Herifin sayesin

 

| Hinweis | Home | Impressum | Download | Son Yorum |

| bir yanlış anlama ile her şey başlamıştı | 2007 | 2008 | 2009 | 2010| 2011|

 

04.01.2012

 

Devekuşu

 

Senenin ilk yazısı bu olmamalıydı!

 

Tehlike anında gözlerini kapatan…

Kafasını kuma gömen…

Hayatın gerçekleri karşısında kendini saklayarak…

An be an, gün be gün yaşayan…

Korkak, sinmiş bir varlık…

Devekuşu!

 

Türk milleti de…

Devekuşu misali, kafasını kuma gömerek…

Tehlikeyi görmedikten sonra yok sayan…

Ama kıçının havada ve “tehlikeye” açık olduğunu unutanlardan…

Gerçekler karşınsında kafasını o yana bu yana çevirerek…

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlerden!

  

Ölüm her ne şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin…

İster eceliyle, ister kazayla…

İsterse de kasıtla olsun, nihaidir…

Ve ölümün iki yüzü vardır…

Ölümle yüzleşen için sondur…

Beklide yeni bir başlangıç…

Aradan yıllar geçse bile… 

Arda kalan için ölümün yüzü acıdır!

 

Ölenler bizim insanımız…

Acı bizim acımız…

Ama…

Teröristlerin güzergâhında…

Sınırda…

Gece karanlığında…   

Gerekçe ekmek parası olsa bile…

Ne işiniz vardı orada?

 

Neden kimse çıkıp da sormaz?

Ey yüce padişah efendimiz…

Tahta çıkalı bunca sene oldu…

Neden bu insanlara bir ekmek kapısı açmadın?

 

Kaçakçılık yaparak evine ekmek götürmeye çalışanlar…

Bunu yapmak zorunda kalanlar…

Toplum için, insanlık açısından bir utanç vesilesidir…

Toplumun aynası – temsilcisi siyasiler için ise yüzkarasıdır!

 

Kaçakçı devlete vergi ödemez…

Kaçak malla…

Beleş mezar bulsa içine atlayacak başkasının ödemesini de engeller…

Ama…

Kaçakçı, PKK’ya ödeme yapar…

Bu ödeneklerle kurşun ve mühimmat alınır…

Ve bu kurşun gider Mehmetçiği bulur!

 

Devam edecek…

                                                                         *

05.01.2012

 

Kısır bir döngüdür milletin kader dediği…

Bilmez ki, kendi kaderini kendi tayin ettiğini!

Ev sahibi gibi davranan kiracıyız bu dünyada…

Azgın herifin şanı şöhreti denizleri aştı…

Başka ülkelere ulaştı…

Azmış şeytan, bizden uzak…

Dolar endeksine yakın ol…

Yalancı pehlivan…

İki dilin bir lisanın var…

Ama…

 

Bir o yana bir bu yana yatma şaşkın
Tenhalarda menhalarda kalma şaşkın

Şaşkın sana ne dedim sen ne yaptın
Dün gece gördüm seni ters yola saptın

Bir o yana bir bu yana yatma şaşkın
Tenhalarda menhalarda kalma şaşkın

Sana başka sözüm yok bu alem içinde
Bi alemsin şaşkın, sen alem içinde”

 

Davul tozu ve minare gölgesi ile aldatırsın…

Sen bir utanmazsın!

                                                                        ***

06.01.2012

 

En iyi yatırımlar ortalık karışıkken yapılır

 

Genelkurmay başkanı Başbuğ’un tutuklanmasının ardından aklıma geldi:

 

2. Cumhuriyet programında ”hür teşebbüsün” anlamı, büyük uluslararası tekellerin hürriyetidir. “Hür düşünce” ve “insan hakları” dedikleri, kapitalizmin dizginsiz ve gaddarca uygulamasıdır. İşsizliktir, yoksulluktur, sınıfsal kutuplaşmadır, uluslararası boğazlaşmadır. Gladio’nun, kontrgerillanın patronu ve dayanağı ABD’dir, yani uluslararası hür teşebbüstür.

 

                                                                                                                         Doğu Perinçek

                                                                        ***

11.01.2012

 

Mustafa Kemal’in askerleriyiz

 

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bu vatan için canını, kanını, malını, mülkünü, sağlığını feda edenleri saygı ve sevgiyle anıyor, Hakkın rahmetine kavuşanlara Allahtan gani - gani rahmet, gazilere de esenlikler diliyorum.

 

Ve düşünüyorum…

 

Sokakları, ortalığı, orada – burada, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye çınlatanlar…

İstiklal savaşında, Gazinin askerleri olsalardı halimiz nice olurdu?

 

Eski bir özdeyiştir:

 

Lafla peynir gemisi yürümez!

                                                                        ***

12.01.2012

 

Dersimiz demokrasi

 

Demokrasinin ilerisi, gerisi yoktur. Demokrasi ya vardır, ya yoktur!

Tıpkı İslam’ın ılımlısı, ılımsızı olmadığı gibi.

Ancak birileri çıkıp bize demokrasiyi öğretmeye kalkıyor.

 

Çağımızda temsili demokrasiyi tüm yanlarıyla, iyisiyle – kötüsüyle yaşıyoruz. Ancak birileri çıkıp bize ileri demokrasiyi öğretmeye kalkıyor.

 

Yine çağımızda 194 devletten, 2008 verilerine göre 119’u parlamenter sistemle yönetilmektedir. Bu verilere göre Avrupa’da bulunan 25 devletin tümü demokratik parlamenter sistem ile yönetilirken, özgürlükler bakımından tek istisna Türkiye’dir. Ancak birileri çıkıp bize ileri demokrasiyi öğretmeye kalkıyor.

 

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları özgürlükler bakımından sınırlı bir hürriyete sahiptir*. Bu sınıflandırma toplumumuz için bir ayıptır. Ancak birileri çıkıp bize ileri demokrasiyi öğretmeye kalkıyor.

 

İnsanlık tarihi incelendiğinde, toplumu yönetmenin en gaddar biçimi olarak karşımıza diktatörlükler çıkmaktadır. Astığı astık, kestiği kestik ve hukuku kendi anlayışına göre yorumlayan, mutlak egemen ve denetimsiz bir güç olan bu siyasi düzeni bastıran yegâne şekil; proletaryanın diktatörlüğüdür. Ancak birileri çıkıp bize ileri demokrasiyi öğretmeye kalkıyor.

 

Proletaryanın diktatörlüğü şekil bakımından, bir veya birçok kişinin oluşturduğu diktatörlüklerden ve yürütme organının icraatlarından daha tehlikelidir. Çünkü bir veya birçok kişinin oluşturduğu bu yürütme organı genelde eğitimli insanlardan oluşur. İki şekilde denetimi sevmez, zaten denetlenemezlerde. Ama demokrasi bir yerde denetim demek! Ancak birileri çıkıp bize ileri demokrasiyi öğretmeye kalkıyor.

 

Tolstoy’un değimi ile ”…düşüncelerin ardında saklanan büyük fikirler daima sadedir. Demem o ki, bozulmuş ve kötü insanlar bir araya gelerek bir güç oluşturabiliyorlarsa, iyi insanların da bunu yapması gerekir… Aslında bu kadar basit…” 

 

Evet, Tolstoy böyle diyor ama iyi insanların bir araya gelerek bir güç oluşturması ne yazık ki o kadar kolay değil, hele Türkiye’de herhalde imkansızın ötesinde!?

 

*Kaynakça: Freedom House   

                                                                        ***

03.02.2012

 

Elveda

 

Elveda Atatürk milliyetçiliği…

Elveda Atatürk ilke ve inkılâpları…

Elveda ulus devlet anlayışı…

Elveda laik devlet…

Elveda çağdaş yaşam…

Elveda ey şanlı Türk…

Elveda, elveda!

 

Devri Tayyip-i…

 

Devir orman kibarlarının devri…

Devir kişiliksiz soytarıların devri…

Devir öküzler arası Formula bir yarışı düzenlense açık ara birinci gelenleri devri…

Afet-i devran!

 

Dürüstlük erdemdir…

Herkes senin zannettiğin kadar aptal değil…

Sende sandığın kadar akıllı değilsin!

 

Zaman her şeyi eskitiyor bu sözümü unutma.

 

Her işiniz gibi…

Bu işi de elinize yüzünüze bulaştırmışsınız…

Medya dedikleri kitlesel yönlendirme…

Sıradan insanları aldatma ve kandırma araçlarını elinize geçirmişsiniz…

Ama…

Heyhat, siz kim - güvenlik kim!

 

Elveda Rumeli…

Birçoğumuzun önceleri severek izlediği…

Sonlarına doğru sapıttıkları bir dizi…

Nereden aklıma geldi bilmem…

Hadi dedim kendi –offline- video kütüphaneme bu diziyi de ekleyeyim. ATV’den dizinin bölümlerini online izleyebiliyorsunuz ama indirmeye kalktınız mı engelleniyorsunuz!?

YouTube…

Part1, part 2, part 3 falan…

71 bölüm böyle indirilir mi?

Ha s…

Neyse terbiye sınırlarını zorlamayalım, ATV download’u sözüm ona engellemiş!? Aramızda, adamların hakkını yemeyelim ama…

Ya ne desem bilmiyorum, aslında fena yapmamışlar ama ergen gerisi! Başka bir şey değil işte.

 

Bu zihniyeti DEVIRMEK…

Bu zihniyete elimden gelen her türlü zararı vermek namına…

Gelin ben size nasıl download yapılır bir – iki açıklamada bulunayım.

 

Sizde kendinize bir offline video kütüphanesi oluşturmak istiyorsanız, öncelikle flatrate bir internet bağlantısına sahip olmanızda fayda var. Download sınırsız olmalı!

Yine Microsoft Windows üzerinden anlatacağım, çünkü işletim sistemi olarak hala açık ara bu sistem birinciliğini korumaktadır. Offline video kütüphanesinin olmazsa olmazlarının başında, bilgisayara Video Codec’leri yüklemek gelir (değişik formattaki videoları izleyebilmek açısından) burada shark codec’ini öneriyorum. Ben buradan video indirmeyi anlatıyorum ama aynı şekilde, en azından YouTube üzerinden mp3’leride indirebilirsiniz. Programların kullanımını anlatmak niyetinde değilim. Lütfen İnternetten araştırın. Videoları YouTube’dan indirmek istiyorsanız jdownloader diye bir programı öneririm. Bu programda kısaca şu iki noktaya değinmek istiyorum. Programı yükledikten sonra YouTube linki genelde otomatik programa kayıt ediliyor. Programda bir kaç dosya açıldığını görüyorsunuz. Başlarında mp3 veya mp4, flv falan yazar. Sizi ilgilendiren eğer müzikse mp3 videoysa mp4 dosyasıdır. Diğerlerini silip önceden ayarlar üzerinden indirmek istediğiniz yere indirebilirsiniz. YouTube dışında video indirme gereksinimini duydunuz. İki program var, ikisi de benzer çalışıyor. Realplayer veya Orbit Downloader’i deneyin. Tekrarlıyorum programların kullanımını anlatmak niyetinde değilim. Lütfen İnternetten araştırın. Gelelim kendini akılı sananlara…

 

Bok olmadan kokmaya çalışanlara. Kendini cin sanıp, başkalarını çarpmaya çalışanlara…

 

Web Stream Recorder

                                                                        ***

06.02.2012

 

Varoşların efendileri

 

Düşüncelerim sığ kıyılarda gezinirken… 

Elim klavye ile bütünleşmiyor. Bir konuyu araştırıyorum, okuyorum – düşünmeye çalışıyorum…

Ancak okuduklarım, araştırmalarım zihnimi o kadar bulandırdı ki…

Sağlıklı bir neticeye ulaşamıyorum. Perdeyi aralamaya çalışıyorum, sanki sihirli bir el uzanıp perdeyi geri çekiyor – görmemi engelliyor. Perde arkasına elimi uzatıyorum…

El yordamıyla, görmeyen gözlerle arıyorum. Açıkça neyi aradığımı, neye dikkat etmem gerektiğini de bilmiyorum!

 

İlişkiler…

Açık seçik ilişkiler…

Kapalı kapılar ardında…

Perde arkasından sürdürülen ilişkiler…   

Ve bu ilişkilerin meydana getirdiği olgular!

   

Toplum…

Temel, toplumsal kolektif değerler…

Toplumsal sorunlar…

Söz konusu edilmeyen toplumsal doku…

Mevcut toplumsal dokumuzdan dolayı…

Zindan olan hayatlar.

 

Polis ve yeraltı dünyası…

Karanlık ama bir o kadar pırıltılı hayatlar…

Gizli kasalar…

El altından dağıtılan…

Elden ele dolaşan servetler…

Görmeyen gözler…

Duymayan kulaklar.

  

Din, siyaset ve para arasındaki korkunç ilişki aracılığı ile dayatılan…

İdeolojiye karşı, yeni bir ideoloji içindir kavga…

Bireyin ekonomik başarısıdır esas olan…

Atadan kalan değerler…

Dildedir…

Özde olan, edinilen servetler…

Kan parasıdır, gözyaşıdır…

İstikbalinden edilen, istikbaldir bedeli.

 

Yeni düşünceler…

Fikirler…

Eşkıyanın adaleti kısa sürer.

 

Bilinçaltına oynayanlar…

Aptalın sırtından…

Kanından, kazanılan paralar.

 

Ampulcüler…

Toplumun “önde gelenleri”…

Sanatçısı, siyasetçisi…

Zengini…

Bir gün öder bedeli.

 

“Zengin, yasayı para kesesinde taşır!...”

                          Jean Jacques Rousseau

                                                                        ***

09.02.2012

  

Allaha çok şükür

 

Bir seneden beri bekliyoruz…

168 boş olan öğrenim yerine 3200 başvuru oldu. Herif aptal değil, kesinlikle, ama tembelliğin kitabını yazmış adam. Hani derler ya…

İş olduğunu bilseymiş, doğmazmış diye. İşte öyle bir şey!

   

Kim ne derse desin, hayatın bana öğrettiği birçok şeyden birinin, bu dünyanın ye kürküm ye dünyası olduğudur, hatta bu konuda eyalet bankasının eğitimden sorumlu kişisi olarak kız kardeşimle bile çoğu zaman ters düşmüşüzdür. Tamam, eğitimli kız, eğitimden sorumlu kişi ama hayat tecrübesi diye bir şey var ki, hiç bir eğitim kurumu bu bilgileri öğretemez. Direttim, kafamın dikine gittim ama bunları yaparken çok ama çok düşündüm. Tıpkı onun eğitim karayerinde etkili olduğum gibi. Annem, babam liseden sonra onun eğitimi ile ilgilenmemi benden istediler. Çok şükür o da “bir baltaya sap” oldu.

 

Oğlum sonunda istediğim Üniversiteye kabul edildi.

 

Benim önerdiğim nano-teknolojisini okumak istemedi. Mimarlıkla, siyasi bilimler arası gidip geldi ama sonunda siyasi bilimlerde karar kildi. Ekmek yer mi? Açıkçası bilmiyorum…

Ama dediğim gibi ye kürküm, ye dünyası…

Okuyacağı kurum Top 500 içersinde. Kafasını kullanırsa bir şeyler yapabilir.

Siz değerli okurlarım arasında birçoğunuzun veli olduğunu biliyorum. Allah cümle evlatlarımıza bu gururu yaşatsın. Cümlesinin okuyup, vatana – millete ve ailelerine faydalı, hayırlı insanlar olmasını nasip etsin. Tamamlanan eğitim sürecinden sonra hayırlı bir ekmek kapısı açsın.

 

Academic Ranking of World Universites   

                                                                        ***

10.02.2012

 

Varoşların efendileri II

 

Allah cümlemize…

Cümle evladın karşısına insan evladı çıkarsın. Helal süt emiş, sözünün eri, namusuna, vatanına - milletine ve ailesine düşkün dürüst bir insan evladı.

 

Kadının fahişesinden daha kötü ne var biliyor musunuz? 

 

Erkeğin orospusu!

Erkeğin dedikoducusundan, çenesi hiç durmayanından, orospusundan her zaman korkmuşumdur. Farkında mısınız, değişen toplumsal yapımızda bu tipler gittikçe çoğalıyor!

Bugünlerin anısına, unutmamak namına bunları yazıyorum. Kadının para karşılığında kendini satması, insanlık tarihinin en eski ticari faaliyetlerinden birdir. Bugünlerin tabiri ile hiç bir zaman OUT olmamıştır. Yine bugünlerin tabiriyle, IN olan erkeğin kendini pazarlamasıdır. Eskiler bilir…

Türkiye Cumhuriyetinde erkek dediğin zaman, erkeğin bir takım vasıfları vardı…

Şimdi, bu vasıfların yerinde yeller esiyor!

 

Eskiden vefa denildiği zaman akan sular dururken, bugün vefa sözlükte binlerce sözcük arasında bir kelime. Toplumsal sorunlar dile getirilmeden, iktidar değişikliği ile sorunlar ele alınmaya çalışıldığı bir ortamda vardığımız yer aşikârdır!

Somut çözümler yerine, soyut kavramlar üzerinden tartışmaları sürdüren günümüz siyasetçileri bana hep kasaba tiyatrocularını hatırlatıyor. Kabiliyeti, tecrübesi az taşra tiyatrocularını!

 

Daha önceki yazılarımda da defalarca dile getirdiğim gibi şımarık çocuk edasıyla sınırlarını eylem – tepki, deneme – yanılma yöntemiyle çizmeye çalışanlar, pardon konuları tartışmaya açanlar, toplumun sergilediği vefasızlık örneği ile ödüllendiriliyorlar.

       

Cehaletle başlar…

Cahil- cühela cesareti ile…

İntikamla sürer…

Hüsranla bitter!

 

Ancak (…)

Unuttukları, göz ardı ettikleri bir gerçek var.

Aşk hesaba kitaba gelmez!

                                                                        ***

12.02.2012

 

Varoşların efendileri III

 

Görmek gerçeklere vuslattır…

Bıçak kasabın, doktorun ve katilin elinde farklı işlevler için kullanılır. Samimimi kanaatim, Türk siyasetinin kronik bir ahlaksızlık, yozlaşma, yolsuzluk ve karanlık ilişkiler temelinde vuku bulduğudur. Bu durum yalnız siyaset için mi geçerlidir?

 

Kesinlikle, hayır!

 

Daha önceki yazılarımda da ifade etmeye çalıştığım gibi, küçük hırsızlar büyük hırsızların perdesidir. Bu gerçek bir toplumsal sorundur. Türk ulusunun kanayan yarasıdır. Ancak yakın tarihimizde hiç bir siyasi irade, bırakın bu sorunu dile getirmeyi - bu soruna çözüm üretmeyi, bu sorunun varlığını kabul etmemiş, görmezden gelmiştir. Dış destekli AKP darbesi ile fazlaca uğraştığım siz değerli okuyucularımın malumudur.

 

Ambivalans vakası, ne olduğu – neye ve kime hizmet ettiği belirsiz, Recep Tayyip Erdoğan ve zihniyeti…

Ölmüşün arkasından konuşmak istemiyorum bir “hoca” ve ona bağlı cemaati… 

Pensilvanya’lı bir zibidi ve ona bağlı cemaati…

Ve…

Ben, sen, o…

Hepimiz elbirliği ile bugünlere geldik.

  

Ben bu zihniyet ile neden uğraşıyorum?

 

Cevabım açık ve net, bir Çin atasözü derki “bilgi küçük ayrıntılarda gizlidir”

Evet, şeytan ayrıntıda gizlidir! Yaptıkları hiç bir düzenleme sonuna kadar, tüm ayrıntıları ile düşünülmemiş ve Türk ulusunun hayrına değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluklarıyla, uzlaşı kültürü ile bu millete ve vatana çok ama çok faydalı olabilirlerdi ama olmadıkları için. 

 

Örneğin sağlık ile ilgili düzenlemeler…

Hah, tamam dedim…

Çok güzel, faydalı dedim…

Arkası yarın dediler!

 

Örneğin açılalım dediler, gerekli düzenlemeler…

Hah, tamam dedim…

Çok güzel, faydalı dedim…

Arkası yarın dediler!

 

Örneğin MIT ile ilgili düzenlemeler…

Hah, tamam dedim…

Çok güzel, faydalı dedim…

Arkası yarın dediler!

 

Dediler de dediler…

Laf çok, icraat yok!

 

MIT dedikte aklıma geldi, Milli İstihbarat Teşkilatını iç ve diş istihbarat olarak yeniden düzenlemeleri olumlu bir yaklaşım. Yanlış olan, böyle bir kurumun Başbakanlığa bağlanmasıdır. Örneğin Almanya’da meclisin oluşturduğu, Türkçesini bilmiyorum  -sanırım komisyon deniyor- istihbaratı denetleyebiliyor. Öyle ya, böyle önemli bir kurumun demokrasinin olmazsa olmazı olan, denetime açık olması gerekir. Ne demek Başbakanın, bakanın, bilmem kimin izni yok?

 

Demokrasilerde denetim esastır!

 

Milli İstihbarat Teşkilatının işlevi nedir?

Ne işe yarar, ne işe yaramalı?

Bunların cevabını buradan vermek istemiyorum ama isteyen araştırıp örgensin. Ben daha çok Milli İstihbarat Teşkilatının, Türkiye’de kısaca kimler tarafından ne amaçla kullanıldığına değinmek istiyorum. Türkiye’de MIT genel anlamda, iktidar tarafından muhalif seslerin denetlenmesi için kullanılmıştır. Bu denetim genel olarak iç istihbarat olarak gerçekleşmiştir. Ancak, bugüne kadar hiç bir iktidar bu kadar cüretkâr olmamış, olamamıştır. Yoksa son yıllarda hayretle izlediğimiz, dinlediğimiz bunca ses ve görüntü kayıtlarını nasıl izah edebiliyorsunuz?

 

Geçelim…

Gelelim Pensilvanya’lı zibidinin hiç aklımdan çıkmayan o sözlerine…

Devleti ve hukuku ele geçirme planlarına…

En azından hukuk ellerinde…

Demokrasinin kuvvetler ayrılığı ilkesi, ayaklar altında…

İleri demokrasi dedikleri bu olsa gerek!

                                                                        ***

13.02.2012

 

Varoşların efendileri IV

 

Psikolojik oyunlar…

Güçlü olan güçsüzü ezer…

Böyle gelmiş, böyle gider…

 

İster siyaset, ister hayatın kendisi olsun, güçlü olan güçsüzü ezer.

İş hayatı, eğitim, evlilik hiç fark etmez. Dünyanın neresine gidersen git bu oyunun kuralı bozulmaz.

 

Benim memurum işini bilir…

Osmanlıdan kalma alışkanlıklar…

Bana bir şey olmaz…

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın…

Önce ben, gerisi beni ilgilendirmez zihniyeti bir tarafta!

 

Bu millet adam olmaz…

Bana ne, ben işime bakarım…

Öküz geldiler, öküz gidecekler zihniyeti öbür tarafta!

 

Yunus Emre’den, Fuzuli’den, Hacı Bektaşı Veli’den, Mevlana’dan geçtim…

Atatürk zaten baş düşman!

Aşık Veysel’den de mi hiç feyiz almadın be adam?

 

Hakkı, hukuku kendi ihtiyacına göre çiğneyip sakız eden…

İşine geldiğinde, hukuku geriye doğru işleten…

İşine gelmediğinde, kanunları eğen…

Hesap sorabilecek kudrete sahipken…

Hesap sormayan!

 

Toplum olarak hesapsız, kitapsız…

Çılgın projelerle…

Hayallerle…

Yalanla, dolanla geçer ömrümüz!

 

Hâlbuki sefillik diz boyu. O kadar ki, Victor Hugo bile bu kadar sefilliği hayal edemezdi.

                                                                        ***

14.02.2012

 

 

Varoşların efendileri V

 

Lüksü, ihtişamı…

Dizilerle, filmlerle buluruz kafayı…

Lakin cıgarayı - rakıyı…

Çocuklar çikolatayı…

Unuttuk eti, kebabı…

Çünkü alacaklılar çalar kapıyı!

 

Devletin malı deniz…

Yemeyen domuz!

Öyle ki, devletin memuru yapar hatayı…

Vatandaş çeker eziyeti, öder faturayı!

 

Yargısız infaz…

İnfazsız yargı…

Devletin başı…

Yapar taş(…) kebabı!

 

Yetiş Hızır Aleyhisselam…

Halimiz duman!

 

Sorumsuzluk kol geziyor…

Kolsuz kalmış…

Kolluk kuvvet…

Kimisi göz kırpar…

Kimisi açar usulca çekmeceyi…

Bazısı aptala yatar…

Vatandaş bakar…

Rüşvetin adı, bahşiş – çorba parası!

 

Hesap sormaz, hesap – kitap bilmeyen. Okuması, yazması var ama…

Yılda ya okur, ya okumaz bir kitap. Dini - imanı bütündür, lakin açmaz kitapların kitabını. Yetinir kulaktan dolma, yalan - yanlış bilgilerle. Hele Allahın emri oku…

Onun için zulümdür!

                                                                        ***

15.02.2012

 

Varoşların efendileri VI

 

Minik serçe…

Oldu kartal!

 

Onun gibi para uğruna kendini satanlar…

Geçmişte de vardı, bugünde var…

Almanın sanatçısı…

Gönüllerin ve çocukluğumun kahramanı…

O da bir zamanlar kendini Nazilere sattı…

Adı Heinz Rühmann'dı

Bir dönem rahattı!

 

Ya sonra ne oldu dersiniz?

Kartal olan serçeler, kullanılır…

Bir işe yaramadıklarında da fırlatılır, atılır!

 

Sen, sen ol…

Devşir aklını başına…

Geç olmadan…

Gün bugündür deme, yarını da düşün…

Hakka tapanındır, istikbal…

Okumuş öküzlerden olmaktansa…

Gerçekleri gören, kendini eğitenlerden ol…

Bak bir çevrene…

Ülkesine, açlığa, sefalete duyarsızlarla dolu çevrene…

Bir bak hele!

 

Öte yanda…

Hapishanedeki aydınlar…

Gerçekleri gördü ve söyledi diye…

Perişan edilen, gencecik kızlar ve delikanlılar!

 

Bil ki…

Bu savaşın, bu mücadelenin galibi yok…

Ne sen, ne ben…

Ve kazanan olmayacak…

Ne sen, ne ben…

Bu savaşın galibi yok…

Ama kaybedeni çok!

 

                                                                        ***

16.02.2012

 

Bugünler

 

Daha iyi günler…

Hep beraber daha ne günler yaşayacağız!

 

Bilahare, okumak bir başlangıçtır!

                                                                        ***

17-9.02.2012

 

Yunanistan örneğinden çıkarılacak dersler

 

Zihniyet…

Oğlum bu kafayı bırak…

Avantanı almaya bak zihniyeti!

 

Namuslulara ceza kesilen bir ülkede…

Farklı bir davranış beklemek abeste iştigal olurdu!

 

DAX 6700 puan civarında…

DOW JONES 12900 puan civarında…

IMKB 59900 puan!

 

Vay anasına…

Badem bıyıklılar ne çalışkanmış meğer!?

Zihniyet, iktidara geldiğinden beri açılmadık fabrika…

Atmadık sanayi hamlesi…

Atmadık adım ve atılım bırakmadı. Üniversitelerde tam gaz…

Özgür ve özgün bir çalışma temposu hakim!?   

Patent üzerine patent alınıyor, Türk’ün adı, bilim camiasında altın harflerle yazılır hale geldi!?

Küçük ve orta ölçekli işletmeler tam kapasite çalışıyor…

Sokaklarda çalıştıracak adam bulamadığımız için…

Amerika’dan, Avrupa’dan ve hatta…

Afrika kıtasından işgücü ithal eder duruma geldik!

 

Dünya’da saate 300 çocuk açlıktan ölürken…

Yani her Allahın günü…

Saniyede 1 çocuk…

Açlıktan bu kahpe dünyaya gözlerini yumarken…

Pabuçlarımın ekonomisti…

Hariçten gazel okuyor!

 

Türkiye’de sokaklarda…

Kapalı kapılar ardında…

Kaç tane çocuk aç?

Kaç ana, baba…

İşsizliğin, parasızlığın pençesinde cebelleşiyor?

 

Adam sende…

Elâlemin p(…)’den bana ne?

Öyle ya…

Mesela futbolda şike, daha önemli!

 

Komşusu açken, tok yatan bizden değildir ifadesiyle, peygamber efendimiz ne demek istemişti acaba?

 

Pabuçlarımın ekonomisti dedikten sonra, pabuçlarımın Müslüman’ı mı demem gerekiyor?

Komşu Yunanistan’da insanlar galeyana geldi…

 

Borçları verdiniz, bizleri alıştırdınız, en kötü zamanda - şimdi de geri ödememizi istiyorsunuz

 

Yunan halkı böyle sesleniyor alacaklılarına…

Yunanistan hakkında bu ve benzeri haberleri okumak ve dinlemek mümkün…

 

Alacaklılar…

Osmanlıya uyguladıkları sistemi hayata geçirme telaşında…

Tam ve koşulsuz bir kapitülasyon!

 

Merkozy ve arkasına saklanan diğer alacaklılar, Yunanistan’dan tüm harcamalarında kısıtlamalar ve Avrupa konseyinden denetimi dayatıyorlar. Tüm harcamaları mı dedim?

Hay Allah…

Pardon, bazı istisnalar var tabii…

Bu istisnalara değinmeden, bazı hatırlatmalar yapmakta fayda görüyorum…

Osmanlı soyundan gelmese de, peygamber efendimizin soyundan geldiği iddia edilen soysuz…

Var ya hani, dünya basınının önde gelenlerinin birinci sayfadan verdiği, öve öve göklere çıkardığı, yetmedi başarı(sızlığını)larını destan yapan o diş kaynaklı medya kurumları…

Neden gerçekleri dile getirmezler acaba?

Yukarıda bugün itibarıyla borsa endekslerini yazdım, üretmeden tüketen bir toplumun, yine dışarıdan pompalanan Dolarlar sayesinde şişirilen borsası…

 

İyi de…    

 

-Bu para nerden geliyor?

-Ne amaçla Türkiye’de (geçici beklide kalıcı) depolanıyor?

-Ciddi bir muhalefet mutlaka bu soruların cevabını araştırmıştır!???

-Araştırdılarsa neden kamuoyunun bilgisine sunmuyorlar?

-Saf gurbetçinin dini duygularını sömürerek topladıkları paraları hangi fenerin altında kayıp ettiler?

-Uydurnamelerle Silivri başta olmak üzere diğer hapishanede çürümeye mahkûm edilenlerin hakkı, hukuku aranmaya çalışıldığında vahşi ve yırtıcı bir hayvana dönüşenler – neden kendi yedikleri bokları sümen altı ederken adeta dut yemiş bülbüle dönüyorlar?

-Türkiye’de şaibeli bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan, kıçları adeta koltuğa yapışmışçasına yerlerinden kıpırdamazken, örneğin dün istifa eden Alman Cumhurbaşkanı veya geçenlerde başarısızlığının faturasını halk oylaması sonucu ödeyen eski Duisburg belediye başkanı keyiflerinden mi, yoksa demokratik tahammüller gereği mi koltuklarını boşaltılar?

-Borsada yabancı yatırımcıya verilen kar ne orandadır ve bu paralar aslında kimin hakkıdır?

 

Bu sorulara daha onlarcasını ekleyebilirim ama amacım soru sormak değil önemli bir konuya dikkat çekmek. Gözünüzü dört açın.

 

Alın teriyle kazanılmayan paralar, borçlar iyi günü beklemez. Borç yiğidin kamçısı olabileceği gibi yiğidin sonunu da getirebilir!

 

Kamçı manyağı olan milletimiz…

Borç batağında!

 

Eloğlu avucunu ovuşturuyor. Yunanistan’a tüm harcamalarda kısıtlamalar getiren Avrupa…

Avrupa’nın iki büyük ekonomisi…

İki büyük silah üreticisi…

Yunan savunma harcamalarında hiç bir kısıtlamaya gidilmesini ön görmüyor!

 

Menfaat söz konusu olunca…

Kendi menfaati…

Ne birlik kalıyor nede dirlik!

     

Biz ilerisiyle uğraşırken…

İleri olduğunu iddia edenler…

Bir geriye baksa…

Örneğin Almanya’ya…

Ne görürler bilmem?

 

Adamların demokrasisi o kadar geri ki…

Adamlar uzlaşı kültüründen o kadar uzak ki…

Gelsinler badem bıyıklılardan demokrasi örgensinler!

 

Bilmem anlatabiliyor muyum?

 

                                                                        ***

 

22-28.02.2012

 

Çılgın proje 

 

Ben Allahın emirlerini yerine getirmeye çalışanlardanım.

Tümünü mü?

Ne yazık ki hepsini değil ama elimden geldiği kadar “temiz” bir hayat sürerek mümkün mertebe emirlerine uymaya çalışanlardanım. Ama bir emri var ki, onu layığı ile yerine getirdiğimi sanıyorum. Tabii bu emre bağlı diğer koşulları da…

 

Oku!

 

Okuyorum ve Allahın bana verdiği beyni kullanmaya çalışıyorum. Çünkü okudukça öğreniyorsun, öğrendikçe ahlak denilen kavram gözünde farklı bir şekil alıyor…

 

Türkiye…

Her cins insan…

Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Pomak’ı…

Hepimiz kader yoldaşı!

 

Sanki çile çekmek için bu dünyaya gelmişiz. Ama Allah bize bu bereketli toprakları laik görürken oku demiş, oku ki öğrenesin, öğrendikçe kafanı çalıştırasın…

Ama okumak kim, biz kim?  

Hele kafayı çalıştırmak…

Çalıştırıyoruz! Kısa yoldan köşeyi dönmek için. Bireysel, menfaatperest bir şekilde. Hâlbuki peygamber efendimiz başta olmak üzere tüm peygamberlerin öğretisinde birlikte hareket etmek esastır. Cuma namazının toplu kılınmasının nedeni nedir sizce?

Birliktelik duygusu! Birlikte hareket etmek, birlikte Yaradan’ına karşı görevini yerine getirmek!

Bir elin nesi, iki elin sesi var misali.

 

Boşbakan…

Boşboğazlılık yapıp emir buyurmuş…

Pekâlâ, emir “büyük” yerden geldi…

Bizde kin kusalım…

Kinini ayakta tutan insanların sonu malum!

Bu Atatürk milliyetçisine yakışan bir durum değildir. Ama Atatürk milliyetçisi unutmamalı, unutturmamalıdır!

     

Bu yazı…

Gelen, gideni arattırıra ithaf olunur!

 

Çılgın proje neymiş…

Nasıl olurmuş…

Ve bu çılgınlıkların getirdiği sonuçlara birlikte bir bakalım…

Öngörü sahibi, düşünen bir liderin çılgınlıklarının meyvelerini birlikte okuyalım…

 

2500 sene önce bir Çin imparatoru bazı bölümleri 9m derinlikte, 40 m genişlikte bir su kanalının yapımına başlamıştır. Bu kanal insanoğlu tarafından yapılan en uzun kanal olma özelliğini günümüze kadar korumuştur. Yaklaşık 1800 Km uzunluğa sahip bu kanal, Çin’e inanılmaz ekonomik bir katkısı olmuştur. Salt ekonomik katkıyla kalmayıp, kıyılarına kurulan yeni yerleşim yerleri, ulaşım ve haberleşme gibi birçok alanda Çinin gelişmesine katkısı olmuştur. Bilim serpilmiş ve yeni buluşlar getirmiştir. Özellikle gemicilik alanında yapılan icatlar günümüze kadar kullanılmaktadır. Sanat ve kültür alanlarında yapılan atılımlar yabana atılacak şekilde değildir.

Sosyoekonomik gelişim bir kanal sayesinde görülmemiş boyutlara erişebilmiştir. Bu kanal sayesinde, ipek Avrupa’ya kadar ulaşabilmiştir. Bu kanalın adı Çin Seddi değil, Çin Kanalıdır!

Yapım amacını bir kenara bırakırsak bu “çılgınlığa” gıpta ile bakmamak mümkün mü?

 

Gelin birlikte çılgın bir hayal kuralım…

Türkün yurdu Anadolu’nun kurak bölgelerinde böyle bir kanallın kurulduğunu hayal edelim.

 

Madem Çin’den sözü açtık…

Çin ile devam edelim!

Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye…

NATO’da, silahaltında tutulan asker bakımından ikinci ülkesi…

Türkiye!

Kendi askerine işgal kuvvetleri gibi bakan Türkiyeliler…

Patavatsız pe(…)ler!

 

Bir kaç soruyla başlayıp Çine geçelim…

Çağımızda…

Uydu teknolojisi ve ses hızını aşan savaş uçakları zamanında…

Bilmem kaç bin kilometre menzilli, tahrip gücü çok yüksek füzeler…

Kıtalar arası, atom başlıklı füzeler zamanında…

Üs neden gereklidir?

USS Enterprise gibi, 342,30 metre uzunluğunda – 38,50 metre genişliğinde; 76,20 metre yüksekliğinde, 93284 m³ su kaldırma kuvvetine sahip hacmiyle bir uçak gemisine neden ihtiyaç vardır?

 

Sahi neden?

 

Eskiden ulaşım zordu. Coğrafyanın değişik yerlerinde üslere ihtiyaç vardı. Bu üslerin hem bir askeri hem de ticari işlevi vardı…

Ya günümüzde?

Bu sorunun yanıtını sonraya bırakıp zihniyetin üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de, Türkün satılmadık limanını bırakmadığını hatırlayalım. Hatırlayalım ki, okuyacağınızı ve benim ne demek istediğimi daha iyi anlayalım.  

 

Yıl 1405

İstanbul’un fethi edilmesine daha 48 yıl var…

87 yıl sonra Amerika kesif edilecektir. Avrupa…

Belki bugün bildiğimiz gücüne hiç erişemeyecekti. Ama kaderin cilvesine bak ki…

Her şey çok farklı gelişti!

 

Dünyanın en büyük donaması (300 gemi, bazıları 120 m uzunluğunda, 50m genişliğinde - bkz. yukarıda USS Enterprise), Çin imparatorunun emriyle limandan denize açılır…

Pasifik ve Hint okyanusunu gezen, Umman denizinden Afrika kıyılarına kadar ulaşan devasal bir donama!

Vizyon sahibi bir imparatorun bilinmeyene, meçhule doğru yolculuğa çıkardığı ve gizli bir görevi yerine getirmekle yükümlü tutuğu, yaklaşık 30000 insan!

Avrupalılar daha “sandallarıyla” oynarken, Çin donanması sefere çıkmıştı!

Yıllar sonra Avrupalıların yola çıkaracağı en büyük donanmadan 50 kat daha büyük olan ve Avrupalıların aksine fetih, kan akıtma, sömürü sisteminden uzak bir yolculuktu bu. İlginç olan bu donamanın, Çin imparatorunun sarayında hizmet etmekle görevli - hadım edilen biri tarafından sevk ve idare edilmesiydi. Entrikalar, ihanetler salt Osmanlı sarayının bir geleneği değildi. Araştırıp okumanızı tavsiye ederim. Buradan Çin isimlerini veremiyorum, yazması güç – ancak tarihten yola çıkarak kolayca bulabilirsiniz. İktidardaki zihniyetin aksine kendi cebiyle meşgul, hayalperest biri olmayan Çin imparatoru, gerçek bir vatanseverdi ve ülkesini kalkındırmak istiyordu. Bunun için o zamana dair tüm bilgileri 11.000 ciltten oluşan bir kütüphanede toplar. Ancak bununla yetinmez, bilgi değerlidir ve bilgisini artırmak arzusundadır. Bu gizli görev ile donanmayı yola çıkaran Çin imparatorunun iktidarı zamanında, Çin Seddi’nin tamamlandırıldığını da ek bir bilgi olarak buradan arz ederim. Yüzlerce gemiyi nasıl ve hangi şartlar altında yola çıkardığı altı yüz yıllık bir sır olarak kalmıştır. Ta ki 2003 yılına kadar…

Arkeologlar 2003 yılında tersane kalıntılarına rastlarlar. Çin’de 1070 yılından beri tersanelerde gemiler yapılır. Bir düşünün, Malazgirt Meydan Muhaberesinden bir yıl öncesi adamlar tersane kurmuş harıl harıl gemi yapıyor. Avrupalının tersane “icat” ve kullanmasına daha 425 yıl var (1495). Bu gibi devasal bir projeyi hayata geçirmek için kurulması gereken lojistik desteği bir hayal etmeye çalışın. Bence bu tür lojistik ancak Mısırda, Firavun zamanında piramitlerin yapımı ile kıyaslanabilir.

Günümüze kadar gelebilen Çin icatlarından birini daha örnek gösterdikten sonra konumuza devam edelim. Çinlilerin 11. Yüzyıldan beri pusulayı kullandığını bir yana bırakırsak, gemileri su geçirmez bir şekilde bölmelere ayırmak bir Çin icadıdır. Bu icadın esin kaynağı ise bambudur. Bu icat sayesinde gemilerin statik yapısı değişmiş ve su almaları durumunda batma tehlikesi önemli ölçüde bertaraf edilmiştir. Avrupalılar bu teknolojiyi ancak 1866’da hayata geçirmiş ve ancak 20. Yüzyılın başlarında bu ölçüde gemiler yapmışlardır.  Böylelikle Çinlilerin gemileri yola çıktığında Kolumbus’un Amerika’yı keşif etiği gemilerinden 3 kat daha büyüktü.   

Çinlilerin lojistiği o kadar mükemmeldi ki bu donanmanı içersinde özel gemiler vardı. Tatlı su “tankeri”, soya fasulyesi yetiştirmek için özel “tarım” gemileri ve et ihtiyacını karşılamak için hayvanların beslendiği özel gemiler. Allah aşkına, kendinize karşı dürüst bir cevap verin;

 

Bu insanlar 14. Yüzyılda böyle bir seferi düzenleyebilirken, bu kadar ileri görüş sahibiyken, badem bıyıklıların yaptığı yarım yamalak düzenlemeleri bir göz önüne getirin ve kendinize sorun:

Badem bıyıklılar çıraklık evresinden çıktılar mı?

Eğer çıktılar diyorsanız!

Eğitim ile ilgili son düzenlemeyi hatırlatır, 4+4+4 derim. Ve hatırlatırım; özgüvene sahip olmayan bu – arkadaşlar - tepkiler sonrası yine çark etmeyi bilmişlerdir! 

 

Neyse biz yine konumuza dönerek devam edelim. Avrupalıların aksine kendi kültürlerinin üstünlüğüne güvenen ve bu sayede yolculukta karşılaşacakları devletleri iknaa ederek siyasi, ticari ve bilgi alış verişinde bulunabileceklerine inanan Çinliler, yedi sefer düzenler. Burada bir parantez açarak denizyolunun o zamandan bugünlere, önemini kaybetmediğini, AKP iktidarsızlığının satmadık liman bırakmadığını hatırlatmak isterim. Yoksa 397m uzunluğu ve 56m genişliği ile dünyanın en büyük konteyner gemisinin dünya denizlerinde sefere çıkması nasıl izah edilebilir?

“İyi niyet ve barışçıl” amaçlarla yola çıkan Çinliler gerektiğinde güç gösterisinde de bulunabiliyorlardı. Böyle bir donanmaya sahipken bunun zorluk çıkaracağını sanmak saflık olurdu zaten. Ve…

Donanma o günde, bugünde çok önemli bkz. USS Enterprise!

 

Nitekim Çin imparatorunun bu “çılgın girişimi” ülkeye çok fayda sağlamış, Çin bilgi ve bilimde önemli ölçüde öne çıkmış ve uzak doğudan Arabistan’a kadar egemenliğini kabul ettirmiştir. Sonra ne oldu dersiniz?

 

1422 Çin imparatoru ölür…

Onun ardından gelen donanmayı fesih etmiş ve yeni gemilerin yapılmasını yasaklamıştır, Çin yine içine dönük bir hayata geri dönmüştür. Neyse ki bu imparatorun ömrü fazla olmamıştır…

Ming hanedanlığının eriyip giden gücünü tekrar canlandırmak için 1430’da muhteşem bir Çin donanması tekrar denizlere açılır ancak bu son yolculuğu olacaktır. Kaderin bir cilvesi olsa gerek…

Çin donanmasının denizleri terk etmesi ile Avrupalıların denize açılması aynı zaman rastlar.

 

Kim bilir…

Belki Çin donamasını fesih edeceğine, büyütseydi…

Belki dünya Avrupalıların hegemonyasından mahrum kalacaktı!

                                                                        ***

29.02.2012

 

FaceBok

 

Soruyorsunuz…

Sorun, sormak ve sorgulamak hakkınız!

 

Neden Facebook kullanmıyorsun?

 

Bile bile…

Bokun içine girer misiniz?

Vallaha ben…

Bile bile girmem!

    

Mesleğimin bir getirisi olarak…

Bilgiişlemin birçok tarafını aydınlatmam gerekiyor…

Sormak ve sorgulamak, okumak, okumak ve tekrar okumak…

Ve anlamak ve anlatabilmek zorundayım.

Çünkü anladığınız taktirde anlatabilirsiniz!   

 

Anlamadan anlatmaya başladığınızda…

Hele…

Sorular karşısında bir anda tökezlemeniz kuvvetle muhtemeldir!

 

Bir madalyonun iki yüzü vardır…

Birini siz görürken…

Diğer tarafını başkası görür!

 

Bugün bildiğimiz…

Tanıdığımız, belki üye olduğumuz…

Birçok sivil toplum örgütünün temelini istihbarat servisleri atmıştır…

Derinlemesine bir araştırma yapmakta fayda var!

 

Kamuoyunun gücü…

Kamuoyunun yönlendirilmesi…

Günümüzde her zamankinden önemlidir!

 

Günde…

Dünya çapında…

600000

Doğru okudunuz altı yüz bin Facebook hesabı, hackerlerin eline geçiyor!

 

Bana ne…

Diyebilirsiniz ama ya bu hesaplardan biri size aitse…

Ve hackerlerden biri…

Sizin hesabınızı kullanarak…

Örneğin…

Çankaya noterinin…

Avratının yüzünü bir porno filmine montajlarsa…

Ve İnternette yayınlarsa…

Neler olur?

Polisin ilk muhatabı siz olmaz mısınız?

 

Neyse ki, genelde ele geçen hesaplar “reklam” amaçlı kullanılmaktadır…

Neyin reklamı?

Mesela porno filmlerinin. Adınızın pornocuya çıkmasını göze alabiliyor musunuz?

                                                                        ***

01.03.2012

 

Money can change everything

 

Ne olacaksın?

Nerede duracaksın?

 

Bir Atatürk milliyetçisi olarak…

Kin beslemeyi, nefret etmeyi kendime yakıştıramıyorum…

Hele öç almayı hiç ama hiç yakıştıramıyorum…

Allahın bana verdiği canı…

Allahın bana verdiği zekâyı…

Allahın bana verdiği sağlığı ve afiyeti…

Kendim, ailem, mensup olduğum milletim ve insanlık denen muamma için…

En iyi, en üretken ve en faydalı şekilde kullanmak…

Benim, bizim, bizlerin Allaha karşı bir borcu bilirim!

 

Belki nesli tükenen…

Bu dünyada süresini doldurmuş…

Ve çoktan yok olup gitmiş olması gerekenlerdenim!

 

Ama Azrail…

Defalarca kapımı tıklatmış olmasına rağmen…

Elimden tutup…

Beni bilinmeyene doğru götürmedi!

 

Demek ki…

Henüz çilem dolmamış…

Henüz Allahın bana takdir ettiği…

Ve beklide yerine getirmem gereken…

Tüm görevlerimi tamamlamamış bulunduğum içindir!

  

O halde doğru bildiğimi…

İnandığımı…

Arkasında sonuna kadar duracağım…

Gerçekleri sizinle paylaşmak…

Ve sizleri düşünmeye davet etmek…

İncilerden bir demet…

Düşünce lağımından bir buket…

Sunarak…

Aklınızı kullanmanızı…

Düşünmenizi, düşünmenizi, düşünmenizi istiyorum!

Necip Fazıl Kısakürek incilerinden bir demet…
Fethullah Gülen lağımından, hukuk hakkında kısaltılmış bir buket…

                                                                        ***

02.03.2012

 

Gözün, kalbin, kulakların ve beynin

 

Kaybetmeden değer bilmeyen…

Gözünün önündeki güzelliği görmeyip, güzeli dışarıdan arayan…

İstedikçe, isteyen…

Çekmeden anlamayan…

Güçlüye yaslanarak güç kazandığını sanan…

Güçlü yok olunca…

Zayıf kalan…

İnsan!

 

Dâhinin çilesidir yalnızlık…

Sormak ve sorgulamak…

Özgürlüktür…

Özgürlük demek mesuliyet almaktır…

Özgürlüğün yükü ise taşıyamayacağın kadar ağır olabilir…

Acıyı tarif edebilmek için…

Acıya katlanmayı öğrenmelisin…

Gerçekleri görebilmek için bazen kalbinin gözüyle görmeli…

Beyninle duymalısın!

                                                                        ***

03.03.2012

 

Padişah I Recep efendimize…

 

İlham…

Öteden gelen bir serzeniş…

Beşikteki bir bebek gibi…

Masum ve hassas…

His ediyorum dürüst olmam gereken bir gün…

Bugün!

 

Sizin saltanatınız zamanında…

Dünyaya gelmiş olmak…

Bu “yönetim “altında yaşamak…

Bir…

Bir Talihsiz…

Hesap hatasından ibaret!

 

Ama…

Saltanatınız zamanında…

Ölmek…

Bir zevk olsa gerek…

 

Şahsen…

Bugüne kadar yaptıklarınızı bağışlayabilirim…

Berrak, tertemiz dini duyguları kullanarak insanları aldatmanı…

Yalanını, dolanını…

Satıp, savmanı…

Miras yedi tavrını…

Milleti ve vatanı pazarlama çabanı…

Yandaşını, yoldaşını…

Kollamanı…

Çalmanı, çaldırmanı…

Bu temiz vatanı…

İnsanlarını…

İğrenç varlığınla bunaltmanı…

Can sıkıntısını…

İkinci sınıf siyaset anlayışını…

 

Ama…

 

Bir şey var ki…

Asla af etmem…

Ağzını açtığın andan itibaren…

Konuştuklarının…

Bende uyandırdığı tiksintiyi…

Bu duyguyu…

Asla af etmem!

 

Bir insanın yaptıkları zalimce olabilir, kendisi zalim olmasa bile…

Ve hayatın bazı anları vardır ki…

Bu deneyimi yaşamaktan ürker…

Yaşamaktansa ölmeyi yeğlersin!

 

Engin sular derin olur…

Aşar…

Sığ dereleri kolay geçersin…

Gezgin bir arayış içersinde…

İyiyi ve kötüyü…

Güzeli ve çirkini…

Olağanüstülüğü…

İnsani boyutların ötesinde…

Arar durursun!

 

Buldum dediğin zaman…

Gecikmeden…

İşte o an…

Başa döndüğünü anlarsın!

                                                                        ***

05.03.2012

 

Allahın izniyle

 

Güzelliğine güvenme bir sivilce yeter, zenginliğine güvenme bir kıvılcım yeter…

Demiş atalarımız!

 

Aklın yolu birdir…

Buna kim itiraz edebilir!

 

Ulaşmak isteyen için…

Tanrıya ulaşmanın yolu birçoktur… 

Onun gücünü, kudretini, sevgisini, şefkatini görmek isteyen için…

Gören göz ile…

Etrafına bakması yeter!

 

Ben kimim, neyim ki?

Ona olan imanım…

Olmasa!

 

Ben kimim, neyim ki?

Ailemin bana verdiği…

Güç ve sevgi…

Olmasa!

 

Yalnızlık Allaha mahsus derler.

 

Ben kimim, neyim ki?

Etrafımda benimle aynı düşünceleri…

Sevinci ve kederdi…

Dili, dini – imanı…

Gelmişi ve de geçmişi…

İstikbali paylaşan…

Olmasa!

 

Ben kimim, neyim ki?

Bu bereketli topraklar beni besleyip…

Zamanı geldiği zaman…

Üstümü örtmese…

Ardımdan bana ve tüm ölmüşlere…

Atalara, şehitlere…

Bir Fatiha okuyan…

Olmasa!

 

Ben kimim, neyim ki?

Özgürlüğümün…

İmanımın…

Dilimin…

Dinimin…

Irzımın…

Ailemin, milletimin ve de vatanımın…

Teminatı…

Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk…

Öğretmenler, hekimler ve hâkimler…

Ve bu vatan…

Bu millet için ölmeyi göze alanlar…

Tüm güvenlik ve asayiş kuvvetleri…

Olmasa!

 

Almanların bir özdeyişi vardır:

 

Glück und Glas, wie leicht bricht das!

 

Evet derinlemesine düşündüğünüzde bu söze katılmamak mümkün değildir, çünkü cam gibi mutlulukta çok hassas ve kırılgandır.

Biliyorum ideolojiye, kurucu felsefeye karşı – hem de kendi ellerimizle seçtiklerimiz ve onların atadıkları tarafından – sürdürülen saldırılar karşısında, aramızsa umutsuzluğa düşenler var.

Ama Allahın izniyle…

Birlik ve beraberlik, Mustafa Kemalin göstermiş olduğu yolda…

Kazanan…

Bizler ve milletimiz olacak!

 

Madem Almanların özdeyişiyle başladık…

 

Yaşam bir savaştır ve daima ölümcül bitter

 

Gayrisi yok!

                                                                        ***

06.03.2012

 

Tayyip Lirası

 

Yaşarken zafer üzerine zafer kazanan…

Yendiğini sanan…

Gaflet uykusuna da olanlar tarafından desteklenen…

Erdoğan!

 

Bil ki…

Türkiye Cumhuriyeti şehit kanı üzerine kurulmuştur…

Bu kan ki…

Her damlası bir o kadar gözyaşıyla birleşmiştir…

Emanettir…

Bu kadar kolay pes edeceğimizi sananlar yakında yanıldıklarını anlayacaklardır!

 

Sonsuz huzura kavuşan…

Ruhu şad olmuşlar tarafından çoktan yenildiğini anlamayan…

Sen!

 

Ölenler…

Özlem azabını çekmez…

Çaresizlik çölünde susuzluktan tekrar ölmez…

Kıvranmaz…

Ölmesini bilmedikten sonra…

Rahat bir hayat sürmek yetmez!

 

O yaşamasını da, yaşatmasını da…

Ölmesini de bilmiştir…

O ki…

Makamına zorbalıkla, yalanla – dolanla değil…

Eserleriyle…

Aklıyla…

Bileğinin gücüne…

Birliğin gücünü katmasını bilerek…

Bilgeliği ile oturmuştur!

                                                                        ***

07.03.2012

 

Sen kimsin?

 

Sen kimsin ki…

İnsanların hayatını zehir ediyorsun?

Sen kimsin ki…

İnsanlara acı çektiriyorsun?

 

İnsanlar yasalara bağlı olmalı…

Yasalarda hakkı da, cezayı da bulmalı…

Ve bu yasalar istisnasız herkes için geçerli olmalı!

 

İnsanlar inim inim inlerken…

İnsan başka bir insanın ahvalline bırakılmamalı…

Hakta, adalette budur!

                                                                        ***

08.03.2012

 

Adiliğin paçalarından akıyor

 

Daha dün haberlerde yer aldı…

Hapishaneler doldu taştı…

“Adalet” bakanın yeni düzenleme yapmak zorunda kaldı!

 

Kredi kartı…

Nakit sıkıntısı…

Pazarcı baktı, müşteri şaştı kaldı…

Bre imansız, yalanın ayyuka çıktı!

 

Madem ortalık güllük gülistanlık neden hapishaneler dolup taşıyor?

Madem Gayrisafi Millî Hâsıla artı, madem kişi başına düşen milli gelir artı…

Madem Türkiye büyüme rekorları kırıyor(!?)

 

Neden hapishaneler dolup taşıyor?

Neden gençler işsizlikten kırılıyor?

Neden insanlar yarı aç, yarı tok geziyor?

Neden Türkiye Cumhuriyeti bütçesi açık veriyor?

Neden cari açık, krize sebebiyet verebilecek oranlara erişebiliyor?

Neden çarsı, pazar ve de insanlar kan ağlıyor?

 

Cevap ver!!!

 

İnsanları küstahlıkla itham ediyorsun…

Allahın verdiği canı şüphesiz ki …

Yine Allah alır ve zamanını da O belirler…

Ancak…

Geçenlerde bir siyasetçi Kunta Kinte benzetmesi yapmıştı. Gerçekten de bizim ülkede birçok Kunta Kinte var. Örneğin Recep Tayyip Amerika’nın, Çankaya noteri İngiltere’nin Kunta Kinte’si.

O halde…

Asıl küstah kim?

Yalan yanlış bilgilerle insanları aldatan küstah kim?   

                                                                        ***

09.03.2012

 

TRT

 

Eğer siyasete soyunmamış olsalardı…

Bu kabiliyet ile…

Fevkalade iyi birer artist olurlardı…

Amerika Birleşik Devletlerine ve Dolara tapan iki ayaklı mahlûkatlar…

Ve Cemaat arasındaki ilişkisinin en iyi kanıtlarından biri, Fethullah Gülen soytarısının reklamlarını yayınlayan devletin televizyonu Türkiye Radyo Televizyon kurumudur!

                                                                        ***

11.03.2012

 

Parantez 

 

Parantez açmakta üstüne kimseyi tanımayan…

Parantez üzerine parantez açan…

Parantezleri açtığı gibi aslında kapatması gerektiğini unutan…

Belki de beceremeyen…

Göstermelik iş yapan…

Parantezleri kapatmadan yoluna devam edebileceğini sanan zihniyet!

 

Unutma…

Atatürk ve arkadaşları…

Laik, demokratik bir hukuk devleti olan…

Türkiye Cumhuriyetini öyle bir temel üzerine oturttu ki…

Yay misali…

Gerilse de…

Sıkışsa da…

Dışarıdan uygulanan kuvvet azalmaya başladığı andan itibaren…

Eski haline geri dönmeye başlar…

Ve sonunda esas halini alır!

                                                                        ***

12.03.2012

 

Bir tavsiye

 

Emir verdi…

Cumartesi, gerekirse Pazar çalışacaklar dedi…

Bu “iş” bitecek dedi…

Haliyle emir “büyük” yerden gelince…

Zorbalar “işe” koyuldu…

4+4+4+analarının bilmem nesi…

Komisyondan geçti!

İyi…

Güzel…

İleri zorba demokratlar…

Ve yöntemlerine karşı etkili bir öneride bulunmak istiyorum!

 

Cumhuriyet Halk Partisi…

Milliyetçi Hareket Partisi…

Ve hata…

Barış” ve Demokrasi Partisi milletvekilleri…

Ya adamakıllı - Osmanlı tokattı – atmasını örgensinler…

Ya da Uzakdoğu savunma ve dövüşme sanatına yönelsinler!

 

Demokrasinin…

Terbiyenin…

Öngörünün…

Milli menfaatlerin savunulduğu yer olması gereken…

Türkiye Büyük Millet Meclisinde…

Artık…

Başka türlü iş yapamazlar…

Kimin sayesinde?

 

Padişah I Recep Efendi yönetimi altında bulunan Atatürkçülüğü Katletme Partisi sayesinde!

                                                                        ***

13.03.2012

Bülent, Bülent!!!

Dünkü gelişmeler karşısında yaptığınız basın açıklamasını izledim. Bu zihniyet içersinde ele tutulur nadir insanlardan birisinız. Ancak, üzüm üzüme baka baka kararır misali…
Sizde de tutarsızlık ve çelişkiler sezinlemeye başladım!
Siz, siz olun eski çizgine dön. Tamam, avukatsınız dolayısıyla ağzınız iyi laf yapmaya alışık ama ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun.
Artık yalan ile o denli haşır neşir oldunuz ki, kendi yalanlarınıza kendiniz inandığınız gibi somut gerçekleri dahi saptırarak işinize geldiği gibi eğip bükebiliyorsunuz.
Bülent Bey, sizce hayata ne zordur?   
Unutmayın ki, atalarımız bile bunu dile getirme gereği görmüş.  

Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış!

                                                                        ***

14.03.2012

 

Nakarat

 

Hep aynı nakarat…

Sizi bilmem ama…

Sıkıldım, bunaldım ve bıktım.

 

Yalan yukarı…

Yalan aşağı…

Aldatmak…

Gösteriş…

Ciddiyetsizlik…

Hırs ve öç alma içgüdüsü…

Ucuza yazdırılan sansasyonel senaryolar…

Ve yalan, yalan ve yine yalan.

 

Bizim ki…

Nakaratı yaşamak var ya…

İşte o!

                                                                        ***

15.03.2012

 

Mahşer

 

Yok!

Yok işte…

Ne yaparsan yap…

Yok, yok, yok…

Adam yok…

Adam gibi adam yok!

 

El-hamdu lillah…

Müslüman bir ailen Müslüman evladıyım…

İyi bir kul muyum?

Bilmiyorum!

Zamanı geldiği zaman öğreneceğim…

Kuran-ı Kerim, İncil ve Tevrat…

Sıkıştığım zaman…

Ve biz insanlara özgü –özellikle– daraldığım zamanlar…

Başvurduğum, teselli aradığım kitaplar…

Ve İncil’de sözü edilen…

Mahşerin Dört Atlısı…

Dün haberleri dinlerken, nedendir bilmem aklıma geldi!

 

Yok, efendim 1m…

Falan filan…

Geç efendi geç!

 

Demir tavında dövülür…

Ana muhalefet partisi başta olmak üzere…

Muhalefet partileri ve teşkilatları da…

Arı gibi çalışmalı…

Seçmen ikna edilmelidir…

Tekrar ediyorum…

Demir tavında dövülür!

 

Gelelim Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı mini mahşerin dört atlısına…

 

AT

Atların Simgesi

Binici

Binici Simgesi

Güç

Binici Simgesi

Beyaz

Kutsallığı

Recep Tayyip Erdoğan

Yay taşır, taç takar

Savaşır ve yener

İsa’nın kral olarak hazır bulunuşu

Kırmızı

Dökülen kanların rengi

Beşir Atalay

Kılıç taşır

Savaş getirir

Savaşlar ve çatışmalar

Siyah

Ölüme yakınlığı

Abdullah Gül

Terazi taşır

Kitlik, açlık, yoksulluk

Kitlik, açlık, yoksulluk

Yeşil

Ölümün soğuk yüzü, çürüme

Fethullah Gülen

Ölüm

Salgın hastalık ve can güvensizliği

Ölüm, Öldürme, vakitsiz ölümler

 

Kıyam bu olsa gerek…

Çelişkimi?

İsterseniz bir daha düşünün…

AB(D)’den icazet almadan hareket etmeyenler!

                                                                        ***

16.03.2012

 

Dokunulmazlık

 

Demokrasinin beşiği Avrupa’da milletvekillerinin dokunulmazlığı vardır!

Bu dokunulmazlığın tarihçesi ta eski Yunana dayanır ve zorunluluktan dolayı hayata geçirilmiştir.

Ayrıntılara girmeyeceğim ama bu dokunulmazlık, o günden bugüne kürsü dokunulmazlığı ile sınırlıdır. Onun dışında milletvekili de, Başbakan da ve hatta cumhurbaşkanı da kanun önünde herhangi bir vatandaş gibi kanunlara ve anayasaya karşı sorumludur. Bir topluluğun meydana getirdiği devlet içersinde yediden - yetmişe herkes kanunlar önünde eşittir. Temsili demokrasinin en güzel özelliklerinden biri budur.

Soruyorsunuz, korkmuyor musun diye!

Biraz aklı olan herkes gibi bende korkuyorum ama korkunun ecele faydası yok ki…

Korkuyorum diye köşeme çekilecek değilim, bu bir!

Eğer gerçekten demokratik bir ülkede yaşıyorsam ve kanunlar herkes için geçerliyse mahkemenin vereceği karara boyun eğerim. Haklıysam haklıyım, haksızsam cezamı çekerim. Buda iki!

Şimdi soruyorum; senelerdir bu zihniyetin yönetimi altında yaşayan sizlere…

 

1. Adalet diye yola çıkan zihniyetin yönetimi altında özgürce, korkmadan düşüncelerinizi ifade edebiliyor musunuz?

-İfade edebiliyorum diyorsanız, Silivri toplama kampı ve yüzlerce gencin sırf düşüncelerini söylediler diye mahkûm edilmesi veya cezalandırılması karşısında tavrınız nedir?

-İfade edemiyorum diyorsanız, korktuğunuz veya endişelendiğiniz için konuşma ve düşüncelerinizi paylaşma özgürlüğünüzün kısıtlandığını his ediyorsanız demokrasi bu yönetimin neresinde?

2. Kalkınma diye yola çıkan zihniyetin yönetimi altında Türkiye Cumhuriyetinin, sizin ve çevrenizin kalkındığını gözlemliyor musunuz?

-Ekonomik refaha erdim diyorsanız bunu neye borçlusunuz? Yandaş mısınız yoksa yoldaş mı?

Kafanız herkesten iyi mi çalışıyor ya da ticari zekânız ve şansınız olağanüstü mü?

-Ekonomik refaha eremedim diyorsanız…

Mutlaka ya ulusalcısınız ya da aptal demeyelim de kafası az çalışanlardansınız!

-Türkiye Cumhuriyeti kalkındı diyorsanız…

Ya istatistiklere körü körüne inananlardan ya da hesap kitap bilmeyenlerdensiniz. Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış der eskiler…

O halde satılmadık kamu malı kalmadığı için fakir düştük demektir. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

-Türkiye Cumhuriyeti kalkınmadı diyorsanız…

Kalkınma bunun neresinde?

-Çevremde refah hakim diyorsanız…

Bir göz doktoruna gitmenizi öneriyorum!

 

Geçelim…

Türkiyeliler demokrasisinin, diğer demokratik toplumlara nazaran fazlası var eksiği yok!

Badem bıyıklı, göbeğini kaşıyan ileri demokratik zihniyet salt kendi (her anlamda) dokunulmazlığını düşünmüyor tabii…

 

Benim memurumun da dokunulmazlığı var diyor!

Ne güzel değil mi?

Özel sektörde bir personel yaptığı yanlışın hesabını vermek zorunda…

Dünyanın neresine giderseniz gidin bu böyle!

Devlet memuru da yanlış yaptığında en azından bir kınama cezası alır…

Dünyanın neresine giderseniz gidin bu böyle değil!

Mesela Türkiye’de devlet memurunun yaptığı yanlışın faturasını genelde vatandaş ödüyor!

Adalet bu işin neresinde?

Bir zümreden diğerine geçmesinde mi?

Kalkınma bu işin neresinde?

Bir kitlenin cebinden diğerine aktarılmasın da mı?

Adalette, kalkınmada toplumun en azından %85’ine erişebilmelidir!

Daha geçenlerde, hem de Türkiye ölçülerine göre…

“Sudan” sebeplerden dolayı Alman cumhurbaşkanı istifa etmek zorunda kaldı!

Hem de kamuoyu nezdinde yasal hakkı olan tazminatından vazgeçmek suretiyle…

Türkiye’de ise cumhurbaşkanlığı koltuğunda kendisine “emanet” edilen gurbetçi paralarını “kayıp” eden birisi, başbakanlık koltuğunda ise bir hükümlü hiç utanmadan - sıkılmadan oturuyor!

 

Gurbetçi dedikte…

Aklıma geldi birden…

Sahi, Deniz Fenerini kim söndürdü?

                                                                        ***

17.03.2012

 

Ortak şuur

 

Arkadaşlar, dünyanın dört bir tarafından – her Allahın günü artan sayıda -  sitemi ziyaret ediyorsunuz. Diyarbakır’dan, Edirne’ye, Asya’dan – Avrupa’ya, Okyanus ötesine kadar okuyucularım var. İlginizden ötürü teşekkür ederim!

 

Bizler ortak bir şuur etrafında toplanan insanlarız ve sanırım Atatürk’ün gerçek mirasçılarıyız. Bizleri para - pul, şöhret veya makam ilgilendirmiyor. İlkelerimiz altı ok etrafında toplanıyor…

Bu oklar ki bize VATANIN namus, vatan topraklarında yaşayan insanların ise kardeş olduğunu bizlere hatırlatıyor. Bizler Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ışığında, ayrıştıran zavallılar değil, birlik ve beraberliğin verdiği kudret ile hareket etmeye gayret eden, kısa vadeli menfaatlerin peşinde olmayıp, torun – topuz düşünen insanlarız!

Bizden sonra gelecek nesillerinde onurlu, hür ve refah yaşayacağı bir Türkiye istiyoruz.

 

Bu Türkiye ki bilimin, mantığın, şerefin, kardeşliğin ve insanlığın hakim olduğu bir Türkiye olmalı!  

 

Sahte hacıların – hocaların, hurafelerin, cehaletin, sahtekârların, yalancıların – dolandırıcıların, bilmem neyin peşinde olan cemaatlerin Türkiye’si olmamalı. Bunun için birlik ve beraberliğimizi korumalı, çalışmalı, çalışmalı, çalışmalıyız!

 

Bilmem kimin – bilmem neyin maşası olanları başımızdan def etmeli…

Özgüven içersinde özümüze dönmeliyiz!

 

Ne demişti Deniz Gezmiş?

 

Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği

      

Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyetini kurdu!

Temeli attı…

Sıra bizde…

Bu atılan temel üzerine…

BIR ULUS inşa etme sırası bizde!

                                                                        ***

18.03.2012

 

Zaman

 

İnsanlık tarihinde…

Zamanı gelen bir fikir kadar…

Yıkıcı…

Zamanı gelen bir fikir kadar…

Yapıcı…

Güç olmamıştır!

                                                                        ***

19.03.2012

 

Fotosentez

 

Yüzleşmemiz gerekir…

Artık gerçekleri görmemiz lazım…

 

Bir yanda…

Tayyip ile özdeşlesen 3T…

Tuzak…

Talan…

Tahrip…

Öte yanda…

Taaa başlarında…

Mao Zedong çizgisindeki PKK…

Ki, eminim günümüzde PKK yandaşlarının birçoğunun Mao Zedong, Lenin, Marx ve Engels’in isimlerini duymuşluğu vardır ama bu insanların felsefi derinliklerini, ne demek istediklerini, neyi savunduklarını bilmiyorlar. Komünizmin K’sından habersiz, Komünist manifestoyu okuyup anlamadan…

 

Nevruz kutluyorlar!

 

Dün kalkıp…

Cayır cayır ağaç yakmışlar…

Rahmetli Atatürk…

Salt asırlık bir ağıcı kurtarmak için, trenin güzergâhını değiştirtmiştir!

 

Nesillerdir İstanbulluyum…

Nerede çocukluğumun İstanbul’u…

Artık beton yığını…

Hem de çürük çarık, püf desen yıkılacak…

Deniz kumunun tuz kristaliyle parıldayan binalarıyla…

Yeşile hasret!

  

Ki, bitkiler ve ağaçlar…

Oksijen demek…

Yaşamak demek…

Yaşam sevinci demek…

Tıpkı Nevruz gibi…

Ama Komünizmi anlamayan…

Nevruzu nasıl anlasın ki!

                                                                        ***

20.03.2012

 

6 Lira yaş odun parası

 

Yüreğimi yakıyor, dile getirip yazıya dökemedim…

Yazmaya fırsatta bulamadım…

Ama bugün yazacağım!

 

Haberlerde yer aldı, bilmiyorum dikkatinizi çekti mi?

Bir anne…

Cebinde son 6 Lirası kalmış…

Çocuklarına ekmek mi aslın?

Odun mu?

Gitmiş oduncuya…

Oduncu kadıncağızın haline acımış…

Vermiş bir kaç yaş odun…

Kadın evde odunları tutuşturamamış…

Baba ekmek parası peşinde…

Uzaklarda…

Kadıncağız çaresizliğin…

Beklide umutsuzluğun verdiği bıkkınlıkla…

Çocukları bırakıp yan odaya geçmiş…

Ve intihar etmiş!

 

Tayyip’in Türkiye’sinde…

Büyüme rekorları kıran Türkiye’sinde…

Kişi başına gelirin bilmem kaç kat arttığı Türkiye’sinde…

Refahın, bolluğun ve özgürlüğün hüküm sürdüğü Türkiye’sinde…

Analar ve babalar…

Çocuklarının önüne bir dilim ekmek koyamayan…

Analar ve babalar!

 

Bu kaçıncı intihar?

Yoksulluğun…

İnsanları intihara sürüklediği…

Türkiyeliler Türkiye’si…

Tayyip’in Türkiye’sinde!

                                                                        ***

21.03.2012

 

Fırat

 

Şu Fırat’ın suyu akar serindir…

Yârimi götürdü kanlı zalimdir…

Daha gün görmemiş taze gelindir…

Kör olası zalim Fırat ocaklar yakar…

Söyletmeyin beni anam yaram derindir…

 

Şair böyle der…

Ortadoğu’nun can damarlarından birini tarif ederken…

Fırat Ortadoğu’nun aortuysa…

Dicle’de ciğerleridir!

 

Daha dün Barzani bağımsızlık hayallerini tekrarladı…

Her zaman ki gibi hayal peşinde…

Hayalleri de büyük hani!

 

Büyük Kürdistan…

Siz Kürdistan’ınızı nerede kurarsanız kurun…

Bana ne…

Ama…

Misak-ı Milli sınırları içersinde…

Değil Fırat ve Dicle’den vazgeçmek…

Atatürk’e, ilke ve inkılâplarına gönülden bağlı…

Atatürkçüler…

Ben ve benim gibi düşünenler…

Hayata olduğu müddetçe…

Bir çakıl taşı dahi alamazsınız…

Bu böyle biline!

 

Bu topraklarda doğup, büyüyen insanlar…

Bizler kader kardeşiyiz…

Ruh ikiziyiz…

Tek yumurta ikizi olmasak bile…

Kardeşlik ruhu ile bezenmiş…

Anadolu çocuğuyuz!

 

Büyük siyaset peşinde koşan…

AB(D) siyasetinin maşası olan…

Gündelik, olağan, ufacık tefecik şeylere takılıp kalan…

Eline, yüzüne bulaştırmadan bir iş beceremeyen…

Recep Tayyip Erdoğan…

 

Bil ki…

Diyarbakır röportajını Internet’ten sildirmeyi “başarmışsın”…

Bugün değil ama…

Belki bir gün sitemden yayınlarım…

Henüz zamanı gelmedi!

  

Haklısın…

Seni ve zihniyetini eleştirirken…

Kıçıyla değil…

Beyniyle eleştirmesi gerekenler…

Bu işin hakkını vermiyorlar…

Olsun!

 

Bir gün gelecek…

Ve maymunun gözü açılacak!

                                                                        ***

22.03.2012

 

Abidik gubidik Twist

 

Benim motor yine teklemeye başladı…

Pöf, pöf – öf, öf gidiyoruz…

Kaporta Yaradan’a yan bakıyor…

Marş basmıyor…

Yılların pası…

Kaportayı da, tesisatı da kemiriyor…

Hurda dökülüyor…

Ve ustalar çaresiz!

 

23 senedir bu motorla idare ettik ama…

Daha ne kadar gider bilmem…

İstop etmeden bir yazı daha yazayım dedim…

Ondan sonra bana bir kaç gün müsaade…

Malum…

Hatırlı okuyucularım bilirler…

Nedendir bilmem…

Motor birkaç gün sonra…

Ama iyi ama kötü çalışmaya başlıyor!

 

Geçelim…

 

Nerede kalmıştık?

Hah!

Tamam, büyük siyaset peşinde koşup; AB(D) siyasetinin maşası olanda. Plân göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisizleştirilmesi gerekiyor ki, Büyük Ortadoğu Projesi gereği “Büyük Kürdistan” kurulabilsin. İstihbarat ve araştırma merkezlerinin öngörü ve kurguları dâhilinde geliştirilen senaryolar; ülke içi isyandan – dışarıdan gelen silahlı müdahaleye kadar uzanıyor.     

“Büyük Kürdistan’ın” kurulacağı dört ülkeden biri olan Türkiye zincirin son halkası; Irak tamam, Suriye “yolda” ve Iran - Avrupa Borsacılarından - aldığım son haberlere göre bir bahaneyle saldırıya uğrayacak!?

Bu beklenti AB(D) ve İsrail işbirliği ile gerçekleşebilecekken, daha bugünlerde dünya borsalarına yansımalarını da bire bir izleyebiliyoruz. Ancak…

Badem bıyıklılar sıra Türkiye’ye gelene kadar, bu oyunun hangi perdesinde yer alacak?

Ve daha da önemlisi sıra Türkiye’ye gelince ne yapacak?

 

Komşularıyla sıfır sorun siyaseti güden zihniyet…

Abidik gubidik twist…

Lap, lup, laba - luba twist, twist…

 

Yoksa kuzu postunda bürünmüş kurt mu?

Abidik gubidik twist…

Lap, lup, laba - luba twist, twist…

 

Libya’nın ardından Suriye’de de…

Türkiye’yi suçlayan sesler sizce nasıl yorumlanmalı?

 

Çıkmaz ayın son çarşambası 12 Eylül’ün hesabı kapanıp, çılgın projelerin temelleri atıldığında…

Abidik gubidik twist…

Lap, lup, laba - luba twist, twist…

 

Dindar ve kindar bir gençlik isteyenler…

Abidik gubidik twist…

Lap, lup, laba - luba twist, twist…

 

Satılacak bir şey bulamayınca…

Abidik gubidik twist…

Lap, lup, laba - luba twist, twist…

 

Parasızlık karşısında, 2B’ler ve bedellilerden medet umarlar!

 

Satılıyoruz…

Ey millet, satılıyoruz…

Açık arttırmayla satılıyoruz!

 

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni etkisizleştirebilirsin…

Ama Atatürkçünün yüreği…

Sana da, Ona da yeter!

 

Türk milletinin ve Atatürk’ün düzenli orduları yoktu…

Türk’ü, Kürdü, Ermeni’si cepheye koşarken…

Cephe arkasında kadınlar ocakları tüttürüyordu…

Bu vatan böyle kuruldu!

 

Gazetelerde çarşaf, çarşaf ilanlar…

Arap ve İngiliz ile pazarlıklar…

Milletin anası ağlar…

Abidik gubidik twist…

Lap, lup, laba - luba twist, twist…

 

Sevda Tepesi gayri Arap’ın ama…

Ziyanı yok…

Beşinci Levent, üçüncü köprü sizleri bekler…    

Abidik gubidik twist…

Lap, lup, laba - luba twist, twist…

 

Taksimde var bir durak,

Durakta bir kadillak,

Kadillakta bir manyak,

Twist yap abi dalgana bak.

 

 

Bay bayanı kucaklar,

Çıkar güzel bacaklar,

Bu yüzden değil midir?

Söner nice ocaklar.

 

 

Altında arabası,

Yerinde fiyakası,

Kıvır yavrum çalkala,

Şimdi Twist modası.

 

Kafa, kol, gövde, bacak,

Bunun sonu ne olacak?

Ya sonu tımarhane,

Ya hastane olacak.

 

            Adnan Varveren

 

Kafayı mı yedim ne?
               J

                                                                        ***

23.03.2012

 

Yanılmayı çok isterdim

 

Ama…

Hapishaneler dolup taşıyor…

Hükümet atmış elini milletin cebine çıkarmıyor…

İşsizliğin meyvesi hırsızlar…

Hem de öyle böyle değil…

Kol geziyor…

Şimdiye kadar görülmemiş oranda boşanmaların nedeni…

Maddi sıkıntılar…

 

Ve…

 

Allahın kutsal saydığı…

Evlilik müessesini ayakta tutmaya çalışanlar…

Çoluk çocuk perişan olmasın diyenler…

Ve çektikleri cefalar…

 

Mesela, dün haberlerde yer aldı…

Kalkıp Anadolu’dan İzmir’e göç eden genç bir çift…

Ve iki yaşında bebekleri…

Baba sabıkalı, İzmir’de de iş bulamamış…

Kayınpeder taşınınca…

Kalmışlar sokaklarda ve Cami tuvaletini mesken edinmişler…

Gündüzleri parklarda…

Geceleri iki yaşında bebek ile Cami tuvaletinde…

Konu – komşu ve esnaf bakıyormuş bu genç çifte…

 

2012 yılının Türkiye’sinde…

Hem de adalet ve kalkınma iddiasında bulunan…

Muhafazakâr olduğunu ilan eden…

Avaz, avaz ben Müslüman’ım diye haykıran…

Bir zihniyetin “yönetimi ve denetimi” altında…

Bu gibi “görüntülere” fazlaca rastlamak mümkün…

Pis günahları boyunlarına…

Ama bana öyle geliyor ki…

Sanki Cuma Namazı dâhil…

Bilimum ibadet vesilesini, salt gösteriş için kaçırmıyorlar…

 

Bir insanın ağzından çıkan söz, senettir…

Ailem bana böyle öğretti…

Böyle büyüdüm, böyle gördüm ve böylece öleceğim…

Laf olsun diye…

Desinler diye…

Dostlar alış verişte görsün diye…

Siyasetçi olsan bile…

Laf edilmez…

Söz ve icraat bir bütündür ve el ele gider…

 

Not: Gerçekten kalbim çok ağrıyor, hastayım ama dayanamıyorum. Bu adamların sözlerine, gerçekleri gördükçe dayanamıyorum!!!

 

Devam edecek

                                                                        ***

24.03.2012

 

Çetrefilli işler…

Para ister!

 

Para güçtür…

Dünde böyleydi bugünde öyle…

Bizzat şahit olduğum…

Kendi gözlerimle gördüğüm…

Kulaklarımla duyduğum gerçekler…

Ve hak edilmemiş servetler!

 

Biri din, iman namına…

Diğeri “bağımsızlık ve özgürlük” adına…

Toplar “bağış” adı altında…

Euro’lar, Dolar’lar ve Lira’lar…

Bu paralar ki sıkışır kalır…

Hem de lingo lingo memeler arasına…

 

Tövbe, tövbe deme arkadaş…

Biri tahta oturdu mu…

Keseye dikkat edeceksin…

Para girer ve girdiği gibi çıkar ama nereye?

İşte buna dikkat edeceksin…

 

Gayme deyip geçme…

Erkeler…

Gaymeler ve mis gibi kokan memeler…

Oh ne güzeldir birader!

                                                                        ***

25.03.2012

 

Teveccüh gösteriyorsunuz

 

Teşekkür ederim…

Ancak…

 

Gözlerime mi inanayım…

Zihniyetin sözlerine mi?

 

Müthiş haberler…

Rivayetler…

Düzenbazlar…

Sahtekârlar…

İftiralar…

Kara çalmalar…

Yalanlar…

Dolanlar…

Ses ve görüntü kasetleri…

Kanıtlanamayan iddialar…

Ve Tümünün vebali büyüktür…

Allah katında da, kul kapısında da!

 

Fethullah Gülen, Ismail-Ağa cemaati ve niceleri bu işe el atmasaydı…

Bu zihniyet bu akılla bunca vebalin altına giremez  bu iş olmazdı ya…

Biz yinede son gelişmelere bir bakalım…

 

Gözünüzden, dikkatinizden kaçmış olabilir…

Ergenekon denen - susturma ve sindirme - davasında…

Kanıtların arasına giren krokilerden bazıları…

İddia edildiği gibi…

CD ve DVD üzerine kayıt edildiği tarihlere ait değilmiş…

Bu krokilerin bazıları Microsoft şirketinin aradan bayağı bir zaman sonra piyasaya sürdüğü yazılımlarla hazırlandığı kanıtlanmıştır, hem de bizzat yabancı uzmanlar tarafından!

 

Yok, artık demeyin!

Haberler böyle…

Şaşırmamak gerekir…

Çünkü…

Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış!

 

Hayıflanmamak gerek…

Türkiye’nin bu durumunda…

Tarafsız kalmayı tercih edenleri anlayışla karşılıyorum ama…

Tarihle ilgilendiğimiz kadar güncel ile de ilgilenmeliyiz ki…

İstikbalimizi belirleyebilelim…

Bugün alınan kararlar…

Yarını belirler…

 

Bu durumda…

Bu şartlar altında…

Güncel ile ilgilenme zorunluluğu…

Taraf olmayı gerektiriyor!

  

Taraf olmak…

Padişah I Recep efendinin söylediği gibi…

Bertaraf olmak anlamına gelmemeli…

Bir Atatürk milliyetçisi olarak…

Benim anlayışıma göre…

Muhalif olmak hasımlık gerektirmez!

 

Akıl akıldan üstündür…

İnsan olmanın gereklerinden biride…

Kendin ve çevren için sorumluluk almaktır

Ve bu gerçeklerin yansıması…

Atatürkçülüktür!

 

Aksine bencilik denir.

Atatürkçünün en büyük korkusu…

Üstlenmiş olduğu sorumluluğu yerine getirememektir…

Ve bu korkuyu…

Geçmişte yapılan hatalardan dolayı…

Günümüzde somut bir kâbus olarak yaşıyoruz!

                                                                        ***

26.03.2012

 

Boş adam

 

İlkokul mevzunu olduğumu yazsam…

Ben Önder Gürbüz değil miyim?

Ben, ben değil miyim?

Ben dilimin döndüğü, bilgimin yetiği yere kadar sizlerle düşüncelerimi paylaşan değil miyim?

Bu düşünceler ki…

Yanlış olabileceği gibi doğru da olabilir…

Çünkü…

Ben yalnızca bir insanım…

Üniversite mevzunu olsam…

Yine ben, ben değil miyim?

Profesör olsam…

Değişen ne olur?

 

Yazık bunca emeklerime…

Gerçekten çok yazık!

 

Sırtını iktidara dayayan…

Sırtını güçlü olana dayayan…

Bir zavallı değilim!

 

Allahtan ve ailemden başka kimseye sığınmam…

Babam hakkın rahmetine kavuşalı yıllar oldu…

Dedelerim, ninelerim hepsi öldü…

Onun için…

Allahtan ve anamdan başka kimseye boyun eğmem!

 

Büyüklerimi sayarım…

Küçüklerimi severim…

Ama saygıyı ve sevgiyi hak ettikleri müddetçe!

 

Doğru bildiğimi…

Gördüklerimi…

Varsa elimde fazladan üç - beş

Paylaşmayı severim…

Böyle öğrettiler bana…

Paylaştıkça güç kazanılır…

Ve Allah paylaşana verirmiş derler…

Tüm dinler böyle der…

Paylaş!

 

Zayıf olandan yana mıyım?

Hayır!

Haklı olandan yana…

Bu haklı kimi zaman zayıf olan, kimi zaman da güçlü olanda olabilir…

Önemli olan haklı olmasıdır!

 

Okumakla…

Bir unvan sahibi olmakla…

Adam olunmaz…

Boş adam olmaktansa…

Ölmeyi yeğlerim…

İnşallah…

Boş değilimdir!

                                                                        ***

27.03.2012

 

İdare-i maslahat siyaseti

 

Etliye, sütlüye karışmadan yapılan siyasete denir…

Anlayacağınız, vaziyeti idare et siyaseti yani…

Milli burjuvaziyi yeniden ama farklı bir şekilde yaratan zihniyet…

Para gibi korkunç bir silahı kimlerin eline teslim ettiğinin farkında…

Düzeni, telafisi mümkün olmayacak şekilde bozmaya çalışıyorlar ama…

Maslahat ve laf-ü güzaflıkla…

Umdukları sonuca varamayacaklar!

 

Yazıda gelse, turada gelse kaybeden Türkiye olduğu için…

İnsanlar bu durumun, eninde sonunda farkına varacak!

 

Velâkin para yaman bir silah olduğuna göre…

Bizlerin…

Arı kovanına çomak sokarken…

Bir o kadar dikkatli olmasında fayda var…

Çünkü para kazanmasını sevmeyen ama hesapsız para harcayan bir milletiz…

Ve Türkiyeliler parayı dayadıkça…

Durum onu gösteriyor ki, kaybeden Türk ve Türkiye olacak…

Bu düğümü çözdüğümüzde…

Ve birlikte hareket etmeye başladığımızda…

Kanaatim o dur ki…

Kazanan milletimiz ve Türkiye olacak!

 

Rivayet mi desem, gerçek mi desem bilmiyorum!

Ta Osmanlıdan kalma bir alışkanlıkla…

El - avuç açmayı…

Rica - minnet iş yaptırmayı…

Rüşvet almayı…

Sorumsuz bir şekilde çalışmayı…

İdare et ağabey demeyi…

Boyun bükmeyi…

Marifet sanmışız!

 

Çürüdük biz…

Çürüdüğümüzün farkına varmadan…

Çürüttüler bizi!

 

Türkiye…

Dışarıdan idare ediliyor dendiğinde kızanlar…

Güney Kore’de…

“İki” liderin bir araya gelmesine şahit olmadılar!

  

Görüntüler…

Ve özellikle Obama’nın, Erdoğan’a bakışını görenler…

Daha çok emirlerinin yerine getirilmesinden hoşnut olan bir liderin…

Hizmetçisine bakışlarını anımsadılar!

                                                                        ***

28.03.2012

 

20 Tayyip Lirası

 

Kendini gerçekten olduğu gibi göstermeyen…

“Müslüman bir lider” olduğu iddia edilen…

İnsanları böyle kandıran…

Dini, imanı para olan…

AB(D)’li has oğlan…

Erdoğan!

 

Ve AKP belediyesi tarafından “yönetilen” İstanbul…

 

İstanbul Deniz Otobüsleri işletmesi…

Artık 20 Lira ek ücret vereni…

Hiç beklemeden sıranın en önlerine alacak…

Bu işin altında art niyet arama…

Maksat vatandaşa hizmet olsun…

Adalette budur…

Kalkınmada!

                                                                         *

Birlik

 

Denizse, deniz…

Dağsa, dağ…

Kumsa, kum…

Camiyse, cami…

Karsa, kar…

Kiliseyse, kilise…

Çölse, çöl…

Tarihse, tarih…

Medeniyetse, medeniyet…

Dostluksa, dostluk…

Yiyecek - içecek, Allah ne verdiyse…

Kalleşlikse - o da var - kalleş…

Yok, yok yani…

Bir olmayan…

Birlik!

 

Şu cennet vatanımızda taşı sıksan…

Bereket fışkıracak…

Allah ne istediysen vermiş…

Belanı mı arıyorsun lan!!!

                                                                        ***

 

29.03.2012

 

O olmasa öteki

 

Badem bıyıklı zihniyet olmazsa…

Eninde sonunda, köktendinci zihniyet bu işe bir nokta koyacak. Badem bıyıklı zihniyet, “elhamdülillah” Türkiye’yi Arap saçına döndürdü ama henüz hepimizi susturamadılar!

Ben kendi adıma zaten susmuyorum, susmayacağım!

Hakkımda yakında Salman Rüşti misali, katli vaciptir fetvası çıkarırlarsa hiç şaşırmayacağım. Özellikle şimdi yazacaklarımdan sonra…

Gördükçe, okudukça ve dinledikçe…

Bu insanların aklına şaşıyorum!

 

Sözlerime devam etmeden önce Devlet Bahçeli denen insana cevap verme gereği görüyorum…

Çünkü vereceğim cevap bu yazının içeriği ile doğrudan ilgilidir!

Sözlerimi sakın kimse o ya da bu yana doğru çekiştirmeye çalışmasın. Kuracağım cümleleri – kullanacağım kelimeleri özenle ve dikkatle seçtim. Ne yazıyorsam onu demek istiyorum.

 

Salı günkü grup konuşmasında; şehitlik mertebesini doğrudan Müslümanlık şartına bağlayan kişinin din bilgisine şaşar kalırım. Bu ilk gafında değil üstelik…

Parti başkanı olmuşsunuz ama genel kültür bakımından;

Sıfır, oturunuz yerinize!

 

Şehitlik mertebesi salt Müslümanlığa özgü bir kavram değildir ve örneğin Hıristiyanlıkta da geniş bir yer alır! Bu makalede şehitlik kavramını irdeleyecek değilim. Dikkatinizi başka ve kanımca daha önemli bir konuya çekmek istiyorum. Laik - demokratik bir devlet yapısında, devlet herkese ve her şeye eşit mesafede yer alır. Devlet, bir konuda değerlendirme yaparken yürürlükte olan kuralları yani kanun hükümlerini esas almak zorundadır. Bunun yanı sıra konuyu hükme bağlarken, toplumsal yapıyı, bazı gelenekleri, benzer konularda daha önce hukuk tarafından alınan kararları ve saire gözetebilir ve ona göre bir yargıya varabilmektedir. Aslına bakarsanız buraya kadar bir nevi adil bir düzeni tarif etmiş bulunuyoruz!

 

Peki, …

Konu din ve günümüzde özellikle Müslümanlık olduğunda durum neden farklılaşıyor?

Gelin sizinle bir kaç bin yıl geriye gidip, konuyu toparlayarak günümüze gelelim.

 

 

Geçmişle bugün arasında en önemli fark olarak devletin, günümüzde o devleti oluşturan her bir bireyin oluşturmasıdır. Yani şu veya bu devlet dendiğinde akla belirli bir kamu ve kamuoyu gelir. Bu kamudan söz edildiğinde ise akla o devlet gelir. Tabii burada demokratik bir anlayıştan yola çıktığımızı ayrıca belirtmeme gerek yok sanırım. Bu hep böylemiydi?

Hayır!

Çağımızda bu algı tüm ülkeler için geçerli mi?

Hayır!

Yazdıklarımın ilk bakışta bir çelişki içerdiğini düşünebilirsiniz ama bu konuya makalenin daha ileriki bölümlerinde derinlemesine tekrar değinmek istediğimden, burada ayrıntılarına girmeyeceğim.

 

Konuya akla yakın birkaç soruyla giriş yapmak istiyorum:

 

Müslüman’ı Tanrı yarattıysa Hıristiyan’ı, Musevi’yi kim yarattı?

Musevi’yi Tanrı yarattıysa Müslüman’ı, Hıristiyan’ı kim yarattı?

Hıristiyan’ı Tanrı yarattıysa Musevi’yi, Müslüman’ı kim yarattı?

 

Bu soruları sorduktan sonra akla bir soru daha geliyor ama o soruyu sonraya bırakalım!

Devam edecek

                                                                        ***

Ölümsüzlük insanlık tarihi kadar eski bir konu olsa gerek. İman eden insan için ölümsüzlük vardır! Çünkü Allaha, Kitaplarına, Meleklerine, Cennete ve Cehenneme inan için Tanrı, insanoğlunu yaratmıştır! İnsanoğlunu Ondan gelmiştir ve tekrar Ona dönecektir.

 

Allahın koyduğu kuralları bir tarafa bırakma veya bu kurallara yenilerini ekleme cüretini gösteren ise yine insanoğludur…

  

Allah, insanı yaratmakla kalmamış ona doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilmesi için tüm donanımı vermekle birlikte ek olarak “kılavuzlarda” vermiştir…

Kitaplarıyla insana kendisine giden yolu göstermiştir!

Ancak, omuzlarının üstünde taşıdığı nesne ile ne yapacağını bilemeyenler…

Allaha, Allahın yaratığı insana…

Benim görüşüme göre, büyük bir saygısızlık göstererek dini kimliği öne çıkarmış, bununla yetinmeyip birde mezheplere ayrılmışlardır.

 

Bu anlayışa göre Müslüman, Hıristiyan’dan veya Musevi’den üstündür…  

Bu anlayışa göre Hıristiyan, Müslüman’dan veya Musevi’den üstündür…  

Bu anlayışa göre Musevi, Hıristiyan’dan veya Müslüman’dan üstündür…  

 

Eğer bu anlayış doğruysa…

Şu sonucu çıkarmak mümkün mü?

 

Allah yanılmış olabilir mi?

 

İnsanı durduk yere günaha sokuyorlar ama bunları yazmak mecburiyetindeyim…

Çünkü gelecekte daha iyi bir dünya, insanlar arasında daha adil bir hayat olabileceğine dair umudumu korumak istiyorum.

 

Bu anlayışın ne kadar yanlış olduğunu…

Özellikle mezhep hegemonyasının insanlar üzerinde yarattığı baskıyı ve yanlışlarını dile getirmekle kalmayıp elimden geldiği kadar somut kanıtlarla sizlere anlatmaya çalışacağım.

 

Devam edecek

                                                                        ***

Hak dini olarak tabir ettiğimiz dinler yukarıda sözü edilenler olarak kabul edilir. Bu dinler içersinde yaşanan “bölünmeler” bir nevi yorum farkından oluşmaktadır. İşte bu “yorum farkı”, muhtemel dayanakları ve nedenleri bu makalenin ana temasıdır. Hak dinlerinin yani sıra Budizm, Hinduizm gibi “bireysel ve toplumsal yaşamı düzenleyen” dinler, tabiri caiz ise anlayışlarda kabul görür.

Bu açıklamaları yaptıktan sonra, en eski medeniyetlerden biri olarak kabul gören Mısıra, daha doğrusu birlikte dört bin yıl önceki Mısıra gidelim. Ama önce son Hak dini olan Müslümanlıkta Allahın kelâmını birlikte okuyarak hafızalarımızı tazeleyelim.

 

Kuran-ı Kerim, Alâk (Ikra) suresi ile şu şekilde başlar:

 

Bismillahirrahmânirrahim

 

Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı

Oku senin Rabbin en cömert olandır

O, kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini öğretendir

Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder

Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir

Sen, namaz kıldığında kulu engelleyeni gördün mü?

Ne dersin, ya o hıdâyet üzere ise; ya da takvayı emrediyorsa!?

Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse?

O Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?

Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı günahkâr perçeminden yakalarız

Haydi, taraftarlarını çağırsın

Biz de zebanileri çağıracağız

Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş

          

Allah insana ne diyor?

Oku…

Öğren…

Kalem…

Azandan sakın…

Aldanma…

Yaradan’ına dön diyor!

 

Kalem tut…

Oku ve örgen!

Ne güzel değil mi?

 

Buradan son kez tekrarlamak istiyorum…

Allahsızlık…

Kitapsızlık…

Ve imansızlıkla uzaktan yakından bir ilgim yok…

Ateist değilim…

Ve Allahtan başka kimseye karşı kendimi mesul his etmiyorum…

Ama madem Yaradan bana akıl ve düşünme yetisi vermiş…

Bu makalenin içeriğini ister beğenin, ister beğenmeyin…

Hiç düşünmemekten, akıl denen şeyi kullanmamaktansa…

Yanılmayı, birisi çıkıp da bana “doğrusunu” öğretene kadar bu “yanılgıyla” yaşamayı yeğlerim…  

Düşünüyorum o halde varım!

 

Kalem tutmanın, okumanın, öğrenmenin taççı bilim!

O bilim ki, gerektiğinde bereket, bolluk, sağlık, iyilik – güzellik, kısacası insana faydalı olan ne varsa getirebilecek…

 “Gerektiğindeyse” felaketi olabilen güç!

İşte bu bilim…

Dört bin yıl öncesine dayanan bir belge bulmuştur. Bu belge bugüne kadar bulunan en eski belgedir ve bir Mısırlının Ölüler Kitabıdır. Bu belgenin kendine has gizemi ve içeriği “ebedi” olup, bir ihtimal insanlık tarihinin en eski din içerikli - bir nevi kılavuz anlamlı ve ilginç olan, mahşer gününe dair ilk görüşleri dile getiren belgesidir. Bu belge ışığında karşılıklı etkileşimin neticelerine bir bakalım.

Devam edecek

                                                                        ***

Bundan sonra okuyacaklarınızı dikkatle okumanızı ve okuduklarınız üzerinde paralellikler kurarak düşünmenizi rica ediyorum.

Ölümsüzlük dolayısıyla ölümden sonra yaşam arzusunun en eski kanıtı Mısırlı mumyalardır…

Mısırlılar ölümden sonra yaşama inanıyorlardı. Mumyalanan her ceset başka bir dünyada dirilecek ve yaşamına devam edecekti. Öbür dünyaya gitmenin yegâne kılavuzu ise ölüler kitabıydı. Bu kitap mumyayla birlikte defnediliyordu. Bu kitap bir yol gösterici niteliğindeydi ve bu kitap olmadan ölen öteki dünyanın yolunu, bu yolda onu bekleyen “engelleri” aşamıyordu. Bugüne kadar bu kitaplardan yaklaşık 25.000 adet bulunmuştur. Tıpkı mumyalanmanın kendisi gibi, bu “kılavuzun” hazırlanması için insanların bir servet harcamaları gerekiyordu. Yani ölümden sonra yaşam zengin işiydi!

 

Ve tüm bu olgular somut birer kanıt olarak önümüzde durmaktadır!

 

Bilimin bugünkü ışığı altında bakıldığında Mısırlılar için ölümden sonraki yaşam, yaşamanın kendisinden daha önemliydi. Bu anlayışı günümüz Müslümanlarında da görebilmekteyiz. Buradan Tevrat’ın yaklaşık üç bin yıllık bir mazisinin olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Bir toplumun veya medeniyetin diyelim böyle bir anlayışa sahip olabilmesi için…

Şüphesiz refah ve eğitim düzeyinin oldukça yüksek olması gerekiyor. Yaşam ve ölüm hakkında engin felsefi düşünceler ancak böyle bir ortamda meyve verebilirdi. İlgilenenler için Ani Papirüsünü, batının karga misali çalma hırsına örnek olarak Sir E. A. Wallis Budge’yi araştırmalarını tavsiye ederim. Bu yazdıklarımdan sonra akla ister istemez şu sorular gelebilir:

 

• Ölümden sonra yaşam Mısırlılardan alıntı olabilir mi?

• Museviliğin aksine, çünkü Musevilikte doğuştan Yahudi olma şartı aranıyor ve Musevilik ancak Musevi – Yahudi “dostu” bir “misafiri” aralarına kabul ediyor, Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın daha büyük bir talep görmesini, ölümden sonra herkes için ivedilikle, zengin fakir gözetmeksizin bir yaşam vaat etmesinde arayabilir miyiz? Tek koşul olan, Allahın emirleri doğrultusunda bir yaşam “herkesin” yerine getirebileceği bir koşul değil midir?

       

Ancak göz ardı etmemiz gereken bir gerçek daha var…

Unutmayalım ki Tanrı bugüne kadar gelebilmiş üç kitabın dışında da insanoğluna seslenmiştir!

 

Devam edecek

                                                                        ***

Bakın…

İster evrim teorisine inanın…

İster inanmayın!

Hayatın somut bir gerçeği her Allahın günü karşımızda durmaktadır. Aynaya bakın, yüreğinizin ve düşünce yapınızın derinliklerine inerek dünü – bugünü bir kıyaslayın. Bugünkü ben ile bundan on sene önceki ben bir miyim?

 

Kesinlikle hayır!

 

Nasıl olsun ki? Fiziki değişimin yanı sıra hayat tecrübemiz artıyor dolayısıyla düşünce yapımız değişiyor, olaylara bakışımız değişiyor vs. Çevremiz gibi, buna tabiat da dahil (daha uzun vadeli olduğu için algılamada “sorun” yaşıyoruz) bizde her gün değişiyoruz. Hiç başınıza geldi mi bilmem?

Örneğin okul zamanınızda – hiç – anlamadığınız bir konuyu yıllar sonra, birden bire anlıyorsunuz!

Neden?

 

İnsan değişiyor…

Dil değişiyor (dil konusuna bu makalede ayrıca değineceğim çünkü çok önemli)…

Anlayış değişiyor…

Dünya değişiyor…

Dünya ile birlikte Türkiye değişiyor…

Ve…

Dinde değişiyor en azından ama etki altında kalarak…

Adım adım gelişiyor!

 

Bazı “konular”…

Hem Tevrat (Tanah – Septuaginta Tevratin “ilk” halleri), İncil ve Kuran-ı Kerim’de yazıyor!

Ölüler kitabından önce…

Tabutlar metni vardı!

 

Değişmeyen tek şey…

Hurafeler!

Genelde din, özelde Müslümanlık dendiğinde hurafelerin üzerinde durmakta fayda var. Örneğin Türk, özbeöz örf ve adetlerini, birtakım “hurafelerini” bir kenara bırakarak Arap’ın adetlerini benimsemesi gibi. Somut bir örnek olarak yas tutan kadınların zılgıt çekmesini gösterebiliriz. Ki bu adet Arap yarımadasından gelerek Güneydoğu Anadolu’da benimsenmiştir. Veya Türk analerinde kadının yeri farklıyken, kalkmış Arap geleneklerine göre kadınlarımızı ezmemiz gibi…

Bu yüzen diğer yazılarımda da defalarca dile getirmeye çalıştığım gibi, özümüze dönmeli, benliğimizi bulmalıyız ki, Türk tekrar tarihteki yerini alabilsin!

İktidardaki zihniyetin aksine, Atatürk ve arkadaşlarının göstermiş olduğu yolda ilerleyerek. Çünkü bu zihniyetin yaptığı gibi yarım yamalak, maymun vari taklit etmelerle varacağımız yer bugün bulunduğumuz yerdir ve başkaları yol vermediği müddetçe bundan ötesine de gidemeyeceğiz.

 

Devam edecek

                                                                        ***

Neyse biz yine konumuza dönerek Mısır hurafelerine ve etkilerine bir bakalım. Mumyalanma konusunun ayrıntılarına girmeyeceğim ama şu kadarını söylemekle yetineceğim; kalbin dışında hiç bir organ vücutta kalmamalıydı. Çünkü kalp duyguların ve zekânın merkezi olarak kabul ediliyor ve öbür dünyaya yolculukta lazım olacağı için vücutta korunuyordu!

Süreç içersinde Mısırlılar Ölüler Kitabını “bir gelir kapısı haline çevirmeyi başardılar”…   

Anlayacağınız “din” o zamandan bugüne hep bir gelir kapısı olmuştur!

Hatta şu cümleyi kuracak kadar ileri gidebiliriz…

Din tacirleri, Ölüler Kitabını adeta - fabrikasyon usulü - üretmeye başladılar.

Sihirli sözler, resimler vesaire önceden hazırlanıp sonradan ölen kişinin adını kitaba ekler hale getirdiler!

 

Not: Fabrikasyon usulü üretimin en büyük getirisi ucuzlayan maliyettir! Ucuzlayan maliyet fiyatlara yansır, dolayısıyla arz – talep dengesi cepleri doldurur J

  

Günümüzde bilimsel açıdan bakıldığında, en azından bilim adamlarının bir bölümü Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın – ölümden sonra yaşam – konusunda Mısırlılardan alıntı yaptığını “farz” ediyor. Bu “farazinin” akla yakın tarafları ise bizzat E. A. Wallis Budge tarafından “keşif” edilmiştir.     

Hıristiyanlığın aslında (Hıristiyanlığın öz halinde) ölümden sonra yaşam izah edilmiyor / edilemiyordu. Hıristiyanlığın ilk havârilerinin (şâkirt) aslen Mısırlı olduğu sanılıyor. Bu yüzden Mısır yaşam ve ölüm felsefesiyle bu açığın kapatıldığı kabul edilen bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır?!

Sanırım herkes kendi adına bütün bunların bir varsayımdan ibaret olup olmadığına dair bir karar vermek zorunda. Bunu dışında hayatın her alanında olduğu gibi din konusunda da bir rekabet söz konusuydu ve bilindiği üzere rekabet ise bir nevi imkânsızı, imkân dâhiline gösterme “sanatıdır”.    

 

Devam edecek

                                                                        ***

E. A. Wallis Budge’nin fark ettiği ve günümüz bilim adamları tarafından da akla yakın bulunan, en azından ama bence üzerinde düşünülmesi gereken konu ise, Hıristiyanlık ve Museviliğin (sonraları bu mücadeleyi Müslümanlıkta vermek zorunda kalmıştır) o günün şartları altında batıl inançlara karşı vermesi gereken mücadelesidir…

Göz ardı etmememiz gereken bir başka gerçek ise -  geçiş sürecini mümkün olan en kolay şekilde gerçekleştirmek – insanları kendi saflarına çekmek için verilen tavizlerdir!

Ve bence işte tam bu noktada birbirinden etkilenme, hurafeler ve belki de Rabbin öğretilerinden sapmalar başlamıştır. Burada akla gelen soruyu sonraya bırakarak devam edelim. Şüphesiz Peygamberler insanlara Allahın Kelamını iletmiştir. Ama ya Peygamberlerden sonra “onların” yerini alanlar? Onlarda Allah adına, Allahın öğretilerini bire bir insanlara iletmiş midir?

 

Bu konuda ciddi şüphelerim var!

 

Hıristiyanlık ve Museviliğin zaman içersinde değişime uğradığını farz edenler…

Müslümanlık hiç bir değişime uğramadı, Kuran-ı Kerim dili Arapçadır ve Kuran-ı Kerim ezberlenir diyenler…

 

Acaba hiç kendilerine şu soruyu sordular mı?

 

Bundan bin sene önceki bir kelimenin anlamı günümüze kadar gelebildiyse şayet, hala aynı mı?

 

Kelimelerin manası…

Kelimelerin gücü…

Kelimelerden oluşan dil!

 

Bir örnek vermek istiyorum…

Hem de öyle binlerce yıl geriye giderek değil! Daha yakın tarihimizde, Osmanlıda kullanılan bir terim ile. Sır kâtibi dediğimde aklınıza ne geliyor? Manasını biliyor musunuz?

Bugünün Türkçesi ile: Özel Kalem Müdürü!

Geçelim…

Besmeleyle…

Kitap böyle yazmış diye iman ettik…

Üzerimize düşeni yapmaya çalıştık…

Ama…

Can sıkıcı şeyler bunlar. Biz en iyisi mi yine konumuza dönelim.

 

Çünkü Arap dili yaklaşık 580 (Hicri) yılda hiç bir değişikliğe uğramamıştır (…)

Çünkü Arap dilinde kelimelerin birden fazla anlamı olmaz ve kelimeler farklı yorumlanamaz (…)

Çünkü Arap dili ölü bir dildir ve ölü olan şey değişime uğramaz (…)

Çünkü bunca yıl içersinde ezber bozan çıkmaz (…)

Çünkü bunca yıl ezberi yanlış ezberleyen olmaz…

Çünkü insan mükemmeldir ve hata yapmaz!

 

Osiris, Izis (Mısır tanrıları) ve çocukları Horus…

Yeni ahitte gözlemlenen, belki de yalnızca bir kurgudan ibaret olan bir benzetme!?

Hz. Meryem ve Isa Peygamber  

 

 

 

Devam edecek

 

                                                                         *

05.04.2012

 

12 Eylülün piçleri

 

Demeyelim çünkü az çok babaları belli…

Babaları belli olmasına belli ama piç…

Piçlik yapmaktan vazgeçer mi?

 

Ergenekon denen ne olduğu belirsiz dava…

Binlerce sayfa tutan ittirinameler…

Bir bir birleştirilmeye başlanan sakalar, balyozlar ve sarışın hatunlar…

Altından çıkması mümkün olmayan karmaşık ilişkiler…

12 Eylül işkencecilerinden…

Ahı gitmiş vahı kalmış, Yaradan’a yan bakanlardan göstermelik hesap sormaya kalkmalar…

Eninde sonunda, ama bugün ama yarın…

Sivas’ta zaman aşımıdır formülü!

                                                                         *

Hrant Dink

 

Ermeniymiş…

Oymuş buymuş…

Kim ne derse desin…

Beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor…

Agos gazetesi sahiplerinden, genel yayın yönetmeni…

Öldürüldüğü gün ayaklarındaki ayakkabı…

O koca delik…

Bizlerden biri olduğunu…

Bana insan olduğunu göstermeye yetti…

Saygım sonsuzdur!

 

Sizler üstlendiğiniz sorumluluğun, vazifenin gereklerine göre değil, kinine yenilmiş - nefret hisleriyle hareket eden kifayetsiz bir zihniyetin temsilcilerisiniz. Bu yüzdendir ki, bir insan olarak sizi ciddiye almam mümkün değildir. Benim gözümde insan olan, hele bu insan kendine Müslüman diyorsa hissiyatına egemen, adaletli ve Allah korkusuyla hareket edendir!

Daha düne kadar evladını okutmaktan aciz adam…

Çıkmış, karnı tok sırtı pek bir şekilde lakırdı ediyor!

Daha düne kadar evladını okutmaktan aciz adam…

Bugün dünyanın sayılı zenginleri arasında yer alıyor!

Daha düne kadar evladını okutmaktan aciz adam…

Kalkmış bir ülkenin, milletin kaderini belirlemeye çalışıyor…

Yetmedi yaşadığı coğrafyada…

Yetmedi dünyada söz sahibi olmaya çalışıyor!

Boşbakan olarak Türkiye’yi yönetmekten aciz bir şekilde!

                                                                        ***

“Benzetmeler” bir tek bununla kalsa…

Örneğin E. A. Wallis Budge’nin ilk olarak dile getirdiği; Mısırlıların tek tanrılığı ve Hıristiyanlıkta kabul gören inanışlar arasındaki benzerlik şaşırtıcı niteliktedir. Bunun dışında bazı Hıristiyan mezheplerindeki uygulamaları doğrudan Mısırlılara bağlamak mümkündür.

 

Eğer bütün bunlarda gerçeklik payı varsa Kuran-ı Kerim’de geçen Bakara, Nisâ, Mâide gibi sûreleri nasıl yorumlamalıyız? Şüphesiz insanoğlu “reşit” olduğundan beri, bir nevi dünya çapında etik (ahlaki felsefe) ve dini görüş birliği vardır. Uygulamaya gelince, yorum farklılıklarından dolayı bir ayrışma söz konusudur!

Hurafeler ise, o günden bugüne itibarından hiç bir şekilde taviz vermemiştir. Örneğin muskalar…

Ağaçlara çaput bağlamalar vs.

 

İnsanın kafası karışıyor değil mi?  

Tekrar etmekte fayda var; unutmayalım ki Tanrı bugüne kadar gelebilmiş üç kitabın dışında da insanoğluna seslenmiştir!

Devam edecek

                                                                        ***

 

Gerçi din üzerinden herkesin bugüne kadar bir hesabı olmuştur ama…

Ben öyle şifre, gizem, bilmem ne sapığı değilim…

Alenen, gözle görülür, mümkün mertebe mantık, ilim - irfan ile açıklanabilen, somut bilgi ve belgeler ile bazen soyut olanı anlatmaya çalışanlardanım. Yok, İncilin, Kuran-ı Kerim’in, Tevrat’ın şifreleri falan beni ilgilendirmiyor…

Çünkü matematiksel olarak istendiğinde, istenen şeyin bulunma olasılığı kanıtlanmıştır!

O halde Allahın helal kıldığını…

Onun bize demek istediğini, öğretisini, Onun yolu ve yordamında… 

Öğrenip, benimsemek daha doğru olmaz mı?

Atatürk söyledi…

Atatürk ikaz etti…

Hadi Atatürk’ten geçtim…

O bir insan!

Allah-ü Teâlâ…

Peygamberleri vasıtasıyla kitaplarında…

Aldanma, kanma, oku, Rabbine dön diye uyarıyor…

Ama nafile!

Kendine ve çevrene bir iyilik yap…

Aç Allahın kitaplarını ve oku…

Sanırım ben yine konuya dönsem iyi olacak!

 

O günün şartlarında değil ama bugün bakıldığında Mısırlılarda da hurafeler vardı…

Ölen kişi ile defin edilen eşyalar mesela!

Sembolik ifadelerle dolu refakatçi eşyalar…

Öbür dünyada işini kolaylaştıracak, onun yerine çalışacak simgeler. Bunların arasında şüphesiz en önemli yeri Skarabe (bok böceği) alıyordu. Kalbin koruyucusu Skarabe! Mısırlılar bok böceğini Tanyeri ağrırken / doğan güneşe benzetiyorlardı. Doğan güneş onlar için yeniden doğan ölmüşleriyle eşdeğerdeydi. Skarabe’nin arkasına ölen kişinin iyi bir insan olduğu, hırsızlık yapmadığı, yalan söylemediği, iyi yürekli bir insan olduğu gibi şeyler yazılıyordu.  

   

Devam edecek

                                                                        ***

Ve kalbi tartıya konulacaktı!

Duat denen yeraltı dünyasında uyananlar için bir yargılama ve başarılması gereken imtihanlar süreci başlar. Bu imtihanlarda da ölenin yanında, ona ebedi hayata geçişte yardımcı olacak olanlarda vardı, mesela Anubis1 (…)

Tartının bir tarafında tanrıca Ma’at’ın tüyü, öbür tarafta ise insanın kalbi olacaktı…

Kalbi tüyden ağır olanlar canavar (Ammit) tarafından yutulurken diğerlerine ebedi hayat bağışlanacaktı2 (…)   

Ve ebediyete giden yol tehlikeli ve meşakkatliydi…    

Geçilmesi en zor sınav ise hakikatler salonundaki yargılamaydı. Ayrıntılarına girmeyeceğim merak edenler araştırıp örgensin. Bu salona (mahkemeye) değinmemin yegâne sebebi insan hayatında ve inanışında hakikatın eskiden beri önemine dikkat çekmekti.

 

Madem gerçekler insan olan için o kadar önemli…

Neden insanoğlu gerçekler karşınsında yüzünü çevirmeyi yeğliyor? Neden gerçekleri kabullenmekte bu kadar zorlanıyor?

   

Evet, dini perde, inancı örtü olarak kullanan…

Cihad-ı asgar3 ile uğraşıp, Cihad-ı ekber’de4 yenik düşerek, gençlere kin ve öfkelerini korumalarını sağlık veren bir zihniyet Müslüman olamaz!

Olması mümkün değil, çünkü Allahın yolu, Allaha giden yol kin ve öfke dolu olamaz!

Hele genç zihinler, o tazecik - körpe, yeniliğe açık, meraklı zihinler…

Umut dolu, fikir dolu, yaşama sevinci dolu bu zihinler böyle zehirlenmemeli!

Ama bu çarpık zihniyetin önde gelen temsilcilerinden Recep Tayyip Erdoğan, namı diğer Padişah I Recep’in deyimi ile:

 

Paranın dini, imanı, milleti, vatanı olmaz; para paradır!

 

Ve işte bu zihniyet para için her şeyi yapar; inanın bana her şeyi ama her şeyi yapar.

  

1 Islamda kesilen kurbanın üzerinden sırat köprüsünden geçileceği, günahsız ölen çocukların velilerine refakatçi olacağı gibi “rivayetleri” anımsatıyor

2 Bana sırat köprüsünü hatırlatıyor

3 küçük cihad

4 büyük cihad, insanın nefsiyle mücadelesi

 

Devam edecek

                                                                        ***

Velhasıl kelam…

Psikostazi ve orada sorulan sorular bazı bilim adamlarına göre Tevrat’ta geçen on emrin temelini oluşturuyor. Akla yakın bir varsayım olarak bir tarafa not edelim çünkü…

Mısır, Musa Peygamberin doğup büyüdüğü ülkeydi.

 

Akla yakın bir varsayım dedikte aklıma geldi; Yaradan bizleri, kardeşi kardeş ama farklı yaratmış. Farklı düşüncelere sahip diye karşımızdakini kınamak ve hatta yargılamak doğru mudur? Değişik bir fikir diye saygı duymamız gerekmez mi? Zaruri olduğunda karşılıklı hürmet çerçevesinde, iknaa yolu gidilmesi gereken yol değil midir?

 

Din soyut bir kavram olduğundan dolayı kötü niyetli kişilerin, insanların din bilgisizliğinden yararlanarak, asıl niyetlerini perdelemesi için mükemmel bir araçtır. Açıkça görülmektedir ki çağımızda din olgusunun yanına demokrasi kavramını ekleyen kişiler bu bilgisizlikten daha büyük bir “fayda” sağlayabilmektedir. Hem din, hem demokrasi kendi alanlarında derin bir bilgi birikimine ihtiyaç duymaktadır. Bu birikim olmadığı için yüzeysel, halk yardakçısı söylemlerle inanç öğesinin örtü olarak öteden beri kullanıldığını görebiliyoruz. Demek ki “iş” dönüp dolaşıp insanların cehaletine kilitlenmektedir!

 

Devam edecek

                                                                        ***

Uyum ve çelişkileriyle birlikte efsanevi ve Tarihsel bilgiler birleştirildiğinde karşımıza çıkan görüntü

netleşmektedir. Din üzerinden ama özellikle mezhep - tarikat veya cemaatler vasıtasıyla diyelim, yoğun baskılar ile bütün bir toplumun vesayet altına alınabileceği tarihsel bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Bu gerçeklilik tüm Hak dinlerinde karşılaştığımız bir olgudur!

 

İslam’ı örnek olarak aldığımızda, Ortodoksluğun hat safasını temsil eden görüşler fazlasıyla mevcuttur ve Heterodoks görüşlere yaşam hakkı tanımamaktadır! Buna Oruç ibadetini örnek olarak gösterebiliriz. Bu arada Heterodoks görüşün, din anlayışı ile İslam’da özgürlükçülüğün temsilcisi niteliğindeki Alevi vatandaşlarıma ve onların dedelerine bir sitem ile seslenmek istiyorum:

 

Bektaşi olunabilir ama Alevi olunamaz (doğulur!?) düşüncesini tekrar gözden geçirmenizi (revize) talep ediyorum.

Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise iradelerini hâkim kılmak için Allah’ı kullanırlar.
                                                                                                                        Giordano Bruno

Eskiden 150’likler vardı, günümüzde bu sayı katlanarak yine var…

Türkiye’de yaşadığımız “sınıf” mücadelesinin…

Bir hakikatin iki ayrı yüzü şeklinde olan…

İşte bu münasebetsiz heriflerin sayesinde…

AB(D) sırf Türk askerinin başına çuval geçirmemiştir. Maşaları vasıtasıyla tüm bir ulusun başına çuval geçirme gayretindedirler.

 

Devam edecek

                                                                        ***

Kaldı ki…

Bir parça bez bin ayıbı örter der eskiler…

Ama…

Kimin haddine?

Türk kadınının iffetini sorgulamak kimin haddine?

Eğer bir parça bezi başına yumurta sepeti sarar gibi sarmakla iffet korunuyorsa…

Eğer namus dedikleri şey, bir parça beze bağlıysa…

Eğer Müslümanlık buysa…

Heyhat…

Gel de gör…

Türk kadını, ne zaman ne yapması gerektiğini gayet iyi bilir…

O ırzına da hâkimdir…

Ne zaman ne yapması gerektiğini…

Allah’ını da, kitabını da gayet iyi bilir!

O bir kadındır…

O bir anadır…

O bir sevgilidir…

Ve O, güvenilir bir yoldaştır…

Soruyorum kimin haddine?

Türk kadınının iffetini sorgulamak kimin haddine?

 

Ama “bizimkilere” sorarsan…

Bir hayvandan daha değerli değildir…

Alınır, satılır…

“Gerektiğinde” ölesiye dövülür…

Genelde ama köle gibi çalıştırılır!

 

Ama asıl hayvanlar hatırlamaz…

Bir kadındır onu bin bir acılar içersinde dünyaya getiren…

Bir kadındır ak sütüyle besleyen…

Bir kadındır yaralarını sarıp sarmalayan, ona teselliyi veren…

Bir kadındır pişirip, taşıran – önüne koyan, önünden kaldıran…

Evine, barkına ve çocuğuna bakan…

Bir kadındır kıçındaki boklu donu yıkayıp, temiz çamaşırı önüne koyan!

 

Hatırlamaz ki…

Allah’tır canı veren…

O kahrolası sarığının, çember sakalının atında…

O koca göbeğini kaşıya kaşıya…

Aile meclisi kararıyla…

Bakmaz gözyaşına!

 

Devam edecek

                                                                        ***

13.04.2012

 

Görevi suistimal

 

Hiç acımıyorum…

Hiç bir şekilde etkilenmiyorum…

 

Çünkü görevini suistimal eden…

Yanlışı görüp, alakasız duran…

Vatanın pazarlanmasına kayıtsız kalan…

Kemalin neferiyiz diyen…

Ama kıçını kaldırmayan…

Kışlasında ve evinde rahatça oturan…

Benim gözümde sessiz şeytan!

                                                                         *

Allah şahidimdir…

Beni bilen bilir…

Hatırlı okuyucularımda artık anlamışlardır…

Belki de mesleğimin bir getirisi, açıkçası bilmiyorum…

Bir şey yazdığımda mutlaka araştırarak yazarım…

Bir konu hakkında en az iki fikir alır sonra bir yargıya varırım!

 

İletişim çağında dahi…

Mesleğim olsa bile…

Kitapları, kütüphanemi hiç bir şey ile değiştirmem!

 

Bu makaleyi hazırlamak için birtakım araştırmalarımda gözüme çarpan…

İlgimi çeken ve sizinde yararlanabileceğinizi düşündüğüm program ve ek bilgileri sizinle paylaşmayı bir görev bilirim. Ama bir ricam var…

Lütfen, insanız…

Hatasız kul olmaz!

Yanlış yerde tasarruf etmeyin…

Kitaba vereceğiniz paraya acımayın!

Okuyun ve “doğruyu” örgenin…

Doğru bildiğinizi, doğruluğundan emin olduğunuz bilgiyi paylaşın…

Paylaşın ki düzenbazlara fırsat vermeyelim…

Paylaşın ki başımızdaki düzenbazların foyalarını hep beraber meydana çıkaralım!

 

KUR'AN-I KERİM ve TÜRKÇE MEALİ

 

Bu programı hazırlayan arkadaşa ulaşamadım…

Her tarafta indirmek için fırsatınız var…

İçeriğine dokunmadan dosya ebadını küçültüp kurmaksızın kullanıma hazırladım. Kısa yoldan bir bilgiye ulaşmak için kullanınız ama gerçek kitabın yerini tutmayacağını unutmayarak!

 

Dört Kutsal Kitap

 

Not: Araştırmalarımda inanılmaz yorum ve içerik farklarına rastladım. Yanlış yerden bilgi edindiğinizde bu “bilginin” bilgisizlikle neticeleneceğine emin olabilirsiniz!

 

En kısa zamanda makaleme devam edeceğim    

                                                                         *

Tank kafalı sivil mi?

 

Postal, top ve tüfek…

Tank ve füze…

Gerekirse atom bombası…

Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır!

Ve bu sath-ı, misakı milli sınırlar içersinde tüm Türkiye’dir!

 

Bizler vatanı pazarlayanlar değil…

Vatanı müdafaa için kanını, canını ve malını ortaya koyanlarız…

Vatan lafla değil…

Yürekle, imanla ve silahla müdafaa edilir!

 

Eğer sizin kast ettiğiniz Tank kafalı siviler bizler oluyorsak…

Emin olun bundan şeref duyarız!

                                                                        ***

 

Yukarıdaki resimden de görülebileceği gibi kadının başını örtmesi salt Müslümanlığa özgü bir “görüş” değildir. Bir gün zamanım olursa bu konudaki araştırmalarımı da sizlerle paylaşacağım. İnanın çok şaşıracaksınız!

 

Adem babamız…

Havva anamız…

Cennetten kovulalı yaklaşık yedi bin yıl geçmiş, öyle hesaplıyor bilim…

Bu zamandan beri insanoğlu arayış içersinde…

Kaybettiğinin değerini kaybettikten sonra anlayan insan çaresiz…

Kâh bireysel, kâh toplu halde cennetin kapılarını zorlama gayretinde…

Ama toplu olarak ister Müslim, ister gayrimüslim olsun…

İster sözüm ona cemaatler altında, ister tarikat veya mezhep şeklinde…

Kalbin fıkhı birdir, çünkü gerçek olan birdir…

Mürşit ve mürid…

Sırat köprüsünden geçerken toplu olarak sorgulanmayacaklar…

Birey olarak, insan olarak yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını verecekler!

 

Yeri gelmişken değinmeden geçmek istemiyorum…

Yığınların yüzeyselliği ve bireyin benliği…

Buna karşılık felsefenin derinliği…

Yığın bunu anlamaz…

Birey anlatmak zorunda!

 

Eski Yunanı…

Eski Arabı severim…

Hatta hayranlık uyandıran bir şekilde…

Çünkü düşünen varlık(tı)…

Sanata, şiire, bilime değer verendi onalar!

 

Gelin ben size felsefeyle ilgili, felsefenin gücünü gösteren ve hatta coğrafyamızın bir ürünü olan bir “bilmece” sorayım:

   

İki bacak…

Dört bacaktan iyidir…

Ama…

Hiç bacak tek bacaktan da iyidir!

 

Hadi bakalım önümüzdeki günlerde bu felsefi anlayışın perde arkasını açıklayacağım. Bu felsefi anlayış yüzlerce yıldır benimsenen ve günümüz teknolojisi ve bilgisiyle teyit edilen bir anlayıştır.

 

Devam edecek

                                                                        ***

Yaradan…

Ne yaparsa doğru yapar…

Tanrı ne öğütlerse öğütlesin…

Arkasında mutlaka derin bir mana vardır…

Bir yazımda daha değinmiştim, hakikatlerin gizemini korumak gibi bir özelliği vardır ve insan hakikati arayarak bulmak zorundadır. Bu arayışta yüzeyselliğin yeri ve manası yoktur!

Genel anlamda yüzeyselliğin insan hayatında yeri olmamalı ve emin olun siyasette yüzeyselliğin hiç ama hiç yeri yoktur. Yüzeyselliği ilke edinmiş zihniyete buradan duyurulur!

 

Bugün biliyoruz ki, beyaz et (iki bacak) kırmızı etten (dört bacak) daha sağlıklıdır…

Bugün biliyoruz ki, balık (hiç bacak) mantardan (tek bacak) dahi daha faydalıdır. Ve bu felsefi derinlik, bu uzak görüşlülük, bu derin bilgi yüzlerce yıllık bir gelenek, bir anlayış olarak Çin’de tatbik edilmektedir. Çin imparatorluk mutfağı yüzlerce yıl bu anlayışla hazırlanmıştır. Yeri gelmişken birde zihniyetin o kadar övdüğü, yere göğe sığdıramadığı Osmanlıyı ve mutfağını hatırlayalım (…)  

İnsan çıktığı yeri inkâr etmemeli, aslını unutmamalı ama yapılan hataları da görüp tekrar etmemeli.

 

Allah oruç ibadetini farz kılınmıştır…

Ve oruç insan sağlığının vazgeçilmez unsurudur. Bu konuyu daha fazla açmak istemiyorum ama iki noktaya değinmeden de geçmeyeceğim. Allah adına tutulan oruçta…

Tabirimi mazur görün, caiz olan sahur ve iftarda hayvan gibi yemek yemek veya birçoğunun yaptığı gibi orucu uykuya tutturmak değildir!

Olamazda…

Böyle bir davranış oruç tutmanın tabiatına aykırıdır. İnsan sağlığı için tutulması gereken oruç konusunda ise sağlık (şifa) orucu hakkında araştırma yapmanızı tavsiye ederim.

 

Devam edecek

                                                                        ***

 

İktidardaki zihniyet ve bu zihniyetin temelini teşkil edenler, bir düşmanlık türküsünü tutturmuş gider. Kendi menfaatleri uğruna dini kullananlar, kökü ve Kuran-ı, Bakara ve Imrân suresini göz ardı eder… Ortak kökü unutanlar, unutturanlar, aldatan yalancılar Atatürk’e de düşmandırlar!

 

Baki olan, mesela Hz. İbrahim’i ve soyunu diğerlerinden üstün kılar…

 

Bugün bilim kanıtlamıştır ki Hz. İbrahim’den önce polyheism1 hâkimken, Hz. İbrahim’den sonra monotheism2 yayılmaya başlamıştır. Gerçi Tevrat’ta, İncil’de ve belki de Kuran-ı Kerim’de…

Hakkın kitapları yakından incelendiğinde uyumsuzluklar göze çarpmaktadır ama bu uyumsuzluklar yukarıda anlatmaya çalıştığım sebeplerden ötürüdür. İnsan elinin değdiği her şeyde, buna bu makaleyi de dâhil ediyorum, yanılma, yorum farkı ve hata payı vardır ve bu durum doğaldır çünkü bizler yalnızca birer insanız. Ama hatasız ve gerçek olan Hakkın kitaplarına felsefi açıdan bakıldığında, insan-ı kâmil3 ve güzel ahlakın esas olduğudur.

 

Her şey insan içindir. İyilikte, güzellikte ancak insanın insana ettiğini diğer canlılar birbirine etmez. İnsan fenalık ve kötülük yapmak için neredeyse hiç bir fırsatı kaçırmadığı gibi, fasetalıkta da üstüne kimseyi tanımamaktadır. “Maşallah” birbirimizin kafasını gözünü yarmak, öldürmek için elimize geçen her fırsatı değerlendiriyoruz. Bu durum Hz. Ademin çocuklarından (Mâide suresi 27-31) bu yana değişmemiştir. Bu konuda özellikle milletimizin “hünerlerini” vurgulamak faydalı olur diye düşünüyorum. Osmanlı Fetret devrini Yıldırım Beyazıt zamanında yaşarken, I Mehmet ile yeniden toparlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti “Fetret devrini” Atatürk’ün ölümüyle yaşamaya başlamıştır. Kardeşin - kardeşi dolandırdığı, “kardeş canına” kast ettiği “Taht” kavgası o günden bugüne sürmektedir ve daha ne kadar süreceğini de Allah bilir.

 

Fetret devri dedikte aklıma geldi, konumuzla ilgili olduğu için gelin sizinle kısaca bir isyancının felsefi yaklaşımına bakalım.

 

1. Çok tanrılık

2. Tek tanrılık

3. olgun insan

 

Devam edecek

                                                                        ***

Şeyh Bedreddin’in İslam anlayışı ve insana yaklaşımını 1200’lü yıllar Anadolu’sunda geliştirilen felsefe sisteminin, bu sistemin filizlerini 1400’lü yıllarda olgunlaştırdığını rahatlıkla söyleyebilir ve bu yaklaşımı şöyle özetleyebiliriz:

 

Bilgi ve akıl ile yanılmanın mümkün olmayacağını çünkü yanılmanın esasında bilgisizliğin yattığını, toprağın ve toprağın verdiği ürünlerin (yârin yanağından gayri) insanların ortak malı olduğunu, ister doğa - ister insan olsun gerçek kapsam ve boyutları doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiğini – Allahın dahi insan yeteneğinde olmayanı isteyemeyeceğini – vurgulayan, eşitliğin ilkeselliğini ve her şeyin insanda bulunduğunu, toprak* ve din reformunu, insan aklının üstünlüğünü aynı zamanda ama insan aklının Tanrının büyüklüğünü kavraması için yeterli olmadığını, insanların hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyalarıyla sınırlayarak haksız rütbe, mal ve meşru olmayan para peşinde koşturmakla geçirdiğini bunları yaparken de Allaha ibadet ediyoruz sanında bulunduğunu,  namaz ve niyazın ahlakın düzeltilmesi – insanın içyüzünün arınması için bir vasıta olduğunu, Hakiki - samimi ibadetin hiçbir vakte, kayıt ve şarta bağlı olmadığını, kötü işlerle uğraşanın Hak’tan uzaklaştığını, İnsanların eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda Hak’la kavuştuklarını savunmuştur.

 

Açıkça görülmektedir ki Hak dinleri insanlar arasında paylaşmayı, birliği ve eşitliği ilkeselleştirmiştir. İnsan çoğu konularda yaptığı gibi inanç konusunda da yüzeysel bir yaklaşım sergileyip gözle görülene eğilmiş (örneğin İslam da: sarık, çember sakal, çarşaf gibi) ama konunun derinliklerine inmekten kaçınmış, kısacası dine tefsir, tasavvuf ve felsefe yönünden yaklaşmamıştır. Bu bağlamda akla gelen soruyu da sormak istiyorum:

   

Allah katında kadın - erkek ayrımı olabilir mi?

           

İlahiyatçı değilim ama Yaratanın ayrım yapabileceğini hayal bile edemiyorum. Yukarıda belirtmediğim ama bilimin ispatladığı bir gerçek daha var…

Bu bulguya göre tüm Hak dinlerinde görülen ataerkillik, erkelerin inanç konularında daha etken bir işlev üstenmesi ve kadını bu konularda rakip ve tehlike olarak görmesinden kaynaklamaktadır. Şöyle bir düşünecek olur ve kendimize sorarsak:

 

Bir ana – baba evlatları arasında ayrım yapabilir mi?   

Yaptı diyelim; bu davranış hakkaniyete ve adalete sığar mı?

 

Ama Allah adildir ve Hakkın kendisidir! Bu konu kendi başına bir makaleye konu olacak kadar derin bir mevzudur. Bu yüzden biz kaldığımız yerden devam edelim…

Şeyh Bedreddin, Vahdet-i Vücud anlayışının doruğuna erişmiş bir kişi olarak eylemleriyle de bunu pekiştirmiştir. Yönetim anlayışı bunun en güzel örneğidir.

Geçmişten günümüze kadar var olan sömürü sistemi, sanayileşme devrimiyle bambaşka boyutlara erişmiştir. Yaşadığımız bu sıkıntılı günler buna örnektir (1857’de ilki, 1873, 1929, 2008 dünya ekonomik krizleri ve çoğu ABD kaynaklı). Daha önceki yazılarımda da bu benzetmeyi yapmıştım, tüm Hak dinlerinde Komünist, en azından ama sosyalist bir altyapıya benzer fikirlere rastlayabilmekteyiz (birlik, eşitlik, paylaşmak gibi) . Ancak kapitalist sistem insanların yüzeyselliğinden ve bilgisizliğinden de yararlanarak komünizmi dinsizlik olarak ilan etmişlerdir. Bir yere kadar bu doğrudur da ama özellikle batıda kilisenin insanları nedenli sömürdüğünü…    

Din adına, insanın insana çektirdiği eziyetleri ve dönüp dolaşıp dini bir şekilde paraya bağlayarak sömürdüğünü göz ardı edersek! Karl Marx’ın deyimi ile: din halkın (kitlelerin, yığınların) afyonudur  

 

Dün batıda öyleydi de bugün durum Türkiye’de farklı mı?

 

Buyurun buradan yakın…

Allah, Peygamber ve Kuran diye diye…

Halkın kafasını uyuşturan ve şimdi de bilmem kimlerin ceplerini dolduran kimler?

Sanki onlar bilmiyorlar, Allah ve kul arasına girilemeyeceğini!?

Kafası uyuşanın gözleri bulanık görür…

Bütün mesele bundan ibaret!

 

Şeyh Bedreddin Destanı

 

"Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber
hep beraber sürebilmek toprağı
ballı incirleri yiyebilmek hep beraber
yarin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber
diyebilmek için
on binler verdi sekiz binini..."

                               Nâzım Hikmet

 

*Atatürk’ün isteyip de yapamadığı tek şey, çünkü ömrü vefa etmemiştir

 

Devam edecek

                                                                        ***

Din üzerinden kafa uyuşturmak geleneksel bir yöntem olarak ne kadar makbulse de…

Çağımızda kafa uyuşturmanın bir başka yolu insanda kimlik bunalımı yaratmaktır. Psikologlara göre insan kimlik arayışına önce ben ne ve kim değilim diye başlarmış…

Bu tanımlamayı yapabilmek için kim olmadığını öğrenmek, kim olduğunu bulmaya yararmış!

Buraya kadar her şey iyi güzel de…

Şüyuu vukuundan beter olan bu durum, bu psikolojik “oyun”…

Yılgın, hakkı yenilmişlik telaşına kapılan “serseriler” üzerinde yapacağı etkinin iyi hesaplanması gerekmez miydi!? Çünkü böylelerin ne yapacağı belli olmaz!

Bu kaygıya kapılanlara karşı gösterilen sertlik, hırslarını kudurganlığa çıkarabilir. Nitekim de böyle olmuştur. Örnek mi istiyorsunuz?

 

Alın size PKK…

Alın size hırsına yenik düşen pazarlamacılar pazarlamacısı, kuduruk Recep Tayyip Erdoğan!

 

Geçmişin hatalarından öğrenmek, gereken dersleri çıkarmak, gelecekte bu hatalara düşmemizi engelleyebilir. Okuyucularıma bir soru sormak istiyorum:

 

AKP’nin ve geçmişteki emsallerinin din üzerinden prim yaptığını sanırım hepimiz biliyoruz…

Geçmiş yıllarda yaşadığımız…

Körüklendikçe körüklenen, yoğunlaşan sis perdesinin ardında yatan kimlik bunalımının perde arkasını artık anlayabiliyor musunuz?

 

Allah var yukarıda…

Eğri oturup doğru konuşmak lazım…

Hakkında çok şey yazıp çizdim ama hakkını teslim etmem lazım, Recep Tayyip Erdoğan; böl ve yönet siyaseti konusunda gerçekten bir usta!

 

Diğerlerine gelince…

Hani vurgulayarak, abartarak diyorlar ya…

Ben Müslüman’ım, Hıristiyan’ım, Yahudi’yim…

Kürt kimliği, yok efendim anadilde eğitim, özerklik, ıvır zıvır isteyen…

Silahı alıp dağa çıkan ve masum insanların kanına giren…

Yok ben Laz’ım, Çerkez’im, Türk’üm, Kürt’üm falan…

Hani ırkçı (kafatasçı), bağnaz o zihniyet var ya…

Onlara buradan seslenmek istiyorum…

 

Aç…

Önce kitapları aç ve oku…

Allah ve Peygamberlerinin demek istediğini anlamaya çalış…

Ondan sonra tekrar kıçının üstüne otur ve oku…

Anadolu medeniyetlerini oku…

Yunus Emre, Fuzûlî, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş-ı Veli mesela…

Anadolu kültürünü özümse…

Dolu dolu Anadolu ne demek anla…

Bu toprakların özünü yüreğinin her kıvrımında his et…

Atatürk ve arkadaşlarının ne uğruna mücadele etiklerini anla…

Ondan sonra karşıma çık, konuşalım!

 

Devam edecek…

                                                                        ***

19.03.2012

Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış

Hep dedim…

Ama inanmadınız…

İşte belgeleriyle bu zihniyetin yalanları. Şerefli ordumuzu karalayan, Müslüman’ım diye ortada dolaşan YALANCILARIN marifetleri bir bir ortaya çıkmaya başladı…

Göreceksiniz pek yakında ekonomik yalanları da böyle patlak verecek. Raporların ebadını küçültüm ve rapor içi arama yapabileceğiniz şekilde düzenledim.

 

Balyoz’un sahteliği bilirkişilerce kanıtlandı!!!

1.Rapor

2.Rapor

3.Rapor

 

Orijinal halini buradan indirebilirsiniz

                                                                        ***

21.04.2012

 

Ayten Alpman

 

Allah rahmet eylesin...

Çağdaş Tük kadınının emsalsiz örneği…  

Vatan ve millet sevgisinin unutulmaz sesi…

Mekânın cennet olsun…

Başta ailesi olmak üzere hepimizin başı sağ olsun…

Sizi her zaman saygı ve sevgiyle anacağız.

                                                                        ***

 

Kalemle…

Bilmediğini öğreteni anlamak için...

“zorunlu” olarak okumayı öğrenmek gerekmez mi?

Allah sırf erkeklere mi oku diye emir etmiştir?

Kuran-ı Kerimin neresinde sırf erkekler okusun diye yazıyor?

Özellikle Müslüman’ım iddiasında bulunan bir zihniyetin “yönetimi” altında okuma ve yazmaya daha büyük bir önem verilmesi gerekmez miydi?

Bangır bangır laf ebeliği yapan…

Ağzından çıkanı kulağı duymayan zübük zade

İşine gelemediği için son sınavlarda 0 (sıfır) çeken / alan örgenci sayısını da göz ardı etmekten çekinmiyor…

Çağımızda nicelik mi, nitelik mi önemli?

Sahi ya unuttum…

Milli eğitim onların sorumluluğu altında değil(di)…

Hadi milli eğitimden geçtim…

Üç çocuk yap diye emir verirken…

Milletin mahremine burnunu sokan…

Kendini bilmez zübük…

Oy uğruna…

Aferin budalası gibi…

İsrail’e çata dursun…

Hz. Musa ve Tevrat (eski ahit)…

Ve Yahudilerin Tevrat’ıdır insanlığa tek tanrılığı kabul ettiren!

İncil (yeni ahit) ve Kuran-ı Kerimin, Tevrat’ı esas aldığını bilmiyor mu?

Bana inanmıyor musunuz?

Sorgulamak, inanmamak en doğal haknız, araştırın ve örgenin…

Bu heriflere İmam Hatip okullarında ne öğretiyorlar acaba?

Kuran-ı Kerim sağdan sola doğru okunur…

Diyeceksiniz ki Araplar sağdan sola doğru okuyor…

Arap yarımadasında ta Babillilerden bu yana…

Gelip geçen bunca medeniyetler içersinde Mısır medeniyeti…

Peki, Mısır hiyerogliflerin sağdan sola doğru okuduğunu biliyor muydunuz?

Arkeoloji bugün itibarıyla Hz. Dâvud’un varlığını kanıtlamış bulunmaktadır…

Tıpkı insanlığın ortak hafızasına kazınan, Nuh tufanının gerçekten yaşandığını kanıtladığı gibi…

Ne yazık ki…

Öğrenme ve okuma özürlü zihniyet…

Müslüman’ım derken…

Ağzıyla iman, kalbiyle inkâr ettiğinin farkında değil…

Oğullarını sünnet ettirirken…

Neden sünnet ettirdiğini, sünnetin neye dayanarak yapıldığını bilmiyor…

Kurban keserken, kurbanın manasını bilmediği için kurbanlıkları sopalarla, tekmelerle dövüyor…

Bilmemek ayıp değildir, ayıp olan öğrenmemektir!

Ve Allah emir buyurdu…

Hz. İbrahim yerine getirdi!

Bilmem anlatabiliyor muyum?

 

Devam edecek

                                                                        ***

24.04.2012

 

Fransız seçimlerinin ardından

 

Sözlerime başlamadan tüm Atatürk milliyetçilerine, özgürlüğü ve bağımsızlığı ilke edinmişlere seslenmek istiyorum…

 

Bundan bir kaç hafta önce İstanbul’da gerçekleşen Erdoğan – Google görüşmesi meyvelerini vermeye başladı.

 

Gurbuz.net gibi eleştirel siteler…

Önder Gürbüz gibi idealistler…

Google arama motorunda “kaybolmaya” başladı!

Ama merak etmeyin arkadaşlar bir bileşimci olarak ne benim sesimin, ne de sizlerin sesinizin kesilmesine izin vermeyeceğim! En kısa zamanda karşı önlem makalemi yazıp bu girişimi “başarısız” kılmaya kararlıyım. Tek başına bir şey yapamayız ama birlikte hareket ettiğimizde inanılmaz sonuçlar alabiliriz. Makaleyi hazırlayana kadar karşı önlem paketinin en etkili adımlarından biri olarak hepinizi Google boykotuna davet etmek istiyorum. Ticari bir işletmenin can damarı müşterileridir. Eşiniz, dostunuz, tanıdığınız tüm şahısları bu boykota davet edin. Eğer dilbilginiz ve zamanınız müsaitse bu gelişmeleri yabancı dilde yazıp bloğunuzdan, sitenizden yayınlayarak okuyucularınızdan destek isteyiniz!    

 

Ömrünün yarısından çok fazlasını Avrupa da geçirmiş ve siyaset ile yakından ilgilenen bir insan olarak sizlerle gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. “Türkiyeliler iktidarını”, dünkü 23 Nisan “kutlamalarını”,  gittikçe yozlaşan ve Atatürk ilke ve inkılâplarından uzaklaşan milletimizi bir yana bırakarak Avrupa’ya bir bakalım.

 

- Silvio Berlusconi, ahlaki, siyasi ve ticari yönden tartışmalı bir kişiliğe sahipken artık yok!

- Üç dönem üst üste yaşadığı seçim zaferlerinden sonra soldan, sağa doğru bir kayma yaşayan İngiltere…

- Dengeler ülkesi Almanya’ya baktığımızda gittikçe yükselen bir sağ potansiyel…

- Beklentilerin aksine Fransa seçimlerinde yükselen bir muhafazakâr anlayış görebiliyoruz……

 

Nikolas Sarkozy beklentilere cevaben ilk turda seçimleri kazanamadı…

Yönetim anlayışı ile Padişah I Recep ile aynı klasmanda oynayan, acımasız,  pervasız, takipçi ve hedefe yönelik kararlı adımlar atan bir kişiliğe sahip. Tayyip gibi siyaset yelpazesinin en çirkin, en atılmayacak adımlarını dahi atmaktan çekinmeyen bir insan. Tıpkı RTE gibi yanardöner bir fırıldak!

Ve bu fırıldak anında, daha seçim akşamında sonuçlar açıklanır açıklanmaz sağa kayarak oy avcılığına çıktı!

    

Çıkarmamız gereken ders:

 

Hırslı, ihtiraslarına yenik düşen bir insandan…

Hele bu insan bir siyasetçiyse…

Kork…

Kork ve kaç arkadaş…

Oy avcılarının, oy uğruna veremeyeceği söz, yapamayacağı hiç bir şey yoktur bu dünyada!

                                                                        ***

25.04.2012

 

Feryat, figan

 

Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere buradan tüm siyasetçilere seslenmek istiyorum:

 

Yağdı yağmur, çaktı şimşek, sen filozof mu oldun bre eşek!

 

Önce ağzınızı sonra kendinizi toplayınız! Bu cümleyi kurarken bir önceki cümlem için özür dilerim ama anlaşılan bu insanlar başka dilden anlamıyorlar. İnsanların artık zırva dinlemeye tahammüllü kalmadı, özellikle son 10 sene içersinde siyaset vatandaşı sahipsiz bıraktı. “Tanrım benim bir gözümü çıkar ama hasmımın iki gözü birden çıksın” anlayışı ile siyaset yapılırda vatanın, milletin huzuru ve refahı sağlanabilir mi?

 

Sizi bilmem ama bunca açılım, saçılım, özelleştirme ve ileri demokratikleşmeden sonra benim bir normalleşme sürecine ihtiyacım var.

 

Toplum ve siyasetteki gittikçe çetrefilleşen tahammülsüzlük…

Gençliğin gidip de geri gelmediği gibi…

Bizlerin kan kusup, kızılcık şerbeti içtik dediğimiz sürece…   

Tırtıldan kelebeğe değil…

Hayatımızın kâbusa dönüşmesi kaçınılmazdır. AKP hiç bir zaman merkez partisi olamaz çünkü merkezin içini boşaltılar. Millet kutuplara ayrıldı. On sene önce iyi kötü bir orta sınıf tabiri varken, artık ya ultra zengin, yada süper fakir var!

 

Sivil iradenin askere darbesi…

Sipariş üzerine yapılan açılım…

Milli birlik fikri yerine etnik ayrım…

Çıkar ilişkileri…

Milli servetin ve kasaların peşkeş çekilmesi…

Çizilen garip tablolar...

İdari zafiyetin, adli zafiyetti gittikçe açığa çıkarması…

Gün geçtikçe kaybolan güven ve ömür törpüsü ceberut devlet algısı…

Devrim ve geleneksel değerler dengesizliği…

Göz önüne perde çekilmesi…

İşsizliği meslek edinenlerin işsizlikten sonrasının, işsizlikten öncesi olması…

Kele koltuk turizmi…

Biriktirilmiş kinin, intikam duygusuyla açığa çıkması…

Türk kimliğini yozlaştırmak suretiyle ümmet kimliğini öne çıkarma çabaları…

Ki…

Bilirsiniz, sahibi olmayan değneksiz köyde köpekler çok olur!

 

Mesele,

Türkiye’de doğu tip devletle, batı tipi cumhuriyeti birleştirebiliyor muyuz…

İleri demokratikleşme sürecinde devletin korunup kollanmasından öte, Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu, cumhuriyet temeli üzerine oturtulan laik ve sosyal bir hukuk devletinin savunulma meselesidir!

                                                                        ***

26.04.2012

 

Uşak

 

Dün haberleri dinlediniz mi?

Kızıyorlar uşak ve hizmetçi tabirlerini kullandığım zaman…

Neymiş, Suriye sınır ihlallerine devam ederse NATO üyesi olarak saldırıya uğradığını…

NATO’dan antlaşma gereği destek isteyeceğini ıvır - zıvır, falan – filan vs.

Kardeşim babanda mı uşaktı senin?

Öyle olmalı ki…

Öyle olmasa bu şekilde davranmazdın!

 

Minareyi çalan, kılıfı hazırlarmış…

 

Şerefli Türk ordusunda…

Peygamber ocağında Mehmetçiği yönetecek adam bırakmadın…

Anladık…

Bir ihtimal bu yüzden böyle davranmak zorunda kaldığını varsaysak bile…

Ulan sen 75 milyonun hepsini mi salak yerine koymaya çalışıyorsun?

 

Batılı devletler…

Manevi baban olan AB(D) için…

Kılıf hazırlığında olduğunu bilmiyor muyuz sanıyorsun?

                                                                        ***

 

Her şeyin Allah ile başladığına…

Her şeyin Allah ile son bulacağına inanırız…

Ancak mezhep sapkınları…

Hak dinlerinin öğretisinden maada…

Kural ve kaidelerin yorumlanmasında aşırı uçlara kaymasıyla nazariyatlarında kadın “düşmanlığı” oluşmuştur. Sizce bu “insanlar” neden kadını hor görürler, neden kadına düşmandırlar, neden kadına ikinci sınıf insan muamelesini reva görürler?

 

Muhtemel bir açıklamayı şu şekilde yapabiliriz:

 

İnsanlığın ortak şuurunda yatan Âdem ve Havva paranoyasında.

 

Madem Havva anamız, Âdem babamızın kaburgasından yaratılmıştır…

O halde erkek, kadından üstündür!

Madem Havva anamız, o meşhur yılan vasıtasıyla Âdem babamıza yasak meyveden yedirmeyi başarmıştır…

O halde kadın tehlikeli bir yılandır ve başı daima ezilmelidir!

 

Tüm kötülüklerin anası akılsız cehalettir!

Havva anamız yasak meyveyi sunmuştur…

Peki, Âdem babamız neden bu meyveyi yemiştir?

Biri suçluysa, ötekinin hiç mi suçu yoktur?

Yaradan’ın adaletine bak ve anla, Allah ikisini de cennetten kovmuştur!

 

Bu mantığı neye benzetiyorum biliyor musunuz?

Kadından tahrik olduğunu öne süren ve kadınların kapanmasını isteyen zibidilerin mantıksızlığına!

Sen bilmem nene sahip olamıyorsan…

Sen özgüvenden yoksunsan…

Kadın seni nasıl günaha soksun?

Senin zaten aklın fikrin bilmem nenede!

 

Ve…

Her şeyin Allah ile başladığına…

Her şeyin Allah ile son bulacağına inanırız…

Allah insanı tüm canlılardan üstün tutarak yaratmıştır…

Allah insana iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme kabiliyeti ve “kılavuzlar” vermiştir…

Allah insanı aldanma diye uyarmıştır…

Allah kalem tutmayı ve okumayı önermiştir…

Allah dünyayı insanın emrine ve hizmetine sunmuştur…

Allah senin için daha ne yapsın?

 

Sen kitapların öğretisine…

Sen İslam’ın özü olan pırıl pırıl ahlak yerine…

Sen kalem tutup, okuyup öğretmek yerine…

Sen Allahın sana sunmuş olduğu en büyük nimetlerden biri olan aklını kullanmak yerine…

Akılsızlığı, ahlaksızlığı, sapkın hurafe ve dini inançları kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan kötülere inanmayı tercih ediyorsan…

Allah senin için daha ne yapsın?

 

Tüm kutsal hak dinlerinin ortak özü olan insan ve insanın güzel ahlaka yönelmesidir…

Gel kardeşim katıl bize…

Doğru olandan, doğru yoldan şaşma…

Allaha giden yol kin ve nefretten, kötü sözden, kem gözden geçmez!

 

Bak Allah, Peygamber ve Kuran-ı Kerim diye diye…

Ne hale getirdiler memleketi…

Bak ve gör, oku ve anlamaya çalış…

Dini duygularını istismar eden ne seni…

Ne evladını, nede torunlarını düşünür…

Allah yaratığı kuluna…

Diğer tüm varlıklardan üsttün tutuğu kuluna eziyet eder mi?

Aç kitapları ve oku…

Emirlerini harfiyen yerine getirmeye çalış…

Çalış ama emirlerine yenilerini ekleme cüretini gösterme…

Gösterene aldanma!

 

Devam edecek…

                                                                        ***

28.04.2012

 

Kasımpaşa ağzı ile…

 

Bunca seneden beri yazarçizerim…

Yok arkadaş…

Derdimi anlatamadım. Madem milletimiz, siyasetçilerimiz Kasımpaşa ağzından başka dil anlamıyorlar…

Meramımı birde Kasımpaşa ağzıyla anlatarak denemek istiyorum!

Özbeöz İstanbulluyum…

Ailem nesillerdir İstanbul da yaşıyor ama inanın Kasımpaşa gibi “nezih” semtlerle uzaktan yakından ilgim olmadı. Buna rağmen Kasımpaşa ağzıyla derdimi anlatmaya çalışacağım…

Estetik ve kibarlıktan uzak bir yazış şekli olduğu için…

Peşin peşin özür dileyerek…

Deneme amaçlı bu yazıyı 18 yaş altı okuyucularımın okumamasını rica ediyorum. Başlığından da anlaşılacağı gibi bundan sonra yazacaklarım “biraz” ayıp kaçacak ama kullandığım deyimlerin anlamını da açıklamak suretiyle kendimi “af” ettirmek istiyorum.

 

Recep Tayyip Erdoğan tarafından sikile sikile1

Recep Tayyip Erdoğan müptelası1 olan milletimize…

 

Akçeyle Kazıklama Partisi 2001 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulduğundan beri…

 

CHP’yi bok diye sıçan, MHP ve BDP’nin ağzını cart diye ayıran…

Alışmaya başladığımız güzide mahalle karısı ağzı ile bizlere hitap eden…

Öfkeyi, kini ve nefreti hitabet sanatı, sanatın kendisini ucube sayan…

Azimle sıçarak mermeri bile delen2

Zaman kötü, kolla göttü3 diyerek bizleri uyaran…

Adı ulu, götü kuru4 Recep Tayyip Erdoğan…

 

Elin sikini görmeyen, kendi sikini piyade tüfeği sanarmiş5 misali…

Siki taşşağında, götü trampet çalıyor6 milletin…

Anca eşek öle…

Ters döne…

Siki güneş göre7!

 

Paçoz8 zihniyet…

Yeni gelinin sike sarıldığı gibi9

Milletin gerçek sorunlarına eğilmekten kaçınıyor…

Bunun yerine göte girmiş şemsiyenin10 açılamayacağı…

Sikilmiş götün avukatı11 gibi dava peşinde…

Kertenkele sikiyor bacısını, bizden çıkarıyor acısını12 misali…

Sanki bilmez…

Göte giren semiyse açılmaz…

Açılsa da çıkmaz…

Çıksa da artık yağmurdan korumaz…

Geçmişe mazi, sikilmişe gazi derler13!

 

Unutma…

Verme sikini ellere, sonra vurusun götünü yerlere14

Yamuk yapma yetime, gelir koyar götüne…

Sen üzme tatlı canını, okşa dur patlıcanı15

Biliyorsun üçtür benim niyazım; sırtım, sikim, boğazım16

Çünkü Türküm, Türkün aklı, ya kaçarken yada sıçarken başına gelir17!

 

Söz vermek, göt vermeye benzemez…

Ustayım dese de inanma…

Acemi nalbant gibi kâh nalına vurur, kâh mıhına18

Sakın sikimden aşağı Kasımpaşa19 deme…

Abdestsiz sofuya namaz dayanmaz20!

 

 

1 Açıklamaya gerek yok sanırım

2 Azmeden eninde sonunda muradına erer

3 Açıklamaya gerek yok sanırım

4 ünü fazla, fakat sanılanın tam aksinde olan insan

5 kibarca: el yumruğu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanırmış. Ancak burada farkı bilmeyen farklılıklardan haberi olmayan manasında kullanılmıştır.

6 Mutluluk halinin en uç noktası, umurunda olmaması

7 Açıklamaya gerek yok sanırım. Doğrusu eşek ölecek, ters dönecek, siki güneş görecek

8 Elini eteğini toplayamayan

9 çekingen davranmak anlamında kullanılmıştır

10 Açıklamaya gerek yok sanırım

11 bundan sonra ne yapsan boş anlamında

12 Açıklamaya gerek yok sanırım

13 Açıklamaya gerek yok sanırım

14 Açıklamaya gerek yok sanırım

15 Keyfine bak anlamında

16 Açıklamaya gerek yok sanırım

17 Eski bir deyimdir ve bence bizleri gayet güzel tarif ediyor

18 Söylediği sözlerle yaptığı işler arasında tutarlılık yoktur. Bunu da genellikle bilmeyerek yapar anlamında bir söz
19
Bana ne

20 bir işin gereklerini yerine getirmeyen, baştan savma yapan kişi için o iş çok kolaydır. Niceliksel olarak çok fazla iş yapılabilir fakat nitelikte yapılan kalitesizdir, yararı olmaz anlamına gelen atasözü.

                                                                        ***

30.04.2012

 

Yazıklar olsun bize

 

Bu satırları yazarken Almanya’da saat 12.15 gösteriyordu…

Site raporları sunucu tarafından daha yeni yayınlandı!

Hafta sonu olmasına rağmen…

İnanmıyorum, inanmak istemiyorum…

 

Demek ki…

Türkiye’de “resmi dilde” yazıldığında…

Belden aşağı terimler kullanıldığında gerçekten insanlar kulak veriyormuş!

Ayıp, ayıp gerçekten ayıp…

Ne oldu bize böyle?

 

Baldırı çıplak vatan hainleri boşa kürek çekmiyormuş…

Atatürkçü gâvuru temizlemenin sevabına girenler…

Bilinçli hareket ediyormuş meğer…

 

Eğriye eğri, doğruya doğru demek yetmiyormuş!

 

Eminim bu dünyada…

Başka bir ülkede bu mukayese kabul etmez durum yaşanmıyordur!

 

Allah rızası için…

Kim eğri kim doğru bu memlekete…

Anlayan varsa bana da anlatsa sevabına!

                                                                        ***

01.05.2012

 

Sonbahar…

Ağaçlar o yemyeşil takım elbiselerini, atlın ve bakır karışımı giysileriyle değiştirme telaşında. Yer, gök sanki atlın ve bakır rengi yaprakların istilasına uğramış durumdaydı. Kamyonlar ağır ağır virajlı yokuşu tırmanırken, otomobiller vın diye yanlarından geçiyordu. Hava yağmurlu olmasına rağmen atlın ve bakır karışımı renk almış yapraklar, süratle geçen arabalar sayesinde havada uçuşuyordu…

 

Akşam olmuştu…

Daha yeni evlenmişlerdi. Oğulları henüz bir buçuk yaşındaydı. Hayata daha yeni atılmalarına rağmen oğlanın anne ve babası sayesinde, dört dörtlük döşenmiş bir eve ve spor bir arabaya sahiptiler. İki sene önce tanışmış, birbirlerini severek evlenmişlerdi. O kısacık iki sene içersine nede çok çılgınlıklar sığdırmışlardı. Sanki dünya kollarını açmış onları bekliyordu…

Konumları son derece elverişli olduğu için günübirliğine de olsa Avrupa kazan, onlar kepçe gezmedikleri yer bırakmamışlardı. Genç delinin tekiydi, kızcağız çaresiz ona ayak uyduruyordu. Sabah erkenden kalkıp sırf bir kahve içmek için Paris’e gittikleri gibi, bir akşam yemeği için yüzlerce kilometre yol gidebiliyorlardı. Mutluydular…

Her genç çift gibi umutluydular…

Oğullarını okutup, evlendirecek…

Erken yaşta torun topuz sahibi olacaklardı!

 

Babaanne ağır bir hastalıktan kalkmış ölüm kalım mücadelesi verdiği için 24 yaşındaki genç, işten çıkmış her akşam yaptığı gibi önce eşini işten alıyor, sonrada oğlunu kaynanasından alarak evlerinin yolunu tutuyordu. O akşam üstü yağmurdan ıslanmış, o atlın ve bakır karışımı yapraklar yok mu, ah o yapraklar…

 

Kahpe felek, yağmurdan ıslanmış o atlın ve bakır karışımı yapraklardan ağını örmüş pusuda bekliyordu!

 

Yol virajlı ve kaygandı…

İki şerit dağın zirvesine çıkarken bir şerit aşağıya iniyordu. Genelde süratli araba kullanırdı. Öyle ki,

bir keresinde İstanbul’a gitmek için 2674 kilometre yolu 24 saatin altında kat etmişlerdi. Bundan yirmi sene önceki yol durumlarını düşünecek olursak gerçekten hızlı bir yolculuk yapmışlardı. Ama o günü, yolların kaygan olmasından dolayı sol şeritte hız sınırlaması dolaylarında yol alıyorlardı.

 

Birden nasıl olduysa…

Araba kontrolden çıkarak karşı şeride geçiyor ve korkuluklara çarparak durma noktasına geliyordu ki, olanlar oldu!

Çarpma şiddetliydi üçünün de yaralanma olasılığı çok yüksekti. Ama alınyazıları farklı yazılmış…

Kaderin kötü cilvesi üç insan ve iki aile için kötü bir sürpriz hazırlamıştı. Eğer o anda yukarıdan aşağı doğru seyir halinde olan iki araba olmasaydı, muhtemelen üçü de kazayı yaralanarak atlatacaktı ki olmadı, olmadı. Yazgı, Azrail’i görevlendirmişti…

Yukarıdan aşağı doğru seyir halinde olan ilk araba hızla kazazedelere çarpacak…

Kazazede arabayı havalandıracak…

Vuran vurduğu arabanın altından geçecek…

Kazazede araba zemine çakılacak…

Sonrada kazazede araba ikinci arabanın kaportası üzerinde düşecek…

Bir şekilde ters dönecek ve orta şeritte öylece kalacaktı. Bir filmin senaryosundan alınmış bir sahne mi? Hayır, hayatın ta kendisi!

Çarpmanın şiddeti ile genç adamın eşinin boynu kırılacak ve olay yerinde vefat edecekti. Oğulları arabadan fırlamış, çok ağır bir beyin kanaması ve ağır kırıklarla yol üzerinde yatıyordu…

Karanlık, zifiri karanlık, kapkara…

Ve sanki gaipten gelen sesler…

 

İkisi de ölmüş…

 

Genç adamın kazaya dair hatırladığı tek şey…

O gaipten gelen ses ve o sesin beyninde çınlaması. Sol elini ağzına götürüp yumruğunu ısırması…

İkisi de ölmüş…

İkisi de ölmüş…

İkisi de ölmüş…

Isırıyor, öyle ısırıyor ki aradan yirmi üç sene geçmesine rağmen sol elinde, o günün “hatırası” diş izlerini hala taşıyor, genç adam kendinden geçiyordu…

 

Nasıl olur nasıl?

Eşi ve oğlu emniyet kemeriyle bağlanmıştı, kendisi emniyet kemerini hiç bir zaman bağlamazdı…

Akordeon haline gelen arabadan nasıl olurda canlı çıkmıştı. Canlı mı?

 

Hayır, o günden beri canlı bir cesetti kendisi!

 

Bir gün, bir gün…

Tek bir gün olsun ki rahmetli eşi ve oğlunu anmadığı, onlara dua etmediği tek bir gün olsun…

Yok!

Yoktu, olamazdı da…

Nasıl olsun ki…

Vicdan azabı…

Hasret…

Ve kendini suçlamalar buna müsaade etmiyordu.

 

Savcı haklıydı…

Yaşarda kendisine gelirse, kendisine ayriyeten bir ceza verilmesi gerekmiyordu!?

Yaşadıkları ve daha yaşayacakları cezanın kendisiydi ve müebbetti!

 

                                                                         * 

03.05.2012

 

Boya, badana

 

Boya, badana ile…

Viranenin, virane olduğu gerçeğini bir yere kadar saklayabilirsin. Ancak boya, badana bile viranenin virane olduğu gerçeğini ilelebet saklayamaz. Gerçekler eninde sonunda gün yüzüne çıkar.

Sütten zehirlenen örgenciler örneğinde olduğu gibi!

 

                                                                         * 

 

Aradan haftalar, aylar geçmişti…

41 yaşındaki kadın, yoğun bakımda çok şiddetli titreme nöbetleri geçiren, sayıklayan, sayıklarken helikopterlerden, cankurtaranlardan, ondan bundan bahis eden oğlunun yanına usulca oturmuş, yana yakıla Kuran-ı Kerim okuyordu. Oda kapısı hafif aralıktı…

Hastane papazı kapı aralığından kadının duasını duymuş, merak etmiş, bir süre kadını kapı aralığından izledikten sonra dayanamamış odaya girmişti.

 

Bu dualara, bir annenin bu dualarına Tanrı mutlaka cevap verecektir, göreceksin oğlun yaşayacak!”

 

Diye teselli etmeye çalışmıştı. Ah anne, keşke duaların kabul olmasaydı! Ölümü, öleceği günü iple çeken bir insan yaşasa ne olur, yaşamasa ne olur?

 

Baba, oğlunu bu şekilde görmeye dayanamadığı için nadiren odaya giriyordu. Kaza öncesi iki kalp krizi geçirmişti, bir üçüncüsü ölümü olacaktı. Aşağıda eşini beklerken hem dua ediyor hem de eşinin metanetine hayran kalıyordu. Nasıl kamasın ki?

Kadın, bir yandan ağır kansere direniyor, öte yandan gencecik yaşta ölen gelinine gözyaşları döküyor, yas tutuyor, akabinde kâh oğlunun, kâh torunun başında dua ediyordu. Ki…

Oğlu Frankfurt üniversite hastanesinde, torunu Mainz üniversite hastanesinde yatıyordu. İki hastane arasındaki mesafe yaklaşık 42 kilometreydi.

 

Ve papazın bu teskin edici sözlerini dinleyen kadın gözlerini yumuyor ve son zamanlarda yaşadığı kâbus dolu günler bir film şeridi gibi tekrar, tekrar göz önüne geliyordu. O can alıcı, o kulak tırmalayıcı cankurtaran sirenleri yok mu?

Ve o sirenleri duyduğu anda içine düşen kuşku…

Zaten önsezileri kuvvetli bir insandı…

Çocukların eve gelme zamanıydı…

Art arda giden cankurtaranlar ve sirenlerinin çiğliği ile birlikte his ettiği ürperti…

Nasıl ve ne şartlar altında kaza mahalline ulaştığını hatırlamadığı halde hiç bir zaman unutamayacağı o sahne!

 

Helikopterler kaza mahalline inmiş, pervanelerin çıkardığı ses korkunç sahneye hakimdi…

İtfaiye, polis arabaları…

Cankurtaranlar…

Bağrış çağırışlar…

Telaşlı koşuşturmalar…

Ve cenaze arabası!

 

12 yaşında küçük kızını evde unutmuştu…

Yavrucak abisine, yengesine ve yeğinine bir şeyler oldu diye hüngür hüngür ağlıyordu. Alman komşular küçük kıza sahip çıkıyor, aralarında duyduk duymadık kimseyi bırakmayarak ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı. Taziyeye gelende oldu, anne ve babaya teselli vermek için, onlarla birlikte ağlamak için gelende…

Günlerce açık veya zarflara koyularak aileye para yardımında bulundular. Almancaları yeterli olmadığını düşündükleri için yardıma koşanları mı istersiniz, buket buket çiçek getirenleri, yiyecek içecek getirenleri mi? İstisnasız hiç biri ama hiç biri bu felaketi yaşayanların Müslüman bir aile olduğunu unutmadılar. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır her halde. Kara haber Türkler, Kürtler ve Ermeni asılılar arasında da duyulmuştu…

Sağ olsunlar onlarda ellerinden geleni artlarına koymamışlardı. Hepsi insan evladıydı…

İnsan olduklarını, insan olmanın en güzel örneğini sergileyerek gösterdiler.

 

Burada anlattıklarıma bir nokta koymak istiyorum. Belki bir gün devamını yazarım. Şimdi kendinize soruyorsunuzdur, durduk yere tüm bunları neden yazdı diye. Sözlerime en kısa zamanda devam edeceğim.

                                                                         * 

Bu yaşanmış örnekten de anlaşılacağı gibi insan olmanın gereği ne Müslümanlık, ne Hıristiyanlık nede Yahudilik şartına bağlıdır. Yardımlaşma, kederi ve sevinci paylaşma öncelikle insan olmayı gerektiriyor.

 

İnsan gibi insan olmak için…

Keza…

Allaha inanan onun yolunda olan olmak için, önce insan olmak şarttır. İnsani duyguları yüreğinde taşımak, ahlaklı, adil olmak, tevazu göstermek iman eden bir insanın nişanıdır. Allahın bizden beklediği mülayim veya kaskatı bir dindarlık değildir. İman sahibi olduğumuzu göstermek için ulu orta sakalı, sarıklı, çarşaflı vede peçeli dolaşmamız gerekmiyor! İman sahibi olduğumuzu göstermek için önce ahlaklı, bilgili, bilinçli ve vicdan sahibi insan olduğumuzu göstermemiz yeterlidir. Tüm dinlerin ama özellikle İslam’ın sakinleştirici güzel yanlarını görmek, öğretmekten çok

neden yanlış ve katı olanın peşinden koşarız ki?

 

İstirham ederim ki dinimizi, dinleri oldukları gibi görmeye çalışmanız, tabiatına aykırı davranmamanızdır. Aşkın sükûneti, dingileştirici tesiri üzerinize olsun ki tüm hak dinleri ve özellikle son hak dini İslam tekâmül etsin.

 

Allah yolunda olduğunu iddia eden…

Allah’ı ticaret için kullanan…

Allah’ı öne sürerek kendi sapkın ve sapık hayallerini gerçekleştirmeye çalışanları…

Kendilerini yönetmek ve yön vermekten aciz olanlara…

Dikkat ediniz!

 

Seçimlerde oyunuzu, oy vereceğiniz kişi veya partiyi iyice tahlil ettikten sonra kullanınız. Kısa vadeli menfaatlere ve kulağa hoş gelen sözlere kanmayınız. Sesini yükselten, kin ve nefretten bahis edenlere itibar etmeyiniz. Yumruklarını sıkan, dudaklarını ısıran…

Allah bilir daha nerelerine ne yapıyordur!

 

Devlet hepimizindir, devlet biziz!

 

Bu devleti yönetmek için belirli bir süre için seçtiklerimiz, emanete ihanet ettiklerinde hesabını sorunuz! Güçte, kudrette sizindir, sizi yönetenlerin değil! Onlar yalnızca birer emanetçidir…

Ne fazlası, nede eksiği bunu unutmayınız!

 

Onlar aksini iddia etseler de…

Onlar çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin kazanımlarını ve getirilerini inkar etseler de…

Onlar Atatürk ve arkadaşlarını unutturmaya çalışsalar da…

Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetine…

Laik, sosyal ve hukuk temelleri üzerine oturtulan bu devletimize hep beraber sahip çıkalım. Geçmişin yanlışlarını hep beraber düzeltelim. Hepimizin yalnız birer insan olduğunu unutmayalım.

İyiliğimizle, kötülüğümüzle, sevabımız ve günahlarımızla yalnız ve yalnız birer insanız!

Allahtan gelene boynumuz kıldan incedir ama başka konularda el ele verdiğimizde üstesinden gelemeyeceğimiz, altından kalkmayacağımız hiç bir şey yoktur. Geçmişimiz bunu açıkça göstermektedir.    

Allah'ın Kelâmı

                                                                        ***

05.05.2012

 

Yutturamasın civanıma

 

Bre Atatürkçü zındık…

Bre laik kâfir…

Yan gelip yatıyor, sonrada meyve veren ağcı taşlıyorsun…

Allahtan da mı korkmazsın?

 

Görmez misin ahalinin menfaatine çalışıyorlar…

Memleket kendi yağında kavrulur gider!

 

Namerde muhtaç değiliz evvel Allah…

 

Mümindirler…

Ne yaparlarsa Allah rızası için yaparlar…

Evvel, kabir hayatını düşünür…

Sonra çark döner, devran döner…

İnşallah, maşallah der…

Kuyruk sallar…

Kancık karı gibi yanardöner…

Sevaplarıyla yaşarlar…

Senin hayal ürünündür…

Ciplerde gezen türbanlılar!

 

Yutturamasın civanıma…

Gâvurun malını Müslüman eder…

Senin gibi kâfileri önce adam eder…

Sonra hizaya sokar!

 

Civanım benim merttir…

Yiğittir…

Bir kükredi mi, yedi düvele meydan okur…

Dize getirir!

 

Sen kimsin piç kurusu…

Nasıl düşürürsün kredi notunu?

 

Müslüman oğlu Müslüman olan, Türkoğlu Türk olan omuz omuza çabalayacak ki…

Gâvurun malını Müslüman etmenin sevabını bir düşünmeli…

Bağı, bahçesi, his senedi…

Cennete sokmaya yeterlidir hepimizi!

                                                                        ***

06.05.2012

 

AKP Mebusları

 

Teneke çalarlar baskın öncesi…

Yandaş basın tefe koyar.

Kibar insandırlar…

Harman yerinde kibarlıktır onlarınki…

Kendilerinden yaşlıca olanları bile oynatırlar ayı misali…

Kibarlığın böylesi, bana fazla geldi.

 

Bu kardeşlerimizi bir görseniz…

Hamiyetlerinden gözleriniz yaşarır…

Bu kardeşlerimiz gece uykusunu yitirmişlerdir…

Geceleri sabaha kadar secde eder “Aman ey Allah’ım, yarın ki günde vatana, millete hayırlı bir iş görmeyi, bana da köşeyi dönmeyi nasip eyle” diye dua ederler. Şüphesiz ki önce Allahtan hemen ardından, Tayyip’ten korkarlar!

 

Peki, Tayyip kimden korkar?

Her şeyden evvel Amerika’dan…

Sonra para babalarından…

Kıblesi Washington’dur ama Allahtan korkar mı bilmem!

 

Allah günah yazmasın…

Pis günahları boyunlarına…

Ama…

Fitne, fesat bunlarda…

Hile, hurda bunlarda…

Yalan, dolan bunlarda…

Yetmedi mi?

Şer’in, dinciliğin en alası da var bu mendeburlarda!

 

Hepsi mi böyle?

Hayır, ama çoğu!

 

CHP ve MHP liderlerine ve milletvekillerine söyleyeceğim tek söz var:

Sizleri Allaha havale ediyorum, Allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın!

                                                                        ***

07.05.2012

 

Saçmalayabildiği ölçüde aşar insan kendisini…

 

Sizler gaipten haberler almaya devam edin…

Öbür dünyanın kapılarını zorlamaya devam edin siz…

Sorularınızın ve sorunlarınızın çözümüne adım adım yaklaşırsınız…

Âlemler arsı sorun, soruşturun… 

Çözüm ruhlar dünyasındadır…

Ruhlar dünyasında kişisel mülkiyet hakkı işlemez…

Benim senin yoktur!

 

Dünyalılar…

Sorularının ve sorunlarının çözümünü bu alemde ararlar…

Ki Avrupalılar bu dünyanın hakimleri arasında…

Değişim diyor!

 

Berlusconi gitti…

Sarkozy’e s… çektiler…

Merkozy zor durumda…

Darısı Türkiye’nin başına…

Umutlu değilim ama…

İnşallah yanılıyorumdur!

 

Kusura bakmayın bu kadarı bana bir kaç numara birden büyük geliyor

Ben o ruhlar dünyasında sizi yalnız bırakıp, naçizane bedenimi alıp gidiyorum…

Bir kaç gün kafamı dinleyeceğim!

                                                                        ***

08.05.2012

 

Bit mi pire mi?

 

Aba altından sopa göstermekle beni korkutamazsınız. Buna hiç lüzum yok. Neticelerinden korksam zaten yazmam, yazıyorsam da korkmuyorum, sonuçlarını göze adlım demektir. Yani beni tehdit etmeniz size bir şey kazandırmaz, aksine gözümde gittikçe küçülürsünüz!

                                                                        ***

10.05.2012

 

Hadi hayırlısı

 

Almanlar uzun süre inceledikten sonra artık sitemi denetleme ihtiyacı görmüyorlar.

Tük Silahlı Kuvvetleri ziyaretçilerim arasındaydı, artık değiller!

Ancak…

Dün ilk defa Amerikan Silahlı Kuvvetleri sitemi “ziyaret” etti…

Bunu nasıl yorumlamalıyım?

                                                                         *

Selamsız

 

Bugüne kadar yazmaya fırsatım olmadı ama bugün yazacağım…

 

İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan ve pek nezih olmayan bir semtidir. Bir zamanlar buralarda salam - sosis pazarlamacısı bir paytak, elde kalmış neyi var neyi yoksa pazarlama gayretindeymiş.

O kadar dürüst bir pazarlamacıymış ki…

Bugün dahi o zamanlardan kalma esnaf borlarını kapatmamış!

 

Gel zaman git zaman bu paytak…

Siyasete özenmiş, varlığı pis – ağzı pis bir halde siyasete atılmış ve çok ama çok başarılı olmuş.

 

Eskilerden kalma alışkanlık tabii…

Ee öyle kolay kolay insanın peşini bırakmaz. Yine başlamış elde ne var ne yoksa pazarlamaya…

O kadar başarılı bir pazarlamacı olmuş ki…

Uluslararası ödüller almaya başlamış, coştukça coşmuş – azdıkça azmış…

Ve istedikçe istemeye başlamış!

 

Buraya kadar yazdıklarım gerçeğin ta kendisi. Özellikle Selamsızda borç taktığını ve hala ödemediğini çok ama çok güvenilir bir kaynaktan öğrenmiş bulunuyorum.

 

Ve soruyorum…

Borcuna sadık olmayandan daha ne beklersiniz?

                                                                         *

Siteme destek istiyorum

 

24.04.2012 tarihli yazımda Erdoğan – Google görüşmelerinin neticelerini vermeye başladığını yazmıştım ve beni bir bileşimci olarak susturamayacaklarını belirtmiştim. Sistemin içinden gelen, bileşimci kimliğimin yanı sıra bir iletişimci olarak…

Bu zihniyet ile mücadelemizde bir makale ile sizlere yardımcı olacağıma dair söz vermiştim. Vakit bulamadığım için makaleyi yazmaktan vazgeçtim ama yinede sizlere ücretsiz ve art niyetsiz olarak yardım etmek istiyorum.

 

Atatürk milliyetçisi olarak bir blog yada site sahibiyseniz ve siteniz (Erdoğan – Google) görüşmesi sonrası etkilendiyse bana yazın! Siteme destek istiyorum rumuzu altında bir mail yollayın.   

Blog yada sitenizi inceledikten sonra içerik olarak uygun gördüğüm taktirde sizlere teknik destek vereceğim. Önemli bir uyarıda bulunmak istiyorum:

 

Rumuz yukarıda belirttiğim gibi olmalı, aksi taktirde filtrelere takılıp ulaşmaz. Bana yazmak ve destek istemekle yasal olarak blog yada sitenizi teknik olarak incelememe izin vermiş oluyorsunuz. Yukarıdaki 2012 grafiğinden de görüleceği gibi zübükzade Recep Bey beni susturamaz!

İstediğim taktirde ve yeterince zaman harcadığımda Google bile beni durduramaz. Internet üzerinden bana ulaşılmasını engellemek isteyenlere mesajım:

 

Atatürkçülük öyle bir şeydir ki…

Güneşi balçık ile bulamaya kalsan bile…

Dokunan yanmakla kalmaz!

                                                                         *

Sistem

 

Bundan yıllar önce Atatürk’ün yönetim şekli olarak neden komünizmi seçmediğini sormuştum. Atatürk neden parlamenter demokrasiyi Türk halkına ve Türkiye’ye laik görmüştü…

Gelin birlikte özellikle son soruma bir cevap arayalım. Bu cevap öyle bir cevap olsun ki…

Tribüne oynayan…

Kendini bilmez zibidinin…

Her halükarda bir mazereti kalmasın!

 

Devam edecek…

                                                                         *

 

Sizce insanlık tarihinin en büyük buluşları nelerdir diye sorsam…

Şüphesiz ki tekerleği de bu buluşlar arasında sayacaksınızdır. Ne alaka diye sormayın…

İşte tam burada Almanların çok ama çok sevdiğim bir özdeyişini sizlere tercüme edeceğim.

 

Das Rad neu erfinden*…

 

Tarihimizi incelediğinizde…

Öyle bir kaç yüz yıl geriye giderek değil…

Gidebildiğiniz en uç noktaya kadar gittiğinizde eminim şu olguyu fark edeceksinizdir!

 

Tereciye tere satmakta…

Mevcut olanı farklı, yeni bir şeymiş gibi göstermek ile fark yaratmakta üstümüze yok!

Belirli aralıklarla tekerleği tekrar tekrar icat etmekle o kadar meşgulüz ki…

Kafamızı farklı şeylere yormaya fırsat kalmıyor!

Bu yüzden de bırakın mevcut medeniyetlerin üzerine çıkmayı…

Durduğumuz yerde anca adım adım yol alıyoruz. İki ileri bir geri misali…

Mehter marşı dahi bu gerçeğin vahametini gizleyemiyor. Bu vahim duruma örnek mi istiyorsunuz? 

 

                                                                         *

 

Ölmüşün ardından konuşmak hoş bir şey değildir. İstisnalar kaideyi bozmaz!

Ancak ölen kamuya mal olmuş bir insan ise durum farklılık arz edebilir.

Sevmedim, sevmiyorum, sevmeyeceğim…

Görüşlerine hiç bir zaman katılmadım ve katılmayacağım!

Daha öncede yazmıştım, Erbakan ve milli görüş…

Bir taklit!

Türkeş’in dokuz ışık doktrini ve Atatürk ilke ve inkılâpları!

Ayrıntılarına girmeyeceğim ama isteyen araştırabilir. Araştırdığı taktirde göreceği alıntı yapılarak, “allama pullama suretiyle anayı tekrar babaya satmadan” öteye gitmediği gerçeğidir.  

 

Atatürk ilke ve inkılâpları

Dokuz ışık doktrini

Cumhuriyetçilik

Ahlakçılık

Devletçilik

Endüstricilik ve Teknikçilik

Devrimcilik

Gelişmecilik ve Halkçılık

Halkçılık

Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik

Laiklik

İlimcilik

Milliyetçilik

Köycülük

 

Milliyetçilik

 

Toplumculuk

 

Ülkücülük

 

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılabileceği gibi toplumun cehaletinden faydalanmak suretiyle yeni bir düşünce, farklı bir hareketmiş gibi gösterilmeye çalışılanın aslında “eski” olmasıdır. Kifayetsiz

siyasetçiler ve cahil, bilinçsiz bir toplumun karışımı her an patlamaya hazır bir bomba gibidir.

 

Benim “uzun uzadıya” anlatacaklarımı bir Amerikalı gazeteci yazmış…

Adam Amerikalı tabii…

Tayyip’ten mi korkacak?

Bozulduğum konu…

Siyaseti meslek edinenlerin, siyasetten para ve menfaat sağlayanların…

Parti başkanı, milletvekili ve gazetecilerin…

Aklına bu cümleyi kurmak neden gelmedi?

 

Gazeteci Andrew Finkel imzalı Erdogan’s next move başlıklı makalesi New York Times’de yayınlandı.

 

Andrew Finkel'in kaleme aldığı yazıda, "Erdoğan eğer Türkiye'nin başkanlık sistemine sahip olması gerektiğine bu kadar inanıyorsa, ilk yapması gereken şey aday olmadığını açıklamalı" denildi.  

Gayet açık bir ifade…

Bu cümlenin üzerine bir cümle kurmanın manası yok. Bana ancak bir özdeyişi hatırlatmak;

 

Beterin beteri vardır!

 

Ve şunu eklemek kalıyor:

 

Bir ülkede başkan olmaya, tek adam olmaya hevesi bu kadar insan varken, demokrasi gibi hassas dengeler üzerine kurulu ve kırılgan bir yönetim şeklinde başkanlık sistemi çok tehlikeli olmakla birlikte diktatörlüğün kapılarını ardına kadar açar!

                                                                        ***

15.05.2012

 

Doğurmadı karılar daha böylesini…

 

Serseri kurşun misali…

Dosta, düşmana karşı…

Neyi ve kimi vuracağı belli olmuyor…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

Abdülhamit hafiyelerinden beter…

Sardılar bütün memleketi…

Kısmet efendim, nasip kısmet meselesi…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

Yetmez ama evet dediler…

Milletin ansını yâd ettiler…

Sıkıcı meseleler…

İleri demokratik diktatörler…

Hoyrat ve tahrikâr…

Sorumsuz küçük ve büyük hırsızlar…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

Ah, ahh…

Birkaç paşa asmak nasip olmadı…

Ya, yaa…

Çıkmadan canları…

Kursağımızda kaldı hevesimiz…

İleri demokrat olayım dedin mi…

Yoktur çaresi…

Birkaç paşa asacaksın…

Bir iki tanesini sallandıracaksın ki…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

İleri demokrat mı derler adama…

Zarafete ve saygıda kusur etmeden paşa asmayınca…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

Bu kez işin iş dediler…

Vaat ettiler…

Mezar tartaklayıcısı herifler…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

Baba zanaatıdır ne eylesin ki…

İrtica dedin mi…

Maddenin cevheri…

Cüzdandır meselesi…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

Türkün bahtına tüküreyim…

Zalimi yaşatan mazlum…

Mazlum susarsa, zalim olur masum…

Doğurmadı karılar daha böylesini!

 

Gel mahşeri göstereyim sana…

Girdik kol kola…

Beraber yürüdük bu yollarda…

Bak halimize ve ağla kana kana …

Doğurmadı karılar daha böylesini!

                                                                        ***

16.05.2012

 

Between fantasy and fact

 

Osmanlı safraları olanca güçleriyle yükleniyorlar…

Halk açgözlü ve çaresiz(!?)…

Bitkin ve bitap değiller…

Bitkin ve bitap olanlar Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gücünü tüm dünyaya göstermişti…

Ama onlar farklı bir nesildi…

Onlar vatan olmayınca hiç bir şeyin, hiç bir şeylerinin olamayacağının farkındaydı!

 

Canlarını dişlerine takarak istilâya uğramış topraklarını söküp geri aldılar…

İnsanlıklarını kaybetmeden, üç kurusa tenezzül etmeden…

Onurlarına düşkün, haysiyetli ve şerefli bir şekilde…   

Halk açgözlü ve çaresiz(!?) değildi…

Onlar farklı bir nesildi…

Onlar böyle olduğu için…

Mustafa Kemal gibi bir öndere inandıkları için…

Onun önderliğinde yol aldıkları için bugün bile binlerce genç insan…

Binlerce kilometre yol kat ederek Gelibolu’da şafak ayini düzenliyorlar…

Çünkü geçmişten ders aldılar, dedeleri dedelerimizle çarpışırken…

Karşılıklı mertlik ve insanlık öyküleriyle büyüdüler…  

Evet, onlar farklı bir nesildi…    

Onlar vatan olmayınca hiç bir şeyin, hiç bir şeylerinin olamayacağının farkındaydı!

 

Bugün…

Bu neslin torunları…

Bir pazarlamacının peşinden koşuyorlar…

Şeytan azapta gerek dercesine…

 

Azaptalar çünkü…

Başlarındaki şeytan…

Allah, Peygamber, din ve iman diyerek…

Olmayan akıllarını başlarından almış…

İki çuval kömüre…

Yiyecek, içecek yardımına muhtaç bırakmıştır…

Öyle ki bu onurlu insanların torunları…

Selin alıp gittiği eşyaları toplamak için birbirlerini ezer olmuştur!

 

Bugün…

Bu neslin torunları…

Bir pazarlamacının peşinden koşuyorlar…

Şeytan azapta gerek dercesine…

 

Azaptalar çünkü…

Başlarındaki şeytan…

Büyük şeytandan pazarlama dersi almış…

Borç yiğidin kamçısı diyerek…

Tatil kredisi…

Eğitim ve kişisel gelişim kredisi…*

İhtiyaç kredisi…

İşletme kredisi…

Kış turizm kredisi…*

Traktör kredisi…

Evlilik kredisi…*

Çeyiz kredisi…*

Yakıt destek kredisi…*

Tadilat kredisi…

Otomobil bakım ve onarım kredisi…*

Ev eşyası kredisi…

Bayram kredisi…

Bireysel destek kredisi…*

Oto ve taşıt kredisi…

Konut kredisi…

Faturalı, faturasız alış veriş kredisi…

(Faturasız al vergiden kaçır, alan memnun - satan memnun ve banka göbek atıyor!)

Kariyerim kredisi…*

Sağlık kredisi…*

Konut geliştirme kredisi…*

Bugün al, altı ay veya bir sene sonra ilk taksitini öde…

Bir alana, bir bedava…

Bol bol puan topla gibi pazarlama yaklaşımları ile…

İhtiyaç olmayan ihtiyaç yaratılır…

Ve insanlar bilmem kimlerin kucağına oturmaya başlarlar…

Öyle ki bu onurlu insanların torunları…

Sanki borç onların borcu değilmiş gibi…

Sanki hiç geri ödenmesi gerekmiyormuş gibi…

Gırtlaklarına kadar bataklığa girmiş…

Şeytanın o tatlı sesinden…

Suat Sayın’ın namelerine kulak verirler…

Parayla saadet olmaz…

Elbet olmaz ama…

Güçsüz düşen açık yüreklide olamaz…

İster istemez gidişata göz yumar…

Sıradanlaşma çoğalır…

Çoğaldıkça düzen bozulur…

Ve insanlar üç kuruşa tamah eder olur…

Böylece farklı bir nesil yaratılır…

Ve bu nesil için vatanın artık hiç bir ehemmiyeti kalmaz!

 

*Kredilere ve isimlerine bak, hizaya gel…

Bu yaşımda neler öğrenmiş oldum! 

                                                                        ***

17.05.2012

 

Kabalığımı mazur görün lütfen

 

Başkanlık sistemini Türkiye için istiyormuş…

Geçiş süreci için yarı başkanlık sitemi uygunmuş(muş!)…

Siktir ordan!!!

 

Tüzüğünüz gereği milletvekilliğinden istifa et…

Cumhurbaşkanlığına aday olmadığını açıkla…

İnanalım!

 

İtimat en zor kazanılan ve en kolay kaybedilen değerdir

                                                                        ***

19.05.2012

 

Lazım, lazım ne lazım?

 

En başta yürek lazım…

Akıl lazım…

Fikir lazım…

Kitleleri peşinden sürükleyecek bir lider lazım…

Sonra aşk lazım…

Lazım ki…

Bu gidişata dur desin!

 

Asker!

Gözbebeğim…

Askerin hala Kemalin askeri olduğuna dair kanaatimi muhafaza ediyorum…

Ama üst düzey yöneticilerinin kimin askeri olduğuna dair ciddi şüphelerim var…

Bildiğim Genelkurmayın, en azından ama söz sahibi olanların mirasa sahip çıkmadığıdır…

O halde artık Genelkurmay benim Genelkurmayım değildir!

  

Son yılların Cumhuriyet Halk Partisi…

Ve yöneticileri…

Tek kelimeyle benim nazarımda…

Bir utanç vesilesi!

 

Şoparlar hazım ettire ettire…

Düzü ters çevirerek iş başında…

Vakur bir devlet adamının halinden çok…

Bir çete başı…

Bir çeribaşı edasıyla hareket ediyor ve bu devleti “yönetiyorlar”!

 

Siyasetin yapılış biçimini sorgulamak zamanıdır…

 

19.Mayıs Atatürk’ü anma…

Gençlik ve Spor bayramınız kutlu olsun…

                                                                        ***

21.05.2012

 

İki yaka bir Reco

 

Bir yakasında Fethullah Gülen ve Amerika Birleşik Devletleri…

Öbür tarafında başta Almanya olmak üzere belli başlı zihniyetlere destek veren Avrupa…

Tam ortasında erkekliğin yüz akı paytak Reco…

 

Gücünüz yeter mi?

Gücünüz yeter mi, lan!!!

Feriştahınız gelse bu milleti bölmeye gücünüz yeter mi?

                                                                         *

Beta faslı

 

Uzun bir zamandan beri aklımda olan bir projeyi hayata geçirme arifesindeyim…

Recep Tayyip Erdoğan ve Google ittifakına karşı mücadele etmemizde, bilgi birikimimizi AKP’ye karşı daha etkili kullanmamızı kolaylaştıracak ve koordine edecek bir proje olacak. Şimdiden kamuoyuna ve özellikle AKP ve Recep Tayyip Erdoğan karşıtlarına saygıyla duyurulur.

                                                                        ***

23.05.2012

Atatürk'le okumak

                                                                         *

Bağımsız Türkiye

 

Türkiye’nin…

Vatanın ve milletin daha fazla pazarlanmasına tahammülünüz kalmadıysa…

Bağımsız bir Türkiye taraftarıysanız…

Atatürk ilke ve inkılâplarına gönülden bağlıysanız…

Atatürkçülüğü Katletme Partisinin uygulamalarına karşıysanız…

Bağımsız Türkiye projesine destek olun!

 

İşe öncelikle bilgileri bir araya toplamakla başlamak istiyorum.

Elinizde somut bilgi ve belgelere dayanan deliller varsa…

Bunları yayınlamaktan çekiniyorsanız bana yollayın!

 

Yollayacağınız belgeler üzerinde şahsi bilgileriniz varsa ve siz bu şahsi bilgilerin yayınlamasını istemiyorsanız; elektronik olarak bir daha geri dönüşümü mümkün olmayacak bir şekilde tarafımdan hazırlanarak yayınlanacaktır. Bu bir itimat meselesidir biliyorum…

Ancak hayatta belirli bir riski göze almadan da bir yere ulaşılamaz!

Bir bileşimci olarak…

Nefret ettiğim bir kelime ama…

İnsanın kendisini övmesi kadar çirkin bir şey yok…

Yinede bir “güvenlik uzmanı” olarak size söz veriyorum…

Şahsi bilgileriniz tarafımdan güvence edilmektedir.

 

Yollayacağınız bilgiler…

Rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık delilleri olabileceği gibi duygu ve düşüncelerinizi kapsayan yazılarda olabilir. 

    

Bu projenin aşamalarını yeri ve zamanı geldikçe açıklayacağım. Ön bilgilendirme olarak şu kadarını yazabilirim:

 

1. Internet üzerinden Almanya’da benim denetimim ve sorumluluğum altında İnternet bağlayacağım bir bilgisayara bağlanarak gerekli araştırmalarınızı yapabileceksiniz.

Bilgi ve belgeleri bir yerde toplayarak etkinliğimizi artırabileceğimiz düşüncesindeyim.

2. Cumhuriyet Tarihi Kronolojisi 1923 – 2010 v2 ve tüm eklerine bu bilgisayar üzerinden ulaşabilirsiniz.

 

Mail adresi:

bt@gurbuz.net

 

Devam edecek…

                                                                        ***

25.05.2012

 

Dün gece…

 

Şirket adı vermenin anlamı yok…

Kaldı ki, bu şirketlerin hiç bir sorumluluğu da yok!?

XG 1871 sefer sayılı Frankfurt – İstanbul uçağının yolcuları bir badire atlattı…

Uçak 5 dakika gecikmeyle Sabiha Gökçen Havalimanına indikten sonra, yolcular bir otobüs şirketi vasıtasıyla örneğin Taksime götürülüyorlar. Şanslı olan yolcuların bavulları ve işlemleri kısa sürüyor ve uçakları karşılamaya gelen otobüse binip nihai hedeflerine yolculuklarını sürdürüyorlar.

Şanslı olmayanlar…

Bavulların çıkmasını beklemek zorunda kalanlar ise yarım saat kadar bekleyip başka bir otobüsle yolculuklarına devam ediyorlar.

 

Dün gecede öyle oldu…

 

Yolcular otobüse bindirilip Taksime doğru yola çıktılar. Bu otobüslerin belli başlı durakları olduğu için ve trafik durumuna bağlı olarak 70 Km yolculuk takriben bir saat kadar sürüyor (Frankfurt – İstanbul uçuş süresi yaklaşık iki buçuk saat). Otobüs Zincirlikuyu durağında yolcu indirirken…

Sakallı, takkeli beyazlara bürünmüş bir kişi tarafından “saldırıya” uğradı!

Saldırgan yüksek sesle şoföre yolcuların turist olup olmadığını soruyor…

Ve ekliyor, “…bu turistler yüzünden hacılar, hocalar sefil oluyor. Memleket batıyor…”

Bağrış, çağrış, hengâme falan, herif yaka paça otobüsten indirilip yoluna devam ediyor!

Ki…

Gurbetçilerin yani sıra otobüste turistler de var!

 

Soruyorum:

 

Asayiş sorunu mu?

Vurdumduymazlık mı?

İktidarsızlık mı?

 

Kendi zibidilerine hakim olamayan…

Kendi zihniyeti ile çelişen…

Bu insan müsvetteleri karşısında daha ne zamana kadar sesiz kalacaksınız?

                                                                        ***

26.05.2012

 

Sistem

 

Sistem sayesinde palazlanarak büyüyenler…

Sisteme sırt çevirerek...

Sistemi sırtından bıçaklayanlar…

Görünüşte liberal, gerçekte muhafazakâr olanlar…

Bir müddet için irticanın vaziyete hâkim olmasına göz yumanlar…

Mücadele azmini kaybederek…

Tüm bu gelişmeleri sesiz sedasız izleyenler…

 

Gardiyan kılıklı heriflere karşı sesinizi yükseltmediğiniz taktirde bir ömür bu heriflerle yatıp kalkmak zorunda kalacaksınız!

                                                                        ***

27.052012                           

 

Ben Atatürkçüyüm

                                                                        ***

28.05.2012

 

Allah mahcup etmesin!

 

Teşekkür ederim!

Siteyi dün açmama rağmen…

Dünden bugüne 21 site http://www.gurbuz.eu ’ya link verdi.

 

Fotoğraflarınızı bekliyorum!

 

Bu siteyi neden açtım

 

Öncelikle çağdaş temeller üzerine oturtulmuş bir hukuk devletinde yaşamak istediğim için…

Her şeyin para olduğu bir dönemde, paranın dışında da koruyup kollamamız gereken değerlerin olduğuna inandığın için…

Sonra demokrasinin ilerisiyle değil, demokrasinin kendisiyle yönetilmek istediğim için…

Atatürk ilke ve inkılâplarını unutturmak istedikleri için…

Çağdaş bir insan olarak köle gibi yaşamak istemediğim için…

Sesiz şeytan olmak istemediğim için…

Başta Atatürk olmak üzere bu vatan…

Bu millet için kanını, canını, malını ve özgürlüğünü feda edenlere vefa borcum olduğu için…

Bu zihniyet ile yaşamak istemediğim için…

Ve…

Tek başıma mı “mücadele” ediyorum yoksa benim gibi düşünen insanlar var mı diye merak ettiğim için!

                                                                        ***

29.05.2012

 

Çok yakında bu sinemada

 

Duyduk duymadık demeyin…

Duyanlar, duymayanlara anlatsın…

Evet, sayın seyirciler…

Çok yakında bu sinemada!

 

Seks

 

Başrollerde:

Recep Tayyip Erdoğan

Emine Erdoğan

 

Konuk oyuncular:

Abdullah Gül

Hayrünnisa Gül

 

Yönetmen:

Fethullah Gülen

 

İslami şartlara uygun seks nasıl yapılır sorusunun tüm yanıtlarını bu filmde öğreneceksiniz.

Bitmedi…

Aklınızda olan…

Sormaya utandığınız…

En çılgın fantezileri bile ardında bırakacak…

Doyumsuzları doyuracak bu şaheseri sakın kaçırmayın!

 

Not: Milletin yatak odasına yakında ya kamera yerleştirirler…

Ya da insanların başına “o” işi becerirken adam koyarlar!

                                                                        ***

31.05.2012

 

Padişahım çok yaşa

 

İleri görüşlülüğü…

Siyasi ve askeri dehası…

Cesareti ve İslam aracılığı ile cebe(ine) hizmet idealizmiyle bir Cihan padişahı…

Bir çağı kapatıp yeni bir çağ başlatan…

Recep Tayyip Erdoğan Han…

Onun Türkiye Cumhuriyetinde Rönesansı açan çağ açıcılığı…

Başta Emine’nin vasıtasıyla peşi peşine açtığı sağlık…

Gıda…

Ziynet eşyası “mağazalarıyla” tarihe damgasını vuran…

Atını Atatürkçüler üzerine sürmesi ile…

Güzel şehir İstanbullu dinciler namına fetih eden…     

Müjdelere nail olan padişah…

Tüm bunlar Recep Tayyip Erdoğan Han dendiğinde…

İlk akla gelen şeyler elbette…

Kişiliği bizlere örnek olacak nitelikte…

Onun devlet politikasında dünyayı kendisine bağlanmak zorunda bıraktığı…

Dâhiyane siyaseti, hukuka verdiği önem…

İlim ve sanat alanında ortaya koyduğu serbest ve hürmetkâr tavrı…  

Ve en önemlisi Islama hizmet idealizmi ve tevhit* anlayışı ile onu bilmek…

Recep Tayyip Erdoğan Hanı her yönüyle ele almak ihtiyacı vardır!

 

 

*İlmî tevhit ile amelî tevhit birbirinin zorunlu tamamlayıcısıdır. İki tevhit birleştirilmeden İslam'ın öngördüğü tevhit anlayışı gerçekleşmez. Sözgelimi, "Allah, tek yaratıcıdır" diyen kişi "la ilahe illallah" demiş sayılmaz. Tevhit kelimesinin özü, gerçek Allah'a, tapınmaya layık olan, ortağı bulunmayan tek Allah'a kulluk, ibadettir. Bu nedenle Allah'ın her şeyin yaratıcısı, rabbi olduğunu, yaratıcılık ve rablıkta ortağı, benzeri bulunmadığını söylemek yeterli değildir. Bunu söylemenin yanı sıra, O'ndan başka ibadet edilecek bir mabut olmadığını da söylemek gerekir.

                                                                        ***

01.06.2012

 

Hangi demokrasi?

 

Daha önce de yazmıştım…

Oğlum Mainz Üniversitesinde siyasi bilimler okuyor. Dün bir baba olarak oğlumla gurur duydum.

Uzun zamandır bu kadar keyifli, bu kadar hoş sohbet bir birlikteliğimiz olmamıştı. Bir baba olarak oğlumdan bir şeyler öğrenmenin zevkini tattım.

Evet, dünkü sohbetimizden sonra bu güne kadar aklıma gelmeyen bir konuya farklı bir yaklaşım sergilemem gerektiğini anladım.

 

Hiç kendinize sordunuz mu; Türkiye’de insanlar neden siyaset ile uğraşır?

Türkiye’de siyaset niçin ve ne uğruna yapılır?

 

Bu soruların bana göre yanıtlarını sonraya bırakarak önce siyasete bilimsel yönden yaklaşalım.

Prof. Tatu Vanhanen siyasete bilimsel açıdan yaklaşan ve Vanhanen endeksi olarak literatüre giren

toplumsal demokratikleşmeyi matematiksel yönden irdeleyen bir bilim adamı.

Prof. Tatu Vanhanen formüllerine uygulamalı olarak bakalım. Örnek olarak badem bıyıklıların fikir babası ABD, Türkiye, İngiltere, İtalya, Fransa, Yunanistan ve Almanya’yı seçtim. Ülkelerdeki son (genel) seçimler esas alınmıştır.

 

 

Yunanistan

İngiltere

Almanya

ABD

İtalya

Fransa

Türkiye

Seçim yıllı

2012

2010

2009

2008

2008

2007

2011

Seçime katılım oranı

~

%65,10

~

%65,1

~

%70,8

~

%56

~

%62,73

%60,44

~

%83,16

Rekabet oranı

81,15

63,9

72,7

47

68,7

60,46

50,17

Demokratikleşme oranı

52,82

41,59

51,47

26,32

41,09

36,54

41,72

 

Not: Amerika ve Fransa’daki başkanlık sistemi diğer ülkelerle doğrudan kıyaslanmamalı. Bir fikir edinmeniz bakımından hesaba dâhil ettim. Görüldüğü gibi ister başkanlık, ister yarı başkanlık sistemi olsun çoğulculuk açısından bir “tehlike” arz etmektedir. Yine bu tabeladan görülebileceği gibi seçime katılım ve rekabet oranının yüksek olması demokrasi açısından en hayırlı olanıdır. Bu dengeyi kıyas içersinde en iyi Almanya yakalamaktadır.

 

Gelin birlikte yukarıdaki verilerin analizini yapalım. Verilerden de anlaşılacağı gibi seçime katılım ve rekabet oranı arasındaki makasın fazla açılmaması gerekiyor, yaptığım başka örnek hesaplardan çıkardığım sonuca göre iki değerin arasında en fazla 5 puan olabiliyor. Bu denge korunduğu sürece ülkelerde sağlıklı bir demokrasiden söz edebiliyoruz. İki verinin de yüksek olması sağlıklı bir demokrasi açısından önemlidir. Ancak makas açıldıkça demokrasinin demokrasiden uzaklaştığını da gözlemleyebiliyoruz. Yine dikkatimi çeken başka bir olguda, iki değer arasındaki makas açıldıkça demokratik sistemlerin zaaflarının meydana çıkmasıdır. Buna göre salt demokratikleşme oranına bakarak bir yargıya varmakta bir o kadar yanlıştır.

Devam edecek

                                                                        ***

03.06.2012

 

Kıçını da yırtsan civanım, bu aşkı söndüremesin

                                                                         *

Prof. Vanhanen’in hesaplamaları bilim camiasında tartışmalı olmakla birlikte en azından bir fikir vermesi açısından, hesaba dâhil olmayan faktörleri göz ardı etmemek şartı ile faydalıdır. Analize geçmeden önce 1954’den bu yana Türkiye’nin gidişatına birlikte bir bakalım.

 

Seçim yıllı

Seçime katılım oranı

Rekabet oranı

Demokratikleşme oranı

Kazanan parti

1954

~ %88,63

42,39

37,57

DP

1957

~ %76,58

52,13

39,92

DP

1961

~ %81,41

63,28

51,51

CHP

1965

~ %71,26

47,13

33,58

AP

1969

~ %64,34

53,47

34,40

AP

1973

~ %66,81

66,71

44,56

CHP

1977

~ %72,41

58,62

42,44

CHP

1983

~ %92,26

54,86

50,61

ANAP

1987

~ %93,28

63,69

59,41

ANAP

1991

~ %83,94

72,97

61,25

DYP

1995

~ %85,23

78,63

67,01

Refah

1999

~ %87,11

77,82

67,78

DSP

2002

~ %79,13

65,72

52

AKP

2007

~ %82,24

53,42

43.93

AKP

2011

~ %87,10

50.05

43,59

AKP

Veritabanı Kaynakça

 

Devam edecek

                                                                        ***

05.06.2012

 

Güzel

 

Gerçekten güzel…

Internet arşivi sayesinde 2008 yılında yazdıklarımı denetliyorsunuz. Denetleyin!

Makalelerimin sonradan bir değişikliğe uğrayıp uğramadığın merak ediyorsunuz herhalde. Uğramadı, uğramazda. Bu böyle biline.

Uğrasa bile…

Ki…

Geçmişte ve bugün bile…

Herhangi bir hatayı sonradan fark ettiğim taktirde, aynı gün düzeltme yapılarak tekrar yayınlanır. Ama ertesi gün veya daha sonra asla! 

 

Hanımlar…

Beyler…

Ben sözde değil, özde bir bileşimciyim. Yıllarımı vermişim bu mesleğe. Birçoğunuz daha dünyaya gelmemişti, ya da yeni doğmuştu…

Ben bu işlerle uğraşıyordum. Bu işlerle uğraşan çok eskiler hatırlar…

Benim nesil masala, Comodoro 64!

Ne makineydi ama!

J

Gençlik yıllarımızda az uğraşmadık bu işlerle…

Geceler boyunca…

Uykusuz, dur durak bilmeyen bir şekilde…

Oyunların, programların şifrelerini Hex editörleriyle kırma mesela!

Birkaç Byte tutarında Assembler komutlarıyla yazılan ufacık tefecik programlar…

Program çalışınca atılan sevinç çığlıkları falan…

Hiç unutmam…

Gençliğimde…

Daha çocuk denecek yaşta

Sinclair ZX81 bilgisayarını modül olarak satın almış…

Kendim lehimleyerek çalışır duruma getirmiştim…

Üzerinde yazdığım programlar…

Ne gurur duymuştum kendimle J

Hala o yılların anısına saklarım Sinclair’i!

 

Bu sitenin düzeni…

Tesadüfî değildir!

Sitenin tasarımı…

Tüm olumsuzluklara rağmen…

Tarafımdan bilinçli bir şekilde seçilmiştir. 

                                                                         *

 

Türkiye çizelgesine baktığınıza eminim dikkatinizi çekmiştir…

Gidişata bir Aaaa Kaaa Peee* öncesi…

Ve mutlaka bir Aaaa Kaaa Peee sonrası olacaktır!

Demokratikleşme oranında da hayatın kendisinde ve özellikle ticarette olduğu gibi rekabet tüketici açısından olumlu bir hava estirmektedir.

  

*Herifçioğlu bir kükredi, bütün yazarçizer takımı tırstı ve onun istediği gibi parti adını yazmaya başladı

 

Devam edecek

                                                                         *

 

Genel anlamda ister siyasete katılım, ister rekabet oranında olsun –dolayısıyla demokratikleşme oranında da - bir artış gözlemleyebiliyoruz. Ne zamana kadar?

2000’li yıllara kadar!

Ondan sonra badem bıyıklıların o çok sevdiği kelimeyi kullanmak istiyorum – istikrarlı bir şekilde –

ister rekabet, ister demokratikleşme oranında bir – kayıp – söz konusu olmaktadır. Hani indir bindir Menderes zamanını örnek gösteriyorlar ya…

1954 ve 57 seçimlerinde bile seçimlere katılım oranında bir düşüş yaşansa bile rekabetin artması demokratikleşme oranında olumlu bir etki yaratmıştır. Birde 2002, 2007 ve 2011 seçimlerine bakın!

Diyeceksiniz ki salt iktidarın suçu mu, muhalefetin hiç mi suçu yok?

Olmaz mı hiç…

BBK

Biri Bizi Kazikliyor…

Baykal, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu kervanı olmasa…   

AKP ve Erdoğan bu kadar yol alabilir…

Bugünkü konumlarında olabilir miydi acaba?

Neyse biz yine konumuza dönelim. Özellikle Yunanistan örneğini zaten bu yüzden seçmiştim.

 

Devam edecek     

                                                                         *

 

Defalarca dile getirmeye çalıştığım gibi demokrasinin ilerisi - gerisi olmaz!

Tıpkı İslam’ın ılımlısı - ılımsızı olamayacağı gibi…

Çünkü ikisinde de kaide ve kurallar belidir. Yorum farklılıkları esasa ilişkin gerçekleri saptıramaz!

Genelde insanlar özelde kötü niyetli kişiler, iki yaşam biçimine de yorum farklılıkları getirerek kendi sapkın ihtiraslarını tatmin etmeye çalışalar bile…

Konulara felsefi derinlikle yaklaşıldığında gerçeklerle bağdaşmadığı açıkça görülecektir!

 

Gerçekler dedik de aklıma geldi, hayat denen – çarkıfelek – oyununda ister insanlar olsun ister toplumlar…

Bahtına çıkanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırken tecrübe denilen emsalsiz değeri dikkate almak zorundadır. Almadığı takdirde dünün “hatalarını” tekrarlamak zorunda kalacaktır ki bu fuzuli zaman israfından başka bir şey değildir. Özellikle bu zihniyetin  – ileri demokrasi – anlayışı, sizi bilmem ama benim;

 

Olmaz olsun böyle demokrasi

 

diye defalarca haykırmama vesile olmuştur. Açıkçası bu zihniyetin demokrasi anlayışı bende tiksinti etkisi yaratmaktadır. Bu bağlamda AKP siyaset akademisinin ders notlarını dikkatli bir şekilde okumanızı (satır araları dâhil) tavsiye ediyorum. Sanırım ne demek istediğimi ondan sonra daha iyi anlayacaksınızdır.

 

Dünyanın birçok ülkesinde uygulanan temsili demokrasiler, rekabeti esas alan çoğulcu demokrasilerdir. Temsili demokrasilerin ve anayasaların sağlıklı işlevi daha önce edinilen tecrübelere dayandığını unutmamak gerekir. Bu tecrübeler ulusal alanda edinilen deneyimlerden kaynaklanabileceği gibi başka ülkelerde yaşanan tecrübeleri de esas alabilir.

Ambivalenz vakası Recep Tayyip Erdoğan’ın her geçen gün daha da çok belirginleşen kalleş kişiliği

ve Türkiye Cumhuriyetinin toplumsal yapısı dikkate alındığında ne kadar tehlikeli bir süreçten geçtiğimiz aşikardır. Osmanlının son dönemlerinde gözlemleyebildiğimiz anayasal bir hayata geçişi ve padişahın yetkilerinin ıslahı yönündeki çabalarını da göz ardı etmeden, 89 yıllık parlamenter

sistem değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu durumda açıkça göstermektedir ki tarihimizden ders almamışız! Kendi tarihimizden ders çıkarmadığımız gibi başka ülkelerin tecrübelerini de görmemezlikten geliyoruz. Geniş kapsamlı veya az biraz daraltılmış yetkilerle donatılan, ister cumhurbaşkanı ister başkan olsun, halk tarafından doğrudan seçilmesi çok tehlikelidir. Örnek mi istiyorsunuz? 

 

Kendi tarihi deneyimleriniz yetmiyorsa ki o kadar çok örneklerle doludur ki Weimar Cumhuriyeti ve sonraki gelişmeler irdelemeniz sanırım yeterli olacaktır.

  

Eminim, yatak odasına kadar giren –  ileri bir demokrasinin –  süreç içersinde daha neler yapabileceğini hayal bile edemiyorsunuzdur!

Hep iddia ettiğim gibi bugünler daha iyi günler, biraz daha bekleyin çok daha iyi günler sizleri bekliyor. Güçlü demokratik sistemlerin anayasalarında yer alan:

 

- Partilerin ve tabii muhalefet partilerinin önemi vurgulayan esaslar…

- Geniş mutabakatlı güvenoyu…

- Değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen ve toplumun özünü teşkil eden ilkeler…

Ki biliyorsunuz tartışmaya açılan konuların haddi hesabı kalmadı ve tüm bunlar demokratikleşme adına yapılıyor!?

- Temel haklar ve bu haklara bağlı görevler…

- Hukukun üstünlüğü ilkesi…

- Kanun önünde kim ve ne olduğuna bakmaksızın eşitlik ilkesi…

- Adalete ve adil yargılanmaya ilişkin esaslar…

- Hâkimlerin bağımsızlığı ve kanunlar çerçevesinde vicdanlarına karşı sorumlu oluşları…

- Mahkemelerin vatandaşları keyfi devlet uygulamalarına karşı koruması…

- Yasama tarafından çıkarılan kanunların anayasaya bağlı ve uygun olması…

- Yasaların ve mevzuatın güçler ayrılığı ilkesine tabi olması…

- Her vatandaşın istediğinde mahkemeye başvurma ve erişim hakkının olduğu…

  - Bu hakkın birlikte getirdiği sorunlardan bazıları:

  - Toplumsal yaşamın kanunlar çerçevesinde şekillenmesi…

  - Kanun önünde eşitliğin zorunlu olarak sosyal adaleti sağlamaması…

  - Kamu yararına da olsa bazı projelerin uzun uzadıya, karmaşık hukuki prosedürler (izlek) ile  

    engellenebilmesi…  

 

Devam edecek     

 

                                                                         *

 

- Önümüzdeki süreç içersinde değiştirilir mi bilmem, 1982 Anayasasının ikinci maddesinde Türkiye  

Cumhuriyetinin niteliklerini tarif edilir:

 

Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içersinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen ilkelere dayanan demokratik, sosyal bir hukuk Devletidir.

 

O halde sosyal devlet kavramına batıda nasıl bakıldığına biraz açıklık getirelim:

 

  - Devletin görevi (burada ki devlet anlamı ile Anayasaya bağlı gelmiş geçmiş ve daha gelecek olan ama özellikle iktidardaki hükümetler kast edilmektedir) genel anlamda kabul gören sosyal adalet kavramına uygun yaşam koşullarının zorunlu olarak oluşturulması ile hükümlü olduğu…  

  - Mağdur veya geçimini sağlayamayacak duruma düşen / olan kişilerin sosyal yardım hakkına sahip olduğu…

  - Sosyal yardımın kapsamı ve niteliği anayasa ile belirlenmediği ancak siyasi tartışmaların konusu olarak uzlaşma yolu ile kanunlarla vücuda gelmesi…

  - Siyasetin sosyal adaleti sağlamakla hükümlü olduğunu ve çıkarılan yasaların bu durumu gözetmesi, örneğin vergilendirme sistemi…

  - Sigorta sisteminin geliştirilmesi…

  - Siyasette sosyal katılım hakkı, örneğin sendikalar…

 

Konuyu daha fazla dağıtmadan Yunanistan örneği ile devam edelim…

Son seçimlere bakıldığında bunalan Yunan haklının oylarını uç noktalara ve küçük partilere yaymasıyla merkez diye tabir edilen ister sol, ister sağ görüşlü “merkez” partilerini zora sokmuştur. Zora sokmakla kalmamış bir nevi hükümet bunalımı yaratmıştır çünkü güvenoyu alabilecek bir hükümet çıkarmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu durum özellikle bunalımlı dönemlerde birçok ülkede gözlemlenebilen ve “olağan” bir durumdur. Bu olgu toplum psikolojisiyle ilgilidir ve bu makalenin sınırlarını zorlayacağı için ayrıntısına giremeyeceğimi üzüntüyle ifade ederim. Yani, uzun lafın kısası demokratikleşme oranı yüksek görünse bile…

Rekabetin hat saffa da olması demokrasi açısından son derece sakıncalıdır. Oturmuş güçlü demokrasilerde örneğin İngiltere ve Almanya’da denge sağlanmıştır. İtalya bile ki Yunanistan’dan sonra en eski demokrasi geleneğine sahip ülkedir bu dengeyi sağlayabilmiştir. İtalya örneğini Yunanistan’dan sonra seçmemin nedeni, Akdeniz toplumlarına özgü bir takım karakteristik özelliklere rağmen bu dengeyi sağlayabilmesidir!

Bu arada ek bir bilgi olarak, gerçekten çok güçlü bir demokrasiye sahip Almanya’nın, bu geleneği ve bu kültürel olgunluğu Napolyon Bonaparte borçlu olduğunu biliyor muydunuz?

    

Yunanistan örneğinde de görülebileceği gibi rekabetin hat saffa da olması demokrasi açısından, demokrasinin ve teamüllerinin felç olması anlamına gelir. Karşıt anlamda, kısıtlı veya yok denecek derecede bir rekabet, demokrasinin demokrasi olmaktan çıkması demektir!

Görüleceği gibi demokrasi olanca genişliğinde, bir dengeler manzumesi, azınlıkta kalanlarında haklarının korunup kollandığı, uzlaşı, yani orta yollu bulabilme olgunluğuna erişmiş toplumların yönetildiği siyasi bir sistemdir.

                                                                        ***

14.06.2012

 

Üzümünü ye bağını sorma

 

Maksat üzüm yemek değil…

Maksat…

Bağcıyı eşek sudan gelene kadar dövmek!

 

Görmemezlikten gel…

Duyma…

Okumak…

İlgilenme diyorum…

Ama…

 

Konuşuyoruz…

Konuları bir bir tartışmaya açıyoruz…

Her lafa maydanoz olan enayilerin başı çektiği bir ortamda…

Boş konuşuyoruz!

 

Hani laf olsun, torba dolsun misali…

The Erdoğan…

İş başında…

Mr. Erdoğan konuları tartışmaya açıyor…

Ağzı açık ayran budalası gibi…

Türkiye takip ediyor…

 

Efkârı umumiye almış başını gidiyor…

Her zamanki gibi haberler muhtelif…

Devletin dehlizlerinde çürümeye terk edilenler…

Ve mutlu mesut olanlar!

 

Ahmet Hakan bugünkü yazısında AKP – Cemaat çekişmesini anlamadığını yazıyor…

Gökten mi düştüğü yoksa topraktan mı çıktığı beli olmayan bu zihniyet…

Ve özellikle Tayyip’in kendisi…

Çizmeyi aştığının farkında değil!

 

AB(D) eliyle gelen…

Pazarlamacı ustası ABD eliyle gidecek…

Dikkatinizi çekerim D harfini parantez içersine almadım…

Son zamanlardaki ulusal ve uluslararası gelişmeleri bir araya getirdiğinizde…

En azından kendi adıma böyle bir sonuç çıkarıyorum…

Çünkü AKP Leaks işbaşında!

                                                                        ***

15.06.2012

 

Ölüm fermanı

 

İnsan bir defa ölür…

Ani ölür…

Yavaş yavaş ölür…

Can çekişerek ölür…

Ölümün yüzü soğuktur derler…

Ölümün çeşitlerinden biride kan kaybından can vermektir…

Türkiye…

AKP zihniyeti sayesinde kan kaybederek ölüyor…

Ve genel anlamda hayata kalma mücadelesi verdiğinin farkında bile değil!

 

Örneğin aortundan yaralanmadığı için ölüm akabinde gerçekleşmiyor…

Kan kaybından ölümün soğuk yüzüyle karşı karşıya ama…

Damardan iç kanama olduğu için kendini önce güçsüz his etmeye başlıyor…

Sonra susuyor…

Nefes alıp vermesi hızlanıyor…

Bazen nispi bir rahatlık hissi hâsıl olabileceği gibi…

Umumi olarak baş dönmesiyle birlikte…

Korku ve baygınlık halinden sonra ecel vukuu buluyor!

 

Dün sabah yazmıştım…

Ahmet Hakana cevaben…

Akşam haberlerinde işitiyoruz ki…

Tayyip cemaat liderine sesleniyor…

Bitsin bu hasret!

 

Birileri diyor savaş…

Evet, şüphesiz bir savaş…

Mertçe değil…

Kahpece…

Pusularla, aldatmalarla süren bir savaş…

Hainliğin bedelini yavaş yavaş ölerek ödediğimiz bir savaş!

 

Leyla Zana kimdir?

Ve Leyla, Mecnunsuz olabilir mi?

Birileri çıkıp soruyor…

Mecnun nerede diye…

Bre koca kafalı ahmak…

Mecnun kulağa fısıldamadan…

Leyla hiç hareket eder mi?

 

Faydasız…

Gereksiz…

Ve hatta fuzuli zaman israfıdır…

Okumadan, düşünmeden…

Teşkilâtsız bir şekilde…

Bir yerde ortak bir payda etrafında toplanmadan…

Bilip - bilmeden lakırdılara kulak asmak…

Çünkü…  

Siyasette hareketsizlik, suskunluk ölüm fermanıdır!

                                                                        ***

17.06.2012

 

Kandil

 

Gurbetçiler genel olarak kandil gecelerini televizyon başında geçirirler…

Hasret dolu bakışlarıyla…

Adeta televizyonun içersine girmek ve o anda orada olmak istercesine. Edilen dualara televizyon başında canı gönülden amin diyorlar. Diyorlar ama…

Ah şu amalar olmasa!

 

İzliyoruz, cennet vatanımızda dün gece Camiler dolup taşmış. Ne güzel. Bu gecelere özgü huzur ve güven veren bir görünüm. Güzel olmasına güzel fakat o da ne?

Şeytan işbaşında!

 

Şeytan gelip adamın kulağına fısıldıyor…

Zihni bulandırıyor…

İman dolu göğüs’e şüphe düşürüyor!

 

Avuç açıp canı gönülden dua eden bunca insan…

Müslüman’ım diyip iman eden…

Camileri doldurup taşıranlar varken…

 

Dolandırıcılık…

Hırsızlık…

Arsızlık…

Hainlik…

Namussuzluk…

Riyakarlık…

Vefasızlık nasıl olur?

 

Biri çıkıp da bunu bana izah etsin…

Söyleyin a dostlar…

Nasıl olur?

 

Vefasız dedikte aklıma geldi…

Kamuya hizmet…

İnsana hizmet…

İnsanlığa hizmet…

Ve vatana hizmet…

Tüm bu emsalsiz değerlere hizmet…

Bazı durumlarda dolaylı yoldan da olsa Allaha hizmet değil midir?

 

Peygamber efendimiz başta olmak üzere…

Hakkın tüm elçileri…

Öğretileri, söylem ve eylemleriyle…

İnsanoğluna bu konuda da örnek olmamışlar mıdır?

 

Çok şükür en azından hala…

Böyle günlerde şehitlerimizi de anıyor onlara dua ediyoruz…  

Eskiden…

Edilen dualarda…

Atatürk ve arkadaşlarını da anardık…

Onlara da dua eder, ruhlarına yollardık…

Onlar olmasaydı…

Bu Camiler…

Camilerden okunan ezanlar…

Olur muydu?

 

Ayıp…

Gerçekten çok ayıp!!!

                                                                        ***

20.06.2012

 

Nokta

 

Her şehidin ardından…

Gözyaşları…

Hüzün ve dinmek bilmeyen bir öfke!

 

Kendimizi boş yere aldatmayalım…

Milli mutabakatı sağlayamadığımız sürece…

Türkiye maddi - manevi ancak “sürünerek” yol almaya devam edecek!

 

Allah kimseye ama hiç kimseye evlat acısı göstermesin…

Kendi tecrübelerimden biliyorum…

Çok farklı…

Çok derin…

İnsanın iliğini - kemiğini sızlatan bir acı…

Aradan onlarca yıl bile geçse…

İnsan acıyla yaşamasını öğreniyor ama…

Acı aynı acı kalıyor…

Ve bizler milli mutabakatı sağlayamadığımız sürece…

Evlatlarımızı şehit vermeye devam edeceğiz!

 

Umudun bittiği yer…

İnsanın ruhen çöktüğü yerdir…

Bu çöküş bedeni etkiler…

Hareket alanını kısıtlar…

Ve ruhen çöken eninde sonunda bedenen yok olur!

 

O halde…

Umutları tüketeceksin…

Umudun simgesine…

Son noktayı koyacaksın…

Siyasi sonuçlarına katlanacak…

Son noktayı koyacak yürek var mı?

                                                                        ***

26.07.2012

 

Erdoğan alafranga mı alaturka mı sıçıyor?

 

Ölmedim ayaktayım…

Pes etmedim…

Uzun bir süredir yazamadım…

Ancak ilgi alanımı geçici bir süre için farklı yönlendirmek durumunda kaldım. Tabii bu süre zarfında siyasetle her zamanki gibi yakından ilgilendim ama yazmaya fırsat bulamadım. Başlığa bakıp da bu ne demek oluyor diye sormayın…

Hatta aranızda ayıplayanlar bile çıkabilir ama hayati bir soru…

Bu soru!

Bu soruya yanıt bulabildiğimiz oranda önümüzü görebileceğiz! Neyse bu sorunun muhtemel yanıtlarını sonraya bırakarak geçen günlerdeki gelişmeleri bir toparlayalım.

 

Düşen savaş uçağımız: Yok Suriye düşürdü, füzeydi falan gelinen nokta pilotaj hatası olabilir mi sorusuna takıldı kaldı. Bu sorunun şüphesiz ki yanıtı eninde sonunda gün ışığına çıkacak ama ben dikkatinizi başka bir yöne çekmek istiyorum. Bugüne kadar nedense dile getirilmeyen bir “pürüze”, beklide dile getirildi ama benim dikkatimi çekmedi.

Her halükarda ben konuya kısaca değineyim isteyen derinlemesine araştırabilir. Alman hava kuvvetlerinin F-22 Raptor uçak alımından caydığını duyanlar pek azdır sanırım. Onların uçak alıp almamalarının benim için pek bir ehemmiyeti yok ama vazgeçmelerinin gerekçesi çok ilginç ve en azından beni düşündürüyor. Silah ve teknolojiyle yakından ilgilendiğim için daha önce faklı bir konuda bu mesele bir kez daha dikkatimi çekmişti. Savaş uçağımız düştü, Tayyip başta olmak üzere tüm badem bıyıklılar tilki görmüş tavuk gibi gaklamaya başladı…

Bir bardak suda çıkarılan fırtına misali bu konuda yavaş yavaş unutturulmaya başlandı.

Savaş uçağı Amerikan yapımı…

Kullanılan elektronik sertifikalı Amerikan malı olması gerekirken…

Çakması Çin’den gelerek Amerikan ordusunun depolarında yer alıyor ve daha da önemlisi kullanılıyor! Diyeceksiniz ki benim hayatım çakma ne olur yani…

Olan şu…

Kullanılan çipler gerekli yazılım ile bir bütün oluşturuyor. Çiplere manipüle yolu ile bir “arka kapı” bırakıldığında uçağın kendisi de düşürülebilir, fırlattığı füzenin yönü de değiştirilebilir. İşte bu yüzden Alman hava kuvvetleri uçak alımından vazgeçmiştir. Bu konu sizce de dikkate değmez mi?

 

Diğer konulara geçmeden bir hatırlatma yapmak istiyorum. Bundan bir süre önce dokuzu beş geçe diye bir güvenlik yazılımı yayınlayacağıma söz vermiştim. Verilen söz tutulur. İsim ve dil değişikliğine uğradı ama…

Daha geniş bir kitleye hitap etmek ve Türkiye’deki sorunlara dikkat çekmek için bu yolu seçtim. Yeni adı: Made in Turkey CSuite Ergenekon

CSuite = Customer Suite bunun bir de PSuite’i olacak ama kullanabilmek için normalin çok üstünde bileşim bilgisine sahip olmanız gerekir. Made in Turkey ve Ergenekon’u izah etmeme gerek yok sanırım. Alman bilgi ve bileşim güvenliği teknolojisinden sorumlu kurum (BSI)  

“normal” bir güvenlik için bir içeriğin iki kez birbirini tamamlayıcı bit dizisiyle silinmesini ardından tesadüfî bir bit ile silinmesini yeterli görüyor (yani içerik üç kez silinecek, misal sıfırın tamamlayıcısı birdir; biride üç ile sildiğinizi farz edin). Bu önlem bir yere kadar şüphesiz yeterlidir ancak muhatabınız devlet ise daha dikkatli olmakta fayda var. Devlet imkânlarını küçümsememek gerekir. Gerçi, bir yandan Türkiye’de Ergenekon örneğinden anlaşılacağı üzere bileşimde Forensik bilimi AB(D) desteği ile “ayakta” duruyor…

Öte taraftan da yıllarca istihbarat servisleri tarafindan kullanıldıktan sonra ancak yavaş yavaş kamuoyunun bilgi ve kullanımına sunulan teknolojiler yüzünden gerçekten dikkatli olmakta fayda var. Örneğin bazılarınız için AES 128 / AES 256 şifreleme metodu bir şey ifade ediyordur. Peki, kaçınız AES 512’nin bir süreden beri kullanımda olduğunu biliyor?

AES 512, AES 128’e nazaran yüzde 230 daha hızlı çalışıyor. Çalışıyor çalışmasına ama ancak özel donanımla…

Veya sakıncalı bilgilerin bulunduğu bir sabit disk tümüyle imha edilmeli…

Yine BSI verilerine göre sabit diski en azından 15 dakika 1000 derecelik bir ocağa atmanız gerekiyor ki imha edilebilsin (güneş yüzeyinin 6000 derece olduğunu düşünürsek varın gerisini siz hayal edin). Tüm bunların bilincinde olmama rağmen Made in Turkey’i neden yazdım?

Einstein’ın deyimi ile “…iki şeyin sınırları yoktur, evrenin ve insanoğlunun aptallığının. Ancak evren konusunda henüz o kadar emin değilim!”

İrtica ile mücadele eylem planında da ifade etme çalıştığım gibi harcamaya hazır olduğunuz nakit ve vakit oranında geri dönüştürülemeyecek şey yok gibidir!

Buna rağmen ve pes etmemek namına aylardır çok ince eleyip sık dokudum, piyasanın “en iyi” yazılımlarıyla Made in Turkey’nin sileme kalitesini ölçtüm. Bununla yetinmeyip olası laboratuvar    

ortamında gerçekleştirilebilecek manyetik ölçümleri de hesaba katarak bu yazılımı geliştirdim. Yazılımın ayrıntılarını açıklamayacağım. Açıkladığım taktirde iş çilingir meselesine döner; yıllarca Alman polisi için kapıları açan bir tanıdığım bana bir sohbetimizde şöyle demişti: “…onlarca çeşit kilit var, ikide birde yeni kilitler çıkıyor piyasaya… Yeni çıkanı alıyor tornada açıp nasıl çalıştığına bakıyordum!. İşte bu yüzden yazılımı, yazılımlara ayırdım. Aralarındaki bağı ve mantığı, kullandığım birçok teknolojiyi açıklamam mümkün değil!

Ama bir nevi kullanım kılavuzu ile birlikte yazılımda gözetilenleri açıklayabilirim.

 

Üstesinden gelinmesi gereken sorunlar:

 

1. Made in Turkey CSuite için bundan sonra MiT terimini kullanmak istiyorum, benzer birçok programa nazaran silme işlemine farklı bir yaklaşım sergiliyor. Bu yaklaşım sayesinde manyetik ölçüm, cluster veya sektör gözetmem gerekmiyor.

2. En kısa zamanda en kötü ihtimalle Terabyte silebilme kabileyi

Örnek: Birçok sistemde denedim orta şekerli diye tabir edeceğim bir sistemde yarım saat içersinde  

32 Gigabyte yazıyor yani siliyor (3 GB/RAM, Intel PIV 2,66 GHz 64 Bit işlemci, iki çekirdek, Windows Vista 32 Bit, 120 GB eski – yani yavaş – sabit disk). Aynı sistemde 6 saat 40 dakikada 16 farklı içerik ile 850 Gigabyte yazdı/sildi. Yani 16 kere 53 GB boş alana yazdı; farklı bir değişle 6 saat 40 dakikada 8 kere MFT 1 kere 850 GB’ı tümüyle yazmış oluyorsunuz bu zaman gözünüzü korkutmasın aslında iyi bir değer, badem bıyıklılar bu boş olan alanda sildiğiniz bilgilere ulaşıyor.

3. MiT Windows işletim sistemini mümkün olduğu kadar etkilememeli. Yazılımın kendisi kurumdan sonra 650 KB, kurulumla birlikte 865 KB’dir. Silme işlemi mümkün olduğu kadar (XP, Vista, Windows 7) işletim sisteminin kendi kaynaklarıyla –birçoğunuzun bilmediği- komutlarla gerçekleşiyor. Windows’un yetersiz kaldığı yerlerde yazılım devreye giriyor. Örnek: SecDelete de isim değişikliğine uğrayarak Delete Files or Folders oldu (DFoF). Bu yazılım Windows’un aksine sildiğiniz yeri silmeyle birlikte farklı bir içerik yazarak tekrar dolduruyor. Kullandığım piyasanın “en iyi”  yazılımlarından bazıları fragmanın kendisini bile bulamazken bir tanesi en azından fragmanı buldu ama içeriğine ulaşamadı. Bu tür yazılımlar sabit diski “farklı derinliklerle” arar! Hepsini denedim J

 

Temizlik imandan gelir derler, bence doğru derler! İman sahibi insan beden temizliğinin yanı sıra ruh temizliğine, elinin değdiği her şeyin temizliğine dikkat eder!

O halde elimiz değmiş, herkesin görmesini istemediğimiz dosya ve klasörleri silmişken bir de sistem temizliği yapalım değil mi? Şaka bir yana, imanı onu bunu bir tarafa bırakarak gerçek nedenini açıklayayım. Sakıncalı içeriği sildikten sonra bu “temizlik” bir ağıcı ormanda saklamak gibi bir şey oluyor. Hatırlayın lütfen İrtica ile mücadele eylem planında da anlatmaya çalıştığım gibi “gören göz” ne arayacağını bilmediği taktirde bir nevi “bakar kördür”. 27 senelik meslek tecrübeme dayanarak yazıyorum. Bildiğiniz bir bilgisayar kullanıcısı “bilgisayar / sistem bakımı” yapmaz genelde yapmasını da bilmez! Yani “bakımsız” bir bilgisayarda sildiğinizi dosyayı diğer tüm sildiklerinizin içersinde “gizliyorsunuz”. Nedir bu diğer sildikleriniz?

Geçici dosyalar, Windows Update “kalıntıları” vs.

Neyse fazla ayrıntıya girmek istemiyorum, MiT’i açmak için yönetici haklarına sahip olmanız gerekiyor (administrator rights). Yazılımı açtıktan sonra sanırım dikkatinizi çekecektir gidilmesi gereken adımları aynen uygulayın. Burada bir parantez açarak Explore noktasına dikkatinizi çekmek istiyorum. İşlemlerle devam etmeden önce oradaki noktaları bir bir açın. Muhtemelen birçok dosya göreceksinizdir, beklide sizin IMHA etmek istediğiniz içerik de arasındadır. İşte buralardan sizi “silseniz dahi” yakalayabilirler!? Tüm işlemleri yaptıktan sonra Explore tekrar açıp denetleyin! Parantezi şimdilik kapayarak devam edelim. Bu adımların ardında yatan mantığı bazılarınız zaten kendiliğinden anlayacaktır (İngilizcesi yetersiz olanlar için ayrıca belirtmek istiyorum ilk adım First Step çok önemli, aynen uygulayın). İkinci adımda (Disk Cleanup) ile kaba bir “temizlik” yapıyorsunuz. Delete Files or Folders’e yukarıda değinmiştim, sakıncalı klasör veya dosyayı silmeniz için çalıştırmanız gereken nokta. Çöp kutusunu boşaltmayı unutmayın!!! J

Time to Write C/D ile 8 defa MFT ve 8 defa birbirini tamamlayıcı ve 8 farklı içerik ile boşalan yer tekrar yazılacak/silinecektir. Ardından hem sistem güvenliğiniz için Windows Update’e bakın. Hem de varsa yüklenmesi gereken bir şey yükleyin ve hemen bir parantez daha açalım; fizikte bir kural vardır bilmem bilir misiniz?

      

Aksi ispatlanmadığı sürece ihtimal dâhilindedir!

 

Bu yüklemeyle bir ihtimal asıl silmek istediğiniz cluster/sektör’ün üzerine bir kez daha yazılacak/silinecektir. Yüklenecek bir şey yoksa da üzülmeyin Sayın Süleyman Demirel’in deyimi ile:

 

Demokrasilerde çareler tükenmez!”

 

Bu işlemi izleyen iki işlemde sildiğinizin üzerinden tekrar yazılma ihtimali çok yüksek!

 

Made in Turkey

   

Önemli uyarı:

Bu yazılımı kullanmak sizin sorumluluğunuzdadır! Yazılımı değiştirmemek şartı ile istediğiniz gibi başkasına verebilir, kendi siteniz veya blogg’unuzdan download’a sunabilirsiniz. Kısacası Freeware’dir. Yanlışlıkla veya bilerek sildiğiniz bir içerik için beni sorumlu tutamazsınız!

İstihbarat servislerinin imkânlarını göz ardı etmeyiniz! 

 

Yani öyle veya böyle en kötü ihtimalle sizin silmek istediğinizin dışında silinecek veya yazılacak hiç bir şey yoksa bile işlem sonunda 16 kez boş alana yazma/silme işlemi gerçekleştirmiş oluyorsunuz ki güncel sabit diskler için 8 silinme “yeterli” görülüyor. Özel olarak eski bir sabit disk ile denedim (120 GB) ki “hata” payı azalsın diye. Neyse biz devam edelim; Documentation bölümünde sabit disk’in çıktısını alabilirsiniz. Biliyorsunuz badem bıyıklı zihniyet yanlışlıkla iş yapmaya bayılır. Çıktı almanızın faydası olabilir, zararı olmaz!

Microsoft bölümünde ücretsiz Microsoft antivirusunu yükleyebilirsiniz ya da varsa sistem hatalarını ücretsiz giderebilirsiniz. Gelelim ilginç kısım’a…

 

Diyelim ki sen kim program yazmak kim dediniz!?

 

Wipe Free Space’de Microsoft şirketinin kendi yazılımı olan ve XP, Vista ve Windows 7’de bulunan bir komut ile boş olan yeri üç defa silmek suretiyle bilgiler imha edilebiliyor. Tüm bunları yazarken, sisteminizin güncel ve sabit diskinizin NTFS formatlı olduğunu varsayıyorum!!!

Ancak bu komut ile USB Stick, USB sabit disk “temizleyemezsiniz”.

Gelelim Secure Communications’e…

Anlatmaya yine bir parantez açarak başlayalım, her şeyden önce program (yazılım) nedir in tanımlamasını yapalım ki anlatacaklarımı daha iyi kavrayın. Bir program işleme konulması gerekenleri belirli bir mantık çerçevesinde bilgisayara sunan izlencedir. Söyle bir google’de program nedir diye aradığınızda karşınıza çıkan cevaplar son derece amatörcedir. Çünkü izah bölümünde mantığa değinilmemektedir…

Ki bilgisayar demek mantık demektir. Özellikle güvenlik konularında yazılımın / programın mantığı anlaşıldığında büyük bir güvenlik sorunu oluşur. Umarım ne demek istediğimi anlamışsınızdır!?

Miscellaneous altında Secure Communications’ı bulabilirsiniz. Bileşim güvenliğinde her şey şifrenin kalitesi ile başlar…

Generate a Password’u yazarken şifre uzunluğuna bir sınırlama getirmedim. Ayarlarımla oynamazsanız “güvenli” şifreler oluşturursunuz. Türkçesini bilmiyorum, harf diyeceğim geliyor ama aslında yanlış, çünkü alfabenin 29 harfi adamın aklına geliyor. Hâlbuki bileşimde genel anlamda ASCII standart’ı hakimdir ve 128 harf / işaretten oluşur. Generate a Password bu standarda göre yazılmıştır. Türkçe harfler yoktur ve olmaması sizin menfaatinizedir!

 

Neden mi?

  

Dedim ya…

Mantığı çözdüğünde iş bitmiştir de ondan!!!

 

Yani, diyelim ki 64 işaretten (≈ 512 Bit) oluşan bir şifre yazdırdınız. Bu şifre içersinde misal gelişi güzel 5 işareti (harfi) kendi seçtiğiniz işaretlerle değiştirdiniz (ç, ş, ğ gibi)   

Yazılımın mantığını bozmuş oluyorsunuz!

Yani geri dönüşümü neredeyse “imkânsız” kılmış oluyorsunuz. Eğer aranızda neden Bit değerini belirlerken “yaklaşık” simgesini kullandığımı sorarsanız yanıtım: Bakış açısına bağlı olduğu için olacaktır. 8 Bit’le mi hesap yapıyorsunuz, 7 Bit’le mi, parity var mı yok mu vs.

En iyisi yaklaşık de olsun bitsin. Kimseyle uğraşamam doğrusu! Gelelim ILERI DEMOKRASI ve haberleşme özgürlüğüne. Buram, buram “özgürlük ve demokrasi” kokan AKP iktidarsızlığı ve cemaatin köpekleri sayesinde haberleşme özgürlüğünden eser kalmadı. Bunun için Encrypted Message’i yazdım. Bildiğimiz AES 256 Bit şifreleme diyeceksiniz…    

Yani, ama beni tanıyan bilir!

Ek önlem almadan, en az b ve c planı olmadan, etraflıca düşünüp, sonuçlarını kestirmeye çalışmadan bir şey yapmamaya gayret ederim. Encrypted Message’i yazarken de öyle oldu!

Ayrıntısına girmeyeceğim ancak şu kadarını açıklayabilirim, sizin belirleyeceğiniz anahtarın (en az 32 simgeden oluşmalı) dışında ve AES algoritması içersinde ek bir önlem alarak şifrelemeyi “etkiledim”. Yani sizin anahtarınız olmadan şifrelediğiniz içeriğe ulaşmak en azından şu an için “mümkün” değildir! Aksi Made in Turkey’le şifrelediğiniz ancak Made in Turkey’le deşifre edilebilir. Yani metniniz iki taraflı korunmaktadır. Şifreleşeceğiniz kişiyle yüz yüze anahtar alış verişinde bulunun. İleride yayınlayacağım Made in Turkey PSuit’te anahtarı “yüksek güvenirlikli” olarak mail ile yollayabilirsiniz. Ayrıca Disassemblerlere karşıda gereken önlemler alınacaktır. Silahlı kuvvet kurallarına göre haberleşmede mesajınızın geçerlilik süresi en fazla bir kaç saati geçmemesine özen gösterirseniz, nispeten “güvenlikli ve özgür” hareket edebilirsiniz. Güvenlik ihtiyacınıza göre de sık sık anahtarı değiştirmeyi ihmal etmeyin!

Asker dedik de aklıma geldi…

Hani derler ya; “mantığın bittiği yerde askerlik başlar” diye… 

Mesele imha etmekse, ya tam yapacaksın ya da hiç…

Piyasadaki yazılımların aksine Made in Turkey sektör temelli silmenin yerine boş olan - ne var ne yoksa – siliyor! Bir nevi cluster bombardımanı misali J

 

Sizi duyar gibi oluyorum…

 

Anahtarınızı sürekli yenile diyorsun!

Muhatabımla yüz yüze anahtar alış verişinde bulun diyorsun!

Bütün bunları yapacaksam doğrudan bilgi alış verişinde bulunurum olur biter!

Diyebilirsiniz, haklısınız…

Bir yere kadar!

 

Askeriyede, geçmişten günümüze…

Online Bankacılıkta mesela (PIN/Tan) önceden oluşturulan bir tabela hazırlanır örneğin şöyle:

 

 

A

B

C

1

zzoJ§3ZOdüe[

t9S3NIBämvqj

z8_T7{\!Oem#

2

{z!.kß~ü;D_ü

µFFQL*atB{jy

]cPq:0.B9Fxe

3

sD;Y_GOyy²[z

K5#4ZBG,³?}N

üoy6Y-µ+Ep9f

 

Muhatabınıza mail yazıyorsunuz. Aşağıdaki AES 256 şifreli mesajınızı ekliyor ve 3c diyorsunuz.

 

 JkypAEkF3Is7+g3pDp6GIOFPPQ8bnQVAxgDiQwYHcbg=

 

 Muhatabınız Encrypted Message’e copy/past ile şifrelenmiş mesajınızı yazıyor ve şifre olarak da 

 üoy6Y-µ+Ep9f veriyor. Decipher’e tıkladıktan sonra…

 

Ne mutlu Türküm diyene

 

Diye mesajınızı okuyor. Bu kadar basit (değil)…

Dikkat edilmesi gereken daha birçok nokta var ama uluorta anlatılacak şeyler değil bütün bunlar! 

Herif hem nalına hem mıhına vuruyor…

Mahalle karısı edasıyla yapılan siyasetin neticesinde…

Türkiye Cumhuriyeti, adeta Kasımpaşalı kabile devletine dönüştü!

Hala inanmıyor musunuz?

Al Erdoğan’ınkini vur Gül’ünkine…

Atatürk’ün Türkiye’sinde KADIN erkeğinin yoldaşı, çile ve kader arkadaşıdır!

Bireydir!

Ve her şeyden önemlisi insandır, kendisine insan gözüyle bakılır!

Türk erkeğinin eşi, Türk’ün en değerli hayat yoldaşı, kuzularının anası, gönlünün sultanıdır!

Söyle bir sokaklarda uzun uzun gözlerini gezdir…

Şulebaşlı, cipli sürtüklerle dolu sokaklarda gördüklerin senin özün değil!

Ne Arap nede Batı özentileri…

Hiç biri senin özün değil!

    

Çünkü Erdoğan’ın alafranga mı, alaturka mı sıçtığı netlik kazanana kadar çok dikkatli olmakta fayda var. Atatürk’ün evlatlarına kaçmak, saklanmak yakışmaz, tedbirli ve düşünerek hareket etme ise pekâlâ yakışır!

Önemli not: Ergenekon sürecinde “bulunan” CD ve DVD’lerden söz edilmektedir. Yine BSI verilerine göre güvenli bir şekilde CD / DVD imha etmenin yollarından biri belge imha makinesidir. Böyle bir makine almak istiyorsanız dikkat etmeniz gereken iki konu var:

 

- Belgeler 3mm’lik kareler halinde (şerit değil) imha edilmeli

- Bu makinelerden bazıları CD / DVD’de imha edebiliyor. İmha en fazla 3mm’lik kareler halinde CD / DVD’yi “parçalayarak” gerçekleşmeli.

 

Başka bir yol ise micro dalga fırındır. CD / DVD micro dalga fırına konup, fırın çalıştırıldığında CD / DVD geri dönüşümü mümkün olmayacak şekilde tahrip ediliyor. Ancak insan sağlığı için zararlı maddeler oluştuğu için tavsiye edilmemektedir. Micro dalga fırın yoksa masanızda her zaman bir çakmak bulundurun (bu yöntemde de insan sağlığı açısından zararlı gazlar oluşmaktadır, her iki tarafta da nokta şeklinde DVD yüzeyi kabarana kadar yakın)

                                                                        ***

16.08.2012

 

Bayram

 

Allahın vecibelerini yerine getiremiyorum…

Onun yollunda yaşamaya gayret ediyorum ama…

Farz kıldıklarını bile yerine getiremiyorum!

 

Arada…

Kararınca bir – iki kadeh Rakı…

Çok nadir keyfim gıcır olduğunda veya kafam çok bozuksa bir büyük’te olabiliyor…

Viski dönem dönem Rakı gibi…

Ama hastalığımdan dolayı bir saniyem diğerine benzemiyor ki…

Günde 32 çeşit ilaç aldığım oluyor!

 

Vicdan azabı çekiyorum!

 

Elimden geldiği kadar karşılık beklemeden…

Etrafıma yardım ediyorum…

Şüphesiz kendimi sıkarsam daha fazla edebilirim…

Hatta etmeliyim ama…

Gelecek korkusu buna engel oluyor!

 

Vicdan azabı çekiyorum!

 

Cuma namazına gitmem…

İnsanlar bunu benden beklediği için gitmiyorum…

Ne mahalle baskısı nede dedikodu…

Umurumda değil…

Çünkü baskıya gelemiyorum…

Bazı geri zekâlılar gibi dişlerimi, yumruğumu sıkarak boyun eğmem…

Erkek gibi çıkar benden bekleneni yapmayacağımı söylerim…

Bayram namazlarına gitmeye gayret ederim…

Camiye ise ihtiyaç his ettiğim anda giderim…

Zora, zorlamaya gelmem…

Baskıyı his ettiğim anda benden beklenenin tam tersini yaparım…

İşte bu yüzden…

Beni böyle davranmaya mecbur ettikleri için…

 

Vicdan azabı çekiyorum!

 

Arap gibi dua etmem…

Sen bağışlamayı seversin…

Sen…

Sen…

Sen…

O…

Yaradandır…

İki gram aklınla…

Yağcılık yaparak…

Allah’ı kandırabileceğini mi sanıyorsun?

O…

İçimizi de, dışımızı da bizden iyi bilendir…

O…

Her daim yanımızdadır…

Ve sen…

Beyinsiz, ilkel halinle beni senin gibi dua etmeye zorluyorsun…

Benim senin gibi aracılara ihtiyacım yok…

Allahın yaratığını hor görmeye zorladığın için…

 

Vicdan azabı çekiyorum!

 

Mücadelem dürüst dindarla değil…

Gerçekten tüm benliği ile Allah yolunda olandan korkmam…

Çekinmem ve ondan kötülük de beklemem…

Allahtan korkan…

Allaha inanan, Allahın yaratığına haksızlık etmez…

Kötü davranmaz…

Ama…

Dinci benim gözümde şeytandan farksızdır…

Çünkü dinci, dini kullanarak iğrenç emellerine erişmeye çalışır…   

O halde AKP…

Ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan doğuştan antrenmanlı…

Gizli kapaklı dincidir!

 

Vicdan azabı çekiyorum!

 

Çünkü milletim bunu görmüyor!

 

Tüm okurlarımın bayramını kutlar küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim.

                                                                        ***

18.08.2012

 

Her şeyin başladığı ve bitti nokta

 

Bir bilişimci olarak…

İliğine kadar bir Atatürkçü olarak…

Bilişim güvenliği…

Badem bıyıklı, ileri demokrat…

Atatürkçülüğü Katletme Partisi…

Destekçileri ve cemaatçi hegemonya…  

Zihniyetine karşı duyduğum tiksintinin sonucunda…

Meslek sadakati namına…

Ve sosyal sorumluluğum gereği…

Her şeyin başladığı ve bittiği noktada sizlere yardımcı olmak...

Şifremi unumum…

Güvenli anahtar meselesine bir çözüm sunmak istiyorum!

 

Aşağıdaki dokümanı indirip 2’nci, 3’üncü veya 4’üncü sayfayı basın ve bilgisayarınızın yanına hiç bir saklama gereği duymadan koyun. Saklama gergide yok zaten!

 

26x46=1196

 

Sembol arasından…

Yalnız sizin bildiğiniz anahtar uzunluğu ile bittiği…

Ve başlama noktasıyla “olasılıklar” insan ömrünün…

Ve mevcut donanımların sınırlarını zorlayacak nitelikte!

  

Birinci sayfada örnekler sundum. Üç örneği yazılı anlatmak istiyorum. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış J

 

Birinci sayfadaki örnekte bundan sonra aklınızda tutmanız gereken yalnızca d1’dir!

D1 ile 11 harf yada sayıdan oluşan anahtarınızı oluşturabilirsiniz, D1=NxNCi4yew1U   

Veya W29, güney, sol - sağ desem…

5ZtEYoU9RT1A’dan oluşan anahtar aklınıza gelir mi?

Veya hazine aramaya ne dersiniz?

Şifreli konuşalım J

İkinci sayfaya bakın

Mardin’den Muğla’ya git, Marmaris’e uğramayı unutma…

Marmaris’ten 5 kilometre kuzeye git…

5’ci kilometreden güneye 2 kilometre git…

3’üncü kilometreden sonra sekiz adım at

Hazine orada desem…

 

O4ZWt53P anahtarına ulaşırsınız!

Koordinatlarını vereyim F24

 

Password Table

                                                                        ***

11.09.2012

 

Rabbime sordum Saarbrücken dedi

 

İki önemli proje üzerinde çalışıyordum ki…

Olan oldu!

 

Daha önceleri de yazmıştım…

Ciddi sağlık sorunlarım var diye…

Önümde iki gerçekten çok berbat ameliyat var…

Birinde kalça kemiği değişecek, aşırı aşınma. İrsi olsa gerek, rahmetli babamın da kalça kemiğini değiştirmişlerdi. Onun gibi şiddetli ağrı olmadan yürüyemez duruma geldim. Ama O 57’sinde olurken, ben 47’imde olacağım. Diğer ameliyata nazaran zaten çocuk oyuncağı!!!

 

Nalları dikmez…

 

Hakkın rahmetine kavuşmazsam kalça kemiği ameliyatı ikinci sırada, öncelik atardamarda. İki cm olması gereken yer 6,5 cm olmuş. Nefes ve mide borusuna etki yapıyor…

Ya atardamar patlayacak (hastaneye yetiştirmeleri imkânsızmış) ya da boğulup gideceğim!

Bu senenin başından beri rahatsızlığım çok ciddi arttı. Dükkânı kapamak zorunda kaldım. Alman merkez bankasında bilişim güvenliği için personel arıyorlardı. Müracaat ettim, henüz haber gelmedi ama artık o işi unutabilirim. İşe alsalar da ameliyat ve iyileşme süreci nereden bakarsan bak…

En iyi ihtimalle en azından altı ay sürer. Gelelim atardamar sorunun…

 

Ben Önder olmazdım, işim önder işi olmasa!

 

Ameliyat yapılması gereken yer öyle bir yerde kalıyor ki…

Koskoca Almanya’da bu ameliyatı yapabilecek iki Profesör varmış. Artık gerisini siz anlayın!

Aortun öyle bir yerinde ki çok zor bir ameliyatmış (akciğerlerin arasında kalıyor, kan dolaşımı için aorttan ayrılan bölge). İki hafta kadar doktorlar ameliyattan sonra felç olma riskinden söz ettiler. Annemin, eşimin kısacası ailemin halini hayal edebileceğinizi varsayıyorum. Felç olmaktansa – kesin kararlıydım – aortun patlamasını bekleyecektim. Neticede hepimiz gün gelecek ve ölümle tanışacağız. Ancak Azrail ile randevumu bir kez daha erteledim!? En azından şu an için öyle görünüyor. Daha önceleri de yazmıştım Allahın sevdiği bir kulu olmalıyım ki…

Yine yardımıma yetişti! Kardiyologum ameliyat için önce bana daha yakın olan profesöre bulguları yolladı. Kendisi bulguları incelemiş ve felç riskini neredeyse yüzde sıfır olarak görmüş ama…

Ya diyorum ya tam Önder işi diye…

Ameliyat ses tellerini kalıcı olarak etkileyecekmiş. Yine Allahtan tiz bir ses olmayacakmış…

Boğuk, üşütme gibi…

Bir düşünün kırk yaşından sonra kadın gibi ince ve yüksek bir ses. 5 Kasımda oturduğum yere 140 kilometre uzaklıkta olan Saarbrücken üniversitesinde ameliyat olacağım. Ölmez yaşarsam haberiniz olur… Ölürsem de elbet bayrağı devir alan değerli vatan evlatları çıkacaktır. Neyse yeter bu kadar. Gelelim memleket meselelerine…

 

Dediğim gibi ağrılarım azmazsa en azından projelerden birini bitirmeye çalışıp yayınlayacağım.

Bu zihniyet ile mücadelemiz ölümüne…

Ölene kadar sürecek!

Atatürk’ün evlatları olarak pes etmeyeceğiz. Bir kez daha İzmir alemdarımız olacak…

 

Ya olacak, ya olacak başka çaresi yok!

 

Projelerden birinin adı CrypText, adından da anlaşılacağı gibi “güvenli” yazışma ve çizim (kroki) yazılımı. Diyeceksiniz ki Microsoft Office 2007 ve sonraki sürümlerde yazdığımı zaten kriptolu (şifreli) kayıt edebiliyorum; evet ama…

Bir tarafınızda devlet öteki tarafınızda bir şirket ve bu şirketin arka kapı (backdoor) bıraktığı biliniyor. Kaldı ki bu yazılım standart kriptoloji kullanıyor. CrypText bu bakımdan farklı, hem de çok farklı olacak…          

İkinci projenin adı CrypTex ilk aşamada her türlü (video, pdf, doc, xls vs.) dosyayı CrypText usulü şifreleyeceksiniz. Bir kez, iki kez kriptolu değil…

Bir veya iki anahtarlı da değil, şifrenizi çözmek için aşamalardan geçmeniz gerekecek, tuzaklarla dolu bir yol olacak, disassemblerleri yanlış yola sevk edecek, şifrelediğiniz içeriği koruyacak önlemlerle… Henüz karar vermedim ama sanırım üç master, üç slave anahtar gerekecek. TripleDES ve AES 256 ile şifrelenen içerik nispeten güvende olacak. Alman bankalarında kullanılan yöntem AES 256 ve Twofish’dir. Ben AES 256 ve TripleDES yöntemini seçtim. Birçok emsallerine nazaran   

CrypTex, orijinal Cryptex’te olduğu gibi üç kez anahtarı yanlış verdiğinizde içeriğini imha edecek. Değişik saldırı yöntemlerine karşıda gereken önlemler alınacak! J

 

Benden şimdilik bu kadar…

Tüm okurlarıma huzurlu, bereketli ve sağlıklı bir yaşam dilerim. Atatürk’ün mirasına sahip çıkacak yürekli ve azimli gençler bu dava sizlerindir.

 

Önder

                                                                        ***

06.10.2012

 

Hoşt köpek

 

Sen ancak varoşların…

Sen ancak cahil cühelanın…

Sen ancak yandaş ve yoldaşının…

Sokaklardaki kedi ve köpeklerin…

Efendisi olabilirsin!

 

Erdoğan kentsel dönüşümü başlattı: Efendiniz olarak değil, hizmetkârınız olarak konuşuyorum

 

Birkaç zibidi seni padişah ilan etti diye kendini gerçekten milletin efendisi mi sanıyorsun?

                                                                        ***