baş başa…

 

Onu şehit edenler el üstünde ve sen sessiz(!?)

Çanakkale ve 68’lilerin ruhuna Fatiha

 

İsyan etmiyor mu o genç yüreğin?

                                                 *

Kontrolsüz güç

Toplu olarak işlenen suç, suç olmaktan çıkar mı?

Türkiye Cumhuriyetinde kontrol edilemeyen yegâne güç olarak kalan Atatürkçü düşünce sistemi direnmeye devam ediyor. Bu felsefenin mirasçısı ve siyasi kanadı olan Cumhuriyet Halk Partisi, sistematik şekilde halk ile kendi arasında aşılması mümkün olmaya duvarlar örmeye devam etmektedir. Bu durumun tek sorumlusu CHP yönetiminde oturan kişilerdir. Maddi duvarlar halk tarafından aşılamadığı gibi zihinlerde şekillenmeye başlayan manevi duvarlar asıl tehlikenin boyutlarını açıkça ortaya koymakta olup, Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi tarafından doğru değerlendirilememektedir.  Halktan kopuk kendi hayal âleminde yaşayan bu yönetim şekli ile Atatürkçü düşünce sistemi bağdaşmamaktadır.  Evet, direniyoruz ama gücümüzü bir çatı altında toplayarak değil ve bunun tek sorumlusu Cumhuriyet Halk Partisi yönetimidir.

 Atatürkçülüğü Katletme Partisinin demokrasi anlayışı, hukukun temel ilkelerini yok sayması - kutsal dinimizi algılayışları gibi çarpık. Ne yazık ki genel anlamda temsili demokrasinin zaaflarından biri olan çoğunluğun dediği olur mantığı, özellikle Türkiye’de farklı yorumlanmaktadır. Doğrudur, çoğunluğun dediği istikamette yol alınırken; farklı düşünenlerin hakları ve düşünceleri de gözetilmesi gereği AKP tarafından göz ardı edilmektedir. Temsili demokrasi kolektif suça iştiraktir ve biz bu suçu işledik!

Tek çatı altında toplanmayan güç, güç değildir!

                                                ***

08.12.2009

Devlet politikası ile hükümet politikası arasındaki fark (!?)

Siz AKP hükümetini ve icraatlarını ciddiye alıyor musunuz?

Yok, yani hükümet sizce gerçekten Türk ulusunun menfaatleri doğrultusunda çalışmakta mıdır?

Yukarıda Allah var, belediyecilikte göstermiş oldukları istisnai “başarıları” bir devleti yönetirken gösterebiliyorlar mı?

Yoksa sizce de devleti, kabile yönetir gibi mi algılayıp yönetmeye, günü kurtarmaya çalışıyorlar?
Hizmet adı altında AB(D) uşaklıkları sizin de gözünüze çarpmıyor mu?
Geçmişte de, günümüzde de ve ne yazık ki gelecekte de bu gibi uşaklar olacaktır!

Alın size kısadan hisse…

Yıllarca ülkesinden uzak kalmış bir genç adam, İran’a geri döndüğünde Tahran Havaalanından çıkıca evine gitmek için bir taksiye biner. Yarı yolda şoföre, ilk tütüncüde durmasını söyler.

“Tütüncüde ne yapacaksınız beyim?” diye sorar şoför
 “Ne mi yapacağım? Sigara alacağım.”
“Sigara mı? Sigarayı camide satıyorlar”
“Camide mi? Yahu cami Allah’ın evidir, oraya ibadet edilmeye gidilmez mi?”
“Yanlış anladın beyim, ibadet etmek için üniversiteye gidilir”
“Peki, örgenim nerede yapılıyor?”
“Öğrenim hapiste yapılıyor, beyim”
“Hapis hırsızların yeri değil mi?”
“Yine yanlış anladın beyim! Hırsızlar hükümete atanıyor…”
                                                                       Sınırda dergisi, 04.2005

 

Gerçekten artık Türkiye Türklerin değildir! Global kapitalizmin vahşi pençeleri çoktan bu ülkenin lop etlerini kavramış bizleri can çekiştire, çekiştire tarihin karanlık sayfalarına gömmeye çalışmaktadır. Yanılmıyorsam Türk Telekom Arapların, Petkim Ermenilerin, Telsim İngilizlerin, Avea Lübnanlıların, Türkcell’in yarısı Rus ve Finlilerin, Demirdöküm Almanların, Finansbank Yunanlıların, Oyakbank Hollandalıların, Türkiye Ekonomi Bankası Fransızların, Kıbrıs satıldı – satılacak, Azeri kardeşlerimiz hükümet tarafından kaderlerine terk edilmiş (ya da satılmış da diyebiliriz) ve saire – ve saire…

Salt bu saydıklarım aslında size AKP’nin Türk ulusunun menfaatleri doğrultusunda çalışmadığını göstermeye yetmeli (!?)… Yetmiyorsa devam edelim; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturmaya, meclisinde arzı endam göstermeye cüret eden zihniyet ve perde arkasındaki destekçileri Kemalizm’in “sonu geldi” düşüncesinde olup yine demokrasinin mutlaka laiklik ilkesine dayalı olmasının gerekmediği kanaatindedirler. Dahası Türkiye’nin İslam’ın lideri olmasını gerektiğini savunmaktadırlar. Bu neo Osmanizm tezi, Türkiye’de yandaş bulmakta hiçte zorlanmadı. Hele AKP liderliğinde, Fethullah Gülen desteği ile serbest piyasa ekonomisinin kutsal üçgeni olan özelleştirme, deregülasyon ve sosyal harcamalarda kısıtlamaya gidilmesiyle birlikte kendi yandaşını, medyasını ve dalkavuklarını yaratmak El Recep için sorun olmadı. Ancak belediyecilikte göstermiş oldukları “göz boyayıcı başarılarını” (bakınız son sel felaketi İstanbul) devleti yönetmeye soyundukları andan itibaren gösterememişleridir. Aslında atmaya teşebbüs ettikleri tüm hamleleri ya kelimenin gerçek manasıyla hüsrana uğramış, yarım bırakılmış ya da tamamlanamamıştır. Buda açıkça yetersizliklerini, başarısızlıklarını ve bilgisizliklerini ortaya koymaktadır. Ancak bir konuda gerçekten başarılı olduklarını gözlemlememiz mümkündür. Türk ulusunun maddi ve manevi değerlerini, birlik ve bütünlüğümüzü, devletin temel taşlarını dinamitlemeyi başarmışlardır. Gelin görün ki Atatürk ve ondan sonra gelen yönetimler temeli o kadar sağlam atmışlar ki bunca senedir kadrolaşmanın dışına pek çıkamamışlardır. Yaptıkları, yapabildikleri ancak sağduyulu insanlarımızın sinirlerini harap etmekten, tam anlamıyla bir güvensizlik ortamı yaratmaktan öteye geçememiştir. Osmanlıdan bu yana ve özellikle Atatürk ve onu takiben İnönü döneminde yüzyılların vermiş olduğu devlet terbiyesi, devlet görgüsü ve bu çizgide izlenen bir devlet politikası günümüze kadar gelebilmiştir. Devlet politikası demek geçmişe, günümüze ve geleceğe dayalı uzun vadeli milletin ve devletin menfaatlerini gözeten siyasi bir yoldur. Bu yol değişen hükümetler tarafından genel anlamı itibarıyla asla terk edilmez ve istikrarlı bir şekilde takip edilerek hedefe ulaşıncaya kadar izlenir. Gelelim AKP’nin utanmadan, sıkılmadan ve yıllardır yaptıkları gibi tersi düz eden siyasetlerine. Bakın dikkat edin RTE bu son “acılım” hamlesinden bahis ederken “devlet politikasından” söz etmektedir. Sorarım size AKP’den önce hangi hükümet AKP’nin siyasi çizgisinde yol almıştır ve daha da önemlisi AKP’den sonra hangi hükümet AKP’nin siyasi çizgisini takip etmeye cüret edecektir?

O halde El Recep nasıl olur da bir devlet politikasından söz etmeye cesaret edebilir!? Bu olsa, olsa ancak bir hükümet politikasıdır ve ondan öteye de geçemez! Devlet politikası bir vizyon ve misyon etrafında şekillenerek genel kabul gören siyasetin devamını temsil etmektedir. Bu AKP siyaseti için söylenebilir mi?

Hükümetler gelip geçicidir, asıl olan millet ve o milletin oluşturduğu devlet ve o devletin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleridir. Kendi tüzeli içersinde bile çelişki yaratan, neye ve kime “hizmet” ettiği milletçe kavranamayan siyasi bir çizginin yaratığı boşlukları elbet birileri doldurmaya çalışacaktır. Nitekim doldurmaktadır da, yıllardır dayatılmaya çalışılan ama kesinlikle bizim kültürümüze, dinimize ve coğrafyamıza uymayan batılı azınlık düşüncesi sonunda AKP eli ile resmen kabul edilmiştir. “Kürt sorunu” adı altında teröre siyasi zemin hazırlama, insanlarımızı mezhep, etnik ve ideolojik kamplara ayrıştırmayı AKP’den başkası gerçekleştirmemiştir. Güvenlik güçlerimizin eli kolu bağlanmış, laik Cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşları çalışamaz hale getirilmiştir. Ve tüm bunlar din ve hizmet adı altında gerçekleştirilmiştir. Hizmet…

Doğrudur, hizmet ama kime?

Evet, biz artık ihaneti göremez olduk! Göremiyoruz çünkü ihanetle iç içe yaşıyoruz… Müşterek hedefimiz evlatlarımıza yaşanabilir, yaşamaya değer bir Türkiye bırakmak olmalıyken – halimize bir bakın. Topyekûn ulusal bir stratejimiz olmadığı için “zorunlu” olarak küçük çaplı günü kurtaran, en fazla ertesi günü gözeten “çözümler” ile yetinmek zorundayız. Gerçekten yetinmek zorunda mıyız?

Değiliz arkadaşlar, inanın değiliz!

Elinizi vicdanınıza koyun, vicdan muhakemesinin amansız, yalın sesine bir kulak verin; sorumsuzluk en aşağıdan başlayarak, zirveye kadar koşar adım yol almaktadır. Evet, mesele özgüven ile Cumhuriyetin kurucu ideolojisine sahip çıkma meselesidir. Erdoğan’ın damgasını vurduğu siyaset trajik, hatta bu kadar ciddi ve acılı olmasa komik haller almıştır. Somut bir örnek vermek gerekirse, evselsi gün 7 evladımız şehit edildikten sonra, dün hükümet açıklamalarında ima yolu ile dahi olsa bu cinayetlerin arkasında başkalarının olabileceği ifade edilmiştir. Bugün ise PKK bu cinayetlerin sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu ne demektir? Bu adamların dünyadan haberi yok, bunlar nasıl bakan? Neye ve nasıl bakarlar, adları üstünde bakan, başbakan falan…

Başta “Çankaya noteri” olmak üzere bu zihniyetin temsilcileri, kafalarındaki proje yörüngesinde şekillendirmeye çalıştıkları hayaller ile ülkemizin somut gerçekleri uyuşmamaktadır. AKP, ülkemizin çıkarlarını olumsuz etkilemektedir. Başta AKP olmak üzere Türk siyasetin etkisiz ve tepkisiz yaklaşım tarzının bedelini milletimiz bugün, evlatlarımız yarın ödemek zorunda kalacaktır. İhmal ve sorumsuzluk Türk siyasetinin belirleyici unsurları olmuştur. Devlet ve hükümet politikası arasındaki farka bir örnek daha vermek istiyorum; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün iki cümlesini birlikte hatırlayalım: 

-       İstikbal göklerdedirBu cümle devlet politikası için somut bir örnektir. Bu cümle bir hükümet politikası olmaktan çok öte belirleyici, devlet ve millet menfaatlerini gözeten bir hedeftir. Aranızda bu cümleye itiraz eden çıkabilir mi? Bu hedef, en sağından en soluna, dincisinden – ateistine kadar müşterek kabul gören bir görüşün ifadesi değil de nedir? İstikbal göklerdedir, günümüzde sivil ve askeri hayatın belirleyici unsuru olmamış mıdır? Yalan, yanlış diyen var mı aranız da?

-       Yurtta sulh, cihanda sulh… Vicdan sahibi, insan gibi insan olan bu hedefe yanlış diyebilir mi? Geniş bir mutabakat zemini hazırlayarak milletin, devletin menfaatlerini gözeten bu hedef devlet politikası değil de nedir?

Hanımlar ve beyler kahrolsun PKK, şehitler ölmez – vatan bölünmez demek ile ne PKK kahroluyor; ne de şehit vermeyi önleyebiliyoruz. Recep Tayyip Erboğan siyaseti Türkiye’yi hiç olmadığı kadar gerdi?

Haksız mıyım?

Not: Bilinçli olarak Erboğan yazdım. İsterseniz birde siz üzerinde biraz düşünün! Kolay gelsin.

                                                ***

12.12.2009

AKP’nin, Erboğan’ın Ergenekon’u

Hem okur, hem yazarsan bitmez çektiğin çile.
Kanun dairesinde çile bülbülüm çile.
                                                       Aziz Nesin

                                                ***

15.12.2009

 

Dünya hamam tasına benzer, bir cenabetin elinden diğer cenabetin eline geçer.

                                                                                                               Mevlana

Günümüze bu cenabet kim acaba?

                                                ***

16.12.2009

 

Demokrasi ve kardeşlik projesi

 

Boyacı ustası ve çırakları…

Almışlar ellerine fırçaları…

Partililere fırça…

Gurup da fırça…

Çiftçiye fırça…

Anasına…

Vatandaşa fırça…

Meclis başkanına fırça…

Muhalefete fırça…

Açılım azgınlığına…

 

Kasımpaşalıların namını yürüt, kim tutar seni!

Fırçala ey Tayyip el Taliban…

 

İtalyan kankanın başına gelenleri unutma…

Belki bugün, belki yarın ama mutlaka bir gün…

                                                ***

17.12.2009

 

Ne desem bilmem ki

 

Bir umut, yeni bir oluşum.

Belki her şey daha iyiye gider;

Anladım, tamam…

 

Belki bende orada olsaydım…

Aranızda yaşasaydım…

Ufak bir ihtimal de olsa ben bile,

Belki oyumu verirdim!

 

Her şey iyi güzel…

Gözlerimi açar, etrafıma iyice bakardım…

Bakardım, izlerdim ve kendimce gidişata yorum getirir…

İyice bir düşünürdüm!

İkinci bir kez…

Asla ve asla bunlara oy vermezdim!

 

Nedir bu çektiğim senden gönül

derdin hiç bitmiyor
yediğin darbelere bak
bu da mı sana yetmiyor gönül

her çiçekten bal alırsın
her gördüğünle kalırsın
sen kendini ne sanırsın
belki bir gün uslanırsın gönül

uslan artik deli gönül
bak gelip geçiyor ömür
uslan
artık deli divane gönül

dünya sana kalır sanma
geleciği dünden sorma
her gün gördüğün rüyayı
aldanıp da hayra yorma gönül

  

İşsizlik o biçim…

Başladıkları hiç bir işi bitirmiyorlar…

Göz boyama, tersi – düz etme, aldatma…

Çalma, çırpma – adam kayırma o biçim…

Onlara göre, ortalık güllük – gülistanlık…

Ya gerçekler (!?)

Bendeki nato kafa, nato mermer …

 

Karadır Şu Bahtım Kara
Sözüm Kar Etmiyor Yâre
Yüreğimi Yaktı Nara
Kendim Ettim Kendim Buldum
Gül Gibi Sararıp Soldum
Bilmez Yar Gönülden Bilmez
Akar Göz Yaşlarım Dinmez
Bir Kere Yüzüm Gülmez (Eyvah Ey...)
Kendim Ettim Kendim Buldum
Gül Gibi Sararıp Soldum
Söylerim Sözüm Almıyo
O Yar Yüzüme Gülmüyo
Garip Gönlümü Bilmiyo   
Kendim Ettim Kendim Buldum
Gül Gibi Sararıp Soldum
Acaba bahtımız gerçekten kara mı?
Yoksa kendi kafasızlığımız mı?

                                                ***

21.12.2009

Kurmay

Son günlerde Ahmet Türk’ün halklar söylemi zihnime bir kurt düşürdü.
Halklar…
Allah, Allah…
Halklar, Halklar, Halklar (!?)
 
Benim bildiğim tek vatan, tek millet ve bir tek bayrak vardır!
Ne zamandan beri Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanlar, birbirlerinin soyağacını sorgular oldu?
Ne zamandan beri komşunun dini, imanını ve etnik kimliği davranışlarımızı belirler oldu?    

Doğru ya, bir takım cibilliyetsizler; insanları inananlar, inanmayanlar – başı örtülü, türbanlı ve başı açıklar – Türk, Kürt – Hıristiyan, Müslüman ve Musevi olarak sınıflandırmaya başladığından beri…

Tüm bunlar gerçekten bu kadar önemli mi?
Yoksa…
İnsan olmak, insan gibi yaşamak, insan-i vasıflara sahip olmak mı daha önemli?  

Atatürk’te öncelikle bir insandı…

Bir Kurmay olarak plan, proje çerçevesinde hareket etmek mesleğinin gereği idi. Tıpkı esneklik gibi…

Bir Komutan düşününün, bu Komutan bir Kurmay olsun. Savaşa plana ve öngörüsüne güvenerek girmiş, tearuzun en sıcak anında düşman beklenmedik bir hamle ile kedisini zor duruma düşürmüştür…     
Şimdi bu Komutan durumun önemine istinaden, süratle savaş meydanında gereken esnekliği göstermediği halde ne olur?
 
Atatürk, bir asker olarak Kurmaydı!
Atatürk, bir devlet adamı olarak Kurmaydı!
Atatürk, bir insan olarak da Kurmaydı!

Bilmem meramımı anlatabildim mi?

Sözüm sana, evet sana sahte Müslüman…
Sözüm sana, evet sana göstermelik milliyetçi…
Sözüm sana, evet sana sözüm ona Atatürkçü…
Ve…
Sözüm sana, evet sana siyaseti kendine meslek edinen…  

                                                ***

21.12.2009 

Allahın öküzleri

Kimisi başı çeker,
Beyinsiz sürü onları izler…

                                                ***

25.12.3009

Omurgasızlığın böylesi

Mehmet’in güzel Türkçemizde anlamı ne?
Mehmetçikler kimlerin evlatları?
Mehmetçik kimi ve neyi korumakla mükellef?
Mehmetçiğin Türkü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Müslüman, Hıristiyan’ı ve Musevi’si olmaz;
Mehmetçik, Mehmetçiktir.

Ve hepsi bu toprağın evlatlarıdır!

Sıkıştıkça, sıkıldıkça…
Vur Mehmet’e…
 
İnsan hayatı ucuz;
Emek ucuz;
Siyaset ucuz;
Evet, maalesef Türkiye’de siyaset hiç bu kadar ucuzlamamıştı!
 
Benim Mehmet’im er kişidir!
Bazıları gibi kancıklık bilmez!
Mehmet’in komutanları yüzyılların vermiş olduğu tecrübe ile riyaset eder.
Kamuoyuna yansıtılmaya çalışılan ile gerçekler arasında, dünya ile ahret kadar fark var…

                                                ***

27.12.2009 

Tek, çift, sistem ve karne 

Gençlik yıllarımda bende hatayı sistemde görürdüm! Hatta sisteme isyan ettiğim de olurdu. Ancak, yıllar geçtikçe kendim ve düşüncelerim olgunlaşmaya başlayınca…

Ve en önemlisi kıstaslarım, değer yargılarım ve bilgi birikimim de değişime uğradı!

Bugün, izliyor ve okuyorum. Hatayı hala sistemde arayanlar var!?

Bence arıza Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş oldukları laik Türkiye Cumhuriyetinde, onun kurum ve kuruluşlarında değil; doğrudan insan ve organizasyon hatalarındadır. Konuya daha fazla açıklık getirmeden önce, bence bir o kadar önemli başka bir organizasyon hatasına değinmek istiyorum.

Hani var ya kendini ekonomist olarak niteleyen, Türkiye Cumhuriyetinin en güzide kentlerinden biri olan İstanbul’u yıllarca yönetmeye soyunan, sonunda tüm bir ülkeyi esaretine alan - ancak işleri bir güzel eline yüzüne bulaştıran…

İşte O ve zihniyeti var ya, basit çözümler üretmekten dahi aciz olanlar. 

Onlara, yani tarihten ders almayanlara - tarihten bir ders vermek istiyorum.  

Yıl 1973, birinci dünya petrol krizi!
Ardından 1979 / 1980, ikinci dünya petrol krizi!
 
Yer Almanya, dünya otomasyon ve otomobil devlerinden biri olan ülkede ham petrol rezervlerini ekonomik kullanma namına söyle bir uygulamaya geçilmiştir. Özel otomobiller plakalarındaki son rakama göre trafiğe çıkabiliyorlardı, yani bir gün tek rakamlı olanlar (1,3,5,7,9) diğer gün çift rakamlı olanlar (0,2,4,6,8). Ticari vasıtalar ek bir vergi ödeyerek işlerine devam edebiliyorlardı. Vergi yüksek, yakalandın mı ceza hayatını kaydıran cinsten ve denetim çok sıkı. Yeni araç vergileri caydırıcı. Trafikteki araç sayısı yarı yarıya. Arka kapı yok gibi…
Yer Türkiye, yakıt karneye bağlanmıştı. Doğru hatırlıyorsam haftada 30 Litre falandı galiba. 5 göster 20 Litre al / ver. Denetim yok gibi…
 
Şimdi kendinize ne alaka diye sorabilirsiniz, var – var.
- İstanbul’u sil baştan yaratamayacağına göre,
- Geçmişin planlama hatalarını bugünden yarına düzeltemeyeceğine göre,
- Daha geniş yol yapımı için mevcut binaları yıkamayacağına göre,
- Hali hazırda bulunan park yerlerini çoğaltamayacağına göre,

İstanbul’un trafiğini nasıl rahatlatırsın?

Almanya örneği ve çok sıkı bir denetimle…
Bu örnek devlet dairelerindeki yoğunluğa da bir çözüm getirebilir. Nüfus cüzdanında ki son rakam hem memuru hem de vatandaşı rahatlatabilir.
 
Millet olarak, dil ile kanıksadıklarımızı günlük hayatımızda olağan karşılamamız nasıl açıklanabilir?
Plan ve proje çerçevesinde çalışamadığımız bir gerçek değil mi?
Yaptığımız işlerde nitelik ve nicelik arasındaki dengeyi kuramadığımızı inkâr edebilir misiniz?
 
Başımızdaki püskülü belaların yıpratma kampanyalarına sessiz kaldığımız sürece…
Atatürk ilke ve inkılâplarına, dil ile değil yürek ile bağlanmadığımız sürece…
Ben değil, biz demeyi öğrenemediğimiz sürece…
Kısaca öncelikle birey olarak, ardından aile ve çevremiz – en sonunda da millet olarak bu kafa yapısını değiştirmemiz gerek.

Aksi takdirde, Kayserili mantığı ile hareket edip bir ürünün fiyatını belirlerken „alırken mi, satarken mi ?“ diye Türkiye’de bir şeylerin değişmesini çok bekleriz.

                                                ***

28.12.2009

Kozmik Saçmalık 

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre Kozmik kelimesinin karşılığı:

1. gök b. Evrenle ve onun genel düzeniyle ilgili: “Evliliğin kozmik bir kural olduğunu kabullenmek gerek.” -H. Taner.
2. Haber alma ile ilgili.

Kozmik saçmalığın, kozmik ihanetin boyutlarını size bizzat şahit olduğum bir örnekle sunmak istiyorum. Bundan bir kaç yıl önce bu hükümet yüz binlerce gurbetçiyi mağdur etmiştir. Çoğu gurbetçi Türkiye Cumhuriyetindeki özel sektöre ait bankalara güvenmediği için birikimlerini; vurgulayarak ifade ediyorum: Türkiye Cumhuriyeti Merkez bankasında değerlendirmeye çalışmıştır.

Nasıl olduysa Merkez Bankasında bulunan bireysel bilgiler Almanların eline geçmiş ve yüz binlerce gurbetçiyi mağdur olmuştur ki, bu gibi bireysel bilgiler Avrupa’da çok sıkı bir şekilde koruma altındadır. Seçilmiş ve atanmışların asli görevleri arasında olması gereken devleti ve o devleti oluşturan milleti korumak ve kollamak olması gerekirken bu örnekte olduğu gibi…    

Soruyorum:

Nasıl olurda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasından bu tür bilgiler Avrupalıların eline geçer?

Neymiş AKP’nin içindeki en belirgin milli görüşçüsüne suikast yapılacakmış!?
Minareyi çalan kılıfını hazırlar misali…
Kılıfı hazırladılar, Türk Silahlı Kuvvetlerin en mahremine girmek için. Benim çekincem Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası örneğinde olduğu gibi bu olayında “dışarıya” yansımasıdır. Ancak bu olay bir kaç yüz bin kişiyi etkilemiyor!
Doğrudan yetmiş milyon insanın, koca bir devletin iç ve diş güvenliğini tehdit ediyor!

Kaynak yaratmak namına Türkiye Cumhuriyetinin yaşamsal önemdeki kuruluşlarını (örneğin telekomünikasyon) , yabancı sermayeye peşkeş çeken bu zihniyetin tahribatları gelecek nesillere büyük bir yük olacağından şüphem yok.    

Güç sınırlandırılmadığı müddetçe, çerçevesi çizilmediği takdirde yanlış ellerde güç olmaktan çıkar doğrudan tehdit olur.

AKP’nin çerçevesini çizen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıdır.
Sınırları çizen, olması gereken ama hali hazırda olmayan siyasi bir muhalefettir.
Ve… 
1961’de yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet kanununun 35. maddesidir.

Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.

Tümünü okumak için tıklayın

İlginçtir AKP özellikle Anayasamızdan ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden rahatsızdır. Neden acaba?
Doğal olarak olmayan siyasi bir muhalefet rahatsızlıkta veremez.

Artık yurtiçinde ve dışında tescili olan Ergenekon safsatasının yeni bir sayfasını açmış bulunuyoruz. Cümlemize hayırlı olsun. 

                                                  *

Eczane ve marketler 

Devlet özel bir şirket mantığı ile yönetilemez.
Yönetmeye çalıştığın takdirde ilk yolda kalan insan olur…

                                                ***

30.12.2009 

Iran devrimi 

Ey kendi tarihinden,
Milletler tarihinden ders çıkaramayanlar…

Iran devriminin gittikçe yükselen ayak seslerini hala duymuyor musun?

Onlarda duymamıştı!
Onların da gözleri körelmişti,
Onların da önlerindeki son engel askerdi…
Sonunda onlarda askeri susturarak, bir gece Ayetullah Seyyid Ruhullah Musavi Humeyni’ye yol verdiler!   
 
Evlatlarının geleceğini çalan, seni aç bırakan…
Ele güne muhtaç, bir çuval kömür – bir dilim ekmeğe seni satın alanlar…
Gerçekten bu kadar ucuz muydun?
Haysiyetin, şerefin iki kuruşluk muydu senin…
 
Sabah kalktığında…
Aynaya baktığında…
Kendinden utanmıyor musun?  
Ben sana ne diyeyim bilmiyorum ki…
 
Cehaletin ve hoşgörüsüzlüğün kol gezdiği…
Hırsızlığın, arsızlığın, rezilliğin ayyuka çıktığı bir ortamda…
Özüne dön!
 
Anadolu’ya bak – tarihini anımsa, atalarını düşün!
Evlatlarının başını okşayarak, tekrar düşün!  
AB(D) ordudan rahatsız, AKP gereğini(!?) yapıyor…
Yanlış hesap Bağdat’tan döner derler,
Bu sefer Irandan döndü…
Ilımlı İslam’ın yeni uşakları – BOP’nin eş başkanı… 
Yeni hesapların muhasebecileri…
İki kuruşa değer mi?

                                                 *

Kinci pezevenk(ler) 

Fırsat kollar…
Fırsatı yakaladılar mı adamın gözünün yaşına bakmazlar…
İçten pazarlıklı ve uzun soluklu olurlar… 
Yüzlerindeki maskeye aldanır adam sanırsın, ama kinci pezevenk(ler)’dir onlar…   

                                                 *

Ziraat ve hayvancılık 

Milletler cemiyeti dedik…
Başka milletlerden, tarihten ders almak dedik…
Fazlaca Almanya’dan örnekler verdiğimin farkındayım.
Umarım bana Almancı demiyorsunuzdur?
Hele bir Enver hiç bir zaman olmadım, olmayacağım…
Siyaset, yaşamın kendisidir…
Seni, beni ve onu etkiler siyaset!
Siyasete kayıtsız kalınmaz, kaldığın takdirde şikâyet hakkını kaybedersin.
 
İş ve aş bulamayan dağa çıktı…
Hayal tacirlerinin kurbanı oldular!
Can aldılar, can verdiler…
Doksan dokuz defa daha düzene başkaldırsalar,
Ne fayda?
Olan yine bize oluyor, olan Türk – Kürt demeden oluyor…
Çileyi yine bu torakların insanları çekiyor!
 
Afyon tarlaları Amerikalıların “hatırına” güme gitti…
Ziraatı öldürdük!
Hayvancılık ona keza…

Ama…

Eloğlu öylemi?
Bak eloğlu neler yapıyor. Çiftçisini, Hayvancılığı güçlendirmek namına borsa kuruyor Paris’te!

Çiftçi ve hayvancılık borsası!

Çiftçisi ve büyük baş hayvancılıkla uğraşanı kurulan bu borsadan, devlet ve özel sektör bankalarından daha uygun borç alarak işletmelerini modernize edebiliyor, büyütebiliyorlar. Borsa yatırımcısı memnun çoğalan nüfus ileriye yönelikte iyi bir yatırım vaat ediyor. Çiftçi ve hayvancılıkla uğraşanı memnun çünkü ucuz kredi imkânlarından faydalanabiliyor.

                                                ***

31.12.2009

Yeni yılınız kutlu olsun sevgili okurlarım. Hepinizi en içten sevgilerle selamlıyorum